23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

B İ L İ M KÜLTÛR Istanbul'da kuyular, sarnıçlar, bostan kuyuları, çeşmeler, sakalar ve günümüzde durum... Vehbi Belgil entimiz su fakiri bir bölgenin ortasında kurulmuş. Nedimin deyişi ile "iki deniz arasında." Ama bunların su gereksinmesini karşılamada hiçbir katkısı olmamış ve olmuyor. Kentin Trakya yakasında da, Anadolu yakasında da durum bu. Mevcut sular büyük bir kentin her türlü gereksinmesini karşılayamadığı için Roma döneminde olsun, Bizans döneminde olsun çözümler düşünülmüş. Biri, kentin kuzeyindeki yağmuru bol bölgeden su getirtmek, ikincisi kentin içindeki yeraltı ve yerüstü sulardan yararlanmak... Güneydoğu'da GAP Projesi ile de aynı şeyi yapmıyor muyuz bugün? Yüzlerce metre derinlikteki suları barajlar yolu ile yukarı çıkartmak ve insanlığın hizmetlne sunmak... İstanbul'un su sorunu yor. Istanbul'da evlerin çoğunda sarnıç denen yeraltı su depoları da vardı. Sarnıç, Farsça'daki "sahrınç" sözcüğünden bozma idi. Bunlar, yağmur sulannın biriktirilmesine yarayan bir türlü yerli küptü. Damlar toz topladıkları, kuş pisliklerini üzerlerinde taşıdıklan için yağmurun ilk suları kullanılmaz, boşa akıp gitmesine müsaade edilirdi. Ama iş bununla bitmezdi. Yağmur suyu oksijensiz olduğundan, sarnıç sularının oksijenlenmesi için, kovalarla alınansular 1520 kez yine aynı sarnıca boşaltılırdı. Suyun kokması bu yolla önlenmiş olurdu. Eski Istanbul'da evlere su dağıtma sistemi olmadığından her mahallede bir veya birkaç çeşme yapılmıştı. Bunları, hayır sahipleri yaptınyordu: "Olmüşlerinin canı için." Çeşmeden su içenlere manevi bir borç düşüyordu: Çeşmeyi yaptıranlara dua etmek. Ayasofya'nın arkasındaki Üçüncü Ahmet Çeşmesi'nin uzun kitabesinin son mısraı şöyle: "Aç besmeleyle iç suyu Han Ahmede eyle dua." Çeşmeyi yaptıran devlet katında etkili ise şairler divanlannda bunlar için methiye'ler (övgüler) yazardı. Hemen bütün divanlarda bunlardan pek çok vardır. Halktan kimseler, yaptırdtkları çeşmelerin kitabelerinde içenlerden dua beklediklerini yazdırırlardı. Halk, suyu bu çeşmelerden kovalarla eve taşırdı. Tabii, yaz akşamları çeşme kavgalan sık sık görülürdü: "Sıra sende, bende, ben daha önce geldim, sen dahasonra geldin" kavgası. Kovalar, gaz tenekeleri ile çeşmeye gelıp saatlerce beklemek hiç hoşa gitmeyen bir şeydi. Sonra, çeşmedeki su hazneden geldiği ıçın bırden kesilebilirdi: Su, hazneye gece dolardı. Komşunun kapiarının dolması, çeşmenin musluguna göre oldukça zaman alırdı. Çeşmeden su almak çok beklemeyi, kavgayı gerektirdiğinden yaşlılar, sakatlar su getirme işini sakalara bırakmışlardı. Mahallenin bekçisi çok kez sakalık da yapardı. Eşeğin sırtına konmuş semerin iki yanına yerleştirilmiş dört gaz tenekesinin saka "beş kuruşa" getirirdi eve. Saka mahallenin ileri gelenlerinden sayıldığından suyunu öncelikle doldurma hakkı doğmuştu halk arasında. Çeşmelere akşamdan gelen suyun birikerek ertesi gün kullanılmasının birçok Sarnıçlar K yen bir işti. Kovanın taşlara çarpmadan çekilmesi gerekiyordu. Dolu kovanın taşlara çarpması yüzünden ipin koptuğu, kovanın kuyu dibine düştüğü oluyordu. Bunu çıkarmak için çengel kullanmak gerekiyordu: Çengeli kovanın sapına taktırıp usulca çekmek... Kuyu kazmak da ustalık isteyen bir işti. Kuyu, sulann en çok çekildiği ağustos ortalarında kazılırdı. Böyle kuyulann suları genellikle bol olurdu. Kuyunun bir türü bostan kuyusu idi. Bunlar bahçe, bostan, tarla sulamada kullanılıyordu. Ağızlan 56 metre genişlikte olduğu için kova ile su çekmeye elverişli değillerdi. Dolap beygirleri bu işi ya sakıncaları vardı. Su böcekleri, tesbih böcekleri, kertenkeleler, hatta kediler suya düşer günlerce orada kalır, kokardı. Bir çeşmeden, suyun kekremsi akması halkın dikkatini çekmişti; meger hazneye bir kedi düşmüş, etleri, tüyleri, kemikleri dağılmıştı. Çeşmelerin fazla sularının boşa akmaması için her çeşmenin yanında yalaklar da yapılmıştı. Bunlarda biriken suları araba atlanna içirirlerdi. Çamaşırlar, ıspanaklar da bu sularda yıkanırdı. Yalaklar, tek taştan oyulmuş sandıklardı. Bir tifo salgınında bunların hepsi balyozlaria kırıldı. Oysa hepsi san'at olayı sayılacak güzellikle şeylerdi; bu yüzden de saklanmaları gereken şeylerdi. Taşdelen, Hamidiye, Karakulak... gibi kaynak suları gözde semtlerde kullanılırdı. Cumhuriyet döneminde kentin su işi kökten ele alınmak istendi. Tabii ilk akla gelen, Terkos suyu idi. Büyük ve gittikçe de büyüyen bir kentin su gereksinmesi Evliya Çelebi döneminin yöntemleri ile karşılanamazdı. Kaldı ki Ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra kent sur dışına taşmaya başlamıştı. Kente gelişler önlenemiyordu. Bu da gecekondulaşmayı kolaylaştırıyordu. Topkapı sur dışında Merter, Bahçelievler, Şirinevler... gibi yeni yerleşim birimleri kurulmuştu. Yugoslavya ve Bulgaristan Türkleri için Taşlıtarla semtinde devlet eliyle mahaller kurulmuştu. Rami, Bayrampaşa... gibi yeni kurulan semtlere de su verilmesi gerekiyordu. Bahçelievler Çırpıcı'ya yakın olduğu için buranın suyu arteziyenden sağlandı. İstanbul'un işgali sırasında Çırpıcı'nın ağaçlık bölgesine yerleşen Fransız askerleri su gereksinmelerıni, açtıkları arteziyen kuyularından karşılamışlardı. Yeni semtlerin suları acı veya bol klorlu olduğu için, şimdi, yeni tür sakalar, kamyonlu sakalar belirdi. Bunlar kamyonla gezdirdikleri suları ev ev dağıtıyor. Bunun dışında, plastik şişelerde, sular, kiloluk, yarım kiloluk, 5 veya 10 kiloluk olarak satılır oldu. Aynca, sanayi suyu adı altında içilmeyen sular tankerlerle taşınıyor. Istanbullu kadınlar, konu komşunun işlerine canla başla koştukları halde kendi annelerine bakkaldan tuz bile almayan çocuklarına "el bahtı" derledi. Bizim akarsularımız da bu durumda. En önemlileri ya denize, ya komşulara akıp gidiyor. Fırat ve Dicle şimdiye kadar Irak ve Suriye'ye çalıştı. Seyhan ve Ceyhan Akdeniz'in hizmetinde. Dördü de "el bahtf... Bu özelliği ile Fırat ve Dicle, antik çağlarda, Mezopotamya'da birçok uygarlıklara beşiklik yapmıştı. Biz de bu sulann akıp gitmesine en az bir yıl seyirci kalmıştık. Ama, Istanbul için, Trakya'daki yerleşim blrimlerimiz için, hatta Anadolu kentleri için su konusunda asıl hamlelerin bundan sonra başlaması gerekiyor. Dıştan bakılınca, Türkiye susuz bir ülke. Ama yeraltlarımızda nehirler aktığı biliniyor. Galiba Erzurum demiryolu, bir dağın altından geçerken, bir nehir üzerinden köprü ile aşırılmıştı... Terkos ve sonrası Ve bostan kuyuları Çeşmeler 1927 sayımında İstanbul'un nüfusu 690.857 idi, yediyüz bin bile degildi. Bugün 10 milyonu aştı; gittikçe de artıyor. Su, kentimizin en büyük sorunu. Buna geçmişte ne çözümler getirilmiş? Bunu gözler önüne sermek istiyorum. Fransız fizolofu Auguste Comte, "Bir konunun iyi anlaşılabilmesi için tarihini incelemek gerekir" demişti. Tarihin yararı bu sözde yatıyor. Evet, Roma ve Bizans döneminde kentimizin su gereksinmesi kuzeydeki yağmuru bol bölgedeki bentlerden "su kemerleri" ile (aqueducts) getiriliyordu. Bunların bugün en görünürü Saraçhanebaşı'ndaki su kemeri. Ama, Istanbul, öteden beri, hemen bütün ülkelerin ele geçirmek istediği bir yer olduğundan sadece bunların getirdiği sularla yetinilmemiş. Asıl Istanbul, surlar içinde kalan bölüm idi. Uzun sürecek kuşatmalarda halkın suyunu sağlamak için büyük ve derin havuzlar yapılmıştı. Bunlar hep dolu bulunduruluyordu. Bugün bu havuzlara "çukur bostan" diyoruz, çünkü hepsinin içinde meyvesebze yetiştiriliyor. Çukur bostan dediğlmiz büyük su havuzları daha çok kentin su gereksinmesini karşılamak için yapılmıştı. Evler için kuyular açılmıştı. Eski Istanbul'da hemen her evin bahçesinde bir kuyu vardı. Bunların suları tatlı ise içilir, acı, yani kireçli ise, temizlikte kullanılırdı. Bilindiği gibi kuyu, en çok bir veya bir buçuk metre genişlikte bir delik idi içi taşla örülmüştü. Bunlardan su çıkarmak için bir kovanın bir urganla sarkıtılıp suyun yukarı çekilmesi gerekiyodu. Kimilerine çıkrık konmuştu. Urgan buna sarılıyordu. Kuyudan su çekmek ustalık iste Konuya açıklık Günümüzde durum Kuyular, sarnıçlar pardı. Çekilen sular genış bir havuza aktanlır, oradan arklara gönderilirdi. Toplanan sebzeler de bu havuzlarda yıkanıp ayıklandıktan sonra pazarlara sevkedilırdi. Bu tür bostanlara Ingilizce'de "truck garden" deniyor (truck, satılmak için yetiştirilen sebze). Kent içindeki bostanlar genellikle eski yangın yerleri idi. İstanbul'un ünlü yangınlarından kaçan halk geri dönmeyince arsalar, bahçeler, bostana çevriliyordu. İstanbul'un salata, soğan, havuç, maydanoz, dereotu, marul, domates, ıspanak, kabak, patlıcan, pancar, lahana, hıyar... gibi gündelik sebze gereksinmesini bu bostanlar sağlardı. Bütün bunların hemen hepsi Antalya, Ege bölgelerinden geliyor. Tabii ham koparıldıklarından tatsız olu Sakalar 372 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle