06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 29 NİSAN 2021 PERŞEMBE [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ABD POLITIKASINDA ‘Ermeni soykırımı’ iddiaları PROF. DR. HIKMET SAMI TÜRK ESKI ADALET BAKANI Üzerinden 106 yıl geçmiş bir olayla ilgili, gerçekdışı “Ermeni soykırımı” iddiasını her yıl, üstelik bu kez ABD başkanının ağzından dile getirmek onu yeniden canlandırmak demektir. Başkan Joe Biden, konumunun gerektirdiği sorumlulukla bağdaşmayan soykırım iddiasıyla Türkiye ile ABD arasındaki dostluk ilişkilerinin de kolay kolay düzelmeyecek şekilde bozulmasına yol açmıştır. Ortaya attığı asılsız iddia buna değer mi? ABD Başkanı Joe Biden, 1915 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı koşullarında aldığı, Doğu Anadolu’da ayaklanan Ermenilerin ülkenin Irak, Suriye ve Lübnan gibi güney bölgelerine sevk ve iskânı şeklindeki tehcir (zorunlu göç) kararının uygulanmasında meydana gelen olayları “genocide” (soykırım) olarak niteledi. ABD’de 1915 olayları için ilk kez 1981 yılında Başkan Ronald Reagan tarafından kullanılan bu terim, 2019 yılında Temsilciler Meclisi ve Senato tarafından kabul edilen karar tasarılarında da kullanılmakla birlikte, Başkan Barack Obama ve Donald Trump, hukuki bir terim kullanmaksızın olayları Ermenice “Metz Yeghern” (Büyük Felaket) olarak nitelemekle yetindiler. Joe Biden ise seçim kampanyası sırasında verdiği sözü tutarak “soykırım” terimini kullandı. Osmanlı Devleti’nin Ermeni terörünü önlemek için komita merkezlerini kapattığı ve önde gelen üyelerini tutuklattığı 24 Nisan 1915 tarihinin yıldönümü, ABD’deki Ermeni diasporasının çabalarıyla her yıl soykırım iddialarının tekrarlandığı bir anma günü haline getirildiği için önümüzdeki yıllarda da aynı terim kullanılmaya devam edebilir. Reagan’dan 40 yıl sonra Biden, gerçek olmayan bu iddiayı dile getiren ikinci ABD Başkanı olarak yeni bir yanlış iş yapmıştır. Soykırım nedir? Çünkü söz konusu olaylarda bir soykırım yoktur. BM Genel Kurulu’nca 9 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme’nin 2. maddesinde “soykırım” şöyle tanımlanmıştır: “Bu sözleşmede soykırım, milli, etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla aşağıdaki fiillerin işlenmesi anlamına gelir: a) Grup üyelerini öldürme, b) Grup üyelerine bedensel veya ruhsal ağır zarar verme, c) Kasıtlı olarak grubun fiziki olarak tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu doğuracak yaşam koşullarına zorlanması, d) Grup içinde doğumları engellemeye yönelik önlemler alınması, e) Grubun çocuklarının başka gruba zorla nakledilmesi.” Aynı tanım, 26.9.2004 tarih ve 5237 saBaşkan Joe Biden, ABD’deki Ermeni lobisini memnun etmeye yönelik iç politika hesaplarıyla söylediği, olayları sadece Ermenilerin iddialarına göre tek yanlı olarak değerlendiren sözlerinin yol açabileceği sonuçları düşünmeliydi. yılı Türk Ceza Kanunu’nun “soykırım” kenar başlıklı 76. maddesinin 1. fıkrasına alınmıştır. Öncesi ve sonrasıyla 1915 olayları 1915 olaylarından 33 ve 89 yıl sonra yapılmış olan bu tanımlar, “soykırım” kavramının henüz bilinmediği bir dönemdeki olaylar hakkında uygulanmak istense bile ortada böyle bir fiil yoktur. Çünkü bu olaylar sırasındaki ölümler, bir yanda Osmanlı Devleti’nin savaş halinde olduğu Çarlık Rusyası’nın kışkırtmasıyla Doğu Anadolu’da bağımsız bir devlet kurmak için ayaklanan, vatandaşı oldukları Osmanlı Devleti’ne karşı düşman ordusunun yanında yer alan Ermenilerin ihaneti ve bölgedeki mezalimi nedeniyle Türklerin uğradığı can kayıpları, diğer yanda Rus askerleriyle savaşan Türk askerlerinin aynı zamanda onlarla işbirliği yapan Ermeni çeteleriyle çarpışmak zorunda kalması nedeniyle meydana gelen can kayıpları ile devletin cephe gerisinde bir önlem olarak Ermenileri bölgeden uzaklaştırmak için uyguladığı tehcir sırasında yollarda hastalıklar ve bazı Kürt aşiretlerinin de katıldığı çete baskınları nedeniyle uğranılan can kayıplarından oluşmaktadır. Soykırım niteliği taşımayan bu karmaşık süreçte en az Ermeniler kadar Türkler de büyük acılar yaşadılar. Sonraki yıllarda Ermeni terör örgütleri, intikam almak için birçok cinayet işledi. Tehcir kararını veren veya uygulayan İttihat ve Terakki Fırkası hükümetlerinin sadrazamları (başbakanları) Talat Paşa 15 Mart 1921’de Berlin’de, Sait Halim Paşa 6 Aralık 1921’de Roma’da, yüksek komuta görevlerinde bulunmuş bir asker ve önde gelen fırka yöneticileri arasında yer alan bir siyaset adamı olan eski Bahriye Nazırı Cemal Paşa 25 Temmuz 1922’de Tiflis’te Ermeni komitacılar tarafından öldürüldü. 27 Ocak 1973’te Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir’in öldürülmesiyle başlayan ve sonraki yıllarda Ermeni teröristlerce sürdürülen bir dizi cinayetle 35 Türk diplomatı hayatını kaybetti. Bu cinayetleri Türklerden başka kimse kınamadı. Değerlendirme Başkan Joe Biden, ABD’deki Ermeni lobisini memnun etmeye yönelik iç politika hesaplarıyla söylediği, olayları sadece Ermenilerin iddialarına göre tek yanlı olarak değerlendiren sözlerinin yol açabileceği sonuçları düşünmeliydi. Türk milletinin asla kabul etmeyeceği bir iftirayı dile getirirken bunun, Türkiye’nin Ermeni kökenli vatandaşlarını da rahatsız edeceğini, iki komşu ülke olarak Türkiye ve Ermenistan ilişkileri üzerinde olumlu bir etki yapmayacağını bilmeliydi. Savaşlardan sonra bile savaşan ülkeler barışır, aralarında yeniden dostluk kurulur. Üzerinden 106 yıl geçmiş bir olayla ilgili, gerçek dışı soykırım iddiasını her yıl, üstelik bu kez ABD başkanının ağzından dile getirmek onu yeniden canlandırmak demektir. Sonuç Bırakınız, bu konuyu iç politika hesaplarıyla siyaset adamları değil, tarihçiler tartışsın. Siyasi tarihi siyaset adamları yapar ama tarihçiler yazar. Türkiye ile Ermenistan arasında iyi komşuluk ve dostluk ilişkilerinin gelişmesini araya barikatlar koyarak engellemeyiniz. Bunun kime ne faydası var? Başkan Biden, konumunun gerektirdiği sorumlulukla bağdaşmayan soykırım iddiasıyla Türkiye ile ABD arasındaki dostluk ilişkilerinin kolay kolay düzelmeyecek şekilde bozulmasına da yol açmıştır. Ortaya attığı asılsız iddia buna değer mi? Nutuk’ta Atatürk, Ermenilerle savaşı anlatıyor 1 Sevgili okurlarım, Endüstri Devrimi’ni ıskalayan Osmanlı İmparatorluğu güçsüzleşmeye başlayınca, Batı sınırlarının Rumlar, Kuzeydoğu sınırlarının da Ermeniler tarafından zorlanmaya başladığı tarihsel bir gerçektir. Batı ülkeleri tarafından desteklenen Rumlar ve yine Batı ülkelerince ama özellikle Rusya tarafından desteklenen Ermeniler, 19. yüzyıldan başlayarak Osmanlı İmparatorluğu’ndan hem toprak kazanmışlar hem de içeride pek çok karışıklığa yol açmışlardır. Osmanlıların Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi hem Rumlar hem de Ermeniler için yeni fırsatların ortaya çıkması demekti. Nitekim Yunan, İzmir çıkarması ile doğrudan işgal eylemine girişmiş, Ermeniler de Kuzeydoğu’da saldırı hazırlığına başlamışlardır. Bilindiği gibi Ermeniler bugün de kendilerine Birinci Dünya Savaşı sırasında “soykırım” uygulandığı gerekçesiyle uluslararası platformlarda birtakım iddialarda bulunmaktadırlar. Oysa hem İngiltere’nin hem ABD’nin ama özellikle de Çarlık Rusyası’nın kışkırtmalarıyla, Osmanlı topraklarında Ermenilerin çeşitli milliyetçi çete örgütlenmeleriyle katliam yaptıkları ve ayrılıkçı isyanlar düzenledikleri yine tarihin yadsınamaz gerçekleri arasındadır. Ne yazık ki, Ermeniler ile Türkler ve Kürtler, birbirlerini katlettikleri (mukatele) kanlı bir dönem yaşamışlardır. O dönemde Türklük ve Kürtlük milliyetçilikleri bilinç olarak gelişmemiş olduğu için bu katliamlar Ermeniler ile Müslümanlar arasında yaşanmış ve ideolojik olarak da böyle algılanmıştır. (Bu konuda ayrıntılı bilgi için benim Tarihimizle Yüzleşmek kitabımdaki ilgili bölümlere bakılabilir.) HHH Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan üç ay yirmi gün gibi kısa bir süre sonra imzalanan Sevr Antlaşması, Türklerin elinde son kalan ülke olarak Anadolu Yarımadası’nı ve Trakya’yı galip devletler ile Rumlar ve Ermeniler arasında bölüştürüyordu. Batılı galip devletler, özellikle de İngiltere, Yunanistan’ı Batı’dan ve Ermenistan’ı Doğu’dan, Anadolu’ya saldırmaları konusunda teşvik ediyordu. Bu çerçevede, bugün kendilerine soykırım uygulandığını iddia eden ve o gün Anadolu’yu işgal etmek isteyen Ermenilerle bir savaş kaçınılmaz olmuştu. HHH 1915’te Birinci Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı İmparatorluğu Ruslarla savaşırken, kendilerini arkadan vuran Ermenilere karşı sürgün kararı aldığında, bunun Soykırım olduğu iddiası, Alman Nazi yönetiminin İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilere karşı uyguladığı yok etme politikasına benzeterek yapılmaktadır: Yahudilerin ordular kurarak Almanya’ya karşı saldırıya geçmiş oldukları gibi bir olayı hayal edebiliyor musunuz? Sadece İstiklal Savaşı sırasında Ermeni ordularıyla yapılan savaş bile bu karşılıklı katliamların onların iddia ettikleri gibi bir “soykırım” olmadığını gösterir. Zaten o sırada Osmanlı’da, Almanların üstün ırka dayalı Alman milliyetçilikleri gibi bir Türk milliyetçiliği bilinci de gelişmemiştir ki “Ermeni milleti”ni yeryüzünden silmek için soykırım uygulasınlar. HHH Şimdi Doğu Cephesi’nde Ermenilerle yapılan savaşı Mustafa Kemal’in anlatımıyla okuyalım ve İstiklal Savaşı’nın nasıl zorluklarla kazanıldığını bir kez daha görelim: “DOĞU Cephemizde Ermenilerle Savaş Başlıyor Bildiğiniz gibi, Mondros Ateşkesi’nden beri Ermeniler, gerek Ermenistan içinde gerek sınıra yakın yerlerde Türkleri kitle halinde katletmekten bir an geri durmuyorlardı. 1920 senesi sonbaharında Ermeni zulmü dayanılmaz bir hale geldi. Ermenistan seferine karar verdik. 9 Haziran 1920 tarihinde doğu bölgesinde geçici bir seferberlik ilan ettik. 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’yı Doğu Cephesi Komutanı yaptık. 1920 Haziran’ında, Ermeniler, Oltu’da oluşan yerel Türk yönetimine karşı hareketle o bölgeyi ele geçirdiler. Dışişleri Bakanlığımız tarafından Ermenilere 7 Temmuz 1920’de bir ültimatom verildi. Ermeniler aynı biçimde davranmayı sürdürdüler. Sonunda seferberlikten 3.54 ay kadar sonra Kötek, Bardiz bölgelerinde toplanan kuvvetlerimize Ermenilerin saldırmasıyla savaşa başlandı. Ermeniler, 24 Eylül 1920 sabahı Bardiz cephesinden baskın olarak yaptıkları genel bir saldırıda başarılı oldular.” (Emre Kongar Seçkisiyle, Atatürk, NUTUK, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2018, ss.106108) HHH Arkası yarın! KRIPTO VARLIK VE BORSALARI AV. SERKAN GÜNEL 16 Nisan 2021 tarihli yönetmelikle mevzuatımızda ilk kez kripto varlıklara yer verilmiştir. Düzenleme esasen kripto varlıklara yatırım yapmayı yasaklamazken bu varlıklar ile ödeme yapılmasını yasaklamayı amaçlamıştır. Bu çerçevede kripto varlıklara bir tanım da getirmeye çalışan yönetmelik, dağıtık defter teknolojisi kullanan (blokzincirblockchain) gayri maddi varlık tanımıyla beraber tanımında ne olduğundan çok ne olmadığını ifade etmeye çalışmıştır. Elbette devletin, özellikle ekonomi alanında düzenleyici bir konum alması anlaşılabilir. Lakin bunun yolunun gelişen teknoloji nehrinin ters yönüne kürek çekmek olmadığı da açıktır. Geleceğin teknolojisi olarak adlandırılan blokzincirin sadece bir yönü olan kripto varlıklara ilişkin ilk düzenlemenin yasakçı bir bakış açısı içermesi bu konudaki diğer gelişmelerden de geri kalınacağı izlenimini doğurmaktadır. Gelecekte merkeziyetsiz bir finans ile krediden sigortalamaya kadar pek çok işlemin daha uygun fiyatlarla yapılabilmesini amaçlayan bu teknolojiden bireylerin kazançlı çıkacağı söylenebilir. O halde yapılması gereken çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma gayesiyle yeni teknolojilerin anlaşılmasını kolaylaştırırken bu alanda işlem yapacak kişilerin de hukuki güvenliğini sağlamaktır. Bu anlamda ilk düzenlenmesi gereken yerlerden biri kripto para borsalarıdır. yen kripto varlıkların çalınması halinde TCK Zira karmaşık teknolojilere sahip olan krip 142. maddede yer alan nitelikli hırsızlık suçuto varlıkların alınıp satılması için bireysel ya nu oluşturmayacağı açıktır. Bu açıdan, geriye tırımcının yegâne imkânı bu TCK’nin 10. bölümünde yer platformlardır. Bununla beraber şu anda ülkenin pek çok merkezi yerinde konuşlu kripto varlık alım satımı yapan dükkânlar bile mevcuttur. Devlet bir an önce alım satım hizmeti veren bu platKripto varlıkların da artık hayatımızda yer ettiği gerçeği karşısında bireysel yatırımcıyı koruyucu önlemlerin alınması ve aynı şekilde bankacılık alan “Bilişim Alanında Suçlar” başlığı altındaki düzenlemeler kalmaktadır. TCK 244. madde “Sistemi Engelleme, Bozma, Verileri Yok Etme veya Değiştirme” başlığı ile pek çok fiili bir arada formlara ilişkin bir standart ve borsa gibi kurumlarda düzenlemektedir. Kripto paoluşturmalı ve lisans vermeyapılanlara benzer ra borsalarında yatırıma kolidir. Bununla beraber okul düzenlemelerin, konunun nu hesabın bir başkası taralardan başlayarak temel tek tüm paydaşlarından görüşler fından “hacklenmesi” olarak noloji, finans ve hukuk okuryazarlığının da gençlere öğretilmesi gerekmektedir. Bu aşamada akla gelen bir soru, kişinin kripto varlık alalınıp yasaklayıcı değil düzenleyici bir şekilde Meclis tarafından yapılması gerekmektedir. adlandırılan suç fiili esasen TCK 244’te karşılığını bulmaktadır. Ancak bu maddede öngörülen cezanın caydırıcılık etkisi düşüktür. Bu dığı internet platformu veya nedenle bir ihtiyaçtan doğan fiziki dükkânda kendi hesabına ait bilgilerin elektrik hırsızlığı düzenlemesi gibi bir düzençalınması (hacklenmesi) veyahut sitenin ta leme bu alan için de gerekmektedir. mamının kapanması durumunda hakkını ara Burada şüphelinin bulunması açısından ma yollarının ne olacağıdır? kripto para borsalarının bazı bilgileri, soruşÇözüm: Denetim ve standart turmayı yürüten savcılıklarla paylaşması gerekmektedir. Her ne kadar sabit olmayan IP Doktrinde, hırsızlık suçunun ancak taşıadresi kullanılarak yapılan veri hırsızlığına nır bir mala karşı işlenen suçlara uygulanaca ilişkin kesin tespitler zor olsa da başka delilğı, bu nedenle internet bankacılığı ile işlenen lerle desteklendiğinde vakayı çözücü sonuçlar suçlarda uygulanmayacağı konusunda bile gö alınabilmektedir. Yapılacak bir lisans düzenrüşler baskınken para olarak nitelendirilme lemesinde bu konuda da standartlar getirilip kişilerin güvenli yatırım yapmaları sağlanabilir. Elbette internetin özgür dünyasında yatırımcı sadece yerli lisanslı borsada alım satım yapmaya zorlanamaz ancak burada hesap sorabileceği bir sistemin varlığı kişileri bu platformlara yöneltecektir. Kripto para borsası platformunun aldatıcı reklamlarla yatırımcıların varlıklarını bünyesinde toplaması ve akabinde yöneticilerin platformu kapatması ve yatırımcılara iade yapılmaması halinde ise yöneticiler hakkında TCK 158. maddesinde düzenlenen “nitelikli dolandırıcılık” suçunun oluştuğunu söylemek gerekir. Borsalara getirilecek denetim ve standartlar bu sorunların da önüne geçecektir. Devletin yükümlülüğü Toplum düzenini korumakla mükellef devlet, suiistimallere hukuk yoluyla engel olmalıdır. Ancak teknolojik gelişmelerin getirdiği yeni imkânları görmezden gelmek onları yok etmediği gibi hukuki boşluktan yararlanan kötü niyetli kişileri daha da cesaretlendirmektedir. Bu kapsamda kripto varlıkların da artık hayatımızda yer ettiği gerçeği karşısında bireysel yatırımcıyı koruyucu önlemlerin alınması ve aynı şekilde bankacılık ve borsa gibi kurumlarda yapılanlara benzer düzenlemelerin, konunun tüm paydaşlarından görüşler alınıp yasaklayıcı değil düzenleyici bir şekilde Meclis tarafından yapılması gerekmektedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle