05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Makale üretiminde yavaşlama sürerken, prestijli yayınlarda yüksek artış Değişkenliklerden arındırılan bir değerlendirme ile, Türkiye’nin bilimsel yayın bakımından önceki dönemde sergilediği %18’lik yıllık artış hızı, 2004’ten beri %5.2’ye gerilemiştir, yani önemli bir üretim yavaşlığına girilmiş bulunmaktadır. Bu yavaşlama nedeniyle, 2008’de Tayvan’ı geride bırakma konusundaki haklı beklentimiz yerine gelmemiştir. “Derleme” ve “editoryal” gibi prestijli yayın kalemlerinde hızlı gelişmenin sürmesi, yüzyıl dönümü çevresinde yükselen bilim performansımıza bağlanabilir. Prof.Dr. Altan Onat, İstanbul Üni. Cerrahpaşa Tıp Emekli Öğretim Üyesi, altonat@yahoo.com.tr B ilimsel ve teknolojik araştırmaların toplumu yönlendirmede, sanayii geliştirmedeki önemli rolü konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Türkiye’nin bilim platformundaki gelişmesinin en güvenilir göstergesi, ülkede yapılan araştırmaların dünyada sağladığı yankı ise de, atıflarla somutlaşan bu yankının yıllar süren bir gecikmeyle görülmesi, diğer bir göstergenin, yayınlanan makale veya yayın sayısının izlenmesini değerli kılıyor. Buna ilişkin veriler en kapsamlı ve neredeyse güncel olarak –eskiden Bilimsel Atıflama İndeksi (SCI) olarak bilinen Web of Knowledge’den elde edilebilmektedir. Yeni yıla girerken, hazır olan verilerden 2008 yılı için bir bilanço çıkarmak ilgi çekici olabilir. Bu yazıda bilimsel yayın genelinin yanı sıra, makale, derleme ve editoryal gibi kıymeti, toplantı özeti, editöre mektup ve benzeri kalemlere kıyasla, daha yüksek olan kalemle ilgili veriler de açıklanacak, son on yıldaki gidiş değerlendirilecek ve bazı ülkelerle karşılaştırma yapılacak. 2008 yılında Türkiye, 18,239’u makale olmak üzere, toplam 23,505 yayın üreterek uluslar sıralamasındaki 18.’liği aynen korudu. Bir sene öncesine göre %22 daha fazla yayın üretir görünmesi yanıltmamalı, zira Web of Knowledge kendi politikası sonucu kapsam altına aldığı yayınları geçen yıl %14 oranında arttırdı. Bu bağlamda ülkemizden giren dergi sayısının 7’den 54’e çıktığı da bu dergide daha önce açıklandı (1). Benzer biçimde, bizim gibi bilimde orta düzey ülkeler arasına giren Brezilya, Polonya ve diğer bazı ülkelerden alınan dergilerin sayısı geniş ölçüde arttı. Bu çapraşık konuda nesnel kalmak için dünyadan aldığımız payın incelenmesi gerekir. Ama daha önce, sıralamadaki bir gelişmeye ve bilimsel makale sayısının zaman dilimindeki seyrine göz atalım. 2008 yılı ortasında (haziran sonunda) Türkiye bir öndeki Tayvan’ı geçip 17.’liğe yükseldi (2) ise de, yılın ikinci yarısında kendisinin üçte bir nüfusuna sahip rakibinin temposuna ayak uyduramayıp geri düştü. SCI kapsamındaki salt bilimsel makale sayısının son 12 yıldaki seyrine bakılınca (Şekil 1) görülür ki, 2004 yılına kadar anılan sayı yılda %18.3 hızında artarken, son 4 yılda %14.3 oranına geriledi. Bu gözlemde hem geçen yıla ait Türkiye kaynaklı dergi genişlemesinin etkisinden, hem de birden fazla ülkenin makalelerdeki ortalama sayısındaki artışından arındırılmak üzere, tarafımdan hesaplanan dünya payına bakıldığında (Şekil 2), dünyadaki bilimsel yayın payımızın 2000 yılında binde 5.8’den 2004’te binde 11.2’ye, 2008’de binde 13.7’ye yükseldi. Yıllık artış hızı anılan ilk dönemde %18 iken, sonraki dönemde %5.2 olarak çıkması çarpıcı bir yavaşlamaya işaret etmektedir. Makalelerdeki yıllık artışta da benzer bir gelişme kaydedildi (ilk dönemde %15, son dönemde %4.7). Şekil 1: Son 12 yıldaki bilimsel yayın (üstte) ve makale sayılarının seyrini gösterir yarılogaritmik ölçekli grafik. Tam metinli makalelerin hangi dergilerde yayımlandığı, kaliteyi yansıtması bakımından, çok önem taşır. Bunu, alanım olan kardiyolojide her yıl inceleyerek yayımlamaktayım, ancak bilim geneli için TÜBİTAK veya YÖK gibi bir kuruluşun böyle bir görevi üstlenmesi yerinde olur. İki yayın türü, derleme ile (tanımı sulandırılmış olsa da) editoryal, sıradan araştırmacılar yerine, alanında kendini kanıtlamış bilim insanlarından talep edilir. Bu alandaki veriler, atıflarda olduğu gibi, hatta onlardan daha fazla, 510 yıl önceki bilim prestijini yansıtır. Bu prestijli bilimsel yayın kalemlerinden derlemelerde Türkiye yılda %27’lik artışla 2008’de 463 sayısına, editoryalde yılda %26’lık artışla 2008’de 434 sayısına ulaşmış bulunuyor. Bu başarılı gelişmenin devamı arzu edilir. Şekil 3’te, ülkemiz bizimle kıyaslanabilecek beş çok farklı nüfusa sahip, ama bilimde orta düzeye çıkmış ülkeyle, Güney Kore, Brezilya, Tayvan, Polonya ve İsrail ile hem makale, hem de derleme ve editoryal kalemlere ilişkin yayınlarda karşılaştırılıyor. Yayın ve makale sayısında Türkiye sadece Polonya ve İsrail’in önündeyken, derlemede bu iki ül KAL TEN N B R ÖLÇÜSÜ kenin, editoryalde İsrail’in henüz gerisinde, ama G. Kore’nin önünde yer almaktadır. Brezilya ise, bu prestijli kalemlerde karşılaştırılanlar arasında en önde Şekil 2: Türkiye kaynaklı bilimsel yayınların dünyabulunan ülke daki binde payının 2000’den beri seyri. konumunda. Sonuç olarak, Türkiye bilimsel yayın ve makale bakımından 2004’ten bu yana geçen dönemde önemli bir üretim yavaşlığına girdi. Bunda siyasi Şekil 3: Seçilmiş bazı ülkelerin 2008’deki bilimsel yaiktidarın ve yın türlerine ait sayıların karşılaştırılması. YÖK’ün sorumlulukları tartışılamaz. Bu yavaşlama nedeniyle, 2008’de Tayvan’ı geride bırakma beklentimiz suya düştü. Geçmişteki yükselen bilim performansımızın “derleme” ve “editoryal” gibi prestijli yayın kalemlerinde hızlı gelişme sergilememizde yansıdığını görmek sevindiricidir. 1. Balc M. Türk mucizesi de il! CBT 19 Aral k 2008, say 1135, s. 14. 2. Onat A. Bilimsel yay n s ras nda 17.’ li e geçiyoruz ama sorunlar sürüyor. CBT 8 A ustos 2008, say 1116, s. 2. Üniversiteler ve aydın olmak Prof. Dr. Gaye Usluer, Eskişehir Osmangazi Üni., Tıp Fak., gaye.usluer@gmail.com 2 CBT 1139/15 16 Ocak 2009 008 yılı biterken her yıl olduğu gibi bu yıl da 2008’de olanları, olmayanları, neden ve niçinleri ile çözmeye çalıştım. Bu tür irdelemeleri yaparken önce kendimle ilgili olanları sorgularım. Yapabileceklerim nelerdi? Yanlışlarım neler? Nasıl düzeltebilirim? O ne yapabilirdi? Neleri yapmadı, niçin... Üniversitemi, üniversiteleri gözden geçirdim. 2007’nin son 4 ayı ile birlikte üniversitelerdeki değişim geçti gözümden. Gazete yazıları, yazarların yorumları, öğretim üyelerinin görüşleri ve son olarak da sistemden canı yananların söylevleri. 2 Ocak 2009 tarihli dergide Sayın Bursalı’nın yazısını okudum ve işte konunun özeti bu dedim. YÖK’ün kuruluşu ve oluşturulan YÖK sistemi aslında YOK ile eş anlama gelmekte. Yani varsınız ama yoksunuz. Bu yasa 12 Eylül 1980 döneminin armağanı. İktidarlar gelip geçti; YÖK başkanları, cumhurbaşkanları değişti. Sistem dışında kalan “Akil” kişiler sistemi eleştirdi doyasıya. Ama kimse, sistemin kendi tarafına doğru işlediğini düşündüğü dönemde sistemi düzeltmek adına bir girişimde bulunmadı. Ne rektörler, ne Üniversiteler Arası Kurul başkanları, ne YÖK bşkanları ne de cumhurbaşkanları. Neden? Çark benden ya da bizden yana döndüğü sürece bu sistemde zarar gören biz değiliz, “onlar” mantığıyla. Bugün ise canı yanan konuşmakta, sisteme veryansın etmektedir. Kendisine yapılan haksızlığın en büyük olduğu inancı dışında, akil insanların sisteme karşı çıkma, sistemi değiştirme dürtüleri yok oldu. Üniversite öğretim üyeleri ise mevcut sistem içinde “kullanılmalarına” ses çıkarmayarak sisteme hizmet etmektedir. ‘Ses’ten kastım bağırmak, kavga çıkarmak değil. Ama yürekli olmak, düşündüğünü konuşmak ve savunmak. Öğretim üyeleri bunları yapamadığı sürece, hiçbir şey yapamadığı konumda etkisiz eleman konumuna düşürüldüğü rektörlük seçimlerinde oy kullanmayarak aydın olma özelliğine sahip çıkabilmelidir. Sayın YÖK başkanı bu sistemden memnun olmadığını söylüyor. Anayasa değişsin, sistem değişsin diyor. Bunlar son derece güzel geliyor kulağa. Ama YÖK kendisine gönderilen seçim sonuçlarıyla oynuyor ve objektif kriterler olmaksızın sistemin akışını kolaylaştıracak sıralamayı üst makama gönderiyor. Sayın Cumhurbaşkanı bu sistemden memnun değilim, diyor. Ama rektör atamalarında objektif atama kriterleri oluşturmuyor, “Takdir yetkisi” adı altında geçiştiriliyor. Yasa değiştiriciler, yasa yapıcılar sessiz. Konuyla ilgili anayasa değişikliği yapılacak mı? Bilmiyoruz. Sanırım onlar da mevcut sistemin işleyiş şeklinden memnun. Atananlar memnun. Sistem içinde yer bulma derdinde olanlar destekler görünümde. Kaybedenler konuşuyor. Beklentileri karşılanmayanlar konuşmaya başlıyor. Sizce kimin kimi, kime ne için şikâyet etmeye hakkı var? Memnun değilsek, değişsin istiyorsak düşüncelerimizin eyleme dönüşmesi dileğiyle.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle