24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÖNÜLDEN BİLİME projeyi takip eden herkesi şaşırtmıştır. Özellikle, projeyle çok alay eden gazeteciler ve projenin gerçekleşmemesi için elinden geleni yapan Sami ve yandaşları. Uykusuz geçen son hafta ile birlikte bir araba daha imal eden ekip, ertesi gün Ankara’da Paşa’nın huzuruna çıkacak arabaları 28 Ekim gecesi trene yüklerler. Devrim, ilk ve son yolculuğuna hazırdır. “ Ahmet İnam ainam@metu.edu.tr DEVRİM OTOMOBİLİ GÖRÜCÜYE ÇIKARKEN “Biri bej diğeri siyah iki adet Devrim'in benzin depoları buharlı lokomotifin bacasından çıkacak kıvılcımların yaratacağı tehlike nedeniyle boşaltılmıştır. Arabalara, bir kilometre ötedeki Shell istasyonuna gitmeye yetecek kadar, bir iki litre benzin konmuş ancak kraldan çok kralcı yüksek bürokratların aceleciliği, konvoya eşlik eden motosikletli polislerin zamanında uyarılmamasıyla benzin ikmali yapılamadan TBMM'nin yolu tutulmuştur. Cumhurbaşkanı Gürsel siyah arabaya yaklaşırken Kemalettin Vardar ile Rifat Serdaroğlu gazete kâğıdından yaptıkları huni ile alelacele bulunan bir bidon benzini siyah Devrim'in deposuna doldurmaya uğraşırlar ama nafile. Kâğıt huninin ıslanıp hamurlaşıvermesi ile Kemalettin Vardar'ın avuçlarını huni gibi depo kapağına tutup, "Dök şunu Rifat, geliyor adam, dök şunu!" çabaları da sonuçsuz kalacak, benzin depo yerine yere boşalacaktır. Gürsel gelip siyah otomobile oturunca, Serdoğlu çaresizlik içinde, benzinden sırılsıklam ellerini pantolonuna silip direksiyona oturur ama siyah Devrim otomobili ancak 200 metre gider, önce bir öksürür, sonra da durur. Cemal Gürsel sorar: "Ne oldu?" Her zaman sakin, her zaman çelebi Serdaroğlu yanıtlar: "Benzin bitti paşam"... ve Gürsel tarihsel(!) sözünü söyler: "Batı kafası ile otomobil yapıyorsunuz ama Doğu kafası ile benzin koymayı unutuyorsunuz!" O arada, Nurettin Erguvanlı, Şecaatin Sevgen ve Mehmet Nöker benzin ikmali yapmayı becerdikleri bej Devrim'i çabucak siyah Devrim'in yanına çekerler ve Gürsel bu arabaya geçer. Direksiyonunda yüksek mühendis Şecaattin Sevgen'in oturduğu bej renkli Devrim1 Ankara caddelerini, alkış ve gözyaşları arasında aşıp, önce Anıtkabir'e oradan da geçit töreninin yapılacağı Hipodrom'a gider ve geçit törenine katılır. Devrim'e ölüm fermanı: Ama 30 Ekim sabahı yayımlanan tüm gazeteler ağız birliği etmişçesine ve galiba Devrim sözcüğüyle bilinçaltı bir hesaplaşmanın hınç ve şehvetiyle "Devrim yolda kaldı", "Devrim'in benzini bitti", "Devrim yürümedi", "Devrim ancak 200 metre yürüdü" başlıklarıyla çıkarlar. Devrim'in defteri dürülmüştür. Bizim akademik anlamda yaptığımız felsefe Batı kaynaklıdır. Dolayısıyla akademik anlamda felsefeyle uğraşırken Batı’nın başlattığı ve yürüdüğü yolda yürümek durumundayız. Yine akademik hayatın zorladığı uluslararası olmayı, dolayısıyla kendi kültürümüzün sınırlarının dışına çıkabilmeyi ve felsefeye atfedilen evrenselliği düşündüğümüzde, Batı anlamında felsefe yapmak, aslında felsefe yapmak anlamına geliyor. Onun başka türlü olabilmesi çok olanaklı gibi gözükmüyor. Bizdeki Felsefeye Dair Türkiye’de Batılı anlamda felsefe çalışmaları Cumhuriyet’ten önce başlatılmış fakat Cumhuriyette Darül Fünun tekrar üniversiteye dönünce İstanbul üniversitesinden başlayarak Türkiye’nin değişik büyük kentlerinde ve şimdi daha küçük kentlerinde 30’dan fazla felsefe bölümü açılmıştır. Bu bölümlerde yapılan felsefenin Batı çizgisinde yapılan felsefeye katkıları açısından özgünlüğü konuşulduğunda, düzeyi yüksek çalışmalar olduğu ama Batı’nın yönünü değiştirecek özgün çalışmaların olmadığını söylemeliyiz. Batı’da doktora yapmış birinin bu alanda başarılı olması demek, Batı’nın akademik felsefe ölçütleri içinde başarılı olması demektir ki, o da belli düzeydeki dergilerde yayın yapabilmesi, değerli görülen üniversitelerde ders verebilmesi anlamına geliyor. Bu açıdan baktığımızda, bizde birkaç kişi özgün sayılabilir. Onun dışında, akademik hayatın kaçınılmaz gereklilikleri olarak yabancı dillerde ve Türkçe birtakım yazılar ve makaleler yazan, tez çalışmaları, kitap çevirileri, ansiklopedik çalışmalar ve araştırmalar yapan arkadaşlarımız var. Bunların da çok katkısı olduğunu düşünüyorum. Bazı arkadaşlarımız Türkçenin olanaklarını zorlayarak belki Türkçeden yola çıkabilecek bir felsefi arayış içinde oluyorlar. Türkçenin olanaklarıyla felsefe yapmak demek, 2500 yıllık batı çizgisinde yapılan felsefeye ki ona evrensel felsefe diyelim, kendi yerelliğimizden, kendi dilimizden, kendi hayat tarzımızdan katkıda bulunmak demektir. Hocam Nermi Uygur böyle felsefe yapanlardan biriydi. Hilmi Ziya Ülken, Batı çizgisinde yapılan felsefeye bu topraklardaki düşünme serüvenini bilerek katkıda bulunmaya çalışan biriydi. Ziya Gökalp de çok meşgul ve farklı kaygıları olan biri olmasına rağmen kendi kültürümüzden çıkabilecek, kendisinin halk felsefesi dediği ki ben ona genellikle hikmet diyorum bir hazinenin olduğunun farkındaydı. Burada bizim için önemli olan, hikmetle yani bilgelikle felsefeyi ayırt edebilmektir. Bazı arkadaşlarım bu ayrıma çok itiraz ediyor ama ben bu ayrımın çok anlamlı olduğunu düşünüyorum, çünkü felsefe 2500 yıllık belki biraz daha fazla geçmişi içerisinde Yunanlıdır, Yunan kökenlidir. Çin’de yok muydu, Hint’te yok muydu, Mısır’da yok muydu, zaten Yunanlılar bunlardan etkilenmediler mi gibi sorular sorulabilir haklı olarak. Elbette doğrudur ama felsefeyi bir sorgulama ve bitimsiz bir arayış kabul etme düşüncesinin temelinde Yunan kültürünün olduğunu düşünüyorum. Ama bunun yanında medeniyet yaratmış birçok kültürün hikmeti vardır. Kendi edebiyatını yapabilmiş, kendine özgü destanları gelişmiş kültürlerin hikmetleri vardır. O anlamda mesela bir Kızılderili hikmeti olduğunu, Çin, Hint ve İran medeniyetlerinin hikmeti olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İran medeniyeti içerisinde felsefeyle temas olmuştur ve İran da kendi yaşam biçimiyle Batılı anlamda büyük filozoflar yetiştirmiştir. Bugün Batı’nın dini bir hayat tarzı içinde gördüğü İran’da Batılı anlamda felsefe araştırmaları ve çalışmaları var. Şimdi bizim için çok önemli bir nokta, hikmet ile felsefe ayrımıdır. Hikmetin içinde felsefe bulunur, sanat ve edebiyat bulunur ve bilim de bir ölçüde hikmetten destek alır. Bu bizim için çok önemlidir çünkü kültürel farklılıkların ortadan kaldırılmaya çalışıldığı, bir küreselleşme edebiyatının öne çıkarıldığı, dolayısıyla felsefenin, bilimin ve sanatın vatansız, hikmetsiz olduğu görüşüne karşı bizim çok uyanık olmamız gerekiyor. Bir Amerikalı hatta bir Alman, bir Fransız için hikmet felsefe ayrımı gibi bir ayrım çok önemli değil, onların yaptığı felsefe zaten kendi hikmetlerinden besleniyor, kendi hikmetleriyle evrensel felsefeye zaten katkıda bulunmuşlar, büyük filozoflar yetiştirebilmişler. İslam medeniyeti içerisinde bizden de büyük düşünürler çıkmıştır, ama Türkçe felsefe yapma açısından düşünüldüğünde büyük düşünürler yetiştirme imkânımız olmamıştır. Dolayısıyla bizde hikmetimizi keşfetmek, hikmetten feyiz alan bir felsefe inşâsına girişebilmek, bir hazine olarak hikmeti Türkçemizden değerlendirebilmekle olanaklıdır. İZLERKEN NOT ETTİĞİM REPLİKLER Cumhuriyet dönemi sanayileşme süreçlerinin bir anlamda ikinci basamağı olarak kabul edeceğimiz bir dönemin, farklı bir ifade ile plan mekanizması ile ithal ikameci sanayileşme stratejisinin bilinçli bir tercih olarak seçildiği dönemin başlangıcına ait bir öyküdür “Devrim Otomobili”. Destekçilerinden daha çok her kesimden muhaliflerinin olduğu bir projedir de aynı zamanda. İşte “Devrim Arabaları” bence bu bağlamı zaman zaman çok becerikli bir tarzda vurgulamış. Gelelim not ettiğim repliklere: “Bunlar, ülkenin parasını batıracak” “Bu memleketin olmadık hayallere verecek parası yok” “ Ortada bunca menfi durum varken, bu işi yapamazsınız” “Devletin parası o kadar sahipsiz değil” ABD yardım heyetinin iki temsilcisi ile bir Türk Bürokratın projenin gerçekleştirildiği CER Atölyesini ziyaretlerinin çıkışında, Türk bürokratın Amerikalıya dönerek; Yapacaklar gibi görünüyorlar demesi üzerine Amerikalı görevlinin; Yapmalarındansa yapmaya inanmaları, bu inanç daha kötü değil mi? “Biz istesekte yapamayız, devletin parası o kadar da sahipsiz değil” diretmelerine karşı filmin sürükleyici karakteri Gündüz Bey: “Ya yaparsak!...” Mühendis İsmet; “Ben iktisadi hürriyetten bahsediyorum” Mühendis Necip; “ Biz bu otomobili yapınca utanacaklar ama” Tecrübeli kurt mühendis Latif’in çömez Necip’e seslenmesi; “Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz” Ve yine mühendis Latif; “Adı DEVRİM olan bir otomobilin sokaklarda yürümesine kimse izin vermez” Yazıyı bitirirken Devrim Arabalarının 29 ana sahnesi için Demir Demirkan’ın bestelediği Yazının devamı 14. sayfada CBT 1131/ 7 21 Kasım 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle