05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Seçimle Bölünme Prof. Dr. Yelda Özsunar Dayanır, Adnan Menderes Üni. Tıp Fakültesi, Radyoloji, yeldaozsunar@gmail.com Bilim sevgisinin geliştirilmesi Bilim 17. yüzyıldan bu yana çağdaşlığın, ilerlemenin, uygarlığın simgesi durumundadır; bilimin kazanımları kimi zaman yıkıcı amaçlarla kullanılmış olsa da insanoğlunun bilimi de, düşüncesizce kullanmasındandır. Ahmet Kocaman, Ufuk Üni. Eğ. Fak., hmtkocaman@yahoo. com> S CBT 1139 / 14 16 Ocak 2009 ömürgeciliğin savaş yöntemlerinden olan ''böl ve yönet'' kuralı günümüzde özellikle de ilerletme değil, yönetme ve kazanma arzusuyla dopdolu ihtiraslı yöneticilerin stratejilerini biraz değiştirdi. Adına ''seçim'' denilen ''cin fikir'' öylesine moda oldu ki, Batılı toplumların yaşamlarının başköşesine oturdu. Beyinlerinin içine yavaş yavaş nüfuz etti. Yönetme arzusundakiler, kuralı yeniden belirlenmiş oyunu oynarken artık yönetilenlerin de isteklerini göz önünde bulundurmak dışında yol göremediler. Çünkü karşılarında hiç de aptal ve beceriksiz olmayan, üstelik de tepki reflekslerinin ve kendi güçlerinin farkında olan bir insan yığını buluyorlardı. Bu yığının tepkisinden çekindikleri ölçüde kendilerine çeki düzen verdiler. Adaleti karşılarındaki yığının adalet duygusunun gelişmişliği oranında dağıttılar. Adaletin dağıtıldığı ölçüde insanlar hak ve doğru olan yollarla daha güzel yaşamanın yolunu buldular. Demokrasi tohumlarının yeşermesi için hazırlanmamış, adaletin tadını tanımayan, yüzyıllar boyunca sömürülen, itilip kakılan toplumlar için demokrasi nasıl yenileceği bilinmeyen bal gibi tatlı bir meyve gibi. Bu meyvenin nasıl yenileceğini evde çocuklarına söz hakkı veren anne babalar öğretiyor önce. Öğrencilerinin isteklerine kulak veren, onları baskılamayan öğretmenler devam ediyor sonra da. Dilden dile, geçerken adı demokrasi oluyor. Çocuklar, öğrenciler anlamak istiyor demokrasinin ne olduğunu. Kim öğretiyor demokrasi denen bu meyvenin güzelliğini! Üniversiteler mi? Peki üniversitelerde demokrasiyi anlatan öğretim üyeleri nasıl öğreniyorlar, rektörlerinden mi? Rektörlerin demokrasiyi bilip bilmediği nereden anlaşılıyor? Adil olup olmadığından mı? Kupkuru lafları anlamaya çalışan bir öğrenci, bir gün arkadaşına şöyle cevap veriyor: Seçilmişin adaleti uyguladığı sisteme aslında demokrasi deniliyor. Seçilenin kendilerine oy vermeyeni de toplumun, ülkenin yararı adına kucakladığı sistemler olgunlaşmış sayılıyor. Seçim olgunlaşmamış kurumlarda, bazen üniversitelerde, bazen dernek veya partilerde mutsuzluk, kavga, adam kayırmacılık getiriyor. Bal gibi tatlı bu meyveyi tutan parmaklar parmak yalıyor ama, üstleri başları yapış yapış kire bulaşıyor. Çünkü bu bal meyve parmakla değil, ancak sofranın karşısına uzanan çok uzun saplı kaşıklarla yeniyor, Bu kaşıkların nasıl kullanılacağını ancak uz görülü, adil ve vicdanlı yöneticiler biliyor ve öğretiyor. Peki bu yöneticiler nasıl bulunmalı? En güzeli mi, en güçlüsü mü, en iyi konuşanı mı, en çok gülümseyeni mi? Hiçbirisi değil, sadece ve sadece bal gibi tatlı bu meyveyi üreteni, yani arı gibi çalışkan olanı. Yaşamla başlayan bembeyaz sayfasını kirletmeden yararlıca dolduranı. Bunu yaparken de kimsenin hakkını yemeden, adilce, hep birlikteci ve balı paylaşarak yemeyi bileni. Seçenler bunu becerebiliyor mu? Memleket hikâyelerine bakılırsa pek de değil. İnsanoğlu üretilen balı tartmıyor da, eşekarılarının heybetine kapılıveriyor. Sonra da bulaşan hastalıkla bal, balçık’ a dönüşüyor. Arıların yapışıp uçamadığı, bal yiyemediği, birbirini sokmak için kaynayıp durduğu kovanlar, uğuldayıp duruyor. G ünümüzde gelişmişliğin en belirleyici göstergesi ülkelerin bilim alanındaki başarı düzeyleridir; o nedenle ülkemizde bilimi nasıl egemen kılacağımızı, bilim sevgisini nasıl geliştireceğimizi düşünmeliyiz. Bilim için kaynak ayırmak, plan yapmak, öngörü çalışması yapmak elbette önemli, ama bilim sevgisinin arttırılması en az bunlar kadar önemli, daha doğrusu bunların önkoşuludur. 1. Ayk r , dü sel gibi görünebilir ama bilginin/bilimin ilk ye erece i yer aile ortam d r. Soruları her zaman hoşgörüyle karşılanan, soru sormak için yüreklendirilen, kişiliğine değer verilen, okuma ve öğrenmenin, doğa sevgisinin aile bireylerinin yaşam biçimi olduğu bir ortamda yetişen çocukların bilgiden, araştırmadan uzak durmaları düşünülebilir mi? 2. Bilim sevgisinin en temel dayana ise öncelikle e itimdir. İlköğretimden başlayarak düşünme ve araştırmaya yönelmek, her düzeyde araştırma ve bilim merakı uyandırmak günümüzde öğrenci odaklı olarak nitelenen anlayışın temelinde bulunan bir düşüncedir, ancak bunun doğal biçimde yürütülmesi, bir ders zorunluluğu değil, bir öğrenme gereği olarak düşünülmesi gerekir; bu tutumun benimsenmesi öğretimde ezberciliğin de sona ermesini kolaylaştıracaktır. Üniversiteler, bu birikimin daha işlevsel biçimde yönlendirileceği eğitim kurumlarıdır. Aile ocağında çocuksu merakları ilgi gören, ilk ve ortaöğretimde sorunları tanı maya, sorunların nedenlerini araştırmaya başlayan, dünyayı ve kendisini daha bilinçli biçimde kavramaya başlayan genç insan, üniversiteye başladığında bir araştırma ortamına girdiğinin ayırdına varabilmelidir; tek kitap yerine çok kaynaklı bir araştırma ortamı, daha sorgulayıcı, daha özgür, tek boyutluluktan kurtulmuş bir eğitim ortamı üniversitenin olmazsa olmazıdır. 3. E itimde kazan lan bilim yetisinin topluma da yans mas için temel gereklilik ise bilimi toplumun hizmetine sunmakt r. Üniversite yerleşkesi içine hapsedilmiş bilimsel çalışmalar toplumda bilim sevgisi yaratamaz; kuramsal çalışmaların günümüzde teknopark vb örneklerde olduğu gibi toplumsal gereksinmelerle bağıntılandırılmaları önem taşır. Bilimin bir toplumsal değer olduğu ancak üniversite yerleşkesi dışında da anlaşılabildiği zaman bilim bir yaşam biçimi niteliği kazanacaktır. 4. Bilim dilinin saydam olmas n n da bilim sevgisinin geli mesine ve bilimin toplumla bulu mas na katk da bulunaca ku kusuzdur. Bilimsel kavramlar evrenseldir, ancak bilimin dili ulusaldır; bilim en iyi ve kalıcı biçimde saydam bir anadiliyle bilince eklemlenebilir. Elbette bilim söyleminin gündelik dile indirgenmesi söz konusu olamaz, ancak terimlerin Türkçeleştirilmesi, varsayım, bulgu ve tartışmaların saydam, anlaşılır bir dille yapılması bilimin, bilimsel bulgu ve kavramların anlaşılırlığını arttıracak ve bilimin yaygınlaşmasına katkıda bulunacaktır. Avrupa’da bilim Latince ile değil anadilde yapılmaya başladığında gelişti ve halka mal oldu. lı olarak “sonsuz sayıda” olası yollar olabilir. Bu durum beyin esnekliğinin (plasticity) temelini oluşturur. Böylece sonsuz sayıda “sözcük”, “kavram”, “tümce” ve “düşünce” üretilir. Bunlar; anlamlı ya da anlamsız, zararlı ya da yararlı, gerekli ya da gereksiz, saygın ya da saygısız, yasal ya da yasadışı sözcükler, tümceler ve düşünceler olabilir. Bu nedenle de Atalar “Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi” derler. “Demokrasi”nin merkezini de “beyin” dışında aramamak gerekir. Beyin esnekli i (Brain plasticity): Beyin esnekliği çağdaş “sinir bilimi”nde yaygın bilimsel bir kavramdır. Bu nedenle de kaynakların araştırılmasında etkin bir anahtar sözcük olarak önerilir (3). Merkezsel sinir dizgesi (MSD), gereksinimlerini karşılamak ve sorunları çözmek için işlevsel ve yapısal yönden gerektiğinde “yeniden” düzenlenme yeteneğine beyin esnekliği (brain plasticity) denir. Beyin bir sorunla karşılaştığında; önü kesilen bir akarsuyun yeni yataklar araması gibi yollar arar (4). Bu değişiklikler, merkezsel sinir dizgesinin değişik düzenlenmeleriyle araştırılabilir; kütlesel, bağlantısal, sinirsel, dizgesel ve davranışsal düzeyler zorunlu olarak birbirleriyle bağlantılıdır. Esneklik; öğrenme, algısal ve motor beceri eğitimi ve cerrahi işlemler yardımıyla başarılır. Beyin esnekliğinin “kuramsal (theoritic)”, “hesaplamalar ve bilgi arasında ilişki kurma kuramı (algorithmic)” ve “donanım (hardware)” düzeyleri vardır. Özellikle son ikisi tümüyle bilgisayar yapılanması ve işlemleriyle ilgilidir. Hesaplama ve bilgi arsındaki ilişki kuramı, belirli nesneleri rasgele ya da düzenli olarak sıralamak ve tanımlamak için bilgisayarların yapısını kullanmaktadır. Bu kuram rasgele dizgi ve “sonsuz rasgele dizilerin–beyindeki gibi” tanımlarını yapar. Diğer yandan “cognitive” sözcüğü aslında “bilişsel” anlamda kullanılmaktadır ve daha çok beynin yüksek işlevlerinin ortak bir çıktısını anlatır. Kavramsal anlamda değildir. Metin içinde yer alan şeklin Türkçeleştirilerek anlaşılır duruma getirilmesi gerekirdi. Beyin üzerine... “Beyin Dinamiklerinin Anlaşılması (II)” Konulu makaleye ilişkin görüşler. Prof. Dr. Yalçın Yetkin, YYÜ Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, Van, yyetkin@yyu.edu.tr B ilimsel yazıların, Türkçenin kullanımı açısından iyi bir kurgu ile yazılması gerekir. Yabancı dilden Türkçeye çevirilerde, anlamın Türkçeleştirilmesi gerekir; yoksa “tıpa tıp” çeviri olur. Giri : “Beynimizde yer alan farklı işlevsel parçaların* birlikte değişik bir (kültürel) etkinliği gerçekleştirmeleri gerektiğinde, aralarında yeniden bir bağlantı sağlarlar: Bu bağlantı sonucunda gerçekleşen yeni etkileşim, işlevsel parçaların tek tek gerçekleştirmiş oldukları etkinliklerin toplamından daha büyük bir bütünlük sağlarlar” şeklinde anlatılabilirdi. Beyin, işlevsel yönden şimdiye dek yapılan en karmaşık aygıtlardan yüzlerce kat daha karmaşık bir dizgedir (bkz:1). (*Türk Dil Kurumu “modül” yerine “parça” sözcüğünü önermektedir.) Sinir hücreleri: Sinir hücresi* (nueron ya da nöron), sinir dizgesinin temel işlevsel birimidir. 17.yy.da Cajal, Golgi tarafından yapılan dokusal çalışmalar sonucu sinir dizgesinin yapısını oluşturan hücreler “sinir hücreleri (neuron) ve “Destek hücreleri (neuroglia)” şeklinde ikiye ayrıldı. Sinir hücreleri, elektriksel uyarımları daha uzak noktalara iletme yönünde özelleşmişlerdir. Destek hücrelerinin bazı elektriksel özelliklerinin olmasına karşın, uyarımları iletemezler (2). Sinir hücrelerini destekler, korurur yerlerini saptar ve sarmalarlar. Neuron (nöron) sözcüğü “sinir hücresi” demektir: “Nöron hücresi” demek yanlıştır. Sinir hücreleri, dinlenme durumunda iken yaklaşık 70 ile 100 mV arasında bir elektriksel yüke sahipler. Hücre say ve ba lant s : Sayılar “üslü” gösterilmek isteğinden dolayı yanlış rakamlar çıkmıştır. İnsan beyninde yaklaşık yüz milyar (100 milyar) sinir hücresi var (3). Bu hücreler diğer hücrelerle en az bin (1000) bağlantı yapar. Bu bağlantılara bağ Kaynaklar: 1) Karpenter, RHS. Neurophysiology. 4th Edition. London: Arnold; (2003). p.4–25. 2) Kluwe, RH, Lüer, G. Rösler, F. Principles of Learning and Memory. Berlin: Birkhauser, 2003. p.27–49. 3) Tortora, GJ & Grabowsky, SR. Principles of Anatomy & Physiology.10th Ed..New York: John Willey; 2003.pp.1–40. 4) Shaw, CA & McEachern, JC. Traversing levels of organisation: A theory of neural plasticity and stability. Taylor & Francis, psychology Pres; 2001. pp. 427–444.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle