Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan tahirmceylan@gmail.com Kültür Bilimsiz Gelecek Açlıktır! İslam, Abbasi Dönemi’nin felsefe ve bilimsel birikimini yarattığı için Rönesans’a kadar ayakta durdu. Osmanlı’nın 17. yüzyıla kadar egemenliği de öyle bir birikimin üzerine dayanmasıydı. Avrupa keşifler, Rönesans ve bilimsel düşünceye dayalı gelişmesine başlayana kadar, Osmanlı Avrupa’ ya varlığını hissettiriyordu. 1683’den sonra her şey bitti. Avrupa zenginleşti, bilim ve teknoloji üretti. Osmanlı bilim ve teknolojiyi ithal bile edemedi. Doğan Kuban Biyolojik bir bileşim olan organizmanın etkinlik gücü olarak benlik özgür müdür? Cevabı verebilmek için onun oluşumuna bakmak lazım. Benliğin Özgürlüğü Varela, otopoiesis’i (*) şöyle açıklar. (Dış koşullarda, zamanla oluşacak bir oluşumu) öne çıkaran bir mevcudiyet oluşur. Bu mevcudiyet, bir sınır çekip, sınırın içinde kendini örgütlenmeye zorlar. Böylece sınır içini yönetebilmek için bir organizasyon kurulur (Benlik). Bu organizasyon, iç/dış dünyayı tanır, tanımlar. Dış dünya çevredir, benlikten başka her şeydir. İç dünya ise benliktir, bendir, ama benim de olsalar karaciğer, böbrek, beyin değildir. Hegel’e yaslanarak Zizek, sınır çekmenin, dış koşullar zorlamadan sınır çekmenin, olanaklı tek özgürlük olduğunu savunur(**). Ve yine Hegel’e başvurarak sonsuzluğun da, kendini etkin biçimde sınırlamakla kazanılacağından bahseder. Buna bağlı olarak, yaşamın kendisi, hatta kırıntısının bile sonsuzluk olduğunu söyler. Buna karşı duruyorum. Sonsuzluğun altından çünkü, semantik düzeye kadar tırmanmış olan lirik yapıyı kazıdığımız zaman kombinasyonların hesaplanamazlığı çıkar. Bir insanın biyopsikolojik düzeyde kendini dışavurumu, gelen verilerin ve onların işlenmesi sırasında ortaya çıkan kombinasyonların hesaplanamazlığı nedeniyle sonsuz biçimde görünebilir. Ama bir hücrenin, daha alt düzeyde bir proteinin, kendini sınırlayan yapılar olarak zuhur edişleri veri ve kombinasyon azlığından sonsuz şekilde olamaz. Özgürlüğe geçelim. Nörobilim, beynin yaş ilerledikçe aynı kalmadığını söyler. Beyinde her gün dokuz bin yeni hücre olur ve dört bini ölür. Kalan beş bin hücre çoğunlukla benliğin seçimleri doğrultusunda kullanılır. Yani insan kendi beynini yapar. Tıp öğrencileriyle yapılan bir araştırmada, onların, üç aylık yoğun ders döneminde bile hipokampüslerinde (hafızayla ilgili bölge) bir hacim artışı gerçekleştirdiği ortaya çıkmıştır. Psikoterapi sonucunda da bazı beyin bölgelerinin daha aktif, bazılarınınsa daha az aktif hale geldiği gözlenmiştir. Öte yandan entelektüel faaliyetleri yüksek kişiler genetik risk taşısalar bile daha az oranda bunamaya maruz kalırlar. Anlaşılıyor ki, bebeklikten itibaren etkili bir program yürüterek hacimli, iç dengesi yüksek beyinler elde etmek mümkündür. Sonuç olarak Zizek’in söylediği gibi insanın sınırlarını çekip, kendini belli bir yöne doğru sevk etmesi mümkündür. Ancak bu özgürlük değildir. Çünkü kendisinin de söylediği gibi benlik, kesif bir çekirdek değildir. Yani sınır çizildikten sonra her şeyi mutlak biçimde idare eden bir merkez yoktur ortada. Zizek o yüzden, Hegel’in, “özne töz değildir” vurgusunun altını çizer. O durumda benlik, kesif değilse ve hatta mutlak olarak var değilse, “nöron makinelerinin” ekranı gibi bir “arayüz”se, kendini sınır çekmeye zorlayan koşullardan bağımsız ve özgür değildir. Hatta öyledir ki, sınır çekmeye zorlamak ve bir benlik yaratmak, dış koşulların baskısıyla olmaktan başka, benliğin bağımsızlaşma ve sınırsız özgürlük çabaları da yine bu koşulların zorladığı bir dinamiktir. Çünkü özgürlük duygusu benliğin yapma gücünü kamçılar, bunun sonunda büyüyen yapma edimi sınırı zorlar ve dış koşullara karşı patlayarak ona yeni bir ivme verir, yeni benliklerin yeni sınırlar çekerek doğması yönünde karşıt tepki oluşturur. Böylece madde durmadan tomurcuklanarak dinamik/diyalektik devamlılığını sağlar. Sonsuz özgürlük özlemi, maddenin, insanın önüne yaratıcılığını geliştirmesi için koyduğu bir havuçtur. Yoksa insanı topyekün bir tembellikten hiçbir güç alıkoyamazdı. Özgürsün demek, derin anlamda yapabilirsin, seni zayıf beynin, güçsüz kasların kısıtlayamaz demektir. Embriyolojik düzeyde benliğin oluşumunu hamileliğin yirminci haftasına kadar geriletebiliriz. O devrede çünkü bazı hareketleri organize eden beyin bölgesi(pons)nin çekirdekleri oluşur. Bu kadar erken dönemde benliğin izleri varsa, benlik aktif ve tek hamlede çekilmiş sınırın sonucu oluşamaz, ancak yavaş bir başkalaşımla olabilir. Edelman’ın “neural darwinism” dediği de bir anlamda budur. Benlik, sınır çekerek değil, başkalaşarak oluyorsa, başkalaştırana bağlıdır ve ne gelecek için seçim yapmak konusunda, ne de Zizek’in dediğinin aksine, geçmişe dönüp kaderi aktifleştirmek anlamında mutlak olarak özgür değildir. *Kendini yaratmak; **S. Zizek, Paralaks 2008 B unun için bugün ne kadar laf gevelense Avrupa bilim tarihini, matbaayı ve teknolojiyi Osmanlı bilim ve teknoloji tarihi, yayın tarihi ile karşılaştırınca bütün zavallılığın geçmişi görülür. 1870’lerde ikinci kez açılan Darülfünun’da oksijensiz yanma olamayacağını göstermek için yapılan bir deney ve Celaleddin Afgani’nin bir konuşmasından sonra üniversite molla baskısıyla 1895’e kadar kapatılmıştı. Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülüklerden biri postmodernist modaları izleyerek bilimin ve ‘new age’ gibi mistik safsataların peşinde gitmektir. Avrupa’nın 19. Yüzyılda ulaştığı bilimsel doymuşluğa bu ülke hiçbir zaman ulaşmadı. Türkiye’de bir bilim toplumu henüz yok. Bilimsel potansiyeli, araştırma laboratuvarları, bilim adamı sayısı ve toplum yaşamına entegre olmuş bilimsel strüktürü, bizim gibi ülkelerle karşılaştırılamayacak kadar ileri ülkelerde bilimle ilgili yeni kavramlar geliştirilebilir. Bu zengin adamın yemekten önce viskisi ile birlikte havyar yemesine benzer. Biz henüz kuru ekmekle karın doyuran bir toplumuz. Onun için birisinin çıkıp Feyerabend’in ‘Farewell to Reason’undan esinlenip ahkam kesmesi okuma yazma bilmeyen köylü kadının telefonu kapatırken ‘bye bye’ demesine benzer. Nanoteknolojide, biokimyada, alternatif enerjide, radyolojide, deniz araştırmalarında, uzay araştırmalarında, meteorolojide, enformatikte Türkiye’nin nerede durduğunu düşünmeden, YÖK diye bir baskı aracını ilahiyatçılarla doldurmak bir bilimsel intihardır. Bugün gelişmiş dünya tatile çıksa, Türkiye’nin gerekli bilim adamını yetiştirmek, araştırmalarını çağdaş seviyeye getirmek ve toplumu bilim toplumuna dönüştürmek için yarım yüzyıl yetişmez. Biz bilgi ve teknolojiyi yaratmıyoruz. İthal ediyoruz. Biz bilimin pazarıyız. Dünyanın bugünkü durumunda bugüne kadar geçerli görünen bütün formüller, yarını karşılamak için yeterli değil. Serbest Piyasa Ekonomisi kavramının da bir sahtekârlık kılıfı olduğunu, Amerika ve Avrupa hükümetleri müdahaleleriyle kanıtladılar. Fiziki dünyanın iklimsel bir dönemece girdiği ve kuraklık, susuzluk, doğal afetler, su baskınları, yangınların dünyanın kapısına dayandığı bu doğal tarih kesitinde, ekonomik kriz aç bir dünya perspektifine açılıyor. Ek olarak bir de enerji bunalımı var. Petrol ve doğalgaz kaynakları tükeniyor. Yerlerine alternatif enerjileri koymak için gerekli strüktüral değişimlerin yapılması, neredeyse yeni bir toplum örgütlenmesi anlamına geliyor. Gelecekteki toplum düzeninin gerçekleri politik, dinsel ya da ideolojik değil. Sadece bilimsel. Bütün dünyada ‘akıl’ı egemen kılacak köktenci politik değişimler gerekiyor. Bilgi (enformasyon) çağı yeni tür bir egemen sınıfa muhtaç. Bilim adamları, matematikçiler, yaratıcı mühendisler. Bunlar imamhatipten, hukuk ya da işletmeden yetişmiyor. Cahil bir toplumun politizasyonu sözde bir demokrasi ile sonuçlandı. Bu doğal bir sonuçtur. Türkiye’de din partisi dışında herhangi bir düşünce ve toplumsal sınıfa dayalı bir oluşum yoktur. Türkiye’nin çağdaşlığı, küçük ve dünyadan haberdar bir aydın ve profesyonel grup ve bazı tarihi duyarlılıklar dışında, ithal edilmiş mal ve düşünce çağdaşlığıdır. Bu herhangi bir doğal felaket karşısında sefalet ve açlık işaretidir. Camilerden çıkan parti oyları, bilim adamı yetişmesini yok ediyor. Bir araştırma laboratuarına fizikçi yerine ilahiyatçı koyarsanız, açlıktan başka bir gelecek bekleyemezsiniz. 7080 milyon insanı 2050’de açlıktan kurtarmak ulusal, insani, dini bir amaç olarak görülmelidir. Bilgi toplumu birileri istediği için fabrika gibi kurulamayacak. Bu bir toplumsal concensus üzerine Kurtuluş Savaşı gibi verilecek. Bugünkü körlük sadece kölelik değil, açlığı da getirme olasılığı taşıyor. SÖZDE DEMOKRAS Kuraklık ya da susuzluk ve elektrik yoksulluğu, hangi dinden olduğumuzun farkında olmayacak. Toplumun bilimsel ve yaratıcı bir eğitime gereksinimi var. Ölümcül geleceği karşılamak için bilimsel dünya görüşünün topluma egemen olması, onun için de özgür düşünce gerek. Özgür düşünce için özgür insan gerek. Özgür insan için gerçek demokrasi gerek. İşte asıl küreselleşme budur. Sermayenin sömürüsünün aracı olan sömürü asıl küreselleşme değildir. Bütün dünya için ortak bir gelecek: Bilgi toplumunun temsil ettiği tek bir uygarlık var. Ve ona katılma dışında bir yol yok. Müslüman, Hıristiyan, Hindu önümüzdeki dönemde ancak yeşil gözlü, kara gözlü, mavi gözlü kadar birbirlerinden ayrı olabilir. Dünya bizi geleceğin sömürgeleri arasında görüyor. Yakın geleceğin iki kölelik adayı bölgesi Afrika ve İslam ülkeleridir. Ilımlı İslam bir sömürge projesidir. Bunun ne anlama geldiğini anlamak için ABDMüslüman yakınlaşma projesi denilen korkunç belgeyi okumak yeterli. Sömürge çığırtkanları ülkeyi çağdaş dünyaya katma potansiyeli taşıyan aydınları izole ediyorlar. Oysa Türkiye beş on yıl içinde bilgi toplumuna sıçrama yapmak zorunda, ya da kendisine sömürge adaylığı belgesi verilecek. Bu sıçramanın toplumsal kurgusunun ve değişim aşamalarının devlet tarafından hazırlanması gerekir. Bu bilince sahip devlet adamını bilinçli bir toplum başa getirebilir. Başka bir deyişle ilk sıçramanın toplum tarafından yeni bir gelecek bilincine erişerek yapılması gerek. Bilimteknoloji ikilisinin ve bütün dünya kültürlerinden süzülmüş verilerin katılarak tanımlanan tek uygarlığa katılmak çağdaşlığı tanımlayan olgudur. Sorumlu aydının görevi açık: Çağdaş dünyaya bilgi toplumunu örgütleyerek katılmak için toplumu hazırlamak. ÖLÜMCÜL GELECE KAR ILAMAK CBT 1148/2 20 Mart 2009