Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ARAŞTIRMA DÜNYASINDAN (ritish Library'nin Çin'le ilgili böklümünün sorumlusu ve aynı za'manda tarihçi Frances Wood'a göre Marco Polo Çin'e hiç gitmedi, hatta Türkiye'den bile geçmedi. Italya'ya döndükten sonra 1298 yılında yazdığı kitabında Marco Polo yaptığı gezileri ayrıntılarıyla anlatır. Yapıtında özellikle ünlü Moğol Imparatoru Kubilay Han'la olan dostluğundan da söz eder. Iddialarına göre burada kaldığı 17 yıl içinde imparator tarafından görevlendirilerek Çin'e gönderilmiştir. Ancak Polo'nun kitabında Çin'le ilgili fazla bir bilgi yer almıyor; ünlü Çin Seddi, Ay seremonisi, ayakları bağlanmış kız çocukları, porselen gibi Çin'in belli başlı özellikleri ve geleneklerini anlatan tek bir satıra rastlanmıyor Ayrıca Çin arşivlerinde de Kubilay'ın sarayında konaklayan başka insanlardan söz edilmesine karşın Marco Polo'nun ziyaretine değinilmiyor. Marco Polo'nun eserini Genes hapishanelerinde geniş bir hayalgücüne sahip destanst öyküler yazarı Rusticello eşliğinde yazdığı bilinir. Bu bulgulardan yola çıkan Wood, Çin kentlerini tanıtan belli belirsiz bılgılerın, Arap ve Iranlı gezginlerın anlattıklarına dayanan basit ve yüzeysel hıkâyelerden oluştuğunu öne sürüyor ve Marco Polo'nun Istanbul'dan öteye gitmediğini belirtiyor. Ingiliz tarihçinin söyledikleri dikkate alınırsa Polo'nun yazdıklarını rehber edinip Çin'e ulaşmaya çalışanlar Yakın Doğu'da kaybolmalarınp mamak gerekir. (SV. 1.96 ah ' Marco Polo'nun 'İncelikli' dilin oluşumu ve çözümler Hoş geldin yeni element! fantazilepi D Sağır ve dilsizler için iletişim: El ve beden devinimleri sözcüklehn yerini tutuyor. I litandan kalp Amerikan kuruluşu tarafından üretilen yapay kalbin çapı 11,2 cm. Üreticiler bundan daha küçük modellerin yapımını tasarlıyoıiar. G eçen ekım ayında 64 yaşındaki ingiliz Abel Goodman'a sürekli taşıyacagı yapay bir kalp takıldı. Şimdiye kadar bu tür mekanik pompalar kalp naklı içın bekleyen hastaların vücuduna geçici olarak yerleştiriliyordu; ancak Ingiliz sağlık sistemınin kriterlerine göre Goodman bu tür bir uygulama içın yaşlıydı. Titandan bir kutuya yerleştirilen bu yapay kalp Amerikan kuruluşu Thermo Cardio System tarafından üretildi. Bu sistem, omuzdan asılarak taşınan ve kabloları deri üzerınden geçen bu da enfeksiyon tehlikesini yaratıyor 680 gr. ağırlığında elektrikli bir pıl tarafındanbesleniyor. Ayrıca protez, tromboza da yol açabiliyor. Bu operasyon Oxford'dakı Radcliffe Hastanesi'nde onbir cerrah tarafından gerçekleştırildi. Başarıların dan emin gözüken doktorlar aynı deneyi başka bir hasta üzerınde de uygulamaya hazırlanıyorlar. Her şey planladıkları gıbı gerçekleşirse 100 hastayı kapsayan ciddi bir klinik araştırması başlatacaklar. Bu hastalardan yarısına protez kalp takılması, dığer yarısına ise sıradan bir tedavi uygulanması önqörülüyor. (SV. 1.96ah.) şitme özürlü çocukların iletişim kurmak amacıyla geliştirdikleri ei ve beden devinimleri, incelikli bir dilin temel taşlarından biri olan hecelerin görsel denkteşleridir. Chicago Üniversitesi bilim adamları tarafından öne sürülen bu görüşe göre, dilin en ince özellikleri bile insan beynine bağlanmıştır. Dilbilim uzmanları ınsanların dilin en önemlı unsurlarıyla doğdukları konusunda birleşiyor Ne var ki, dilin gelişimi açısından toplumsal çevrenin de can alıcı bir payı olduğundan, hangi unsurların insan beynine önceden yerleşmiş olduğunu söylemek son kerte güçtür. Orneğin, sözcük dağarcığımızı önce anababamızın çabasıyla oluşur, okulda gelişir ve sürekli konuşmayla incelik ve duruluk kazanır. Ruhbilim uzmanları Susan GoldınMeadow ve meslektaşları çevreye daha az bağımlı olan bir iletişim türüne dikkat çekerler. Daha önceki çalışmalarında, kendileri im dilini öğrenmek yerine, işıtme özürlü çocuklarına dudakokuma ve konuşmayı öğretmek isteyen ana babaları videoya çeken bilim adamları, bu çocukların daha önce hiçbir im dili eğitimı görmemelerine karşın, kimi isim ve fiilleri kendilerine özgü devınimlerle anlatmaya çalıştıklarına tanık oldular. Bu "sözcükler" acaba incelikli bir dilin unsurları mıydı? Tıpkı dildeki her biri tek heceden oluşan sözcükler gıbi, bu el devinimleri de birbirlerıyle ilintili olmayabilir ve parçalara bölünmeyebilırdı. Oysa kı, Chicagolu araştırmacıların çektigi video görüntüleri sözcüklerin karmaşık bir yapıya sahip olduklarını ortaya koydu. Her "sözcük", tıpkı bir sözcükte birden çok hecenin bulunması gibi, birçok görsel sözcükte bulunan daha basıt ögelerın bileşiminden oluşuyordu. "Hece" belli bir el deviniminı içerebildiği gibi, farklı devinimlerin bir araya gelmesinden de oluşabiliyor ve araştırmacıların deyimiyle birer "anlam çıfti" oluşturuyordu. örneğin, avucun aşağıya dönük olarak açılması ve kısa sürelı döndürülmesi bir çocuk için "kavanoz" anlamına geliyor, avucun açılması ıse, başka sözcüklerde avuç içi boyutundaki nesneleri temsil ediyordu. Araştırmaya katılan çocuklar sözcük dagarcıklarının % 90'ından çoğunu, tüm yetişkinlerin im dillerinde olduğu gibi, bu basit ögelerden yararlanarak oluşturdular. Çocuklar farklı iletişim sıstemlerı gelıştirmejerine karşın, tümü de sürekliolarak görsel hecelerden yararlanarak, hemen hemen her zaman aynı dururnlarda, bilincinde olmadan aynı devınimlerle yanıt verdilerse de, genellikle çocuklarının hecelerini yanlış kullandılar. Çocuklar ise, görsel dillerinın tasarımında, ana babalarının devinımlerınden yararlanmadıkları gibi, kendilerine öğretılen konuşma dıli kurallarına da uyum sağlamakta güçlük çektiler. Örneğin, çocuklardan bir tanesi, kendi dilinde, tümcelere nesneyle başlayıp, özneyi sona koyarak, dilin kurallarını göz ardı etti. Araştırmacılara göre bu durum, sözdizisinın belli bir biçimın beyne önceden yerleşık olduğunu, kuralların ise sonradan yer ettiğini gösteriyor. GoldinMeadovv, çocukların kendilerine öğretilmek istenen konuşma dili karşısında duydukları sıkıntının onları yeteneklerine daha uygun bir dil yaratmaya zorladıkları sonucuna varıyor. Meadovv'a göre, çocukların kendi imlerini yaşamın daha sonraki evrelerinde geliştirmelerini ızlemek suretiyle bireylerin kendi dillerinın gelişimindeki rolü çok daha kolay kavranabiliyor. Böylesi özel dilleri öğreten ne bir öğretmen ne de bir kitap olmadığına göre, bu durum insan usunun kendi başına neler yapabileceğini gözler önüne seriyor. ünyanın en yenı ve en ağır elementi 9 Şubat günü saat 10.37'de çok kısa bir süre için de olsa gün yüzü gördü. Durumu açıklayanlar, Darmstadt'dakı GSI Ağır lyon Araştırma Merkezi'nden nükleer fizikçiler. Element 112'nin atom kütlesi 277. Darmstadt'daki bu merkezde 1981'den beri keşfedilen altıncı süperağır atom. Element 112'nin bir atomunu oluşturabilmek için araştırmacılar 5 milyar X milyar tane çinko atomunu saniyede 30 000 kilometre hızla iki hafta boyunca kurşundan yapılmış bir hedefe fırlatmışlar. Bunca uğraştan sonra ortaya çıkan yeni element sadece bir millisaniyenın üçte biri kadar bir süre için varlığını sürdürdükten sonra önce element 110'a dönüştü (element 110 da 1994'de keşfedilmişti), sonra dört tane daha çok kısa ömürlü elemente dönüştükten sonra element 100'e yani fermiyuma dönüştü. Araştırmacılar yeni elementin izini bu noktadan sonra kaybettiler. Araştırma merkezinden Gunter Siegert," Bu, bize çok kısa bir zaman gibi gözükebilir ama nükleer fizik açısından hıç de kısa bir ömür sayılmaz" diyerek yeni elementin aslında "iyi" yaşadığını belirtiyor. Bu tür çalışmaların elementlerın kararlılığıyla ilgili önemli ipuçları getirmeleri bekleniyor. Şimdi amaç, 114. elementi yakalamak. Teori, bunun diğerlerinden daha kararlı olması gerektiğini söylüyor. Suyun ilginç özellikleri S u, dünyada en sık karşımıza çıkan sıvı, fakat aynı zamanda en gizemli sıvılardan biri. Fizikçiler şu sıralar suyun en ilginç özelliği üzerinde çalışıyorlar: Su, sıcaklığı 4 dereceden donma sıcaklığına indirilirken genışlıyor. Texas Teknik Üniversitesi'nden araştırmacılara göre bu genişlemenin nedeni hidrojen bağlarının bükülmesi. Aslında, sıvıların çoğu "ısınınca" genişler, zira ısınan sıvıların moleküler titreşimleri artar. 4 derecenin üzerindeki sıcaklıklar için su da tıpkı diğer sıvılar gıbı davranıyor. Suyun 4 derece sıcaklığın altında böyle aykırı bir davranış sergilemesi çok şeyi de ğiştiriyor: Eğer soğuk su, buzdan daha yoğun olmasaydı göller yüzeyden değil, tabandan itıbaren donmaya başlardı. Chul Hee Cho, Surjit Singh ve VVİIse Robinson, suyun bu normal dışı genişlemesiyle ilgili matematiksel bir kuram gelıştırdıler. Fizikçiler eskiden beri su ve buzun benzer moleküler yapılara sahip olduklarını biliyorlardı. Genişlemeyie ilgili ilginç durum, oksıjen atomlarının bu moleküler yapılar içindeki konumlarıyla bağlantılıydı. Bu7 ve sıvı su için bilinen 10 ayrı kristalin yapı içinde oksijen atomlarının birbırlerine en yakın bulundukları kombınasyonda oksıjenlerin arasındaki uzaklık 2.8 angstromdu. Fakat sözünü ettığimiz araştırmacılar dikkatlerini "ikincı en yakın atom" kriteri üzerinde yoğunlaştırdılar. Sıradan, düşük yoğunluklu buzda bu ikinci en yakın oksijen atomları birbirlerine 4.5 angstrom uzaklıktaydılar. Fakat basınç altında bu mesafe 3.4 angstrom seviyesine düşebılmekteydi. M.I.T.'den SowHsin Chen'in ekibi de 1989'da soğuk suyun bu ıki durumun bir karışımı olduğunu bulmuşlardı. Bütün bu sonuçlar birleştirilince 4 derece sıcaklık içın karakteristik mesafenin 3.4 angstrom olduğu ortaya çıkıyor. Bu mesafe donma noktasına yaklaştıkça 4.5 amgstrom değerine yükseliyor. Su moleküllerı birbırlerine hıdrojen bağlarıyla bağlanıyorlar. Bir moleküldeki elektron yönünden zengin bir oksijen atomu dığer moleküldekı bir hıd rojen atomunu çekıyor. Texas ekıbıne göre 4.5 angsrom mesafeli sıralanma doğal bir sonuç. Eğer hıdrojen bagları esnemeye uygunsa mesafe 3.4 angst rome inebiliyor. Yoğun buzlarda hidrojen bagları, kristal oluşumuna neden olan yüksek basınçla bükülüyor. Su, normal basınç altında donma noktasından 4 dereceye kadar ısınırken yoğunluğu artıyor, bagları büken enerji ısı kaynaklı. 4 derecenin üzerınde her su molekulü için enerji öyle artıyor ki, bağlar yırtılıyor ve normal termal genışleme başlıyor. Aslında suyun bunlardan başka da bir yığın garip özelliği var. Benzer moleküllerin tersine su. çok yüksek sıcaklıklarda sıvı olarak kalabiliyor. Bütün sıvıların aksine, su, yüksek basınç altında daha az viskoz bir hale geliyor. Suyun bu garip özelliklerinin nedenleri, önümüzdeki yıllarda araştırmalara konu olacak. (sö) 477 5