23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI BÜYÜMENİN ÖTESİNDE Baştarafı 5. sayfada Geçimimizi topraktan sağladığımız günlere geri dönemeyiz. Ne biz bunu yapabiliriz, ne de toprak bu kadar çok insanı doyurabilir. Örneğin, Kanadalıların %85’i büyük kentlerde yaşıyor. Kentlere tıkılıp kalmışız. Bu yüzden kentlerin enerji ve kaynak üretimi açısından çok daha yararlı duruma getirilmeleri gerekiyor. Tarihin hiç bir döneminde böyle bir şey yapmak zorunda kalmadık. Yaşam standardımızı düşürmemiz mi gerekiyor? Yaşam standardınızı elinizdeki para ve maddi ürünlerle belirliyorsanız, evet. Ancak yaşam standardınızı sürdürdüğünüz yaşamın niteliği ve başka insanlarla ilişkileriniz belirliyorsa, o zaman gerçek anlamda sürdürülebilir toplumların çok daha iyi yaşam biçimleri sunduklarını söyleyebilirim. Sizce sürdürülebilir bir toplum nasıl olmalıdır? İlkin, insanların da hayvan olduklarını kabul etmeliyiz. Kuzey Amerika’da çocuklara yönelik bir konuşmada, “İnsanların da hayvan olduklarını unutmayın,” diyecek olursanız anne babaları küplere binerek, “Çocuklarımıza hayvan diyemezsiniz,” diye tepki gösterirler. Kendimizi öteki hayvanlardan üstün görmek çok hoşumuza gider. Oysa insan bedeni etkin olmak üzere evrildiğinden, biyolojik yaratıklar olduğumuzu yadsımamız bizleri ters yöne sürüklemiştir: gereğinden çok tıkınıp, yan gelip yatıyoruz ve iki adımlık yere yürümek yerine arabamızla gidiyoruz! Oysa sürdürülebilir bir yaşam çok daha sağlıklı olurdu: o zaman sokaklarda dükkanlar, müzisyenler ve karşılaşmak istediğimiz insanlar olduğu için dışarıya çıkıp yürürdük. Toplum böyle bir şeydir. Dahası, cep telefonlarının altı sekiz ayda bir değiştirildiği, insanların en son çıkan iPod’u almak için sıraya girdikleri bu çılgınlığa da bir son vermek gerekiyor. Ya nüfus artışı? Zaten nüfus almış başını gitmiş. Ancak sorun yalnızca sayısal değil. Kişi başına tüketimle de ilgili. Sanayileşmiş ülkeler dünya nüfusunun yalnızca %20’sini barındırmakla birlikte, kaynakların %80’inden fazlasını tüketiyor ve zehirli atıkların da %80’inden fazlasını üretiyor. Harvard Üniversitesi’nden bir çevrebilim uzmanına Dünya’nın kaç insanı besleyebileceğini sorduğumda, Kuzey Amerikalılar gibi yaşamak istiyorsanız ancak 200 milyon insan yanıtını verdi. Sanayileşmiş ülkelerdeki insan sayısı bile çok fazla. Bunu söylediğimde insanlar çok kızıyorlar. Dükkanların yiyecekle dolup taştığını, insanların eskisinden çok daha uzun yaşadıklarını ve çok daha iyi durumda olduklarını söylüyorlar. Her şeyin güllük gülistanlık olduğu gibi bir yanılsamaya kapılmamızın nedeni çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakmamız gerekeni tüketiyor olmamız. Hükümetlerin ve girişimcilerin köklü değişimlere gitmelerini sağlamak için sizce ne yapmak gerekir? Politikacılarla konuştuğunuzda onların yalnızca seçimlere odaklanmış olduklarını görürsünüz. İş adamları ise bilançolarla ilgilenirler. Suzuki Vakfı’nda onlara bir kuşak sonrasını düşünmelerini, astımlı çocukların %15’in altında seyrettiği, havası temiz bir Kanada düşlemelerini söylüyorum. Ormanlarla kaplı, ırmaklarından göllerinden su içilebilen, balıkları kimyasallar içermeyen bir Kanada. Onlara gelecekle ilgili böyle bir tablo sunduğunuzda tümünün de hoşuna gidiyor. Bu son derece önemli, çünkü böylelikle iki şeyi başarmış oluyorsunuz: hepimiz aynı safta olduğumuzdan, artık çekişmiyoruz ve hepimizin bir hedefi var. O hedefe ulaşabilecek misiniz? Vakıf etkinliklerini enerji, atıklar, su, yiyecek gibi dokuz farklı alana bölüştürdük ve 25 yılda ulaşılabieceğine inandığımız hedefler belirledik. Buna “bir kuşaklık sürdürülebilirlik” adını verdik. Parlamentomuz hükümet etkinliklerinin sürdürülebilirlik çerçevesinde gerçekleştirilmesini öngören bir yasayı yürürlüğe soktu. Teşvik etmek istediğimiz kimi olumlu girişimlerde vergilerin indirilmesi, olumsuz girişimlere de vergi bindirilmesi gibi bir yolun da benimsenmesi bekleniyor. Toplumumuz karbon vergisi önerisine karşı çıkıyor, ama eminim ki kısa bir süre sonra bu da yürürlüğe girecek. Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr “Unitopia”yla bir üniversiteler ülkesini adlandırmak istedim. Bu ülkede olan bitenlerin üniversitelerimizdekilerle bir ilgisinin bulunmadığını belirtmeliyim. Kimse üzerine alınmasın. Alınmasın ki, arada bir oradan haberler verebilelim. İçindeki bir damla suyla bile inatla bardağın dolu kısmını gösterenlere karşı onun ne denli boş olduğunu söyleyebilmek için bu sözcüğe ihtiyacımız var. Unitopia Unitopia, AntiUtopia adlı bir gezegende bağımsız, egemen bir ülkedir. Bu ülkeden vereceğimiz haberler kimilerine, bu kez olguların gölgesi anlamında, Eflatun’un “Mağara İstiaresi” gibi de gelebilir. Bence bir sakıncası yok. Akuni, Unitopia’nın sayısına bereket üniversitelerinden bir tanesidir. Hepsi birbirine her yönden çok benzediğinden, Akuni’den gelecek haberlerin pek çoğu, aksi kanıtlanmadıkça, diğerleri için de geçerli sayılabilecektir. Önce genel bir betimleme yapalım: Unitopia’nın üniversitelerinde de rektörler, dekanlar, profesörler, doçentler, yardımcı doçentler, doktorlar, araştırma görevlileri vd. mevcuttur. Makine dairesi, tanrı nazardan korusun, pek işgüzar, pek hamarattır. Tüm şubeler bu Batanik’lerin(*) buzdağına olanca hızıyla yaklaşması için ellerinden geleni gece gündüz yapmaktalar. Bu üniversitelerde de fakülteler, yüksekokullar, enstitüler, merkezler, olan ve olmayan binalarında mekân tutarlar. Öğrencileri unutmadım. Unitopia’da pek “öğrenci” yoktur. Gençler diploma almaya gelmiş gibidirler. Yaratıcı bilimcilerin oranı %1’i, gayret ve çilekeşlerinki ise %10’u geçmez. Bu yüzden genel görünüm, bu üniversitelerin yalnızca kendi mensuplarının iaşesi için kurulmuş olduğu izlenimini verir. Son zamanlarda bir de “güvenlik” furyası başlamıştır ki, güvenlikte hissettirmek yerine, güvenliği hissettirmek baskın geldiğinden, sendeleyen son kafalar da estirilen bu korku terörüyle, “özgürlük”tense, güvenlik deyip rehavetin hamağına yıkılıvermişlerdir. “Maazallah, bizde öyle değil. Karabasan gibi geldi birden. Ne biçim Topyaymış orası!” dediğinizi duyar gibiyim. Bekleyin, bu ülkede öyle bir rektör ataması yaparlar ki, rektörler dekanları istifaya öyle bir icbar eder ki, dudaklarınız uçuklar. O dekanlar ki, gidişleri hep gelişlerini anımsatır. Rektör aday adayları bu uğurda yıllarca yatırım yaparlar. Bitişe doğru da kırk takla atma temrinlerine başlarlar. Oylarını meslektaşlarından daha çok sevdikleri rivayet olunur. Sonunda atanan rektörün kapısında daha ilk günden, oy verenlerle vermiş gibi yapanlar tahsilata dururlar. Çok sukutu hayal yaşanır. Saltanat yeniden başlar. İlk günden ikinci dönemin tohumlarını serpmek lazımdır. Tüm icraatı kavramak ancak bu ruhla mümkündür. Bu rektörler de bizdeki gibi, özgecil, çalışkan, özverili, vatan ve milletperverdir. Kuşkulanmak kimsenin haddine değildir. İlim Çin’de olsa deyip, her diyardan her türlü orta oyuncusunu davet ederek ilim erbabının ilim ve irfanda derinleşmesine etekle para dökerler. Yılın yarısını ve tüm bütçe kalemini bu tür hatiplerden bilimsel bilgi kapmak için harcarlar. Dahası, okurlarım anımsayacaktır: Akuni’den bir rektörün fikri gelmişti de demişti ki, “biz Guiness Rekorlar kitabında, Utopia’da aynı anda en çok balon patlatan üniversite olarak tarihe geçmeliyiz. Toplar tüfekler patlamasın, balonlar patlasın!”. Tüm senato üyeleri, yönetim kurulu üyeleri coşkuyla alkışlamışlardı. Buna bütçeden zamanın parasıyla iki milyar Unitopia Lirası ödenmişti. Ne denli duygulandırıcı bir durum, değil mi? Bu rektörler çok gayretlidir. İktidara geldiklerinde önceki yönetimin dekanlarını “ikna”yla uzaklaştırdıktan sonra fakültelerine başka üniversitelerden uygun dekan görmeye giderler. Zahmetlice bir iştir. Ama Akuni için can feda. Bazen o kadar ırağa gitmezler. Başka bir fakültesinden bir âlimi bir başka fakültesinin başına geçirirler. Oranın profesörleri birazcık homurdansalar da, her biri kendi procesini düşleyerek, seslerinin şiddetini azaltırlar, daha uyumlu tınılarla “kesilen ağacın davası görülmez”(**) yargı kuralınca şirinleşmeye bakarlar. “Hukuk Politikası” bunların neresinde diye soranların sabırlı olmasını dilerim. Devamı var. (*) Bu deyişi küçük oğlum Ertan’dan aldım. (**) Güvenpark’taki ağaç katliamından sonra Danıştay böyle bir karar vermişti. Devrim arabaları baştarafı 67. sayfada ezgilere değinilmese büyük haksızlık olabilirdi. Demirkan’ın bestelerine Piyanist Solist S. Tuluğ Tırpan eşlik etmiş. Müzikler Prag Flarmoni Orkestrası tarafından canlı çalınmış. Filme ait müzikler ne iyi ki bir VCD’ de toplanmış: Demir Demirkan – Devrim Arabaları / Özgün Film Müzikleri. Bence, “Devrim Otomobili”nin öyküsünü ve benzer öyküleri de Cumhuriyetin 85.inci yıldönümünde Cumhuriyetimizin parlak sayfaları olarak hem okuyun, hem okutturun. Ve de “Devrim Arabaları” nı izleyin… Filmin giriş sözleri ile yazıyı noktalayalım: “Eğer biz yapabileceğimizi gösterirsek neler olabilir? Neler değişebilir? Düşünsenize!…. 1 http://www.devrimotomobil.com/ 2 Siyasal Bilgiler Fakültesi. Ankara. 3 Devrim Belgeselini izlemek için aşağıdaki linki kullanabilirsiniz http://www.showtvnet.com/belgesel/default.asp?product=archive/belgesel/ogrenci/devrim.asf 4 http://www.devrimarabalari.com/ 5 Mühendislik ve Mimarlık Öyküleri. TMMOB, Nisan 2004. Ankara. s.89 119 arasında yer alan iki makale: İsmet Özkan. “Devrim Otomobili Raporu” ve Aydın Engin, “ 23 inançlı insanın, 129 günlük serüveni sonucu 1961’de doğan ve hala direnen bir otomobil: Adı Devrim”. Bu çalışmalara internet üzerinden de erişilebilir. http://www.tmmob.org.tr/modules/books/pdf/mmoykuler.pdf. Ayrıca tamamıyla bahse konu otomobil (ler) için yazılmış bir yapıt için bakınız: Muhittin Şimşek (2006), Yarım Kalan Devrim Rüyası. Alfa Yayınları. İstanbul. Kendisini devrim hareketinin sınaî başarısı olarak değil de, 27 Mayıs ihtilalinin simgelerinden biri olarak kabul ettirmiş olan Devrim Otomobillerinin hikâyesi hep anlatılmıştır. İlk yerli üretim otomobil, zamanın İhtilal Komite Başkanı Cemal Gürsel’in emriyle tezgâha alınmıştı. Tezgâhtan inip fabrikadan yürüyerek çıkabilirlerse adına “Devrim” denecekti. Ancak 29 Ekim 1961 günü, geçit resminde korkulan oldu ve “Devrim Durdu”. Ardından “Devrim” projesi de durduruldu. Peki, gerçekte ne olmuştu? Devrim otomobillerinin gerçek öyküsü, anlamı, arka planında yaşananlar, bu kitabın konusu. Kitapta sadece Devrim otomobillerinin öyküsü anlatılmıyor. Nuri Demirağ’ın uçak fabrikasının atıl hale getirilmesi, Etimesgut Uçak Fabrikası’nın traktör fabrikasına dönüştürülmesi, Raybus Projesinin baltalanması gibi örneklerle cumhuriyet sonrasında gerçekleştirilmesi gerekli olan Türk Sanayi Devrimini engelleme zihniyeti de belgeleriyle ortaya konuyor. 6 http://www.devrimarabalari.com/main.asp 7 http://www.devrimarabalari.com/oyuncular.html 8 Bu kısım; Mahmut Kiper: “Umutlar Benzinle Tükendi” 12 Ağustos 2008, Cumhuriyet – Strateji’den özetlenmiştir. 9 Bu dönemle ilgili olarak temel bir başvuru kaynağı: Günal Kansu (2004): Planlı Yıllar (anılarla DPT’nin öyküsü). İş Bankası Kültür Yayınları. Haziran. İstanbul CBT 1131 / 14 21 Kasım 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle