24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 9 MAYIS 2021 PAZAR gorus@cumhuriyet.com.tr OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ne kadar özgürüz? PROF. DR. COŞKUN TECİMER “Dürüst olmaktan başka türlü davranamadığım için böyleyim” demişti bir dostum. Bu sözüyle benim gözümde bir kez daha dürüst olduğunu kanıtlamıştı. Erdem olduğu için değil, alışkanlıkları bu yönde geliştiği için dürüst olduğunu, başka türlü yapamadığını söylüyordu, kişiliği bu şekilde oluşmuştu. Geliştirdiğimiz kişiliklerin özgürlüklerimizin önündeki en büyük engellerden biri olduğunu düşünüyorum. Kişiliksiz olmayı savunuyor değilim. Kişilik olmadan yaşamın devam ettirilemeyeceğini biliyorum. Ama aynı zamanda kişiliklerimiz ruhsal dünyamızı, yaşam kalıplarımızı, sınırlarımızı belirliyor. İstesek de bu sınırların dışına çıkamıyoruz. Değişim ancak doğamıza ve kişiliğimize uygun yollar izlenirse gerçekleşiyor. Aslında çıkış tarzımız da kişiliğimizin parçası. İsyanlarımız da kişiliğimizin izin verdiği ölçüde gerçekleşiyor. Beynin çalışma mantığı İnsanın ruhsal yapılanması doğumdan sonra hatta anne karnındayken başlayan ve sinir sisteminin belli gelişim evrelerini izleyen bir süreç. Tam da böyle bir çizgide insanın kişiliği oluşuyor. İlk bebeklik döneminde beyindeki sinapsların çoğu açık. Bebekler her yöne gelişebilecekleri büyük bir potansiyeli içlerinde barındırıyorlar. Ama gelişim sınırsız olmuyor. İlerleyen yıllarda sinapsların birçoğu kapanıyor yani bir budanma dönemi yaşanıyor. İnsana ait bilgi hem kendimizi hem de başkalarını daha iyi tanımamızı sağlar. Bilincimizin sınırlarını ve davranışlarımızın altında yatan nedenleri görmemize imkân verir. Ruhsal dünyamızın gelişiminin de belli yasaları olduğunu anlatır. Biyolojimiz hakkında bilgilerimiz arttıkça beynimizin daha rasyonel çalışacağı yolları keşfedip geliştirebiliriz. Belki o zaman biraz daha özgür oluruz. İşte bu süreç kişiliklerimizi, ruhsal dünyamızı şekillendirirken birçok yeteneğin de daha ortaya çıkmadan yok olup gitmesine neden oluyor. Yaşamımız boyunca sinapslarda açılıp kapanmalar devam ediyor ancak bunların hiçbiri bebeklikteki kadar yoğun yaşanmıyor. Konuştuğumuz dil üzerinden örnek vereyim: Bugün dünya üzerinde 6000 civarında dil konuşuluyor. Normal bir bebek bu dillerin hepsini öğrenme potansiyeline sahip. Ancak hiç kimse tüm dilleri konuşmuyor, hangi dillere maruz kalırsa onları öğreniyor. İleri yaşlarda dil öğrenimi hiçbir zaman bebeklerdeki kadar kolay olmuyor. Kişilikler de öyle. Duygusal yaşantımız, olaylara yaklaşımımız, öğrenme tarzımız, geliştirdiğimiz paradigmalarımız, hemen her şeyimiz yaşamın erken yıllarındaki biyolojik gelişimimiz ve açık sinapslar arasındaki iletişim sayesinde belirleniyor, zamanla değişimler olabilse de bunlar daha sınırlı kalıyor. İnsanın aklından bir günde 5060 bin düşünce geçiyormuş. Çoğu insanda bunların yüzde 70’i kötü düşüncelermiş. İstesek de bu düşünceleri durduramıyoruz. İsterseniz deneyin. Kötü düşünceleri durdurmak için ne kadar çaba gösterirseniz o düşünce o kadar güçlü olarak zihne gelir. Bu ne demek oluyor? Bana sorarsanız bu, beynin belli çalışma kuralları olduğunu, beynimize tam egemen olamadığımızı gösteriyor. Nitekim beyin biz uykudayken bile aktivitesini devam ettiriyor. Rüyalarımızda en absürt düşünceler ortaya çıkmakta ve bizi yönlendirebilmektedir. Ben bunu kapalı olan sinapsların açılarak bu düşüncelere yol vermesi olarak değerlendiriyorum. Freud’un bilinçaltı dediği kavramı da benzer şekilde yorumluyorum. Bilinçaltının geçmişte bizi etkilemiş olayların kapalı sinapslar arasındaki nöronlarda saklı bellek olduğunu, açılan sinapslarla bilinç düzeyine çıkarıldığını düşünüyorum. Beklentiler ve gerçekler Yaşadığımız şu korona günlerinde ellerimizi yüzümüze değdirmememiz, hijyen kurallarını unutmamamız isteniyor. Yaşamımızda birçok kez unutmamak, istenen bir özellik olarak öne çıkıyor. Tıpkı sınavda öğrendiklerimizi hatırlayıp doğru yanıtları bulmak gibi. Bazen de tersi oluyor, unutmamız isteniyor. Kötü anıları silmemiz, her doğan günün yeni bir başlangıç olması arzu ediliyor. Sinir sistemimiz hangisini uygulasın? Unutsun mu, hatırlasın mı? Denebilir ki istenenleri hatırlasın, istenmeyenleri unutsun. Bu, ne kadar gerçekçi? Herhalde pek gerçekçi değil ki sinir sistemimiz de böyle yapmıyor. Bazen unutulması gereken yerde hatırlıyor, kimi zaman da tersini uyguluyor. Tanımakla ilk adım... Yapıp etmelerimizin böylesine bir sistemle belirlendiği doğamızda ne kadar özgür olabiliriz? İnsanın özgür düşünmediğini gösteren kanıtlardan biri nörobilimsel çalışmalarla ortaya konmuştur. Deneylerde düşünce oluşmadan milisaniyeler önce davranışın belirdiği, bu davranışa uygun düşüncenin daha sonra ortaya çıktığı gösterilmiştir. Tüm bunlar ne anlama geliyor? Bana göre insanın mükemmel olmadığını, türüne bahşedilen kadar özgür olduğunu gösteriyor. Bu tür düşüncenin bizi Tanrı inancına ve kadercilik anlayışına götürmesi gerekmez. İnsana ait bilgi hem kendimizi hem de başkalarını daha iyi tanımamızı sağlar. Bilincimizin sınırlarını ve davranışlarımızın altında yatan nedenleri görmemize imkân verir. Ruhsal dünyamızın gelişiminin de belli yasaları olduğunu anlatır. Biyolojimiz hakkında bilgilerimiz arttıkça beynimizin daha rasyonel çalışacağı yolları keşfedip geliştirebiliriz. Belki o zaman biraz daha özgür oluruz. Vatanın bağrına dayanan hançer AV. EROL ERTUĞRUL Fransa’da generaller ve bin kadar asker ülke sorunları konusunda Macron’a bir mektup yazdılar, onu uyardılar. Onlara darbeci denilmedi. Kimse gözaltına alınmadı. Güzel yurdumuzda emekli amiraller haklı bir bildiri yayınladılar. Montrö’ye sahip çıktılar, takkeli sarıklı amirali ordumuza yakıştıramadılar. Gözaltına alındılar. Salıverildikten sonra onlara elektronik kelepçe takıldı. Onlar, vatansever, kahraman askerlerimizdi. Hepsinin geçmişinde onurlu görevler ve başarılar vardı. Yargıtay, Danıştay, valilikler onları kınayan ısmarlama açıklamalar yaptılar. Bu kurumların böyle görevleri var mıdır? Can sıkıcı eşik Kurtuluş Savaşı’nı kazanıp Lozan’ı, Montrö’yü sağlayanlar gerçek vatanseverlerdi. Onlar, savaş alanlarından, zaferlerden oralara geldiler. Yıkılmış bir imparatorluktan, bağımsız, saygı duyulan bir Cumhuriyet kurdular. On beş yılda dev devrimler yaptılar. Kaynaşmış bir ulus yarattılar. Bu saygın Cumhuriyeti teslim alanlar yirmi yılda, tüm komşuları ile kavgalı, parası pul olmuş, sözüne güvenilemeyen bir yönetim oluşturdular. ABD başkanının Ermeni yalanı bu olumsuz politikaların sonucudur ve devlet olarak önemsenmediğimizin göstergesidir. ABD’ye gerekli yanıt verilmedi. Devlet adamı olmak kolay değil. Kör inançlara saplanarak devlet adamı olunmaz. Montrö’nün daha iyisi olunAKP, ulusal uyanıştan korkuyor. Orantısız ve hukuksuz güç kullanılması bundandır. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine, emekli amirallere, aydınlara düşmanlıkları bundandır. Ulusal bayramların kutlanmaması, Atatürk anıtlarına çelenk konulmasının engellenmesi bundandır. caya kadar ona uyulacağı söyleniyor. Daha iyisi ne olabilir. Bilimsel onca karşı görüşü görmezden gelerek rant uğruna Kanal İstanbul demek hem Montrö’yü ve bağımsızlığımızı tehlikeye sokacak hem de sıkıntıda olan ekonomimizi yok edecektir. Geldiğimiz nokta can sıkıcıdır. Ordu teslim alınmış, yargı teslim alınmış, Üniversiteler teslim alınmış, tek adam rejimi oluşturulmuştur. Kimse eleştirmesin, kimse karşı çıkmasın isteniyor. Karşı çıkanlar darbeci, terörist sayılıyor. Atatürk’ün yazdığı, Kurtuluş Savaşı’nı, Cumhuriyetin kuruluşunu anlatan Söylev’in okullara dağıtımı yasaklanıyor. Ülkemizi getirdikleri nokta yetmiyor, bu kez Kıbrıs’a el uzatıyorlar. Kıbrıs Anayasa Mahkemesi Kıbrıs’taki Kuran kursları ile ilgili bir karar veriyor. Ayağa kalkıp kınıyorlar. Kıbrıs’ı da kör inançlara teslim olmuş bir ülke yapmak istiyorlar. Kendi ülkesinde laiklikten rahatsız olan Erdoğan, Kıbrıs’a laiklik dersi veriyor. Laikliği din ve inanç özgürlüğü olarak tanımlamak ve dinsel bir yaşamı laiklik olarak görmek çok sığ ve yanlış bir değerlendirmedir. Laiklik din karşısında aklın özgürlüğüdür. 1 Mayıs’ta kullanılan orantısız güç, polis baskısı, resim çekme yasağı demokrasinin olmadığının kanıtıdır. Tam bir faşizmdir. 2016 yılında çıkarılan bir KHK ile askeri okullar kapatıldı. Harp okulları kapatıldı. Milli Savunma Bakanlığı denetiminde subay yetiştiren okullar açıldı. Kendi görüşlerine uygun subaylar yetiştireceklerdi. O amaçla imam hatip okullarına subay okullarına girme hakkı tanıdılar. Harp Okulu’nun her açılışında yinelenen törende Atatürk’ün numarası okununca tüm öğrenciler ayağa kalkıyor ve içimizde diyorlardı. Bu kez iki öğrenci ayağa kalkmadı. Sarıklı, takkeli bir amiral bir tarikat salonunda namaza durdu. Sözde soruşturma yapılıyormuş. Böyle bir durumda ne soruşturması yapılacaktır. Yönetmelik değişikliği ile orduya girişte tarikatların önü açıldı. Madalyalardan Atatürk’ün resmi çıkarıldı. Geçmişte genel kurmay başkanı olan günümüzün milli savunma bakanı bunları görmezden geliyor. Ya da görüyor, uygun buluyor. Otoriter tavrın sebebi Merkez Bankası’ndan buhar edilen milyar dolarların hesabı soruluyor. Sorulara yanıt verilmiyor, soranlara hakaret ediliyor. Asılan afişler yasadışı olarak indiriliyor. Çalacaksınız, çırpacaksınız, kimse hesap sormayacak. Soranlar hakkında işlemler yapılacak. Böylesine büyük parayı buharlaştıranlar hesap vermeyecek. Tüm bu olumsuzlukların yararlı bir yanı var. Vatanseverler, Cumhuriyetçiler, Kemalistler tehlikenin büyüklüğünü görüyorlar ve bir araya geliyorlar. Kuvayı Milliye ruhu yeniden canlanıyor. Dağlarda tek tek ateşler yanıyor. Emekli amirallerin çığlığı, emekli büyükelçilerin çığlığı bu ateşlerdendir. Onlara orantısız güç kullanılması, gözaltına alınmaları, elektronik kelepçe takılması bu ateşlerden korkulmuş olmasını göstermektedir. AKP bu ulusal uyanıştan korkuyor. Orantısız ve hukuksuz güç kullanılması bundandır. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine, emekli amirallere, aydınlara düşmanlıkları bundandır. Ulusal bayramların kutlanmaması, Atatürk anıtlarına çelenk konulmasının engellenmesi bundandır. Onlar aydınlığa düşmandırlar. Birinci İnönü utkusundan sonra, Mustafa Kemal Atatürk 13 Ocak 1921’de TBMM’de yaptığı konuşmada “Namık Kemal, ‘Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?’ demişti. Ben de şimdi buradan TBMM Başkanı olarak ve hepiniz adına diyorum ki ‘Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini bulunur kurtaracak bahtı kara maderini’” demişti. Bu topraklarda Mustafa Kemaller tükenmez, bu topraklarda Mustafa Kemaller yenilmez. Bugünler geçecek, vatan, bağrına dayanan hançerden kurtarılacaktır. Sahtekâr bir ‘savcı, gizli tanık ve sanık’ portresi Müyesser Yıldız, 7 Mayıs 2021 tarihinde “Bir ‘Savcı’ Öyle Harekete Geçti Ki!..” başlıklı bir yazı yazdı. Bu kişi tarafından tehdit edildiğini belirten Yıldız, yazısına şöyle başlıyordu: “Üç gün önce ‘Bu ‘Efe’yi kim koruyor?’ başlıklı yazımızda, Erzincan Ergenekon kumpasının çok meşhur gizli tanığı, ‘Efe’ kodlu sözde savcı Bayram Bozkurt’u, yeni adıyla Hakan Aslan’ı anlattık.” HHH Daha sonra, bu şahsın kendisini tehdit ettiği bir mesajı paylaşıyor ve yazısını şöyle bitiriyordu: “Mesajı atan profile 20 Temmuz 2020’de yüklenen bir fotoğrafta, Bozkurt/Aslan Almanya’da, Köln Katedrali manzarasıyla poz verirken görülüyor... ...Buluttan nem kapanlar ülkesindeyiz... Yarın öbür gün ne olur ne olmaz, bu mesajı sizlerle paylaşıp ilgili makamlara itinayla bildirmiş olalım!.. Belki sadece AKP muhaliflerinin değil, ‘Efe’nin de peşine düşen birileri çıkar!..” HHH Bunları okuyunca Yıldız’ın bu şahıs hakkında 4 Mayıs 2021 tarihinde yazdığı “Bu ‘Efe’yi kim koruyor” başlıklı yazıyı buldum. Ülkenin canına okuyan Ergenekon, Balyoz, OdaTV, Askeri Casusluk davalarıyla yaşanan “Birinci Silivri Trajedisi” dönemindeki kirli kumpaslara alet olan bir şahsın profilini ve o dönemin uygulamalarını “İbreti âlem için” bir kez daha anımsamakta ve anımsatmakta yarar var. HHH “2008’de Erzincan İliç savcısıydı. Adı bir rüşvet işine karıştı. Dönemin Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı, İlhan Cihaner hakkında soruşturma başlatınca, ‘Erzincan Ergenekonu’ denilen kumpasta ‘Efe’ kod adıyla gizli tanıklık yaptı. Sadece İlhan Cihaner’i değil, dönemin 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk’in de aralarında bulunduğu 14 kamu görevlisini ‘Ergenekoncu’ olmakla suçladı. Ancak rüşvet soruşturmasından kurtulamayacağını anlayınca savcılıktan istifa edip Ankara’da ‘FETÖ’ bağlantılı isimlerle avukatlık yapmaya başladı. 2011’deki HSYK seçimlerinden sonra ise ‘Gizli Tanık Koruma Kanunu’ kapsamında estetik ameliyat oldu, Hakan Aslan adını aldı ve bu yeni kimliğiyle Keskin’e savcı olarak atandı. 17/25 Aralık operasyonuyla devran dönünce, HSYK kararıyla meslekten atıldı. Bu arada ‘Erzincan Ergenekon’u kumpasına bakan Yargıtay 11. Ceza Dairesi, hakkında suç duyurusunda bulundu. Erzincan’daki mahkeme ‘kaçma şüphesi yok’ gerekçesiyle adli kontrol şartıyla serbest bırakınca da firar etti. Sonrasında hakkında yakalama kararı çıkarıldı. 15 Temmuz’dan sonra İzmir’de saklandığı ev tespit edildi. Kaçmaya çalıştı, bacağını kırdı, yakalandı ve tutuklandı. İtirafçı oldu. Erzincan’daki dava dışında Ankara’da da hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçlamasıyla dava açıldı. Mahkemede ifadesi alındıktan sonra ‘delillerin toplanmış olması, etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanma ihtimali ve tutuklulukta geçirdiği süre’ dikkate alınarak adli kontrolle tahliye edildi. İtiraz üzerine yakalama kararı çıkarıldığında ise çoktan firar etmişti!.. Bir süre sonra Kuzey Makedonya’da olduğu anlaşıldı. Oradan Sırbistan’a geçerken sınırda yakalandı. Üzerinden Levent Öz adına düzenlenmiş sahte diplomatik pasaport çıktı. Üç ay şartlı hapis cezasına çarptırıldı. Ardından, nasıl olduysa, burada da izini kaybettirdi. Bunun üzerine o vakitler İlhan Cihaner’in avukatı Turgut Kazan şu tespiti yaptı: ‘Bunlar öyle bir örgüt ki, Büyükelçi’nin bütün çabasına rağmen şahsın firarı sağlanmıştır.’ Sonra? Şubat 2020’de KRT’den Çağdaş Ulus, onun ‘İşkence gördüm’ diyerek Almanya’dan sığınma talebinde bulunduğunu ortaya çıkardı. Ulus’un aktardığı bilgiye göre kaçarken ayağının kırılması görüntülerini ‘işkencenin delili’ olarak sunmuştu.” HHH Müyesser Yıldız bundan sonra, o kişinin yeni marifetlerini ve dolandırıcılıklarını anlatıyor ve yazısını bir soruyla bitiriyordu: “Sahi, artık yeri yurdu belli olduğuna ve oradaki dolandırıcılıkları da ayyuka çıktığına göre bu sözde savcı için neden hâlâ bir şey yapılmıyor?! ‘Korumaya’ devam mı?!” HHH Aslında Zekeriya Öz’ün “Osmanım” dediği şahıs ile bu kişi, Haham kılıklı Tuncay’la birlikte “Birinci Silivri Trajedisinin” unutulmaz kötü karakterlerinin başında gelir: Türkiye bugünlere, böyle kişilerin kullanıldığı adice kumpaslarla, adım adım getirildi. Zaman zaman anımsamakta ve anımsatmakta yarar var! Her ayrıntısı titizlikle çözülmüş kusursuz Braas Çatı Sistemleri ile evinizde konforu hissedin.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle