Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ANADOLU UYGARLIKLARI Anadolu gerçeği ve bugünkü Tiirk Türk toplumu olarak tarihsel ve kültürel yapımızı bilimsel temellere oturtarak çok iyi bilmek ve bunu göreceli yorumlardan tanıyan toplumlara objektif bir dille anlatmak durumundayız. Sencer Şahin Anadolu ve tarih: Bilindiği üzere, bugünkü Türkiye, Avrupa ve önasya tarihinin bütün evrelerini yaşamış, klasik anlamda Batı ve Doğu dünyasının bütün kültür ürünlerini bünyesinde toplamış tek ülkedir. Türkler ise, bir bakıma insanlığın tüm serüveninin yattığı bu kendlne özgü zengin tarih hazinesinin bugün tek resmi mirasçıları durumundadırlar. İnsanlığın ve tarihin Türklere emanet etmiş olduğu böylesine ağır bir mirasın bir anlamı, bir sorumluluğu ve amacı olsa gerektir. Bu nedenle, Türk devletinin, Anadolu'nun tarihi mirasına topyekun sahip çıkması, onu insanlığa olduğu kadar kendine de mal etmesi, yani kültürel kimliği olarak benimsemesi, koruması, araştırması, tanıtması ve bunu kültür politikasının ana ilkesi haline getirmesi doğaldır. Çünkü, Türkler için ülkenin geçirmiş olduğu tarih evrelerine bu tür bir bilinçle sahip çıkma, sadece kültür ve bilim toplumu olmanın bir gereği olmayıp, aynı zamanda üzerinde yaşanılan toprağa "yurt" gözüyle bakmanın da bir vecibesidir. Küçük Asya (Asia Minor) ya da Anadolu (Anatolep diye tanımlanan yarımada iki kıta arasındaki coğrafı konumu ve özellikle kendine özgü coğrafi yapısı dolayısıyla tarihin hiçbir devrinde bağımsız politik bir birliğe sahip olmamıştır. Yani tarihte, Anadolu'nun tümünü kapsayan bir devlet şu ya da bu isim altında var olmamıştır. Bu nedenle sözcüğün politik bir içerigi yoktur2. Ne var ki çok sayıdaki bölgesel devletler (ömeğin Hitit, Bergama, Selçuklu) ya da emperyalist egemenlikler (ömeğin Pers, Roma, Osmanlı) bu topraklar üstünden gelip geçerken, "anadolu" bir halklar ve kültürler sentezi olarak anlam ve variığını günümüze kadar sürdürmüştür. Bu nedenle de gerek tarihi, gerekse etnik ve kültürel dokusu, homojen olmayan, ancak sürekli etkiye ve değişime açık, dolayısıyla birbiriyle tezatlı, fakat iç içe, birbirinin benzeri ya da devamı gibi bir yapı göstermektedir. Böylece ortaya çıkan Küçük Asya etnikkültürel yelpazesi birbirinden sadece ton farkıyla aynlan zengin bir renklilik göstermektedir: En eski devirlerde, Hitit, Urartu, Frig, Karya, LJkya gibi yazılı kültüre dayalı yapıtlar bırakarak tarih sahnesinden çekilen yüksek medeniyetleri Anadolu'da yan yana ve iç içe görürken, daha sonralan doğudan Asur, Pers, Part gibi emperyalist; kuzeyden ve batıdan Kelt ve Trak gibi istilacıgöçebe kavimlerin de Anadolu'ya gelerek oradaki kültür potasında eridiklerine ve fakat yöresel olarak dinsel, isimsel ve coğrafi izler bıraktıklanna tanık olmaktayız. Orta Asya kökenli Türk halkları Anadolu'ya gelen son kitlesel ve fakat en yaygın ve uzun süreli göç hareketini gerçekleştirmişler, keza onlar da, bin yıllık bir süreç içinde, Anadolu'nun zengin etnik ve kültürel sentezinin aynlmaz bir parçası olmuşlardır. Bunun böyle olması doğaldır; çünkü o zamanki Türkler Anadolu'ya, kendine yeni serüvenler arayan Orta Asya merkezli emperyalist bir devletinin orduları olarak geçici değil, yeni bir "yurt" arayışı içinde kalıcı halk kitleleri olarak gelip yerleşmişler, etkilemiş, etkilenmiş ve sonuçta Anadolulaşmışlardır. Kısacası bugün Anadolu'da yaşayan halk kitleleri arasında ne sayısal ne de meziyetleri bakımından önceliği ya da ayrıcalığı olan bir ırk ya da etnik grup saptamak mümkündür. Türkün de, Kürdün de, Lazın, Rumun, Ermeni'nin vs.'nin de ortak paydası Anadolu gerçeğidir. Hepsinin özünde biraz Hitit biraz Frig, biraz Kelt, Hellen, Pers, Selçuk vs'lik vardır. Kaynaşma mükemmeldir ve kendine özgüdür, yani Anadolu'dur. Şu halde tarihten devralınan sadece Osmanlı, Selçuklu değil, günahı ve sevabı, iyisi ve kötüsüyle, yani tümüyle bir Anadolu mirasıdır. Bunu koşulsuz böyle kabul etmedikçe, dün Ermeni ve Rum yurttaşlanmızla düştüğümüz (ya da düşürüldüğümüz) ve bugün Kürt yurttaşlanmızla sürdürdüğümüz abes kavgayı, yann, şizofren bir zihniyetin Türke düşman gösterdiği (bk. dn. 3), diğer bazı yurttaş gruplanmızla yineleme gafletine düşebiliriz. Biz politik biriiğimizi bugün, çağın ulusçu devlet modeline uygun biçimde ve resmen, "Türk" ve "Türkiye" sözcüğü ile ifade ediyoruz. Tanım, etnik bir bağnazlığa dönüşmediği ve ideolojik bir içerik kazanmadığı sürece, Anadolu'da Türkçe, bir kültür dili olarak kıyas kabul etmez ağıriığı bakımından (bk. aş.) hem tutariı hem de demokratiktir. Yani bugün Anadolu'daki "Türk Ulusu" tanımı bilinçli bir seçim olup özünde, istesek de istemesek de, ülkenin tüm tarihi evrelerini ve etnik gruplannı kapsayan bir içerik taşımaktadır. Ne var ki bu tercih diğer etnik kimlikleri, ömeğin Kürt, Laz, Çerkez vb. ret ya da inkâr anlamında kullanılmamalı, yani ulusal kimlik etnik kimlikle kanştınlmamalıdır. Anadolu ilkçağdan bu yana bir uygarlık köprüsü olmuştur. Anadolu'nun Ana Tannçası Kybele'nin anavatanının niçin Possinis (Sivrihisara bağlı Ballıhisar Köyü) olduğu açıktır. Bu tarihi gerçekleri kabullenmu »u ~ı hiplenme olguniuğunu toplum ve devlet olarak gösterebilirsek, kanımca, işte o zaman hem kendi tarih ve insanımızla uyumlu duruma geçer birbirimizi kabul eden bir toplum oluruz, hem de dışanya karşı kendimizi daha tutariı, daha bilinçli ve haklı olarak savunabiliriz. Eğer bugün toplumumuzda hâlâ "Türkün dostu yok" gibi, toplumun ve devletin deneyimlerinden kaynaklanan ve pek de haksız olmayan bir kanı mevcut ise, bunun nedenlerini ilkin kendi sosyal, kültürel ve tarihsel yapımızla düştüğümüz çelişkide ve bu yüzden giriştiğimiz akıl almaz duygusal yaklaşım ve hesaplarda aramak gerekir . Şunu da açıklıkla belirtmek gerekir ki, Avrupa'da, dün olduğu gibi bugün de, genel olarak hâlâ negatif bir Türk imajı mevcuttur. Bunun en önemli etkenlerinden biri, Anadolu'nun Yeni ve Eskiçağ tarih ve kültürierinin geçmiş dönemlerde ve büyük çapta hâlâ günümüzde tamamen yabancı ülke bilim kuruluşlannın araştırmalanna ve göreceli yorumlanna terkedilmiş olması. Türk toplumunda ise buna karşı koyabilecek rasyonalist, rekabetçi, revizyonist nitelikli zihinsel bir bilim potansiyelinin yeterince gelişmemiş olmasıdır. Bunun doğal sonucu olarak da bu tür yabancı bilimsel araştırma ve gözlemlerin kültürelpolitik yorumlan Avrupa ülkelerinin genelde birleştikleri güncel politik hedefler doğrultusunda "göreceli" biçimlenmiş, sonuçta Türk toplumuna Avrupa bünyesinde "ka3 bulu kerhen mümkün yabancı" bir unsur olarak bakılmıştır. Bugün hâlâ Türkiye'de "Avrupa bizi tanımıyor, takdir etmiyor" gibi duygusal nitelikli genel bir yargı mevcut ise, bunun temelinde her şeyden önce, kendimizi tanımlamada çektiğimiz güçlük, ülkemizin tarihini bizzat işleme, yorumlama ve sonuçlarını uluslararası düzeyde savunmada gösterdiğimiz çelişkili tutum, acizlik ve ihmalkâriık yatmaktadır. Anadolu'da binlerce yıllık bir kaynaşma sonucunda kendiliğinden oluşan zengin tarih dokusu içinde, Büyük Iskender'den itibaren kültüre dayalı yaygın bir Helenleşme sürecinin baştadığı görülür. Bu süreç, Anadolu'yu o devirde politik açıdan paylaşmış olan, Bergama, Bitinya, Selevkoslar vs. gibi YunanMakedonya kökenli Helenistik krallıklar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu devirde Yunanca'nın Anadolu'da yazı ve konuşma dili olarak hem devlet kuruluşlannda hem de halk arasında yaygınlaştıgını görüyoruz. Ancak, bugün Amerika Birieşik Devletleri'nde resmi dil olan Ingilizce, nasıl ki ülkenin salt Ingiliz kökenli insanlardan oluştuğu anlamına gelmiyorsa, Yunan dilinin antik devirde, Türk dilinin ise modern çağlarda Anadolu'da kullanılışı bu kapsamda anlaşılmalıdır. Ege ve Karadeniz kıyı şeritlerindeki eski Yunan kolonileri dışında Anadolu'da hiçbir zaman Yunan etniği hakim olmamıştır. Fakat Yunan dili, sanatı ve tekniği Helenistik de Dil açısından Anadolu 4004