02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) Harranlı Sabit bin Kurra Harran Üniversitesi’nin dünyanın en iyi üniversitelerinden biri olması dileğiyle. Osman Bahadır, [email protected] Fikir, aslında potansiyel bir eser olduğu için bir gizil değere sahiptir. Bu değer ancak fikir eser formuna dönüşebilirse ortaya çıkar. Eser haline dönüşmediği sürece o haliyle kimsenin işine yaramaz. Fikri Mülkiyet Fikirlerin mülkiyeti olur mu? Ülkemizde telif haklarına verilen bir başka isim de fikri mülkiyet (hakları). Örneğin FikriMulkiyet.com sitesinde konuyla ilgili yapılan temel açıklamada şöyle deniyor: “Telif hakları, eserin meydana getirilmesiyle kendiliğinden doğar”. Bir başka deyişle, telif hakkı aslında fikrin eyleme geçmesi sonucunda oluşan eserle ilgili. Daha doğru bir ifade kullanmak gerekirse, fikri mülkiyet hakları dediğimizde aslında eser mülkiyet hakkını kastediyoruz. Eğer benim eser haline getirildiğinde çok büyük bir maddi getiri sağlayacak fikrim varsa ve halihazırda fikir düzeyindeyse, bu fikrin bir mülkiyeti olabilir mi? Aslında olamaz. Bunun bir başka nedeni de şu değil mi? Aynı fikri, bir başkası da benim gibi düşünmüş ve zihninde geliştirmiş olabilir. Dikkat; henüz bu birbirini tanımayan iki kişinin de zihninde yer alan ve “bir eser” haline getirilmemiş olgu sahiplenilebilir mi? Alınıp satılabilir mi? Cevap evet ise, “fikir düzeyindeki bu olgunun” sahibi bu iki kişiden hangisi olacak? İlk harekete geçen mi? Bilişim dünyasında pratikte bakıldığında fikirlerin hiçbir değeri yoktur. Ancak o fikirlerin gerçekleştirilmiş formları olan eserlerin bir değeri vardır. 90’lı yıllarda izlediğimiz küçük yazılım firmalarının internet teknolojilerini baz alarak yapmaya heveslendikleri işleri yansıtan dotcom çılgınlığı sürecinde her ekibin hayata geçirmek için yola çıkmış olduğu fikirler vardı. Piyasa o denli ham, potansiyel kâr beklentisi o denli yüksekti ki, cebinde para olan sektör içi ya da dışı firma ya da yatırımcılar bu fikirlerin esere dönüştürme sürecini finanse ederek, sonuçta ortaya çıkacak potansiyel eserlerin pay sahibi oldu. Bu maceralardan belki de yüzde doksanı hezimetle sonuçlandı. Öte yandan olgunun “fikir formundaki” halinin teliflik bir değer içermesi bir başka tartışmayı gündeme getirir: Kişinin o parlak fikri oluşturma sürecinde kullandığı kaynakların sahiplerine de mülkiyetten paylarına düşeni verme zorunluluğu. Diyelim ki bir üniversitede lisans sonrası eğitim alıyorsunuz; maddi imkanlar sağlayacak bir fikir geliştirdiniz ve bunu yaparken de üniversitenin pek çok cihazını, kaynağını kullandınız. Bu durumda o fikir ne kadar bütünüyle size ait? Ne kadarı üniversitenin payı? Dijital dünyada bu tür kavramları yeniden gözden geçirmek ve dijital kültürün getirmiş olduğu koşulları inceleyerek mevcut standardları, kanunları, açıklamaları elden geçirmek gerekir. Fikir aslında potansiyel bir eser olduğu için bir gizil değere sahiptir. O değer ancak fikir, eser formuna dönüşebilirse ortaya çıkar. Her insanın aklında kendi ilgi alanlarıyla ilgili pek çok ileriye götürücü fikirleri vardır. Bir süreci daha düşük maliyetle yapmayı sağlatacak ya da daha çok getiri elde etmeye neden olacak. Ancak bunlar hayata geçirilmediği sürece sadece birer fikirdir. O kadar. Ülkemizde telif haklarına ya da entellektüel mülklere “fikri mülkiyet” demek şeklen hatalı ancak zihinlerde yer etmiş olduğu anlam itibariyle doğru görünüyor. Fikri mülkiyet dediğimiz zaman hiçbirimizin aklına fikir düzeyindeki bir olgunun telifi gelmiyor. Daha ziyade bir fikirden yola çıkılarak ortaya çıkarılmış bir eseri ve o eserin telif haklarıdır aklımıza gelen (ki bu doğrudur). Bu tıpkı Windows’u kapatmak için BAŞLAT yazan düğmeye basmak gibi. Adı yanlış ama doğru çalışıyor ve beklenen işlevi yerine getiriyor. Yıllarca eyleme geçirmediği halde cezalandırılan düşünce suçluları ise, aynı olgunun bir başka açıdan çarpık tablosudur. D okuzuncu yüzyılın başlarında Bağdat’ta astronomi bilimi alanında önemli ilerlemeler görüldü. Hint astronomisinin etkisi ve bazı metotlarının kullanılması, 8. yüzyılın sonlarında Bağdat’ta zaten başlamış bulunuyordu. Daha sonra eski Yunan kaynaklarına ulaşıldı ve bazı Yunan metinleri Arapça’ya çevrildi. Ptoleme’nin Almageste adlı eserinin 9. yüzyılın başlarında Arapçaya çevrilmiş olması bu gelişmeler üzerinde önemli bir etki yapmıştır. Bilimin koruyucusu olarak bilinen ElMemun hükümeti döneminde Şam’da ve Bağdat’ta iki rasathane kurulmuştu. Bu rasathanelerde yapılan gözlemler, Ptolemy’nin yaklaşık 700 yıl önce yapmış olduğu hesaplamaların test edilebilmesi imkânını vermişti. Bağdat’ta 9. yüzyılda gelişmiş olan bu bilimsel hareketin en önemli simalarından biri, ünlü bilim insanı ve teknolog Banu Musa’nın ekibinin bir üyesi olan memleketlimiz, Harranlı Sabit bin Kurra’dır. Yunancayı mükemmel bilen Sabit bin Kurra, çağında bilinen tüm bilim dallarında faaliyette bulunmuş ve çok sayıda bilimsel eser üretmiştir. Astronomiyle de meşgul olan Sabit bin Kurra’nın bu alandaki en önemli çalışmaları, bir eksantrik dairesi üzerinde hareket eden bir gökcisminin hareketinin teorik olarak incelenmesi, Ay’ın hareketlerinin belirlenmesi için gerekli zaman aralıklarının seçimi, hilalin görünürlüğünün hesaplanması için bir metot geliştirilmesi vb. gibi konularda oldu. üzerinde dönen bir gökcisminin hızının, merkezdeki gökcismine en uzak noktadayken maksimum, en yakın noktadayken ise minimum olacağını gösterdi. Bu, bilimler tarihinde, bir noktadaki hız kavramının ilk kez kullanılışıdır ve bu bakımdan bu fikir büyük bir tarihsel değer taşımaktadır. Sabit bin Kurra’nın bu teoreminden, Kepler’in 1619’da formüle ettiği ikinci yasaya (“Güneş’in etrafında dönen bir gezegen yörüngesini kat ederken eşit zaman aralıklarında eşit alanlar süpürür.”) atlamak için sadece bir adım vardır. Fakat bu bir adımın atılabilmesi için 750 yılın geçmesi gerekmiştir. Sabit bin Kurra, Ay’ın hareketleri konusunda da çalışmalar yaptı ve Ptolemy’nin Almagest’te açıkladığı Ay’ın yörüngesiyle ilgili hipotezlerine eleştiriler ve yeni yorumlar getirdi. ÇÖZÜM ARAYI LARI Sabit bin Kurra’nın bu konudaki eleştiri ve yorumları temel olarak, Ay’ın iki farklı hareketinin bileşimi üzerinde toplanıyordu. Ay’ın birinci hareketi, Yer’in merkezi etrafındaki episikl merkezinin hareketidir. Diğer hareket ise, Ay’ın eksantrik bir çember üzerindeki hareketidir. Bu iki hareket zıt yönlerde gerçekleşir. Sabit bin Kurra’nın ana problemi, bu iki hareketin bileşi ÖNCÜL DÜ ÜNCELERE SAH PT Sabit bin Kurra’nın bilinen yazıları, astronomi alanında bir devrime yol açacak nitelikte değil. Çünkü o genel olarak, Ptolemy’nin Almageste’te geliştirmiş olduğu modeller çerçevesinde kaldı. Fakat onun 9. yüzyıl Bağdat’ının bilimsel ortamında, bir matematiksel astronomi geleneği yaratma doğrultusundaki katkıları çok büyük önem taşır. Ayrıca bazı yazılarında, ancak 750 yıl kadar sonraki bilimsel devrimle açıklığa kavuşturulmuş ve doğrulanmış öncül nitelikte dü ünceler vardır. Örneğin o, hilalin görünürlüğü ile ilgili hesaplamalarını yaparken, Ay’ın görünürlüğünü önce gezegenlerin, sonra da yıldızların görünürlüğüyle karşılaştırıyordu. Sabit bin Kurra bu yaklaşımıyla, tüm evrende geçerli olan do a yasalar fikrine dayanmış oluyordu. Oysa böyle bir yaklaşım, o çağda ve o güne kadar hiç rastlanmamış olan antiAristotelesçi bir yaklaşımdı. Aristoteles’in öngörülerine aykırı olarak fizik yasalarının Ay altında ve Ay ötesinde tüm evrende aynı olduğunu ilk defa Kepler (15711630) 750 yıl sonra gösterecektir. Onun, bir gökcisminin bir eksantrik dairesi üzerindeki hareketiyle ilgili düşünceleri de öncü niteliğindedir. Sabit bin Kurra, Öklit’in Elemanlar adlı ünlü eserindeki geometrik kanıtlara dayanarak, eksantrik bir dairesel yörünge Sabit bin Kurra’nın dünya haritası mine uyan geometrik bir çözüm bulmanın imkânsızlığı oldu. Tüm çabalarına rağmen geometrik bir çözüm olasılığı görememesi üzerine, geometrik olmayan bir çözüm arama zorunluluğunu hissetti. Çünkü onun mantığına göre, Ay’ın episikl merkezinin hareketinin düzenliliği, değişken eksantrik merkezinin etrafında gerçekleşmediği sürece (ki, Sabit bin Kurra’ya göre gerçek hiç de öyle değildi ve Ay’ın episikl merkezinin hareketinin düzenliliği, Yer’in merkezi etrafında gerçekleşiyordu), Ay’ın iki farklı hareketinin bileşiminden ve uyumundan bahsetmek imkânsız olacaktı. Sabit bin Kurra, bu olguyu açıklayabilmek için başka bir düşünme tarzıyla çözüm bulmaya çalıştı. Bu iki hareketin merkezleri aynı olmasa bile, Yer’in merkezinin, eksantriğin merkezinin ve episiklin merkezinin bir an için aynı çizgi üze Yazının devamı 15. sayfada CBT 1139/ 11 16 Ocak 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle