17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sağlık KAPSÜL ENDOSKOPİ: Bağırsaklarda fantastik yolculuk 20. yüzyılda da teknolojik gelişmeler modern tıbba katkıda bulunmaya devam ediyor. Teknoloji ile birlikte hayatımıza giren tomografi, stentler, ultrasonografi gibi yeniliklerle hastaların teşhisinde büyük ilerlemeler kaydediliyor. Gastroenterolojide yüzyılın en önemli gelişmelerinden biri ise, ince bağırsak incelemesini mümkün kılan kapsül endoskopi. Doç. Dr. Feryal İlkova, Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi, Gastroenteroloji ve Hepatoloji G astrointestinal (midebağırsak kanalı) sistem hastalıklarının bir kısmının görüldüğü ince bağırsak, anatomisi açısından incelenmesi çok zor bir bölümdür. Bu nedenle ince bağırsak bugüne kadar gastrointestinal sistemin “kara kutusu” olmuştur. Nedeni bilinemeyen kanamaların yüzde 10’unun ince bağırsak kaynaklı olduğu düşünülürse, incelenmesinin önemi ortaya çıkar. İnce bağırsak incelenmesinde şimdiye kadar kullanılan kontraslı grafiler ile mukozada kabarıklık yapmayan lezyonları, örneğin kanayan bir damarsal oluşumu gösterememektedir. Son yıllarda geliştirilen enteroklizis (ince bağırsaklarin kontrast maddelerle doldurulması) yönteminin duyarlılığı da, mukozal yöntemler için beklenilen yükseklikte olamamıştır ve yerini bilgisayarlı tomografi almıştır. Bu yöntemle de 1 cm’den büyük lezyonlar ancak yüzde 80 oranında görüntülenebiliyor. Magnetik rezonans inceleme de yine mukozal olaylarda sınırlı kalıyor. Gastrointestinal sistemi en iyi inceleyen yöntemler kuşkusuz mukoza ve bağırsak boşluğunun değerlendirilmesine olanak sağlayan endoskopik yöntemlerdir. Ancak ince bağırsak, normal konvansiyonel endoskopik yöntemlerle incelenemiyor. Yaklaşık 4 metredir ve teknik olarak çok zordur. İnce bağırsakta push enteroskopi (itilerek yapılan endoskopi) denilen bir yöntemle, ince bağırsağın sadece proksimal (en yakın) kısmı incelenebilmektedir. Yamamato’nun (Dr. Hironori Yamamoto) geliştirdiği tüm ince bağırsağı inceleyebilen çift balon endoskopi ise, hem sınırlı merkezde bulunmakta hem de işlem ancak çok deneyimli endoskopistler tarafından yapılabilmekdedir. Bu işlemin anestezi gerektirdiği, bazen 4 saate yakın sürebildiği düşünülürse, daha az girişimsel ve hasta açısından daha rahat yöntemlere gereksinim bulunmaktadır. Tam bu noktada 2000’li yılların başında geliştirilen kapsül endoskopi, önemli bir açığı kapadı. İsrailli ve İngiliz bilim adamları tarafından geliştirilen kapsül endoskopi gerçekten bir antibiyotik büyüklüğündedir. 11x26 mm boyutlarındaki kapsül endoskopi, çok gelişmiş lens sistemine sahiptir. Saniyede iki fotoğraf alınabilen bu sistemde fotoğraflar radyo dalgaları aracılığıyla belde taşınan bir alıcıya gönderilir. İşlemin sonunda bu beldeki alıcı bilgisayara bağlandığında işlem boyunca alınan yaklaşık 5055 bin görüntü video haline getirilip inceleme tamamlanır. İşlem yaklaşık 8 saat sürer. Kapsül, işlem sonrası doğal yolla vücuttan atılır. 8 saatlik işlem sonunda elde edilen görüntüler 6090 dakikalık bir videoya dönüştürülür. Bu işlem poliklinik bazında yapılabilinir. Yani işlemi hastanede yapmak gerekmemektedir. İşlemden önce hastanın 12 saatlik açlığı genelde yeterlidir. Bazen işlemden önce laksatifle (bağırsakların boşalmasını sağlayan madde) bağırsak temizliği yapmak önerilir. Üzerinde tam görüş birliğine varılmamış bu yaklaşımda amaç özellikle ince bağırsakta olası dışkı ve koyu safrayı uzaklaştırıp görünürlüğü artırmaktır. Hastaneye aç olarak gelen hastaya vücudunun üst kısmına 8 alıcı (sensor array) ve beline alıcı (recorder) bağlandıkdan sonra hasta evine gidebilir. İki saat sonra sulu, 4 saat sonra da katı yemek yiyerek rutin hayatına geri döner. Yaklaşık 8 saat sonra tekrar hastaneye gelip belindeki alıcı bilgisayar sistemine bağlanır ve kapsülün bağırsak içindeki yolculuğu incelenir. BU LEM K MLERE ÖNER L R? Bu işlem öncelikle sebebi bilinemeyen gizli gastrointestinal sistem kanamalarında, Crohn (iltahabi bağırsak) hastalığında, şüphe edilen ince bağırsak tümörlerinde, açıklanamayan karın ağrılarında ve gluten enteropati (çölyak hastalığı) şüphesinde önerilir ve uygulanır. Eğer bağırsak için de tıkanıklık ve daralmadan şüphe ediliyorsa kapsül kalacağından işlemden vazgeçilir. Bu sorunu çözmesi umulan ve kendi kendine eriyen patency kapsül geliştirilmiştir ama henüz rutin uygulamada değildir. Ayrıca defibrilatör (kalbin normal dışı hızlı atımını durdurarak tekrar normal kalp ritmine dönmesini sağlayan cihaz) ve kalp pili olan hastalarda da uygulanmaz. Kapsül endoskopi ile hastanın patolojisi ortaya konduktan sonra, buna nasıl yaklaşılacağı tartışılır Bugün için ne yazık ki bu kapsüllerin lezyonları tedavi etmeleri ve girişim yapmaları mümkün değil. Eğer kanamanın odağı bulunduysa yerine ve imkânlara göre çift balon endoskopi veye cerrahi yöntemle müdahale edilebilir. Aynı yaklaşım ince bağırsak tümörleri için de geçerlidir. Bugün için özofagus (yemek borusu), mide, duodenum (on iki bağırsak) ve kolon için altın standart yöntem endoskopidir; gastroskopi ve kolonoskopidir. Ancak kolon incelenmesi için de kapsül endoskopi geliştiriliyor. Yine özofagus incelemesi için özellikle de Barrett (reflüye bağlı yemek borusu değişiklikleri) taraması için kapsül endoskopi Pillcam geliştirildi ama henüz tecrübeler çok sınırlıdır. 1966’da başrolde Raquel Welch’in oynadığı Fantastic Voyage filminde bir insan vücudunda yolculuk kavramı ilk olarak işlenmişti. Bugün kapsül endoskopi ile bir şekilde bu gerçekleşti. Hayallerimiz, fantezilerimiz buluşlarımıza öncülük ediyor. Bakalım sırada hangi buluşlar var. Ama emin olduğumuz şudur: Gördüğü kanamayı durdurabilecek, polip alabilecek kapsüller, en yakın zamanda kullanıma sokulacaktır. piezoelektrik kristaller aracılığıyla elektrik sinyallerine dönüştürülecekti. Gerçekte deneyin temeli, kristallerin piezoelektrik özellikleri gereğince, gravitasyon dalgası salınımlarının sebep olduğu kristallerdeki mekanik deformasyonun bir gerilim yaratması ilkesine dayanıyordu. Bu gerilimin daha sonra güçlendirilmesi, gravitasyon dalgalarının varlığını göstermek için yeterli olacaktı. Aygıtının elektronik kayıt sistemini 1660 Hz’lik bir frekansa göre düzenleyen Weber, gerek çevredeki mekanik titreşimlerin ve elektrikselmagnetik etkileşimlerin, gerekse hava moleküllerinin alüminyum atomlarıyla etkileşime girmesinin aygıtı etkilememesi için gereken önlemleri de almıştı. Weber, deneylerinin sonucunda, aygıta etkiyen gravitasyon dalgalarından kaynaklandığını düşündüğü ve yaklaşık her iki günde bir kendisini gösteren, anlamlı, fakat çok zayıf bir sinyalin varlığını saptadı. Fakat benzer dedektörlerle çalışan diğer merkezler Weber’in gözlemlerini doğrulayıcı sonuçlara ulaşamadılar. Böylece Weber’in elde ettiği sonuçlar, gravitasyon dalgalarının varlığının kanıtı olarak kabul edilmedi. Daha sonraki yıllarda interferometre tipinde aygıtlarla gravitasyon dalgalarının varlığı saptanmaya çalışıldı. Fakat şimdiye kadar bu konuda bir kanıt elde edilemedi. Gravitasyon dalgalarını yakalamak Osman Bahadır [email protected] ewton 16651666 yıllarında evrensel gravitasyon kuvvetini (F=GmM/r2) formüle ederek (yayınlanması 1687) bilim ve teknoloji tarihinde büyük bir çığır açmıştı. Newton bu yasayı formüle ederken gravitasyon kuvvetinin nedenleri konusunda hiçbir şey söylemedi. Evrensel gravitasyon sabiti G için de herhangi bir değer vermedi. Ancak G’nin çok küçük bir değere sahip olduğunu düşünüyordu. (G’nin değerini ilk kez İngiliz bilimci Henry Cavendish 1797’de yaptığı bir tür burulma terazisi deneyiyle hesapladı). Gravitasyon alanını ve kuvvetini yaratan nedenler konusuyla ilgili olarak Einstein genel görelilik kuramıyla kapsamlı açıklamalarda bulundu ve gravitasyonel kuvvetlerin, iri kütlelerin etkisiyle (uzayzaman) bükülmesinden kaynaklandığını ileri sürdü. Genel görelilik teorisi, örneğin birbirlerinin etrafında dönen büyük kütleli çift yıldızlar gibi çok yoğun kozmik cisimlerin dönüşlerinin gravitasyon dalgaları yaratacağını ön N CBT 1143 /13 13 Şubat 2009 görüyordu. Bu dalgalar uzayda yayılarak, uzayzamanın deformasyonuna yol açıyorlardı. Bu dalgaların varlığının somut olarak gösterilmesi, Einstein’ın genel görelilik teorisi için, deneysel olarak önemli ve yeni bir kanıt oluşturacaktı. Bu nedenle bazı bilim insanları bu dalgaları saptamaya yarayabilecek aygıtlar geliştirmeye çalıştılar. Gravitasyon dalgalarının geçişiyle açığa çıkan enerji miktarı çok küçük olduğu için, böyle bir dalgayı saptayabilecek aygıtın da çok hassas olması gerekiyordu. Böyle bir aygıtla gravitasyon dalgalarının varlığını gösterme yönündeki ilk girişim 1958 yılında Amerikalı fizikçi Joseph Weber’den geldi. Weber bu amaçla, biri Maryland Üniversitesi’nde, diğeri Argonne Ulusal Laboratuarı’nda bulunan ve aralarındaki uzaklık 1000 km olan iki dedektör oluşturdu. Weber, esasını yaklaşık 1.5 m. boyundaki alüminyum bir silindirin oluşturduğu bu aygıta gelecek gravitasyon dalgalarının yarattığı salınımları gözleyecek ve sadece iki dedektörde eşzamanlı olarak ortaya çıkan olguları hesaba katacaktı. Olası salınımlar, aygıtın yüzeyine bağlanmış olan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle