24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Milyon nüfus başına düşen triadik patent sayısı sıralamasında, 2005’te 20’nin üzerinde bu tür patent almış 32 ülke yer alıyor. 29’uncu sırada Türkiye’nin de adı geçiyor. OECD’nin 2008 Patent İstatistikleri İncelemesi... OECD gibi uluslararası kuruluşların, bilim ve teknoloji göstergeleri olarak anılan istatistik değerlerinden hareketle, ülkelerin bilim ve teknolojideki konumlarını ortaya koyan yıllık raporlar yayımladıkları bilinir. CBT okurları, özellikle bilimsel yayın sıralamalarına ilişkin uluslararası istatistiklerin bilim insanlarımızca ne denli büyük bir merakla izlendiğinin ve aralarında tartışıldığının yakın tanığıdırlar. ARGE harcamalarının GSYİH içindeki payı ya da istihdam edilen her 10.000 kişi başına düşen ARGE personeli sayısı da Türkiye’de çok izlenen, konuyla ilgili hemen her sunuşta kullanılan göstergelerdendir. Bu iki göstergeye en çok ilgi duyanlar da aslında, yine bilim insanlarımızdır. En az bunlar kadar önemli olan patent istatistiklerininse Türkiye’de pek büyük bir merakla izlendiği söylenemez. Oysa patent istatistikleri ülkelerin yalnız bilim ve teknolojideki değil, teknolojik inovasyondaki yeteneklerini de bütün açıklığıyla ortaya koyar. Bir ülkenin inovasyon yeteneğini ortaya koyan bir büyüklük aynı zamanda dünya pazarlarındaki üstünlük derecesinin de bir göstergesidir. Dolayısıyla uluslararası patent istatistikleri, başta ülke sanayii olmak üzere çok daha geniş bir çevrenin ilgi alanındadır. Hal böyleyken, bu konunun ülkemizde çok daha az ilgi görmesi sanayimizin ve üniversitelerimizin inovasyona hâlâ çok sıcak bakmamasıyla ilgili olsa gerek. Bu hafta bu meseleden söz açmamın sebebi, yeni yayımlanan, OECD’nin, en son 2005 verilerinin yer aldığı, 2008 Patent İstatistikleri İncelemesi... Patent, dolayısıyla pazardaki üstünlük konusunda, dünyadaki hal ve gidişin en iyi göstergelerinden biri olan ‘triadik patentler’le ilgili (Avrupa Patent Ofisi, Japon Patent Ofisi ve Birleşik Devletler Patent Ofisi’nin üçüne birden tescil ettirilmiş patentler bu terimle anılıyor) bazı verileri bu yayından size de aktarayım: 2005 yılında alınan triadik patentlerin dünya toplamı 52 bin olarak tahmin edilmiş. Yıllık artış oranı 19952000 arasında ortalama %5,8 olmuş. Ancak 2000 sonrasında bir yavaşlama gözlenmiş ve 20002005 arasında yıllık artış %3 olmuş. Triadik patentlerde en büyük pay sahibi %31’le ABD... Onu sırasıyla %29 ve %28’le Japonya ve Avrupa Birliği (AB) izliyor. Demek ki, alınan triadik patentlerin %88’i bunlara ait. AB’yi de ülkeler bazında ele alıp triadik patentlerdeki dünya sıralamasına bakıldığındaysa, üçüncü sırayı, ABD ve Japonya’nın ardından, Almanya alıyor. Dördüncü sıradaysa, 2005’te Fransa ve Birleşik Krallık’ın önüne geçen Güney Kore var. Bu ülke böylece, 19952005 arasında sekiz sıra üste çıkmış oluyor... Sıralamadaki konumunu iyileştiren tek Asya ülkesi G. Kore değil. Çin ve Hindistan da 19952005 arasında sırasıyla %33 ve %26’lık yıllık artış ortalamalarıyla triadik patent sayılarını hızla yükseltip ilk 15 ülke arasında yer almışlar. Türkiye ilk 15’te yok. Her ülke için, milyon nüfus başına düşen triadik patent sayıları hesaplandığındaysa, dünya sıralamasında ilk on yeri Japonya, İsviçre, İsveç, Almanya, Hollanda, İsrail, G. Kore, ABD, Finlandiya ve Lüksemburg alıyor. Bu sayı, birinci sıradaki Japonya’da 117 iken yedinci sıradaki G. Kore’de 55, ardından gelen ABD’deyse 52... OECD yayınındaki milyon nüfus başına düşen bu triadik patent sayısı sıralamasında, 2005’te toplam olarak 20’nin üzerinde bu tür patent almış ülkeler yer alıyor. Böyle 32 ülke var ve 29’uncu sırada Türkiye’nin de adı geçiyor. Hiç olmazsa bu sıralamada adımız geçiyor diye sevinsek mi? Sevinelim de, milyon nüfus başına düşen triadik patent sayımızın yaklaşık 0,3; buna göre, 2005’te aldığımız toplam triadik patent sayısının 21; dünya pazarlarındaki güç göstergemizin de işte bundan ibaret olduğunu unutmayalım... Devrim Arabaları: “Ya Yaparsak...” Yazının başlığı son günlerde vizyona giren bir filmin adını taşıyor. Filmin ilk fragmanlarını izlediğimde heyecanlanmıştım. Ama yönetmeni Tolga Örnek’in Gelibolu belgeseli ve belgesel ile ilgili tartışmalardaki görüşleri nedeniyle yine de aklımda kimi kuşkular vardı. Uzun yıllardır Türkiye’nin sanayileşme tarihini merak ederek çalışan ve bu süreç içerisinde “Devrim Otomobili” ne ait yazılı çizili ne var ise zamanında okumuş ve arşivlemiş birisi olarak filmi izledim. Çok beğendiğimi ve içinden geçtiğimiz konjonktürde izlenilmesi ve izlettirilmesinde sonsuz yararlar gördüğümü baştan ifade etmek istiyorum. Hele “Mustafa” bu kadar gündemde iken. Dr. Serdar Şahinkaya F CBT 1131/ 6 21 Kasım 2008 ilme geçmeden önce 1997 yılı ağustos ayında bir öğrenci projesi olarak çekilmiş belgeselden bahsetmek yerinde olacaktır. Belgeselin adı “Devrim”. Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nden dört genç (Fulten Ersun, Funda Erzurum, Görkem Kiriş, Didem Yılmaz) tarafından yapılmış müthiş bir film. Devrim otomobilinin imalatçıları arasında yer alan gerçek aktörlerin kendilerinden dinleyecek, yıllar geçse de konu “Devrim” olunca o günkü heyecanlarından hiçbir şey yitirmediklerini göreceksiniz. “Devrim Arabaları” bugünlerde çok ihtiyacımız olan “azim”, “imal etme iradesi ve inancı” ve de “birbirine inanan insanların neleri başarabileceğini” ayrıca “biz istesek de yapamayızcılara karşı gösterilen direncin” gerçekte de bu topraklarda yaşanmış bir başarının öyküsüdür… Hikâye, bu aracı üretme görevini üstlenmiş 23 mühendisin kariyerlerini ve aile hayatlarını riske atarak girdikleri bu üretim macerasında zamanla, yoklukla, politikayla, karşılarına çıkan sayısız engelle mücadelelerini anlatır. Aslında anlatılan bir inanç ve azim öyküsüdür. “Devrim Arabaları” Türk mühendisinin ve işçisinin, 20 sene öncesine kadar topluiğne dahi üretemeyen bir ülkede kalkıştıkları bu meydan okumayı, bugün her şeye kolayca sahip olan nesillere, idealist zihniyeti ve zaferi de aktararak yaşattıkları bir birlik ve başarı öyküsüdür. Filmin usta oyuncuları için söylenecek söz yok. Her biri üstlendikleri rolü, projenin tarihsel sorumluluğu dahilinde bence başarmışlar. “Yürekten” kutlamak gerektiğini belirtmeliyim. Zira bu ekip gerçekten “yüreğini” ortaya koymuş. Devrim otomobilinin gerçek öyküsünün filme konu olan kurgusunda öne çıkartılan hususları gelin birlikte synopsisten okuyalım: “Yıl 1961. Otomotiv Endüstri Kongresi sonrası verilen davette işadamları, gazeteciler, bürokratlar, Devlet Başkanı Cemal Gürsel ülkenin kalkınmasının durumunu tartışmaktadırlar. Cemal Aga sinirlenip bu ülkenin otomobil bile imal edebileceğini söyler. Bir anda bu iddia ciddi bir meydan okumaya dönüşür. Paşa emrini verir. Yaklaşmakta olan Cumhuriyet Bayramı’na ilk yerli otomobil yetişecektir! Neredeyse imkânsız bu görevi hem gerçekleştirebilecek hem de kabul edecek kişi aranır. Gündüz Serter’de karar kılınır. Vatana hizmet duygusuyla tereddütsüz görevi kabul eden Gündüz Bey güvendiği mühendislerden oluşan bir ekip kurar. Yaklaşık 130 günde sıfırdan bir otomobil imal edeceklerdir. Otomobilin gösterileceği 29 Ekim tarihine kadar neredeyse hiç görüşmemek üzere ailelerinden ayrılan ekip, Eskişehir’de kendilerine tahsis edilen eski bir atölyede buluşur. Araba yapmak için gerekli özel bir makine, tesisat olmadığı gibi basit bir vinç ve küçük el aletleri dışında hiçbir şeyleri yoktur. Güya devlet eliyle yapılan bu projeye Başkan dışında herkesin muhalefet ettiği buradan bile bellidir. Zaten daha proje bütçesi onaylanırken muhalifler neredeyse yarısını kırpmış, “alt tarafı bir otomobil için” 900 bin lirayı uygun görmüştür. Görünen o ki, ekibin uğraşacağı tek şey arabanın imalatı olmayacaktır. Başkanın danışmanı Sami Bey tavrını daha ilk günden koymuştur. Bir başka muhalif grup da basındır. Her gün projeyle ilgili olumsuz bir haber çıkmaktadır. “Pahalı, lüzumsuz” bu proje için kullanılan en hafif sıfatlardır. Uzun araştırmalar ve teknik toplantılardan sonra nasıl bir araba yapılacağına karar veren ekip, imalata geçtiğinde makine parkı eksikliğini fazlasıyla hisseder. Aslında arabadan önce yapılması gereken, arabayı yapacak makinelerin yapılmasıdır. Ancak buna zaman yoktur. Ekip her şeyi pratik çözümlerle, şartları zorlayarak halleder. Zaman ilerledikçe proje esnasında tanışanlar dost olurlar, birbirini tanıyanların da dostlukları pekişir. Ortak amaçları onları bir aile haline getirir. Zor şartlarda, aksiliklerle son günlere yaklaşılırken ilk arabanın marşına basılır. Bu gelişme,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle