02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

FARKLI BİR YAKLAŞIM DENEMESİ Bilimsel ve teknolojik gelişimimiz, nasıl değerlendirilmeli? Ülkemizin bilimsel yayınlar, araştırmacı sayısı ve AraştırmaGeliştirme (ARGE) harcaması gibi göstergeler açısından dünyadaki konumu ve gelişimi, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji’de, akademik sohbetlerden kalkınma planlarına kadar uzanan farklı düzlemlerde sık sık tarışılıyor. Bu kapsamda, bilim ve teknoloji üretmenin temel niceliksel göstergeleri üzerinde duruluyor, sağlanan başarı veya başarısızlığın boyutları irdeleniyor, karşılaştırmalar yapılıyor. Fakat ülkemizin bilim ve teknoloji üretme yeteneğindeki durumunu ve değişmeyi, salt bu göstergeler bağlamında değerlendirmek ne kadar yeterli? Doç. Dr. Nezire Saygılı; Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, [email protected] Türkçenin mayası iyi, ama.. Yılmaz Dağdeviren, [email protected] T K amu kurumları tarafından ARGE harcamaları için sayısal hedefler belirlenip bu hedefler paralelinde kaynak ayırmak, ülkemizin bilimsel ve teknolojik kapasitesinin gelişiminde ne ölçüde etkili olabilir? Araştırmacı sayısını artırmak için yurtiçi ve yurtdışı eğitim kurumlarına eleman göndermek, bilim ve teknoloji üretme yeteneğimizi artırmak için yeterli mi? Benzer biçimde, nüfus içerisinde üniversite mezunu sayısını arttırmayı hedef olarak belirleyip bu doğrultuda üniversiteler, üniversitelerde ikinci eğitim programları oluşturmak, bilim ve teknoloji üretmede ülkemizi ne kadar yetkinleştirecek? Öte yandan, özellikle akademik yayın sayısında son yıllarda meydana gelen artış, ülkemizde bilim ve teknoloji üretme kültürünün gelişmesini ve yerleşmesini ne ölçüde yansıtıyor veya orta ve uzun bir zaman diliminde bu artış ne ölçüde kalıcı olacak? Sözün kısası, acaba, bilimsel ve teknolojik gelişme perspektifimizi, sonuç niteliğindeki sayısal göstergeler temelinde oluşturmak, fakat bu sonuçları ortaya koyan yapısal etmenleri gözden uzak tutmak ne kadar anlamlı? Bu soruları kolayca çoğaltmak, benzeri soruları eğitim, bilim ve teknoloji dışındaki alanlara da kolayca yaygınlaştırmak mümkün. ÖNKOŞULLAR YETERLİ Mİ? Kuşku yok ki, ARGE harcamalarının boyutu, araştırmacı sayısı, akademik yayın sayısı, üniversite mezunlarının sayısı bilim ve teknoloji üretmek veya en azından mevcut olan bilimsel ve teknolojik bilgiyi etkin bir şekilde kullanmak için önemli bir önkoşuldur. Başka ülkelerin deneyimleri de, bu göstergeler ile ülkelerin gelişmişlikleri arasında paralellik bulunduğuna işaret etmekte. Ancak bu önkoşul bilim ve teknoloji alanında yetkinleşmek için yeterli mi? Kanımca, bu soruya verilmesi gereken cevap hayırdır. Eğer bu göstergeler temelinde politikalar uygulayarak bilim ve teknoloji alanında yetkinleşmek yeterli değil ise, ana sorun nerededir? Bu sorunun cevabı üretimin doğasıyla ilgilidir ve sadece bilim ve teknoloji üretimiyle sınırlı olmayıp, konusu üretim olan, bilgi ve yeniliğe ihtiyaç duyulan tüm diğer alanlar için de geçerlidir. Üretimin en temel özelliği, bir örgütlenme yapısı içerisinde gerçekleşmesidir. Bireysel yetenekler üretim için önemli olmasına karşın, üretim için gerekli ortamın oluşturulması bireysel yeteneklerden daha önemlidir. Üretim sürecinde önem taşıyan husus, bilginin elde edilmesi, üretim sürecinde bulunanlar arasında paylaşılması, yeni bilgiye ulaşmak için ortak çaba gösterilmesi, elde edilen yeni bilginin depolanması, bu bilginin başka kişi veya kuşaklara aktarılması için gerekli insani ve fiziki altyapı ile kurumsal yapının oluşturulmasıdır. Bu kurumsal yapı bireylerin ortak çalışma ve paylaşma kültürünü, üretime ve bilgiye bakış açısını, yönlendirme ve teşvik araçlarını içerir. Esasen, bireyleri verimli veya verimsiz kılan da, kendi bireysel yeteneklerinden ziyade, bu kurumsal yapıdır. Yazılı olan veya olmayan, sözle ifade edilebilen veya edilemeyen oldukça geniş CBT 1205/ 18 23 Nisan 2010 sayıdaki hususları içeren bu yapı, esasen kendisini birimlerin gündelik iç işleyiş mekanizmalarında gösterir. Sağlam kurumsal yapı sıradan bireysel yetenekleri olan kişilerin bile enerjilerini ortaya çıkaran, farklı bireysel yetenekler arasında sinerji yaratarak kolektif becerilerini geliştiren, bir üretim kültürü oluşturup bunu gelecek kuşaklara da taşıyan (kurumsal hafıza oluşturan) yapıdır. Benzer şekilde, zayıf kurumsal yapılar ise bireysel yetenekleri öne çıkaran, üretim kültürü ve hafızası oluşturamayan yapılardır. Konuyu eğitim ve bilimteknoloji ile ilgilenen üniversiteler açısından ele aldığımızda sorunun özü değişmiyor. Üniversiteler de nihai olarak bir örgütlenme yapısıdır ve sıradan mal ve hizmet yerine bilim ve teknoloji üretimiyle ilgileniyor. Hatta sıradan üretim birimlerine (firmalara, fabrikalara) göre üniversitelerde bilim ve teknoloji üretmek için kollektif yetenekler bireysel yeteneklerden daha fazla önem taşımakta, üretim (bilim ve teknoloji) kültürünün oluşması daha büyük önem arz etmekte, bilginin bilim insanları ve kurumlar arasında paylaşılması ve gelecek kuşaklara aktarılması (kurumsal hafıza) daha hayati bir işlev görmektedir. Salt parasal önlemlerle, bilim insanlarının sayısını arttırmakla, üniversitelerimizin fiziki ortamını (laboratuvarlar, deney cihazları, derslikler, vb.) iyileştirmekle de bilimsel üretim kültürünün geliştirilmesi mümkün değil. Acaba, üniversitelerimiz başta olmak üzere, ülkemizin bilimsel kurumları bu kriter açısından dünyada nasıl bir konumda? Bu konumda bir iyileşme yaşanıyor mu? Sonuçlar tatmin edici değil ise üniversitelerimizi üretken kılmak için nelere odaklanmak gerekir? Bilimsel üretim kültürü, her şeyden öte, bir bakış açısıdır. Bu bakış, bireysel kaygıları değil, bilimi ve üretimi öne çıkaran, geçmiş kuşakların ürettiklerinden en üst düzeyde beslenip bilgi ve enerjisini çağdaşlarıyla paylaşan ve gelecek kuşaklara bilgiyi ve disiplinli çalışmayı miras olarak bırakmayı amaç edinen bir yaklaşımdır. Bu bakış açısı bize, başarı için sonuç niteliğindeki kriterler yerine, bu sonuçları ortaya çıkaran süreçlere odaklanılması gerektiğini söyler. Bu kapsamda, üniversitelerimizin gündelik iç işleyiş mekanizmalarının (süreçlerinin) mercek altına alınması ve bilimsel üretim kültürünün geliştirilmesini amaç edinen politikalar uygulanması önemlidir. Üniversitelerimizin bilimsel ve teknolojik açılardan dünyadaki konumunu yükseltmeye yönelik politikalar böylesi bir perspektifle ele alınmalı. Yayın sayısı, ARGE harcama miktarı gibi hedefler, bu politikalarla tutarlı olarak belirlenmeli ve ulaşılan sayısal göstergeler uygulanan politikaların başarısına ilişkin sonuçlar olarak ele alınmalı. Yoksa, üniversitelerimizin gündelik işleyişini etkinleştirmeksizinn alınacak önlemler (kaynak transferi, yurtdışına eğitim için eleman gönderilmesi, akademik yayının parasal yönden teşvik edilmesi, vb.) ülke kaynaklarının israfına yol açacak, bilim ve teknoloji üretme kültürünün oluşturulmasında ve bunun gelecek kuşaklara aktarılmasında yetersiz kalacaktır. ürkçe, maya olarak en iyi dillerin başında. Ama 1.200 yıldır devlet, sanatçı, bilim adamı hep Farsça, Arapça, Fransızca, şimdi de İngilizce kullandıkları için gelişememiş. İnsan bildiği anadili hacminde düşünebilir, konuşabilir, anlayabilir; hacim arttıkça bu özellikler/yetenekler de artar. Anadil zenginliği eğitim, bilim, kültür, sanat, ekonomi dahil her şeyin yağıdır, unudur, tuzudur, helvasıdır, hamurudur, ekmeğidir. Türkçemize sahip çıkıp geliştirseydik ve de rönesansımızı, aydınlanmamızı yaşasaydık bugün dünyanın en güçlü diline, kültürüne, sanatına, bilimine, ulusuna ve devletine sahip olabilirdik. Atatürk bunu yakalamıştı. 65 yıldır yıkılmaya çalışılıyor ama maya iyi olduğu için hâlâ ayakta. HÜRRİYET, 4.4.10 (internetten de taradım, veriler farklı. ortalama değerleri yazmaya çalıştım): “2002 yılında yapılan bir incelemede Türkçedeki yabancı sözcükler: TDK bugün, Türk diline girmiş yabancı sözcüklerin sayısını verememekteArapça 6.500 dir.” Fransızca 4.700 5250 Türk Dil Kurumu’nun Farsça 1.360 güncel Türkçe sözlüİtalyanca 620 90 ğünde 111 bin sözcük İngilizce 470 (Şimdi bulunuyor. Bunun 15 Binler +) Rumca 400 bini yabancı kökenli. Yunanca 48 Büyük Türkçe Almanca 100 Sözlük’te söz, deyim, Latince 90 terim ve ad olmak Osmanlı Türkçesi 43 üzere toplam 600.000 İspanyolca 40 söz varlığı bulunmakRusça 40 ta. İktidar, Devlet Soğdca 24 Kurumları, anadilleri Slavca 20 Türkçe ile ilgilenmeyi Macarca 2010 bırakın, korumayı bile Ermenice 1624 düşünmüyorlar. Moğolca 15 4 Bulgarca 820 Karaman Bey hariç İbranice 8 Selçuklu, Osmanlıda Portekizce 3 olduğu gibi. Dünya Fince 2 kadar bütçesi ve perJaponca 29 soneli olan TDK bile Arnavutça 1 yozlaşan Türkçemizde Norveççe 12 ipin ucunu kaçırmış.. Toplam ortalama 15.000 Devlet “MORTGAGE” diye bir yasa çıkarabiliyor. Herkes “RESTAURANT” yazıyor, restorant okuyor (Fransızlar restoran okur). Gazeteciler, maç, gol der ve yazarlar; bazıları “haftaym” der “half time” yazarlar. Millet vatanıyla değil diliyle millettir. Yabancı dillerdeki Türkçe sözcük sayısı: (Burada da değişik rakamlar var. Bana göre çok abartılı ama genellikle bu rakamlara rastlıyoruz.) Çince 300 Farsça 3000 Urduca 227 Arapça 2000 Rusça 2500 Ermenice 4260 Ukraynaca 800 Macarca 2000 Rumence 3000 Bulgarca 3500 Sırpça 9000 Çekçe 248 İtalyanca 146 Arnavutça 3000 Yunanca 3000 İngilizce 470 Almanca 166
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle