24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

PSİ Kl YATRİ HAFTANIN GÜNDEMİ TV'lerdeki hafif psikiyatristler M. Emin Ceylan * Fotoğraf Bence, tarihin büyük keşiflerinden biri. Toplumsal yaşamı derinden etkilemesinin yanı sıra, bilimin de bugün bulunduğu yere ulaşmasında büyük pay sahibi. Mekanizması basit Topu topu bir karanlık kutu ve görüntüyü sabitleştirdiğiniz üstü kimyasallı bir tabaka. Seçtiğiniz görüntüyü, belirii bir zaman dilimi içinde, kimyasalın üzerine düşürüyor ve o anı donduruyorsunuz. Gerçi sistem, Rönesans dönemine kadar düşüncesi bilim dünyasına egemen olan Aristo zamanında, Milat'tan önce 350'li yıllarda da biliniyordu: Karanlık bir odaya minik bir delikten giren ışık, çarptığı karşı duvarda, geldiği veya yansıttığı cismin ters görüntüsünü oluşturur... Ancak, bu görüntünün kullanılır hale getirilmesi için, 1,5 asnn geçmesi gerekmiş ve 1826 yılında Fransız mucit Niepce, insanlann ellerine alıp baktıklan ilk kalıcı fotoğrafı elde etmiş. Ve o günden bu güne 191 yıl geçmiş. özetle 191 yıldır elimize aldığımız fotoğraflanmıza aaa deyip duruyoruz! Sonrası heyecanlı bir öykü: Fotoğraf kâğıdı veya bobini ile fotoğraf çekiminin yaygınlaşmasının; bobin fotoğraf kâğıdıyla biriikte film kameralannın ve sinemanın icadının gündeme geldiğini görüyoruz. Fizik ve elektronikteki gelişmelerie, fotoğraf, salt fotoğraf kâğıdı ve siyah kutu olmaktan çıkıyor, yerini yeni görüntü saptamailetme ve gösterme yöntemlerine bırakıyor: Televizyon, video bant, elektronik kameralar... Bugün, klasik fotoğraf ilkelerine olan bağımlılığın sona erdiğini, dijital/elektronik görüntülerin kimyasal kâğıdın yerini doldurmak için büyük biratılıma geçtiğini görüyoruz. Elektronik görüntülerin, fotoğraf kâğıdındaki görüntünün mükemmeiliğine ulaşabilması için, herhalde birkaç yıl yeterii olacak... Difıtal yöntemin getirdiği önemli bir yenilik, fotoğrafı gerçeklikten de koparması oldu. Görüntülerin içeriği ile istediğiniz gibi oynayabiliyor, insanlan veya nesneleri, içinde bulunmadıklan farklı mekânlarda ve farklı ilişkiler içinde gösterebiliyorsunuz. Bu yenilik grafıkte yeni ve kolay olanaklar yaratırken, sahteciliğinden ötürü de "Her gördüğün fotoğraf a inanma" ilkesini kesinleştirdi. Ancak dijital görüntülemedeki bütün gelişmelere rağmen, klasik fotoğraf yönteminin, o kimyasallı kâğıdın veya filmin ortadan yok olup gitmesi boşuna beklenecek. Onun tadı ve yeri başka. Klasik fotoğraf, daha birkaç kuşak eskitir *** Sayın Tosun Terzioğlu, Tübitak Başkanlığı görevini bitirdi ve Sabancı Üniversitesi Rektörü olarak yeni bir hayata başladı. Terzioğlu, bilim Kurulu üyeliğine geçerken Tübitak Başkanlığına da Sayın Dinçer Ülkü getirildi. Terzioğlu zamanında, Tübitak başanlı bir dönem yaşadı. Bilimin gelişmesi ve yükselmesi için gerekli temel taşlar kondu. Yasalar çıkartıldı, uygulamalar başlatıldı, bilimle sanayinin birlikteliğini sağlamak için adımlar atıldı, araştırma geliştirmeye önem verildi, bu amaçla arge yasası çıkartıldı, Tüba kuruldu, bilimsel araştırmalar teşvik edildi. Belki de hepsinden önemlisi, geliştirilen bilim politikalan, devletin ve siyasal iktidariann önlerine kondu ve bilim ve teknoloji olmadanTürkiye'nin refaha ulaşması mümkün olmadığı gerçeği bilinçi çıkanldı. Başkan Yardımcısı olan ve andığımız bütün bu işlerin yapılmasında büyük emeği geçen Sayın Namık Kemal Pak da görevinden aynldı ve ODTÜ'ye döndü. Dönemlerinin, Tübitak tarihinde bir kilometretaşı olarak kaydedileceğine inanyorum. Yeni Başkan Dinçer Ulkü'ye de görevinde başanlar diliyoruz. . , Gelecek cumartesi yeniden biriikte olmak umuduyla. 1 982'de Hacettepe'deki öğrenciliğim yıllannda depresyon epidemiyolojisi ile ilgili bir araştırma yapmıştık. Ortaya çıkan ilginç bir sonuç vardı. Tespit edilen depresyon hastalarının yarısı hocalara giderek şifa aradığını itiraf etmekteydi. Daha da ilginci bu hastaların bir grubu bu tedaviyi yeterli bulmakta ve hocanın okuyup üflemesinden yarar bulduğunu söylemekteydi. 1980'li yıllardan sonra hocalara medyumlar eklendi. Uzun saçları, bir yandan kavga eden, bir yandan küfür eden ve bir yandan da dua okuyan şekilsiz kişilikleri ile hocaların ellerinden hastaları alıp sömürmeye başladılar. Öyle ki psikiyatri hastalarının aileleri tek evlerini satarak medyumları doyurdular. Medyumlar, milyarlarca lira paranın döndüğü bu pazarda, pay kapmak için birbirleriyle televizyon kameralarınm önünde tekme tokat kavga etmekten çekinmediler. Sonra onların da hızı kesildi ve birkaç yıldır ortalığı "hafif psikiyatristler" kapladı. Hangi televizyon kanalını açsanız onlar. Kameraların önünde hastanın yüzünü bile görmeden tam otuz saniyede hasta "muayene" edip tedavi önermeler mi istersiniz? Daha önce kendilerine gelen hastaların ne kadar iyi olduğunu göstermek için toplum önünde hastayı deşifre etmeler mi istersiniz? Histerik sunucuların söyletmek istediklerini söyleyip, televizyon kanallarının reyting savaşiarına katkıda bulunmak mı istersiniz? Aşkı, sevgiyi, cinselliği ağızda sakız gibi çiğneyip ilgi toplamalar mı istersiniz? Bütün programlarında, anneler babalar çocuklarınızı ve çocuklar siz de annebabanızı sevinden öte bir şey söyleyemeyip, tuluat tiyatroları çevirmeler mi istersiniz? Bütün kongrelerde yemek ziyafetlerinden başka aktivitede yer almayıp, stajyerler için hazırlanmış psikiyatri broşürlerinden aşırdıkları bilgileri, Amerika'daki bilmem hangi kongreden getirdiklerini söylemeler mi istersiniz? Bütün bunlar hafif psikiyatristlerimizin önemli "incelikjeri". Evet, evvelsi günün hocalarının, dünün medyumlarının ve bugünün hafif psikiyatristlerinin yüzlerce hastayı kangren edip bırakmaları işte bu yolla oluyor. Televizyon programları sayesinde hastalar oluk gibi muayenehanelere akıyor ve gece yarılarına kadar sadece sekiz dakikada (rakam kesinlikle abartısızdır) yapılan muayenelerin karşıhğında 150 dolar alınıyor. Peki tedavi var mı? Evet var!.. Çünkü diğer tıp dellarında olduğu gibi psikiyatride de plasebo etkisi var. Yani hastaya tedavi niyetine su içirseniz hastaların beşte biri iyileşiyor. Hele histerik olgular söz konusu olduğunda bu oran daha da yukarılara tırmanıyor. Eh zaten psikiyatride en iyi tedavi ihtimali %70'i aşmıyor. O zaman yüzde ellilik bir rakam için değer mi bunca meşekkate! Bu toplumda plasebo terapistler niçin yardır ve var olmaya devam edecektir. Bunun birçok nedeni vardır belki. Ama her birinı ayrı ayn tartışmak yerine temel nedeni konuşmak sanırım bizim için daha anlamlıdır. Yaşar Kemal'in bir kitabında uzun süre yağmur yağmadığı için, topluca bir çaresizllk ve bunalım yaşayan köylüler vardı. Sonra günün birinde köylüler bu toplumsal bunalımı, köyün yarı delisini eımiş yaparak ve ona tapınarak ortadan kaldırmışlardı. Türk insanı bunalım anlarında majik anlamlar yüklediği kişilere sığınmayı ve onlann sihirli ellerinden, sözlerinden bir tılsım bulmaya pek meraklıdır. Durumunu açıklayacak bilgi sahibi olmayan ya da bilgi umutla Ekrandan muayene rını canlı tutmak için majik güçlere gereksinimleri vardır. Böylece kendileri herhangi bir şey yapmadan, güç sarfetmeden kötü durumdan kurtulma şansı taşımış olmaktadırlar. Bu tür majik anlamların pek kıymeti olmadığını içten içe sezseler bile öteden beri kendilerini aldatmakta pek usta oldukların dan, böyle bir duygunun peşinden yuvarlanmak onlar için o kadar da zor olmaz. O nedenle hastaları kendine bağlamanın en iyi yolu Türkiye'de, insanların size majik anlamlar yükleyebileceği davranışları özenle seçip uygulamanızdır. Örneğin hastalarınıza çok uzak, tepeden bakan hatta azarlayıcı bir tutum takınabilirsiniz. Ya da onlara aşırı yakın, çok sempatik ve sevgili hocam Orhan Öztürk'ün deyimiyle "omuz pataklayıcı" olabilirsin. Bir baba çok otoriter olamıyorsa, hiç olrnazsa çok sevecen olmalıdır. Bunun için de hastanın her söylediğini desteklemeli, konuşmanın arasına "çok ilginç", "kesinlikle çok iyisin", "hayır hayır, hiçbir şeyin yok, sadece her entelektüel ve duyarlı kişi gibi, bu topluma mahkum bir kışısın" gibi cümleleri sıkıştırmalıdır. Televizyonîarda sık sık görünüp halkın gözünde ulaşılmaz noktalara çıkmalıdır. Böylece halk ulaşılmazlara ulaşmak için daha yüksek muayene ücretleri ödemeye razı olurl Ne zaman bu hafif psikiyatristleri dinlemeye tahammül göstersem, kendimi sanki bir Brezilya dizisi seyreder gibi hissediyorum. "Ah ne kadar güzel gülüyorsunuz, halk sizi kucaklıyor, hepimiz sizi çok seviyoruz" diye başlayıp, "olağanüstü, çok çok güzel yönlerinizden lütfen bizi mahrum bırakmayın" diye biten konuşmaları duydukça pembe dizi psikiyatristlerinin karşısında olduğumu farkediyorum. Üstelik, bir grup bu tür meslektaşımızın muayenehanelerinde ve hastanelerde çalışan psikologların kısacık mini eteklerle hasta muayene ettiklerini, hastalara test uygulamaya kalktıklarını duyunca, bu işin artık Brezilya dizilerini de geçip, masaj ve güzellik salonları adı altında işlenen cürümleri hatırlatmaya başladığını düşünüyorum. • Bu ülkeyi sömürmek isteyen kişilerin vazgeçmemeleri gereken iki nokta vardır. Birincisi, Türk insanı yaşamı boyunca takdirden uzak yaşar. Onun için onları her gördüğünüz yerde lüzumlu lüzumsuz takdir etmelidlrler! Her noktada onlara övgüler düzmelidirler. Bunu yaptığınızda karşıdaki kişinin birden şaşırmaya başladığını, utanır gibi olduğunu, ellerini ayaklarını koyacak yer bulamadığını, bu mahçubiyetten kurtulmaya başladığı ilk fırsatta da size doğru meyletmeye başladığını farkedersiniz. Ikinci olarak bu toplum kendi kendine cinselliği yasaklayıp kendini bir ölçüde kadükleştirmiştir. Onun için her her yapılan işte mutlaka seksüealiteyi kullanmalı ve halkı kendinize bağlamayı bilmelisiniz. Türk insanına hiçbir şey vermeden, ondan çok şey almayı aklına koymuş, politikacı, doktor ve her meslekten başka kişiler bunu asla akıldan çıkarmamalıdır! Böylece yorulmadan, hiçbir şeyi öğrenmeye gerek duymadan, düşkün kapasitenizi kimseye farkettirmeden önemli kazançlar sağlarsınız! Peki Türk insanını kullanan bu kişilerin özelliği nedir? Bunlar hasta mıdır? Psikiyatrik bir tanı taşımakta mıdırlar? Bir kişilik bozukluğu mu yaşamaktadırlar? Hayır, bu kişiler tamamen "normal" kişilerdir. Hiçbir sakathkları yoktur. Türk insanının eksikliklerini farkedip onu sömüren, kurnaz ve pis karakter özelliğinden rahatsız olmamak gibi bir güçleri vardır sadece. * Prof. Dr., Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıklan Hastanesi Iki önemli nokta Ulaşılmaz olmak e posta: obursali@prizma.net.tr Cumhuriyet BİLİMTEKNİK • No: 549 27 Eylül 1997* Basan ve Yayan: Yeni Gün Haber Ajansı A.Ş. • Genel Yayın Yönetmeni: Orhan Erlnç • Genel Yayın Koordinatörü: Hikmet Çetinkaya • Yazı Işleri Müdürleri: Ibrahim Yıldız , Dinç Tayanç • Sorumlu Yazı Işleri Müdürü: Fikret llklz* Yayın Yönetmeni: Orhan Bursalı • Grafik Yönetmeni: Tüles Hasdemir • Reklam: Medya C. 5493
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle