Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
veTürkiye şikliğine uyum ve iklim değişikliği etkilerinin finansmanı konularında daha fazla yardım edilmesine yönelik mali düzeneklerin sağlanması; 5 Bu destekleri yönetmek için adil ve uygulanabilir bir yönetim yapısının oluşturulması. YÖK Problemi: Neler yapılmalı? Cumhurbaşkanını okuma yazma bilemeyenine seçtiren bu ülkede üniversite profesörlerine kendi kendini yönetme serbestisi verilmemesi gariptir... Ülkemizde üniversitenin kuruluş tarihi tartışmalıdır. Büyük kısım, medreseleri üniversite başlangıcı olarak alır. Üniversitelerin Batıda kuruluşu 1070 yıllarındadır. Batıda üniversiteler müspet bilimin kiliselerle mücadelesi sonucu doğdu. Türkiye’de üniversite eş değeri olarak Darülfünunun kuruluşu 1867 tarihli Fransız notasına bağlı olarak 1870’de açıldı ve bir sene sonra medrese zihniyetinin zoruyla kapatıldı. Prof. Dr. Kasım Cemal Güven SONUÇLAR Kopenhag’ın çıktısı hangi biçemde olursa olsun, başarı bu beş politik özel konuyla açık bir biçimde ölçülebilir. Gerçekte masada bulunacak olan tüm bu çok sayıdaki bilimsel/teknik, politik ve diplomatik karmaşık konular dikkate alınarak, bize göre Kopenhag’da tüm bu karmaşık konulardan arınmış bir biçimde BMİDÇS’nin nihai amacını yansıtacak adımlar atılması gerekir. Başka bir deyişle, tüm bu tartışma ve görüşmeler sonucunda ortaya çıkacak olan yasal metin, yerkürenin iklim sisteminin ve onun en önemli asal bileşeni durumundaki atmosferin korunması açısından net çıktılar içermelidir. Örneğin, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne (IPCC) göre, küresel iklim sisteminin korunması ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin azaltılması ve önlenebilmesi için, gelişmiş ülkelerin toplam sera gazı salımlarını 2020 yılına kadar 1990 yılı düzeylerine göre % 25 ve % 40 arasında azaltması gerekir. IPCC’ye göre, küresel sera gazı salımları ise 2050 yılına kadar 1990 düzeylerine göre en az % 50 oranında azaltılmalıdır. Konuya bu açıdan bakıldığında, Kopenhag Zirvesi’ndeki başarının en büyük ve en önemli göstergesi, küresel ölçekte atmosfere salınan insan kaynaklı sera gazı salımlarında insanın iklim sistemi üzerindeki tehlikeli etkilerini ve karışmalarını önleyecek düzeydeki bir azaltmayı sağlayacak yasal bağlayıcılığı ve kuvvetli salım azaltma hedefleri olan bir çıktı olacaktır. Öte yandan, bir bölümünü özetleyerek verdiğimiz son gelişmeler ve değerlendirmeler dikkate alındığında, Kopenhag zirvesinden, sera gazı salımlarının azaltılması, finansman ve teknoloji işbirliği gibi temel konularda 2012 sonrası için yasal bağlayıcılığı olan bir iklim değişikliği antlaşmasının çıkmasının olanaksız olduğunu söylememiz gerekir. Bugünkü koşullarda, böyle bir antlaşma en erken Aralık 2010’da ortaya çıkabilecektir. Bu kapsamda, ABD Başkanı Barack Obama da Kopenhag’da Kyoto sonrası yükümlülükleri düzenleyecek kapsamlı bir antlaşmadan çok, Danimarka Planı olarak da adlandırılan bir yaklaşımı, yani bir yükümlülükler dizisinin birinci evresinin yürürlüğe girmesini desteklemektedir. Sonuç olarak, özellikle gelişmiş ülke liderlerinin, Kopenhag’da birçok tartışmalı konuda karar almayı ikinci evreye bırakarak, dünyaya iklim değişikliğiyle savaşım, iklim değişikliğine uyum ve etkilerin azaltılması gibi konularda kuvvetli bir mesaj veren bir politik antlaşmaya ulaşmayı bu aşamada ‘başarılı bir sonuç’ olarak kabul edeceklerini öngörmek hiç de yanlış bir değerlendirme olmasa gerek. Kaynaklar 1) ÇOB. 2007. Türkiye Cumhuriyeti İklim Değişikliği Birinci Ulusal Bildirimi (TİDBUB), Çevre ve Orman Bakanlığı (ÇOB), 272 sayfa, Ocak 2007Ankara. 2) ENB. 2009. Earth Negotiations Bulletin, 9 November 2009, Published by the International Institute for Sustainable Development (IIS D), Vol. 12 No. 447. 3) Kadıoğlu, S. 2009. Update on the UNFCCC Negotiations Climate Change Strategy of TURKEY. TBMM and GLOBE EU Conference on Climate Change, Global Threats &Low Carbon Prosperity Towards Copenhagen, 12 November 2009 – İSTANBUL. 4) Türkeş, M. 2001a. Küresel iklimin korunması, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Türkiye. Tesisat Mühendisliği 61: 1429. 5) Türkeş, M. 2001b. İklimde Bonn Anlaşması. Cumhuriyet Bilim ve Teknik 766: 14. 6) Türkeş, M. 2006a. Kyoto Protokolü’nün bir geleceği var mı? Cumhuriyet Bilim ve Teknik 995: 20. 7) Türkeş, M. 2006b. Küresel İklimin Geleceği ve Kyoto Protokolü. Jeopolitik 29: 99107. 8) Türkeş, M. 2008. İklim değişikliğiyle savaşım, Kyoto Protokolü ve Türkiye. Mülkiye 259: 101131. 9) Türkeş, M. ve Kılıç, G. 2004. Avrupa Birliği’nin iklim değişikliği politikaları ve önlemleri. Çevre, Bilim ve Teknoloji 2: 3552. 10) Türkeş, M., Sümer, U.M., B irçok açılış ve kapanıştan sonra 1933’de bu vatanı kurtaran, bütünleştiren, yeni bir devleti kuran eşsiz önder Atatürk sayesinde gerçek üniversite kuruldu. Batıdaki anlamda Türkiye’de üniversite ancak 863 yıl sonra mümkün oldu. Darülfünunun kapatılmasından önce Prof. Dr. Necmettin Sadak’ın 15 Ekim 1929 tarihli yazısında “Maalesef itiraf etmeliyiz ki Darülfünun milli hareketlerin dışında kendi binasına kapanarak yaşamıştır”. Bu tespit bugünkü üniversitelerin durumuna benziyor. 1933 üniversite reformunu takiben üniversiteler Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıydı. Üniversite 1946’da özerklik kazandıktan sonra memleket meselelerinde aktif bir rol oynadı. 1981’de YÖK yasası ile özerlik kaldırıldı. YÖK’ün kuruluş kanununda aktif rol oynayan kişi YÖK’ün başına atandı ve sonuçta YÖK ile bir saltanat kuruldu ve üniversiteler kendi kendini yönetme özerkliğini kaybetti. Rektör seçimini (cumhurbaşkanının tayinini) takiben üniversitelerde bir rektör dukalıkları oluştu. Cumhurbaşkanını okuma yazma bilemeyenine seçtiren bu ülkede üniversite profesörlerine kendi kendini yönetme serbestisi verilmemesi gariptir. Rektör kendine uygun bir dekan ve bölüm başkanlarını seçerek sonuçta yukarıdan aşağıya seçene bağlı diktatöryal ülkelerde olabilecek otoriter bir idare meydana getirildi. YÖK kanunu rektöre büyük yetkiler verdi. Üniversitelerin tek hâkimi rektördür. Rektör idari ve mali bütün yetkilere sahiptir. Seçilmeden önce fakültelere dekan seçimleri dahil her türlü özerkliği vereceğini söyleyip oy aldıktan sonra, bu sözünü unutarak her türlü tasarrufu elinde tutmaktadır. Ödenekleri sarf yetkisi kendisindedir. Dekanın hiçbir yetkisi yoktur. Kısacası rektörün dediği dediktir. Bugün tartışılması gereken YÖK’ün ülkeye ne faydası olduğudur. YÖK kuruluşundan bu yana bir sistem getiremedi. YÖK’ün değişmesi gerektiğini muhalefette savunan partiler iktidara gelince YÖK’ü ele geçirmeye çalıştı ve YÖK’ü ellerine geçirince muhalefette iken verdikleri sözü unuttu. 1981 sonrası bütün iktidarlar aynı hatayı yaptı ve her gelen iktidar YÖK’ü elinde bir silah olarak kullandı. İktidarı ele geçirenler iktidarda devamlı kalacaklarını sanarak bu gidişin bir gün tersine döneceğini hesaplayamadılar. Ve sonuçta bugünkü çok tartışmalı durumun ortaya çıkmasına sebep oldular. YÖK’ün ana hedefi üniversiteleri susturmak ve memleket meselelerinde onu devre dışı bırakmaktır. Ve bunun sonucu suskun ve küskün bir üniversite meydana gelmiştir. Devamlı eleştirilen YÖK’ün değişmesi için hiçbir hükümet çaba sarf etmemiştir. YÖK’ÜN ESAS HEDEFİ NE OLMALI? YÖK kuruluşundan bu yana üniversite açılmasında temel kurallar koyamadı. 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince her ilde bir lise açtı ve liseler için bir müdür ve bir mühür yeterlidir tabiri doğdu. Bu açılan liselerin altyapısı ve öğretmeni yoktu. Yapılan bu eğitimle geleneksel düzen bozuldu. Eğitimde zorlama olamaz. Bugün buna benzer durum her ilde üniversite açılımı ile yapılıyor. Batıda bu şekilde bir uygulama yoktur. Öğretim kadrosu tam olmadan ve gerekli alet, kütüphane vs. temin edilmeden kurulan üniversiteler olsa olsa tabela üniversiteleri olur. Bu üniversitelerde yetişen öğrencilerin ülkeye yapacakları katkı şüphe götürür. YÖK, profesörlüğe yükseltmeler için yeterli kriterler getiremedi. Sadece adaydan SCI dergilerinde yayınlanmış beş yayın şartını koydu. SCI’de ciddi ve ciddi olmayan dergiler vardır. SCI de Türkiye’nin yayın sayısının arttığı ile övünmektedir. Para ile yayın basan dergiler var. Ödenen paraya göre yayınlanma süresi kısalmaktadır. SCI’de 19712002 arası Türkiye üniversitelerinde yapılan araştırmaların kayıt sayısını taramış biri olarak, SCI bir kriter olamayacağını söyleyebiliriz. Yapılan yayının rutin bir araştırma mı veya temel bir araştırma mı olduğunu belirtmez. Bu Sonuç olarak, YÖK yanlış bir tespiti takiben, seçimi tarkuruluştur. Yanlış yönlenditışmalı jürinin raporu sonrası, üniversite yönetim rilmelerin sonucu bugünkü kurulu yükseltmeyi yapar. duruma gelindi. YÖK kanunu Burada fakülte kurulu ve başkan seçiminden başlayasenato devre dışı kalır. Bu rak değiştirilmelidir. YÖK sistem çok hatalıdır. YÖK başkanı araştırmaları ile tabölümlerde öğretim üyesi nınmış öğretim üyeleri arakadrosuna gerekli sınırlamalar getiremedi. sından üniversiteler arası Başlangıçtaki, profekurulca seçilmelidir. YÖK sör olacakların başka ünibağımsız bir kurul olmalıdır. versitelerde çalışmaları zoHükümetin YÖK’e hiçbir mürunluluğu, birtakım kaydahelesi olmamalıdır. YÖK dırmalarla bozuldu. Ve buancak üniversitelerde eğinun sonucu, Anadolu’da açılan üniversitelerin öğtim, araştırma ve mali huretim üyesi açığı kapatılasuslarda denetimi esas olmadı. malıdır. Akademik hayatın başlangıcı olan lisansüstü ve doktora için YÖK bir sınırlama getiremedi. Doktora ancak belli üniversitelerde ve belli niteliklere sahip öğretim üyelerince yaptırılmalıdır. Daha dün doktorasını bitiren ve dünyada olmayan bir unvana sahip Yrd. Doçente lisansüstü ve doktora dersi verdirme/yaptırma ile lisans üstü ve doktoranın kalitesi düşürüldü. YÖK üniversite eğitimini denetleyemedi. Araştırma görevlisinin ders verdiği ve sınav yaptığı bir üniversitede yetişenlerin Türkiye’nin geleceğine katkısı olamaz. YÖK vakıf üniversitelerini gereğince denetleyemiyor. Bu üniversitelerde öğretim üyesi tayininde devlet üniversitelerinde aranan şartlar aranmıyor. Bugün üniversite giriş sınavında yeterli not alamayanlar çok düşük puan ile vakıf üniversitelerine kayıt olabilmekte. Burada her bölüm için en az puan sınırı getirilmeli. Ayrıca bu kuruluşlara Türkiye’nin ihtiyacı olduğu alanlarda da eğitim yapması şartı getirilmeli. Bugün şikâyet edilen durumdan 1980 sonrası hükümet olanların tümü sorumludur. Yazarın bu konudaki diğer yayınları: CBT 1185/15 4 Aralık 2009 YÖK ve Üniversite Sorunları 1,2 3, Cumhuriyet, 4, 5, 6 Ocak 1989. Üniversiteler Yasası ve Gerçekler, İnsan ve Kâinat, 14.02.1990. Türkiye Üniversitelerinde YÖK Öncesi ve Sonrası Araştırma, Yüksek Öğretimde Sorunlar ve Çözümler, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, Cem Yayınevi, 1990. S: 239245. Üniversitelerde 8 profesör tipi, Cumhuriyet, Bilim Teknik, 17.Şubat.1990. Not: Yazar 1947 2007 arası üniversitede görev yaptı ve 1991 yılına kadar tespit edilebilen 48 yabancı kitapta sitasyon sayısı 213’dür.