Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BİLİM KÜLTÜR Buluş dünyasında son aşama VehbiBelgil (uluşlardan söz ederken hep teknoJojiden örnekler verdim. Oysa bu"luş sadece bu alanda olmuyor. Edebiyatta, tarihte, müzikte, filmde, askerlikte, tiyatroda, yemekte, şiirde.... de buluş oluyor. Bunların hepsinde aynı kurallar geçerli. En olmayacak görünen şiir veznini alalım. Eski edebiyatımızda kaside, gazel ve rübâide toplam 50 kadar vezin kullanılırdı. Bunlardan birine göre yazılmamış şiire kimse önem vermezdi. Cumhuriyetle birlikte hece veznine geçtik. Nâzım Hikmet "serbest vezni" getirdi. Bugün vezinsiz, kafiyesiz, hatta anlamsız şiir yazılıyor. Hati Fahri Ozansoy, "Aruza vedâ"sında son aruz şiirini yazmıştı. Aslında, buluş için kural diye bir şey yok. Kural diye vereceklerim şimdiye kadarki buluşların incelenmesi ile ortaya çıkmış kurallar. Bunlara yenileri de eklenebilir. Hayal gücünü kurallara bağlamak insanın zekâsını kısırlaştırır. Şimdi "On Kural"dan örnekler verelim. 1) Olduğu gibi: Bir aracı, değişiklik yapmadan, başka nasıl kullanabiliriz? Tuğla örneğindeki gibi. 2) Az değişiklikle: Tavada az değişiklikle neler yapabiliriz? Kızartmada yaöın sıçramaması için kapak gibi bir şey ekleyerek. 3) Tam değişiklikle: Rengini, sesini, kokusunu, şeklini... değiştırerek bir araçtan başka türlü yararlanılabilir: Kapı zilinin sesi kanarya sesine çevrilmiştir. Turp rendesi iki, üç, dört yüzlü olarak değiştirilmiştir. Her yüzünün bıçakları genişletilerek. 4) Büyültmek: Ağır vasıta kamyonlarının, askerî araçların tekerleklerinin çoğaltılması ve genışletılmesi... 5) Küçültme, eksiltme: Neleri atabiliriz? Otomobil ve kamyonlardaki ilk hareket kolu kaldırılmış, düğme ile hareket sağlanmıştır. 6) Başka yolla: Tahıl, pirinç, arpa... gibi tanelerinin taş ve çöplerinin elekle değil, makine ile ayıklanması. 7) Işl başka yapma: Kızartmayı başka şekilde yapamaz mıyız? Saatte kurmayı nasıl kaldırabiliriz? Günü takvimsiz anla yabilir miyiz? 8) Tersini yaptırabilir miyiz? Başaşa' ğı, baş yukarı, baş yana... gibi. Okullarda fıskiye şeklinde yükselen suyu ıçmek, musluğu kaldırmıştı. Soba borularının sıcaklığın yarısını alıp götürmesi önlenebilir. 9) Blrleştirme: Cazda davulu, zili, saksofonu, piyano veya akordiyonu... Bir tek kişiye çaldırabilir miyiz? Beş işi bir sakatın yaptığını gördüm Avrupa'da. 10) Insansız orkestra: Belçika'da görmüştüm: 23 saat süren bir müzik dans programı delikli kartlarla sürdürülüyordu. Bir orkestrada ne varsa hepsi bu kartların yönetimi ile çalışıyordu (en küçük bir aksaklık göstermeden)... Bu buluşların hiçbirisi "laf" olsun diye yapılmamıştı. örnek verelim: Cazda, bandoda, orkestrada çalanların dinlenmesi için zaman zaman dinlence verilrneaini kaldırmıştı. Çalgılar durmadan çalıyor, danslar durmadan yapılıyordu. 1015 icracıya da gerek kalmamıştı... Bu sıkıntıyı alaturka konserlerde yaşıyoruz: Keman, klarnet, kanun... taksımlerinde. Saatle takvimin birleştirildığini biliyoruz. Japon buluşu olan bu araç ezanı zamanında okuyor, Kuran'dan parçalar okuyor. 7080 yıl önce bizde de "çınçınlı" saatler vardı: saat başlannı çıngırakla bildiren masa saatleri. Bunların çınçınlar ile şarkı söyleyenleri de vardı: "Bir çoban kızını gördüm çay kenarında/ Bir kuzu yavrusu vardı hem kucağında..." Püf Noktalan On kural Son Bir Açıklama Buluş için hayal gücünün kuvvetlendirilmesi gerekiyor. Bunun nasıl yapılacağını örnekleriyle gördük. Ancka, hiç kimse, bu kurallara uyarak bir günde buluşçu olacağını sanmasın. Gazetemizde bilim yazılarımın çıkmaya başladığı 22 yıl öncesinde bir tıp öğrencisi bana gelip büyük bir buluş yapmak ıstediğini, kendisine yol göstermemi ıstemişti. Genç tıp fakültesinin birinci sınıfında idi ve daha hiçbir şey bilmiyordu tıp hakkında. Buluşu, nişanını atan sözlüsüne jest diye istiyor, her buluşun altında sonsuz sabır, alınteri yattığının bilincinde görünmüyordu. Evet, kimi büyük buluşlar "rastlantı" biçiminde ortaya çıkıyordu. "Serendipity" deniyor buna bilim ağzında. Ancak, bunun için kafanın önceden doluluğu koşulu vardı. 1908 Nobel Tıp ödülü'nü Sovyet bilgini Meçkinof la paylaşan Alman Paul Ehrlich (18541915) konuyu şu özdeyişle özetlemişti: "Şans, dolu kafalara güler." öğrencilere ders aracı olarak kullanılması için. Ve ceset başsız şekli ile eşine veriliyor. Ne yapsın kadıncağız? Tabii kadıncağızın gözyaşları yerleri yıkıyor. Sonradan anlaşılıyor ki gömme ruhsatı veren doktor 1990 ve 1991 yıllarında 26 kişinin kafasını böyle vücudundan ayırıp tıp fakültesine göndermiş. • Benzeri bir olay 17 yaşındaki bir delikanlının başına geliyor. Genç anne oğlunun ölmesine mı yansın, başsız gömülmesine mi yansın? Davalar birbirini kovalıyor. • Bilmem kimi okurlanm hatırlayacaklar mı: Charles Spencer Chaplin'in, bizdekı adı ile Şario'nun, Isvıçre'deki meazırandan kafası çalınmış, fakat bir süre sonra yerine konmuştu. Beynimiz, üzerinde yapılan pek çok incelemelere rağmen hâlâ karanlık bir dünya. Amerikalı Roger W. Sperry ile yakın meslektaşı Davıd H. Hubel, beynin dokusu ve işleyişini incelemede gösterdikleri başarı için 1981 Nobel Tıp Odülü'ne hak kazanmışlardı. Ama, beyin hâlâ tam bir muamma. Durumu şu benzetme ile daha iyi belirtebiliriz: Dağda muazzam bir şato ile karşılaşıyorsunuz. Pencereleri perdelerle sımsıkı kapalı. Cam ışıklarından içerde büyük bir hareketlilik sezinliyorsunuz, fakat içine giremiyorsunuz ve gördüklerinizle yetiniyorsunuz. I nsan beyni organ naklinde fazla bir rpl oynamıyor. Bugüne kadar kimsenin beyni kimseye aktarılmadı. İlk zorluk beyni yeni sahibine perçinlemede. Ikınci zorluk, yeni beynin yeni bir kişilik olması. Bilgi dağarcığı, anılar toplamı, kafa işleyiş tarzı... tamamen farklı olacak. Ameliyatta bayıltılan kişi uyanınca bütün bilgileri ile kişiliğini koruyor. Ama, beyni değiştirilen kişi, ne anasını, ne babasını, ne kardeşlerini, ne çocuklarını tanıyacak... Işte bu iki nedenle beyin Beyin hırsızları aktarılamıyor. Ama, hırsızhk konusu oluyor. Bir iki örnek verelim: • Philadelphia'lı Margaret Zuceski adlı hanım bir komşu ziyaretinde iken 82 yaşındaki kocası, televizyon antenini düzeltmek için çıktığı damdan düşüp ölüyor. ölü, gömülme izni alınması için gönderiliyor. Fakat ölünün başı, gömme iznini verecek doktor karafından kesilip Pennsylaina Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne gönderiliyor: Anatomi dersinde 41713