Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÜNCEL TIP İNSAN EVRİMSEL AÇIDAN ACIYA DAYANIKLI vi ettiğiniz zaman, gerçek sorunlarına çözüm arayacak yerde, bu sağlıksız koşulları sürdürmelerini sağlarsınız diyor. Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com Mutluluğu haplarda aramayın! Üzüntü, hüzün ve karamsarlık hayatta kalmak için gerekli mi, yoksa sonsuza dek uzak durulması gereken bir durum mu? Bazı psikiyatristler mutsuzluğun antidepresanlarla uzaklaştırılmasını gerekli görseler de, bazıları insanların evrimsel açıdan acılara dayanıklı olduğuna, mutsuzluğun normal seyrine bırakılmasının daha doğru olacağına inanıyor. KL N K DEPRESYON FARKLI Az miktarda mutsuzluğun yararlı olup olmadığı konusunda tartışmalar sürerken, klinik depresyonu tedavi etmemenin kesinlikle zararlı olduğu konusunda herkes birleşiyor. Ne yazık ki bu ikisi arasında kesin bir çizgi çizmenin zorluğunun da herkes farkında. Bu durumda hangisi daha tehlikeli? Normal bir üzüntü halini aşırı dozda ilaçla tedavi etmek mi, yoksa klinik depresyonu yetersiz dozda ilaçla tedavi etmek mi? Avustralya’daki Sydney Üniversitesi Beyin ve Akıl Araştırma Enstitüsü’nden Ian Hickie ağır depresyon geçiren kişilerin ilaçsız bırakılmasını daha tehlikeli görüyor. Son yıllarda depresyon tanısı konan vakaların artmasıyla, intihar vakalarında belirgin bir azalma olmasını bu görüşe bağlıyor. Sınırdaki depresyon vakalarının tanısının doğru konması konusunda dikkatli olunması uyarısında bulunan Hickie, “İntihar vakalarının pek çoğu ağır depresyonlu kişilerde değil, sınır depresyondakilerde görülür” diyor. Wakefield ise ihtiyaç duyulmadığı vakalarda gereksiz ilaç tedavisinin olumsuzluklarına değiniyor. Ayrıca antidepresanların ciddi yan etkilerinin olduğuna da dikkat çekiyor. Bir önceki yazımda ülkemizde lösemi tedavisinde yaşanan zorluklardan söz etmiştim. Tıp mesleğinin içinde olanlar bile yaşanan zorluklara inanamadı. Bu konuda bir duyarlılık yaratmak için lösemi hakkında bazı temel bilgileri paylaşmak istiyorum. “Lösemi” Hakkında... Lösemi halk arasında kan kanseri olarak bilinen ve kemik iliğinde yapılan normal kan hücrelerinden bazılarının –bazı seri hücrelerin anormal çoğalması sonucu ortaya çıkan bir durum. Normal koşullarda kan hücreleri genetik kontrol yolları ile organizmanın gereksinimine göre kemik iliğindeki kök hücreden dönüşerek oluşur. Lösemide doğumdan sonra ortaya çıkan genetik anormalliklerin –bu anormallikler doğumsal değil ve dolayısıyla kuşaktan kuşağa aktarılmazlar– sonucu kontrolsüz çoğalma eğiliminde olup bir anlamda ölümsüz hücrelerdir. Yani normal hücrelerde olduğu gibi kontrollü çoğalmaz ve işlevleri sona erdiğinde ortadan kalkmaz ve varlıklarını devam ettirirler. Dahası, bu anormal hücrelerin anormal artışı sonucu normal kemik iliği hücreleri de yapılamaz ve buna bağlı olarak kansızlık, sık infeksiyonlar ve kanamalar ortaya çıkar. Normal koşullarda kemik iliğinde yapılan kan hücreleri ilik içinde belli bir olgunluğa gelir ve daha sonra kana geçerek belirlenmiş işlevlerini yerine getirirler. Oysa lösemide anormal olan ve blast adı verilen hücreler veya kan hücrelerinin normalde kana çıkmaması gereken genç formları çevre kanında yer almaya başlarlar. Lösemiler kabaca iki ana gruba ayrılır. Bunlardan ilki kronik lösemiler, ikincisi ise akut lösemilerdir. Kronik lösemiler genellikle yavaş seyirli, akut lösemiler ise hızlı seyirli kanserlerdir. Kronik Lösemi: Bu hastalığın erken döneminde anormal artış gösteren lösemi hücreleri yine de fonksiyonlarını bir ölçüde yerine getirebilmektedir. Bu nedenle hastaların önemli bir bölümünde başlangıç döneminde hiçbir klinik yakınma olmayabilir. Buna karşılık hastalık ilerledikçe ve anormal hücre sayısı arttıkça klinik bulgular ve yakınmalar ortaya çıkmaya başlar. Akut Lösemi: Her zaman ani başlangıçlıdır. Hücreler tamamen fonksiyonlarını kaybetmişlerdir. Kırmızı küre hücrelerinin fonksiyon bozukluğuna bağlı hızla ortaya çıkan kansızlık, beyaz kan hücrelerinin fonksiyonlarının bozulmasına bağlı ortaya çıkan infeksiyonlar, trombosit fonksiyonlarının ve sayılarının azalmasına bağlı oluşan kanamalar ile klinik son derece gürültülüdür. Lösemiye neden olan faktörler tam olarak bilinmiyor. Neden kimilerinde lösemi hastalığı gelişmekte diğerlerinde ise gelişmemektedir, sorusu yanıtsızdır. Buna karşılık günümüzde lösemi gelişimine neden olabilen bazı risk faktörleri belirlenmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan atom bombalarının neden olduğu radyasyon sonucu o bölgelerde lösemi sıklığının arttığı biliniyor. Benzer bir durum 1986 yılında Çernobil’de yaşanan nükleer kaza sonucu yüksek dozda radyasyona maruz kalanlarda da ortaya çıktı. Bazı kimyasal maddelere maruz kalmak da löseminin nedeni olabilir. Bu maddelerin başında “benzen” gelmektedir. “Fomaldehit” ile yakın teması olanlarda da lösemi riskinin arttığı ileri sürülüyor. Kanser hastalarının tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçları, izleyen dönemlerde lösemi gelişimine neden oluyor. Özellikle alkile edici ajanlar başlığı altında toplanan ilaçların ikincil lösemilere neden olduğu iyi bilinmekte. Başta Down Sendromu olmak üzere doğuştan kromozomal anormallikler ile giden kimi hastalıklarda lösemi görülme sıklığı yüksektir. Özellikle ileri yaşların hastalığı olan “myelodisplastik sendrom” adı verilen bir hastalık grubunda da lösemi gelişme riski normal insanlara göre onlarca kez daha yüksektir. Bu konu son yılların en popüler konularından biridir. Kimi kaynaklar elektromanyetik alanların lösemi gelişim riskini arttırdığını ileri sürmektedir. Lösemi tedavisi konusunda da yazmaya devam edeceğim. Çünkü, İnsanların bu hastalığı tedavi edilemez bir hastalık olarak görmeleri lösemi hastalarına acımak dışında bir katkı vermemelerine neden oluyor. Bu yazgıyı değiştirmek lazım. G ri rengin egemen olduğu kış günleri ve tüm ağırlığı ile üzerimize çöken ekonomik kriz, insanları adeta depresyona girmeye zorluyor. Ancak kişisel mutluluğun her şeyin üzerinde tutulduğu kapitalist dünyada, acıya tahammül etmek lüzumsuz bir davranış olarak algılanıyor. Hele bu kadar çok sayıda antidepresan piyasalarda boy gösterirken…. Antidepresanlar insanların üzüntülerinden, karamsarlıklarından, hüzünlerinden kurtulmalarını sağlar. Üzüntü, yalnızca klinik depresyon tanısı konmuş insanlara özgü bir duygu değildir. Pek çok insan bir ilişkinin bitmesi, işine son verilmesi, sevilen birinin kaybı sonucu bu duyguyu zaman zaman yaşar. Dolayısıyla günümüzde giderek daha fazla sayıda insanın antidepresan kullanmasına şaşırmamak gerekiyor. DERTLER LAÇLA GEÇ T R LEB L R M ? Ancak bu kadar çok insanın antidepresan kullanması doğru mu? Son yıllarda akıl sağlığı tedavisi konusunda yapılan çok sayıda çalışma, bunun doğru bir yaklaşım olmadığını gösteriyor. Bu görüşteki insanlar, normal bir mutsuzluğu hastalık olarak ele alıp tedavi etme eğiliminin, biyolojimizin kritik bir parçasını yok Üniversitesi’nden sosyal bilimci Jerome Wakefield, insanların, mutsuzluk gibi biyolojik yapılarının önemli bir kısmının gerekli olup olmadığı konusunda gereksiz tartışmalara girdiği kanısında. O zaman belki de insanların mutsuzluklarını fazla sorgulamadan, olduğu gibi kabullenmeleri gerek. Buna karşın çok sayıda psikiyatrist bunun tersini düşünüyor; üzüntünün depresyona dönüşmek gibi eğilime sahip olduğuna inanıyorlar. Öyle ki insanlar haklı nedenlere bağlı olarak mutsuz olsalar dahi, kendilerini daha iyi hissetmek için ilaç almalarının daha doğru olduğu görüşündeler. Peki kim haklı? Üzüntü yaşantımızın olmazsa olmaz bir parçası mı, yoksa normal olan üzüntüsüz bir yaşam mı? Üzüntünün yaşantımızdaki önemine ilişkin somut bir örnek vermek ne kadar zorsa, insanlardaki üzülme eğiliminin nasıl evrildiğine ilişkin görüş belirtmek de o kadar kolaydır. Bir görüşe göre üzüntü kendini koruma stratejisidir, çünkü diğer primatların da bazı koşullar altında üzüldükleri görülüyor. Örneğin bağlı olduğu grubun liderliğini yitiren bir maymunun grubu terk edip çekip gitmesi, grubun yeni liderinin güvenliği için gereklidir. Aksi takdirde eski ve yeni liderin kapışması ölümcül sonuçlara yol açabilir. Wakefield insanlar söz konusu olduğunda üzüntünün başka işlevleri olduğuna inanıyor. Bu da yapılan yanlışlardan ders çıkartmaktır. “Yoğun bir üzüntünün işlevlerinden biri de, yaşantımızın normal rotasından bir süreliğine ayrılıp, başka bir şeye odaklanmaktır” diye konuşan Wakefield, “Üzüntü psikolojik bir caydırıcı görevi görebilir; aynı hataları tekrarlamamamıza engel olur. Üzüntü yaşamamak için insanlar ilişkilerinde daha temkinli davranmaya çalışırlar” diyor. ANT DEPRESANLARIN KURBANI OLMAYIN! Bütün bu bulguların ışığında insanlar mutsuz olduklarında ne yapmalı? Yaşantımızda karşılaştığımız acı yaşam deneyimleri karşısında acı çekmeyi ve bir süre hayattan kopmayı göze almalı mıyız? Yoksa doktora koşup mutluluğumuza yeniden kavuşmak için bu duygusal yolculuğumuzu hızlandırmalı mıyız? Richmond’daki Commonwealth Üniversitesi’nden psikiyatrist Ken Kendler, bazı insanların hayatlarında üzüntüye yer vermedikleri zaman daha iyi olduklarını ileri sürüyor. Örneğin ölümcül bir hastalığa yakalanan insanların yaşamlarının son zamanlarını mutsuzluk içinde geçirmek istemedikleri için antidepresanlardan yardım almalarının daha doğru olduğunu savunuyor. Ancak Kaliforniya’daki Stanford Üniversitesi’nden psikiyatrist Terence Ketter, böyle aşırı uç vakaların dışında kalanlar için mutluluk haplarının bir bedeli olduğuna dikkat çekiyor. Ketter’a göre bu bedel insanın kendi kendinden aşırı hoşnut olup sınırlarını zorlamaya çalışmaması. “Mutsuzluk bence yararlı bir şey” diye konuşan Ketter, “Hoşnutsuzluk insanları değişiklik yapmaya teşvik eder. Hüzünlü veya üzüntülü olmak duygusuzluktan daha iyidir. Duyguların ifadesi de bir iletişim yoludur” diyor. A IR DEPRESYONUN B LE YARARI VAR! İngiltere’deki Cardiff Üniversitesi’nden psikiyatrist Paul Keedwell, ağır depresyonun insanları uzun süreli stresin etkilerinden koruduğunu iddia ediyor. Keedwell, “Depresyona girmediğiniz takdirde, tükeninceye veya ölünceye kadar kronik stres durumundan çıkamayabilirsiniz” diyor. Keedwell ayrıca üzüntünün bir tür iletişim aracı olduğunu söylüyor: “Üzüntümüzü belli ederek toplumun diğer üyelerine yardıma gereksinim duyduğumuzu duyururuz.” ORTA YOL Peki bunun bir orta yolu yok mu? Her iki görüşü savunan bilim insanları hap kullanmadan üzüntüyü azaltmanın yolları olduğunu söylüyor. “Bunun alternatifi sizi neyin mutsuz ettiği hakkında düşünmektir” diye konuşan Wakefield, “Bir diğer olasılık da zamana şans tanımaktır. Durumunuz hakkında farklı görüşler aldıkça seçenekleri daha iyi değerlendirebilirsiniz” diyor. Diener ise insanların mutluluk kavramı üzerine bu kadar düşmelerinin zararlarına değiniyor. Çağımızda bireysel mutluluğun bu kadar yüceltilmesinin insanlarda saplantı haline geldiğini belirterek, ilaç şirketlerini de bu eğilimden yararlanmaya çalışmakla suçluyor. Derleyen: Reyhan Oksay Kaynak: www.newscientist.com www.nlm.nih.gov/medlineplus/antidepressants.htm http://www.newsweek.com/id/107569 CBT 1143/8 13 Şubat 2009 A IRI MUTLULUK ZARARLI Illinois Üniversitesi’nden psikolog Ed Diener, ölçüsüz mutluluğun insanların mesleklerine zarar verdiği ileri sürüyor. Diener ve ekibi mutluluk ölçeğinde 10 üzerinden 8 puan alan deneklerin, 9 ve 10 alan deneklere göre gelir düzeylerinin daha yüksek olduğunu ortaya çıkartmış. Ancak 9 ve 10’luk deneklerin özel CBT 1143/9 13 Şubat 2009 edeceğinden endişe duyuyor. Başka bir deyişle mutsuzluk evrimsel bir amaca hizmet ediyor. Eğer bu duyguyu yitirirsek, çok büyük bir kayba uğrayabiliriz. “Üzüntünün Kayb : Psikiyatri normal bir üzüntüyü depresif bir hastalığa nasıl dönüştürdü”(The Loss of Sadness: How Psiychiatry transformed normal sarrow into depressive disorderOxford University Press, 2007) isimli kitabın yazarlarından New York MUTSUZLUK VE YARATICILIK ARASINDAK L K Ayrıca yaratıcılığın karamsarlık ve mutsuzlukla bağlantılı olduğu görüşü de yaygın. Pek çok sanatçının depresyon geçirdiği, manikdepresif olduğu biliniyor. Mutsuzluk ve yaratıcılık arasındaki doğrudan ilişkiyi test etmek için kontrollü bir çalışma yapılmamış olsa da, gözlemlerimize dayanarak yaratıcılığın duygudurum bozuklukları ile bağlantılı olduğu sonucunu rahatlıkla çıkartabiliriz. Harvard Üniversitesi’nden Modupe Akinola ve Wendy Berry Mendes depresyon belirtileri gösteren insanların yaratıcı işlerde daha başarılı olduklarını ortaya çıkarttı. yaşamlarında daha başarılı ilişkiler kurduğu da gözden kaçmamış. Bu sonuçlar mutlu insanların iş yaşamında başarı ve statü yerine yakın ilişkilerde mutluluğu tercih ettiklerini gösteriyor. Ancak aynı sonuçlar, aşırı mutlu insanların yaşamlarında, kendilerine yarar sağlayacak değişiklikleri yapmaya pek de hevesli olmadıklarını işaret ediyor. Keedwell, bu sonuçlara dayanarak keder ve mutsuzluğu ilaçla tedavi etmenin aynı şeyleri yapmasından korkuyor. Gerçek sorunları farklı –örneğin yanlış bir ilişki olan insanları antidepresanlarla teda