16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Bu yazıyı yazmakta zorlanıyorum, çünkü elim hiçbir şey yapmaya gitmiyor. Canım o kadar sıkkın. Karşımda yayılan Ege’nin Aristo’nun, Teofrast’ın hâtıralarıyla burada karışan o enfes manzarası bile beni tesellîye yetmiyor. İki Korkunç Haber ve Geleceğimiz Sebebi gazetelerdeki iki haber: Üniversite giriş imtihanlarına katılan öğrencilerin yüzde ellibeşi fen sorularında sıfır puan almış. Diğeri de bir grup genç Topkapı Sarayı’nda yapılan İdil Biret konserine saldırı düzenlemiş. Bu iki haberi birbiriyle ilişkisiz sananlar yanılırlar. Bunlar aynı hastalığın ârâzındandır: Cehâlet. Birinci haber, çocuklarımızın yarısından fazlasının içinde yaşadıkları âlem ile hiçbir temaslarının olmadığını gösterir. Bunlar çevrelerinde olayların nasıl olup bittiği hakkında fikir sahibi olmadıkları için, kendilerine bu olup bitenler hakkında anlatılan masallara inanır. Bu masallar içerisindeki kavramlar, günün birinde İdil Biret Hanımefendi gibi bir dâhînin Topkapı Sarayı gibi bir mekânda vereceği bir konserle çakışırsa, konsere, sanatçıya ve onu dinlemeye gidenlere saldırırlar. O kadar câhildirler ki, o mekân hakkında kendi yanlış inanışlarının bir an için doğru olduğunu kabul etsek bile, orada içki alışkanlığı denen hastalığın pençesine kendisini kaptırmış İslâm halifelerinin yaşadığını bilmezler. O mekânda eşcinselliğin gırla gittiğini, yeni doğmuş gayrimeşru bebeklerin öldürülerek Harem’e gömüldüklerini bilmezler. İslâm Halifesi olacak gençlere lâyık görülen «kafes» i tek bir tanesi görmüş müdür? (Kafes diye Topkapı Sarayı’nda turistlere gösterilen iki odanın gerçek kafesle ilgisi yoktur. Gerçek kafesi sevgili arkadaşım İlber Ortaylı bizlere gösterdiği zaman dehşetten nutkum tutulmuştu.) Bu gençleri provoke eden sözümona gazete her gün yalanlar ve iftiralar yayınlamakta, okuyucularını sık sık suça teşvik etmektedir. Bu bir gazete değil, bir silâhtır. Ancak gel gör ki bu silâh yönetim himayesinde pervazısca kullanılmakta ve ülkenin adâleti buna müdahale edememektedir. Bunun da nedeni Türkiye’de hüküm süren kavram karmaşasıdır. Demokrasi nedir, özgürlük nedir, hukuk nedir, faşizm nedir, totaliterlik nedir, gibi soruların cevabını gerçekten bilen insanlar artık seslerini duyuramaz hale geldiler. En basit bir politika kültürü, meselâ tâ Aristo’nun dikta rejimlerini sürdürmenin en etkili yollarından birinin dine dayanıp itidal propagandası yapmak olduğunu söylediğini bildirir insana. Bu bugün ülkemizdeki iktidarın yaptığı değil midir? Yani halkımız ikibindörtyüz yıl önce içyüzü ortaya çıkarılmış yalanlarla yönetilmekte, buna sözümona entellektüel geçinen bazı zevat alkış tutmakta, bu iktidarı kimisi iyi, kimisi de en azından ehveni şer gördüğünü yazabilecek kadar aymazlığın pençesine düşmüş bulunmaktadır. Sevgili okurlarım, üniversite giriş imtihanlarının sonuçları ve İdil Biret konserine yapılan saldırı Türkiye için zillerin artık en yüksek perdeden çalarak kırmızı alarm noktasına gelindiğini bildirmekte. Ayşe Arman Hanımefendi’nin 12 Temmuz’da Hürriyet gazetesinde yayımlamaya başladığı «öteki mahalle» saha incelemesi en iyimser kişileri bile derinden tedirgin etmesi gereken bir çalışmadır. Türkiye Afganistan yolundadır; İran falan değil. Türkiye’nin genel entellektüel düzeyi İran seviyesinde değildir. Ben bunu yıllardır kendi bilim dalımın ülkemde ve İran’da başardıklarını karşılaştırarak biliyordum. Bunun sebebi de açıktır: Türk toplumu tarihinin hiçbir döneminde bir Hayyam veya bir Firdevsî veya hattâ bir Gazzâli çıkartamamıştır. İşe bu yalın gerçeği kabul ederek başlarsak tedaviye de başlayabiliriz. Ama hamâsi nutuklarla gerçeği kapatarak, devekuşu gibi kafamızı kuma gömerek yaşamaya kalkarsak, sonumuzun pek fecî olacağı ortadadır. Toplumumuzun 1919 yılında içinde bulunduğu ürkütücü durumu Ahmet Hâşim’in bir mektubundan sizlere bu sütunlarda nakletmiştim. Büyük şâir, Osmanlı medeniyeti yalanından bizi uyandırarak, Anadolu insanının taş devrinde yaşadığını anlatır o mektubunda. 1946’ya kadar o taş devrinden bizi çıkartmak için uğraşan, didinen, görgülü, bilgili yöneticilerimiz vardı. Elde ettikleri başarı âdeta bir mucizeydi. Bunun gerçekten böyle olduğunu bütün dünyada uygar toplumlarda duyabilir, okuyabilirsiniz. 1946’dan sonra bizi yönetenler insanlığa ihanet ettiler ve kendi menfaatlerini milletin cahilleştirilmesinde aradılar. Bu proje ne yazık ki başarılı oldu ve 2009 yılında liseyi bitirmiş Türk gençlerinin yarıdan çoğunun en basit bir fen bilgisinden mahrum olmakla kalmadığını, bunlar arasında bir klâsik Batı müziği konserine saldıracak kadar vahşîleşmiş olanlarının da bulunduğunu görmemize kadar geldi iş. Şu andaki yönetim, bu gidişi körüklemektedir. Okullarımız ve üniversitelerimiz ehil olmayan ellerde, gençlerimizin istikbali, onları ateşe atmaya hazır kişilerin gözetimindedir. Bu gidişin durdurulamazsa, ülkemizin parçalanacağı, parçalanmakla da kalmayıp bize bırakılacak bölgesinde Afganistan havasının estirileceği kesindir. Artık uyanalım. Bir İdil Biret’in bir Hâfız Paşa’nın veya bir Üçüncü Selim’in âkıbetine uğrayabilmesinin artık hiç de hayâl olmadığını Madımak’ta gördük. Bunu düşünmek bile uygar bir insanın uykularının kaçması, endişe içinde titreyip ter dökmesi için yeter de artar bile.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle