29 Eylül 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI “GÖTTİNGEN YEDİLERİ”NDEN GÜNÜMÜZE Bilim insanlığı ve toplumsal sorumluluğu için anıtsal bir öykü ve simge Göttingen Üniversitesi’nden yedi profesörün, bilim insanının toplumsal sorumluluğunun anıtsal bir simgesi olarak “Göttingen Yedileri” adıyla tarihe geçmesinin öyküsü. Bu öykü Göttingen Üniversitesi’nin dünyanın en önemli üniversitelerinden biri yaptı. Bu büyük birikimi önce Nazizm kısa sürede yok etti, üniversite sonra yeniden ayağa kalktı ve geçmişindeki büyük bilimsel tutum ve geleneğini protestolarla sürdürdü.. ilginç ve büyük öyküsü... Göttingen Üniversitesi’nden 44 Nobel ödülü kazanan, dünyada fiziğe, matematiğe, kimyaya, edebiyata, hukuka yön veren büyük bilimciler çıkmıştı ve Cahit Arf de oradan mezun olmuştu.. Bizi ve üniversitelerimizi de ilgilendiren, üniversiteyi üniversite yapan büyük bir bilimsel öykü.. Güney Gönenç öttingen Üniversitesi 1737’de kurulmuş ve iki yüz yıldır din savaşlarında büyük yıkıma uğramış kente canlılık getirmişti; yıllar ilerledikçe gelişti, önemli bir üniversite durumuna geldi. Kent, Alman Konfederasyonu’ndaki anayasalı krallıklardan biri olan Hannover Krallığı’na bağlıydı. 1837’de Hannover tahtına Ernst August geçti. Göttingen’de okumuştu. Süvari komutanlığı, korgeneral ve mareşallikten geliyordu. Tutucuydu. 1833’te kabul edilmiş olan anayasayı fazla özgürlükçü bularak yürürlükten kaldırdı. Anayasa gerçekten de İngiltere’deki parlamenter rejime benzer bir rejim getirmiş, devlet maliyesiyle krallık gelirlerini parlamento denetimine bağlamış, kitlelere belli ölçüde siyasal haklar tanımıştı. Anayasanın “ilgası” ülkede büyük hoşnutsuzluğa yol açtı. Göttingen Üniversitesi’nden yedi profesör krala bir protesto yazısı göndererek kaldırılan anayasaya bağlılıklarını bildirGöttingen Yedileri. Yukarıda: Wilhelm di. Aralarında 1833 Grimm, Jacob Grimm (Grimm kardeşler, Anayasası’nı hazırlayan kuru(Germanist ve folklorik öykü yazarları). lun üyesi tanınmış hukukçu F. Ortada: Wilhelm Eduard Albrecht (hukukC. Dahlmann’ın da bulunduğu çu), Friedrich Christoph Dahlmann (Anayasacı), Georg Gottfried Gervinus (ta bu yedi profesörün görevlerine rihçi). Aşağıda: Wilhelm Eduard Weber hemen son verildi; bunlardan (Fizikçi), Heinrich Georg August Ewald en sakıncalı görülen ikisinin (Teolog ve oryantalist). Kaynak: üç gün içinde Hannover WikipediA. Krallığını terketmeleri buyuruldu. Bu profesörler, halkbilimin kurucuları olarak kabul edilen (“Grimm Kardeşler” diye bildiğimiz ve daha çok masal derlemeleriyle tanıdığımız) büyük dilbilimciler Jacob ve Wilhelm Grimm kardeşlerdi. Grimm Kardeşler pek çok davet arasından Prusya’nın çağrısını kabul ederek Berlin’e gittiler, orada 20 yıl profesör olarak çalıştılar, Bilimler Akademisi üyeliğine seçildiler. Yedi profesör arasında bulunan ünlü fizikçi Wilhelm Weber de ülkeyi terk etti, Leipzig’de profesör oldu. 1948’de Tartılar ve Ölçüler Uluslararası Konferansı (CGPM) tarafından magnetik akı birimine adı verilecek olan bu büyük bilim insanı ancak 1848 Devrimi’nin ardından üniversitesine dönebildi. Yediler’in başvurularının basılı metni, özellikle öğrenciler tarafından, tüm Alman devletlerinde dağıtıldı ve bütün Almanya’da büyük yansımaları oldu. Bu etki giderek tüm Avrupa’ya yayıldı; l848’de Frankfurt’ta toplanacak olan tüm Almanya kurucu parlamentosunun yolunu açan etkenlerden biri oldu (Jacob Grimm bu parlamentonun 586 üyesinden biCBT 1185/8 4 Aralık 2009 G riydi). Kimi tarihçiler ilerde Almanya Cumhuriyeti’nin kurulacak olmasında bu olayın katkısı üzerinde durmuşlardır. İSİMLERİ MEYDANA VERİLDİ 1987’de hem Göttingen Üniversitesi’nin büyük toplantı salonuna, hem de Hannover’deki Eyalet Parlamentosu’nun girişine “Göttingen Yedileri” anısına birer bronz levha kondu. Parlamento binasının bulunduğu alan “Göttingen Yedileri Meydanı” olarak adlandırıldı ve bu alana bir anıt dikilmesi kararlaştırıldı. Bu amaçla 1993’te uluslararası bir proje yarışması düzenlendi. Tam parlamento binası karşısında yer alan ve meydanın doğal parkağaçlık yapısıyla bütünleşmiş bir biçimde tasarlanmış büyük bronz anıt, bugün Hannover’e her yolu düşenin ilk ziyaret noktasıdır. Anıt çok büyük bir kapının önünde kralla tartışan bilim adamlarını simgeliyor. Tam kapının yanında yer alan bir öğrenci, bu olayları yaşamış bir genç olarak hocalarının özgürlük ve adalet ideallerini gelecek kuşaklara aktaran bir figürü temsil ediyor. Göttingen Üniversitesi, sonraki yıllarda giderek Avrupa’nın hatta dünyanın en güçlü üniversitelerinden biri oldu. Dünyanın en büyük matematikçileri, Gauss, Dirichlet, Riemann, Hilbert ve Courant bu üniversitede görev almışlardı. Göttingen Üniversitesi’nde 1807’den ölümüne kadar tam 48 yıl çalışmış olan Gauss’un, arkadaşı Wilhelm Weber’le birlikte, elektrikli telgrafı icat edişini gösteren (1899’da konulmuş) büyük bir anıt kenti süslemektedir (Gauss ve Weber telgrafı 1833’te icat etmişlerdi; iki bilim insanı, evleri arasına çektikleri telgraf hattı yoluyla haberleşirlerdi). Weber’in adının magnetik akı birimi olarak kabul edilmişti; Gauss’un adı da 1930’da magnetik akı yoğunluğu (magnetik alan şiddeti) birimine verilmişti. Gauss’un (Newton ve Arşimet ile birlikte) dünyanın gelmiş geçmiş en büyük üç matematikçisinden biri olduğu kabul edilir; o ayrıca çok büyük bir fizikçi ve astronom idi. Kimyada W. Nernst (20), P. Debye (36), O. Hahn (44). FizyolojiTıpta R. Koch (1905) ve edebiyatta G. Grass (99). Bu listeye ünlü matematikçiler H. Minkowski, W. Bolyai, R. Dedekind, H. Weyl, F. Klein, F. Möbius, E. Noether ve H. Hasse’yi (Cahit Arf’ın doktora hocası); fizikçiler P. Debye, R. Bunsen, N. Wiener ve E. Teller’i ekleyebiliriz. Ayrıca Heinrich Heine’yi, Jürgen Habermas, Edmund Husserl ve Max Weber’i de anmalıyız. Göttingen Üniversitesi’nden feyz almış pek çok Türk bilim adamı var. Bunların hiç kuşkusuz en ünlüsü, doktorasını bu üniversitede yapan Cahit Arf’tır. Göttingen çıkışlı ünlü bilim adamlarımız arasında Nazım Terzioğlu ve Orhan Ş. İçen (matematik), Sait Akpınar (fizik), Üner Tan (fizyoloji), A. Mete Işıkara (yerbilim), Semih Tezcan ve Mediha Göbenli (türkoloji), Özdemir Nutku ve Sevgi Soysal’ı (tiyatro) sayabiliriz. 1974 TÜBİTAK bilim ödüllerinin Cahit Arf, Orhan Ş. İçen ve Erdal İnönü’ye verilmiş olmasını bu açıdan da değerlendirmeye eğilimliyim. Göttingen Üniversitesi’nin 200 yıl boyunca nice çabalarla oluşturulmuş dokusu, 25 Nisan 1933 günlü bir telgrafla bir günde yok olma sürecine girecektir. Bu yıkım hızla Almanya’nın bütün öğretim kurumlarına yayılacaktır. HİTLER GÖTTİNGEN’İ “TEMİZLİYOR” Hitler 30 Ocak 1933’te başbakan oldu. Nazi Partisi Kasım 1932 seçim sonuçlarına göre parlamentoda yüzde 33 oranında temsil ediliyordu. 27 Şubat 1933 günü Hitler ve hempalarının düzenlediği sonradan ortaya çıkacak olan Meclis Binası yangını sahneye konur. Binayı kundaklayıp tümüyle yakarak suçu velveleyle solcuların üstüne attıktan altı gün sonra yineledikleri seçimde Nazilerin meclisteki temsil oranı yüzde 44 oldu. Anayasayı değiştirmek için gerekli yüzde 67 çoğunluğu meclisteki 81 komünist milletvekilinin tümünü ve 120 sosyal demokratın bir kısmını tutuklayarak sağlayan Naziler, 23 Mart günü parlamentonun kabul ettiği “yetki yasası” ile ülkenin bundan sonra kanun hükmünde kararnamelerle yönetilmesini kabul ediyor, böylece yasama yetkisi tümüyle yürütme erkine devredilmiş oluyordu. Bundan sonraki 12 yıllık Nazi İmparatorluğu döneminde Parlamento yalnızca 12 kez toplanacak, yalnızca 4 adet yasa çıkaracaktır. Ulusal Sosyalist Parti’nin, iktidarını pekiştirdikten ve bütün siyasi partileri kapatıp yasakladıktan sonra Kasım 1933’te yaptığı referandum ve seçimlerde katılım oranı yüzde 96, partinin oy oranı ise yüzde 92 olmuştu. Şu olgu da tarihe geçmiştir: Mart 1933’de oluşturulan Dachau Toplama Kampı’nda mevcutlu 2242 kişiden 2154’ü bu referandumda Nazi Partisi’ne “Evet” demişti. 7 Nisan 1933’te kabul edilen “Bürokrasi Reformu” yasası “siyasal görüşleri uygun görülmeyen ya da ‘Ari ırktan’ olmayan kamu görevlilerinin görevlerine son verilir” hükmünü içeriyordu. Tüm ülkede büyük bir “temizlik” böylece başlatıldı. Göttingen’den ilk adımda 7 profesörün görevine (telgraf emriyle) son verildi. Bu profesörler arasında matematikçiler R. Courant, E. Noether ve F. Bernstein, kuantum mekaniğinin kurucularından Max Born, hukukçu R. Honig (Honig, aynı yıl Türkiye’ye gelmiş ve İstanbul Üniversitesinde 6 yıl hocalık yapmıştır) vardı. Hepsi de “Ari olmayan ırktan” bu hocalardan Noether, üstüne üstlük, kadın idi (Naziler, üniversitelerin kadın hocalardan “temizlenmesine” özel önem vermişlerdi). Noether, tüm bilim tarihindeki en büyük kadın matematikçi olarak kabul edilir. 44 NOBEL ÖDÜLÜ GÖTTİNGENLİYE 20. yüzyılın başlarında matematiğin yanı sıra fizikte de öncü duruma gelen Göttingen’de çağdaş fiziğin önemli buluşlarını gerçekleştiren Max Born, James Franck, W. Heisenberg ve Max von Laue gibi ünlü bilim adamları toplanmıştı. Çeşitli ülkelerden, sonradan ünlenecek birçok fizikçi (örneğin Oppenheimer, Pauli, von Neumann, Wigner) bu üniversiteden feyz almışlardır. Göttingen Üniversitesi’nde okuyan, ders veren ya da araştırma yapan kişiler arasında tam 44 Nobel ödüllü bulunduğu gösterildi (Göttingen matematik ve hukukta da çok önemli başarılara erişti). 44 Nobelin 21’i fizik, 12’si kimya, 7’si tıp, 2’si edebiyat, 2’si barış alanındadır. Bu Nobellilerin en tanınmışları arasında fizikte W.Wien (1911), M. von Laue (14), E. Fermi (38), O. Stern (43), W. Pauli (45), M. Born (54), W. Bothe (54), M. GoeppertMayer (63), E. P. Wigner (63, Erdal İnönü’nün doktora hocası). CBT 1185/9 4 Aralık 2009 İlk temizlik listesinde kuvantum kuramının ünlü fizikçisi James Franck’a yer verilmemiş olmasını onun birkaç yıl önce aldığı nobel odülüne bağlayanlar vardır. Franck, arkadaşlarının görevden alınmasına tepki olarak hemen istifa etti. İlginçtir ki Almanya’da onun istifa ettiğini yazabilecek ancak birkaç gazete kalmıştı, kısa süre sonra onlar da kapanacaktır. Görevden atılan bilim insanları arasında yer alan Courant’ı ABD’ye davet eden New York Üniversitesi, onun 23 yıldan beri çalıştığı ve yönetmeni olduğu Göttingen Matematik Enstitüsü’nün tıpkısını New York’ta kurdu ve yönetimine Courant’ı getirdi. Onun emekli olmasından sonra adı “Courant Matematik Enstitüsü” olarak değiştirilen bu enstitü ABD’nin en saygın matematik kurumu oldu. Max Born ise Göttingen’den atıldıktan sonra Cambridge ve Edinburgh üniversitelerinde profesör olarak görev yaptı, 1953’te (71 yaşında) Göttingen Üniversitesi’ne döndü; 1954’te Nobel Fizik Ödülü Max Born’a verildi. James Franck Göttingen’den istifasından bir yıl kadar sonra Almanya’dan kaçmak zorunda kaldı. Franck’ın ve von Laue’nin altın Nobel madalyaları, Nazilerin eline geçmekten korumak için, ünlü kimyacı G. Hevesy tarafından altın suyunda (hidroklorik asit+nitrik asit) eriyik haline getirilmiş, laboratuvarın ücra bir köşesindeki rafta dikkati çekmeyecek bir kavanoz içinde bırakılmıştı (ülkeden dışarı değerli nesne çıkarmaya kalkışmanıın cezası idamdı). Savaştan sonra geri dönüldüğünde kavanoz olduğu gibi bulundu. Hevesy altını metal olarak yeniden elde etti. Bu altın Stockholm’a gönderildi. Nobel kurumu tarafından madalya olarak yeniden basıldı ve Franck ile von Laue’ye sunuldu. Öğretim üyeliğini ABD’de sürdüren Franck, atom bombası çalışmalarına katıldı. Ama bombanın atılmasına karşı çıkanların başında yer aldı ve bu konuda çok yoğun savaşım verdi. Her yıl Göttingen’e bir kez giderdi, bu ziyaretlerinden birinde orada öldü. Bu ilk dalgadaki büyük bilginlerden üçü, Courant, Born ve Franck, danışman olarak davet edildikleri İstanbul’da birkaç hafta kalmış, Fen Fakültesi hakkında kapsamlı bir rapor hazırlamışlardır (1933). Göttingen Üniversitesinden sonraki yıllarda atılan öğretim üyelerinin sayısı 72’ye ulaştı. Şu tarihi olay durumu yeterince betimliyor: Bu işler olup bittikten sonra Nazilerin eğitim bakanı Rust, Göttingen’de bir kabul töreninde matematik bölüm başkanı Hilbert’e sorar: “Eee sayın profesör, üniversiteyi nihayet temizledik; şimdi Göttingen’de matematik ne âlemde?” Bu soruya, ölümüne değin o üniversiteye tam 48 yıl hizmet vermiş büyük matematikçi Hilbert’in verdiği yanıt şöyledir: “Aman sayın bakan, Göttingen’de matematik diye bir şey mi kaldı sanıyorsunuz?” Naziler Mayıs 1933’te Kitap yakma “ayin”lerini başlattılar. Üniversite öğrencilerinin 10 Mayıs meşaleli geçit resmiyle törensel olarak başlatılan kitap yakma eylemlerinde Marx, Engels, Gorki, Brecht, Thomas Mann, Romain Rolland, Stefan Zweig, Jack London, Ernest Hemingway, Erich Maria Remarque, Henri Barbusse, Emile Zola, André Gide, Freud, Haşek, Einstein ve daha yüzlerce yazarın kitapları ateşe veriliyordu. Kamu kurumlarını ve üniversiteleri “temizleme” eylemi hızla yaygınlaşmıştı. Weimar döneminde dekan ve rektörler üniversite profesörlerince seçilirken şimdi eğitim bakanınca atanması ilkesi getirildi. Devlet, her üniversiteye Nazi Partisi’nin akademik denetçisi olarak bir de “dozentenführer” (hocabaşı) atıyordu. Toplam öğretim üyelerinin dörtte birini oluşturan 2800 öğretim üyesinin görevine son verildi. Geride kalanlar ya (aralarında Heidegger’in de bulunduğu) 960 öğretim üyesinin 1933’te yaptığı gibi Hitler’i ve nazizmi övüp yücelten bildiriler yayınlıyor, ya da susup oturmayı yeğliyorlardı. 1933’ten 1939’a kadarki altı yılda Alman üniversitelerindeki toplam öğrenci sayısı 128.000’den 55.000’e, temel bilimler ve mühendislik dallarındaki öğrencilerin sayısı 27.000’den 11.000’e düştü. Elbette asıl düşüş öğrencilerin sayılarından çok niteliğinde oluyordu. Hayrettin Ökçesiz [email protected] Chavez’in, daha geçenlerde gazetelerden okumadık mı, İdi Amin için “O belki bir vatanseverdi” dediğini? El Beşir için bizimkilerin söylediklerini tüm dünya biliyor. Toplama kamplarının birer uydurma olduğunu Neonazilerden ya da Ahmedinejad’dan hep duymadık mı? “ALMAN FİZİĞİ” Rejim, “Alman fiziği”, “Alman kimyası”, “Alman matematiği” kavramlarını ortaya sürüyor, Einstein’ın görelilik ilkesini “fizikte komünizm” olarak nitelemiş olan Heidelberg Üniversitesi’nden Nobelli fizikçi Philipp Lenard “Alman fiziği mi?” sorusuna aynen şu karşılığı verebiliyordu: “Bilim uluslararası niteliktedir, deniyor. Bu yanlıştır. Gerçekte bilim, her insan faaliyeti gibi bir ırk olayıdır ve insanın taşımakta olduğu kanla koşullanmıştır.” Lenard gibi Nazi Partisi üyesi olan (o da Nobel ödüllü) fizikçi Johannes Stark, Einstein ve Bohr’un bulgularına dayanan tüm fiziği “Yahudi fiziği” olarak nitelendiriyordu. Lenard ve Stark, aslında, Nazilerle etkin işbirliği içinde olan bilim insanları olarak pek acınacak bir azınlığı temsil ediyorlardı. Özet olarak, Nazi ideolojisi, Almanya’nın yüzyıllar sürmüş çabalarıyla bilimde sağladığı üstün konumu çok kısa bir sürede, birkaç ay içinde, yıkıp dağıtmayı, yok etmeyi becermişti. Savaştan sonra Almanya’da eğitime ilk başlayan üniversite Göttingen üniversitesi oldu. İngiliz işgal komutanlığının izniyle Eylül 1945’te dersler başladı. Büyük fizikçi Max Planck Göttingen’e gelerek eğitime katıldığında 87 yaşındaydı. Ölümünden bir yıl sonra Göttingen’de Max Planck Enstitüsü kuruldu. Çekirdek bölünmesini bulan büyük bilim adamı Otto Hahn bu kurumun ilk başkanı oldu. 1946’da eski yuvası Göttingen’e dönen Heisenberg 12 yıl süren profesörlüğü yanında Enstitü’nün başkanlığında da bulundu. Nazi pisliğine bulaşmamış yazarlar da Göttingen’de bir araya gelerek ilk Alman PEN merkezini kurdular (1948). Yurttaşlığımızdan Utanmamak İçin Ermeniler, Türkler, Kürtler, Araplar, İsrailliler, dünyanın pek çok ülkesinden pek çok kavim birbirlerini suçlayıp durmuyor mu? İnkâr ya da kabul ettirmekle çok fazla bir şey değişiyor mu? Nelerin olup bittiğini bilmek elbette çok önemli. Geçmişten ve gelecekten sorumlu olmak, bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmek, bu duygu ve bilinçle eylemek çok önemli. Bunun “biz”i, “siz”i yok! Geçmişte nelerin olduğunu, kimin ne yaptığını, birbirini karalamanın veya yeni mağduriyetler yaratmanın gerekçesi olarak ileri sürmek; olan bitenin bu amaçla çetelesini tutmak artık bizim işimiz olmamalı. İnsanlar tarihten öğrendiği yıkımları, daha kurnazca ve yeniden yapmak için değil, bir daha ve hiç yapmamak için hatırda tutmalı. Sorumlu olmamak için haklı nedenlere sığınmaya meyletmek, bunları yığınla üretmeye yol açmıyor mu? Kimse kimseyi haksız nedenlerle katletmiyor. Öldürmek haklı olmamalı! Önce birbirimizi bağışlamakla başlamalıyız. Ama gerçekten bağışlamakla! Bağışlamamak için bağışlamakla değil. Bu, çok zorca bir iş. Bunun koşullarını yaratmak, yollarını açmak, bu yolda gayret ve sabırla yürümek… Bağışlamak ve bağışlanmak isteyene şefkat ve özveriyle yaklaşmak, ona tüm içsel engellerini aşmasında yardımcı olmak, tökezlediğinde elinden tutup kaldırmak ve hep birlikte doğrulup aynı ufka bakabildiğimizde İnsanlığın yeni sayfalarını açmak… Onlarca yıl önce Auschwitz’in gaz odalarının birinde gözlerimi kapatıp, oracıkta yalnız başıma, dakikalarca dikilip kaldığımda duyumsadığım utancı ve ürpertiyi, tarihten ve günümüzden gelen her zulüm haberinde yeniden yaşarım. Kimin devleti, hangi devlet, ne fark eder! Devletler yurttaşlarının utanacakları şeyleri yapmamalı. Yurttaşlar devletlerine çocuklarının utanacakları şeyleri yaptırmamalı. Yurttaşlar aralarına bu utancı ve acıyı sokmamalı. Bunu başarmanın yolları var. Devletin hukuksuz bir hayat sürmesine izin vermemeli. Hukuk devletin iffetidir. Devlet kendisini ancak hukukla tanıyıp, hukukla varlığını sürdürebileceğini bilmeli. Devlet hukuksuz felsefeler edinme alışkanlığına kapılmamalı. Devletler de refikinden azıyor. Devletler bir biçimde gasıp hükümetlerce yurttaşların denetiminden ve bağlılığından uzaklaştırılıp, koparılıyor. Devletler cinayet makinelerine dönüştürülüyor. Yurttaşlar bu gasıplara devletin basamaklarını yasaklamalı. Ellerindeki merdivenleri çekip almalı. Pek çok yeni Hitler’in bu yeni yüzyılda böyle bir şansı bulunmamalı. Geçen yazımda çizdiğim çerçevede değindiğim negatif, karşıtından hukuk felsefesinin nihayet somut ürünü olarak görebileceğimiz hukuk d evleti düşüncesinin bu umutlara uygun bir iklim sunduğunu; onun bu korkuları, kaygıları önemli oranda nedensiz bırakacağını; bu utançtan ve acıdan bizi aynı ölçüde koruyacağını; hukuka dayanan bir demokrasiyle içeriğini ve işlevini daha da geliştireceğini söylemeliyim. Bu başarının yolu, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti düşüncesinin bir kültür olarak ülkenin kamusal yaşamına ayrıntılarıyla sinmesi, yerleşmesi; siyasetin bu kültürden her türlü sapmasının kamusal alan ögelerinden koşulsuz ve ciddi tepki almaya başlamasıdır. İş yine bize düşmektedir. Tüm yurttaşlar, aklının erdiğince, gücünün yettiğince bu yaygınlaştırma ve derinleştirme ödevini benimsemeli; bu kültürün gündelik yaşama dönüşmesine yardımcı olmalı, yaşamda kalması, sürmesi için özveriye gönüllü olmalıdır. Ülkenin siyasal sorunlarını ayrıca hukuk devleti sorunu ve konusu olarak görmeye başlamakla bu yolun ilk adımlarını atabiliriz. Hukuk Devleti veya hukukun üstünlüğü gibi kavramları pek çok telaffuz ederek ancak içlerinin boşalmasına yol açtık, ama bunların ayrıntılarıyla hayata geçmesine olanak ve ortam hazırlayacak temel, altyapı çalışmalarını yeterince yapmadık, özendirmedik. Oysa bu bağlamda belki ilk yurttaşlık görevi yüzde 10’luk seçim barajının düşürülerek ve anayasadaki yasama normlarının adaletli, işlevsel bir yapıya kavuşturularak “hukuk devleti”nin soluk almasını sağlamaktı. İnsanlığımızdan, yurttaşlığımızdan utanmamak için yapılacak işler var. 1955 PROTESTOSU Göttingen Üniversitesi’nin tüm dünyada yankı uyandıran bir eylemine 1955’te tanık olduk. Federal yapılanmada kentin bağlı olduğu Aşağı Saksonya eyaletinde yeni bir bakanlar kurulu göreve gelmişti. Bu kurulda Kültür (Eğitim) Bakanlığı görevi verilen L. Schlüter tanınmış bir sağcıydı. 194547 arasında kentin polis müdürü olarak görev yapmış, sağ uçtaki bir partinin başkanlığında bulunmuş, Nazi dönemindeki eylemleri karışık ve şaibeli, kurduğu yayınevinde nasyonal sosyalist kitaplar yayımlayan bir adamdı. 26 Mayıs günü bakan oldu. Aynı gün Göttingen Üniversitesi’nin rektörü, bütün dekanları, 20 kişilik üniversite senatosunun bütün üyeleri görevlerinden istifa ettiler. Ertesi gün öğrenci birliği yönetim kurulu istifa etti ve 5000 öğrencinin tümü dersleri boykot kararı aldı. Profesörler ve öğrenciler düzenledikleri eylemlerde el ele yürüdü. Protesto gösterileri hızla tüm ülkeye yayıldı. 9 Haziran günü Schlüter görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Nükleer silahlar konusu dünyada büyük tartışmalara neden olurken Federal Almanya’nın 18 önde gelen nükleer fizikçisinin Göttingen’de bir araya gelerek oluşturdukları ve “Göttingen Bildirisi” olarak anılan 13 Nisan 1957 tarihli bildiri bu konuda Almanya için belirleyici oldu. İmzalayanlar arasında Max Born, Otto Hahn, W. Heisenberg, M. von Laue ve F. von Weizsacker’in de yer aldığı bildiri Almanya’nın nükleer silahlardan tümüyle arındırılmasının gerekli olduğunu vurguluyor ve şu tümceyle bitiyordu: “Bu bildiriyi imzalayanların hiçbiri, koşullar ne olursa olsun, atom silahlarının yapımında, denenmesinde ve kullanılmasında hiçbir biçimde yer almayacaktır.” Burada öykümüze son veriyoruz. Belgi olarak benimsediği “Göttingen: Gelenek, yenilenme (inovasyon), özerklik” ilkesi ile Göttingen Üniversitesi’nin dünya bilimindeki öncü konumunu yeniden alacağı kanısındayım. Bu yazıda anlatılanlarda, sanıyorum, bizler için de alınacak dersler var.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle