06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR 13 29 NİSAN 2021 PERŞEMBE Tiyatronun ilkleri hep ondan geldi: Muhsin Ertuğrul Tiyatro kültürümüzü üretmemizi sağlayan Muhsin Ertuğrul’a 29 Nisan ölüm yıldönümünde selam, sevgi, teşekkür ile... rılarak yorumlanıp tiyatroya, ulusal kültürümüze katılabilsin. Geleneksel tiyatNURDURAN DUMAN romuzu yok saymamış, tam Düşünür, entelektüel, oyuncu, yönetmen, eleştirmen, öğretmen, eğitmen, perdeci... Çehov’un “Bir Evlenme Teklifi” piyesinde Çubukof’a sık sık söylettiği gibi “ve daha bir sürü” Muhsin Ertuğrul. Çektiği ilk sesli filmimiz, ilk renkli film, ilk ortak yapım film, kurdurduğu ilk film yapım şirketi ile sinemamızın ilk yıllarına büyük emek verenimiz olan Muhsin Ertuğrul, yurtdışında ilk film çekenimizdir de. Yine de bu kültür insanımızın varlık nedeninin “tiyatro” olduğu yaşamöyküsüne atılacak kısa bakışla bile anlaşılabilir. Hem köklerine sımsıkı bağlı hem evrensel, işine tutkun bir hizmet insanıdır gördüğümüz. İyiyi, güzeli ve doğruyu gözeten adanmışlık Etikestetikadalet üçlüsünün en ete cana büründüğü yaşamöykülerinden biri de onunki desek, hiç de abartmış ol(a)mayız aslında. Tiyatronun meslek alanı olarak görülmediği, tiyatroya emek verenlerin toplumda saygı görmediği bir çağda, “ya ailen ya tiyatro” baskısına, tiyatro diyerek yanıt veren, elinde tek bir bavul, cebinde bir tiyatMuhsin Ertuğrul geselden biliyoruz) bir daha dönmemek üzere ayrılan genç Ertuğrul’dan, kılı kırk yararak yetiştirdiği (Ayla Algan gibi) neslin son temsilcileriyle hâlâ tiyatromuza ışığını tutan Muhsin Ertuğrul’a... Yaratıcı, bilimsel, üretken, iyiyi, güzeli ve doğruyu gözeterek yaşanmış, sahneye adanmış bir ömür. Öyküsünün Atatürk’le bize aktarılan iki kez kesişmiş noktaları da çok kıymetli. Atatürk’ün yönergesiytersine ortaoyununun özelliklerini çağdaş tiyatroda kullanmayı amaçlamıştır. (Peter Brook’un “boş alan” ilkesi bizde zaten vardı.) Yıldız Kenter, Muhsin Ertuğrul, Müşfik Kenter, Genco Okulların gidemediği yere Erkal gibi tiyatronun duayenleri aynı karede... tiyatro gitsin, kahvehanelerde bile tiyatro yapılsın istedia Muvahhit. Bunun öncesinde ise Ermiştir. Eğer bu hedefler gertuğrul, Türk kadınının neden sahne çekleşseydi salgın döneminde sıkıntı ye çıkması gerektiğini, tiyatronun ge çeken tiyatro insanlarının özlük hakrekleri açısından konuşma sanatına ları çoktan belirlenmiş, hatta diğer da bilimsel yaklaşımla sürekli dile getiren yazılar yazmıştır. Diğer anı ise Atatürk’ün haberli geldiği oyuna geç kalması, Ertuğrul’un da oyunu bekletmeyip tam zamanında başlatması. sanat mesleklerinin özlük hakları da alınmış olurdu. Şu anki günlük yaşantımız bile farklı olabilirdi. Tiyatroyu tüm öğeleriyle bütün görmüş, eleştiri, tasarım, piyes yaTürk tiyatro kültürünü geliştirmek zımı vb. her öğeyi özenle ele almıştır. Nâzım Hikmet’i, “Şairler çok iyi oyun yazarlar, sana yüzlercesiÇağdaş Türk tiyatrosunun kurucusu nin adını verebilirim. Bir kere dene, Muhsin Ertuğrul, tiyatroyu yaşam sa sonra bırakamazsın sahne eserini” natını oluşturacak bir meslek olarak diyerek piyes yazmaya yüreklendibenimsetmenin yanında Türk tiyatro rendir de. kültürünü geliştirmeyi hedeflemiştir. Shakespeare’in Hamlet’e söylettiÖncelikle bölge konservatuvarları ği “Doğduğu gün de bugün de tiyatkurarak tiyatro kültürünü yerelden ge ronun asıl amacı nedir? Dünyaya bir nele yaymayı, yerel yaşamdan piyesler ayna tutmak, iyilerin iyiliklerini, köyazılmasını, yerel değerlerden besle tülerin kötülüklerini göstermek, çanen bir tiyatromuz olmasını istemiştir. ğımızın ne olup ne olmadığını ortaya ro bileti parası (Bunu, o parayı gıda le Müslüman Türk kadını ilk kez sah Tiyatrolarda o bölgelerde doğup büyü koymak” sözünün hayat bulmuş haliya da barınak için değil de oyun sey neye Ertuğrul döneminde çıkar, (Afi müş insanların çalışmasını önermiş dir Muhsin Ertuğrul. retmek için harcadığını anlatan bel fe Jale’den sonra devlet kararıyla) Be tir ki yerel öğeler sahiplerince araştıSaygıyla... Sanata evet. Tepebaşı’nda çocuk ve gençlik orkestrası çocuklara dokunuyor ÇOCUKLAR müzikle yetişiyor ÇÜNKÜ DÜNYA DANS GÜNÜ Eskişehir Tepebaşı Belediyesi, İki Elin Sesi Var Çocuk ve Gençlik Senfoni Orkestrası ile kentte yaşayan çocukları müzik ile bir araya getiriyor. Venezüella’da çocukların müzik ile sokak suçlarından uzak durmalarını sağlamak için yaşama geçirilen “El Sistema” modeli örnek alınarak kurulan orkestra sayesinde müzik ile tanışan çocukların sayısı 2 bin 400’e ulaşırken, çocuklar kötü alışkanlıklardan da uzak kalmış oluyor. Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ın “Çocuklarımızı kötü alışkanlıklardan uzaklaştırmak ve sanata yönlendirmek adına hayata geçirdiğimiz bir proje” sözleriyle tanıttığı İki Elin Sesi Var Çocuk ve Gençlik Senfoni Orkestrası, Venezüella’da çocukların müzik ile sokak suçlarından uzak durmalarını sağlamak için yaşama geçirilen “El Sistema” modeli örnek alınarak kuruldu. 717 yaş arası çocuklar, ücret ve yetenek sınavı söz konusu olmadan orkestraya katılabiliyor. 2015’te, bağışlarla toplanan enstrümanlar ve 40 çocukla ilk çalışmalarına başlayan orkestraya ilişkin konuşan başkan Ataç, “Süreç çok başarılı geçti, çocuklarımız çok sayıda konser verdi. Önemli ödüller aldık. En büyük ödülleri ise Türkiye’ye çağdaşlığın nasıl olduğunu, bir çocuk neler yapabilir, bunu anlatıyorlar. Bugün öğrencilerimizin sayısı 2 bin 400’e ulaştı. Öte yandan yaşam köyümüzde ikinci bir eğitim merkezini daha hizmete açtık ve çocuklarımız orada da müzikle buluşuyor, pandemiden dolayı eğitimlerimiz online olarak devam ediyor. Müziğin iyileştirici ve birleştirici gücü, yavrularımıza çok iyi geliyor” dedi. l ANKARA/Cumhuriyet İzmir'de bir grup sanatçı, yeni tip koronavirüs (Covid19) salgını döneminde “Dans sınır ve mekân tanımaz” sloganıyla bir sokak projesi hayata geçirdi. Sanatçılar, günlük yaşamın sürdüğü meydan, park ve sokaklarda bale, Latin ve hip hop dansı figürleri sergiledi. 29 Nisan Dünya Dans Günü çerçevesinde düzenlenen proje için bir araya gelen sanatçılar, kentin meydan, park, çarşı ve ara sokaklarında dans etti. Proje çerçevesinde İzmir Alsancak Garı ve işlek caddelerde dans eden Tan Sağtürk Akademi Mavişehir Okulu baş öğretmeni İpek Sanıtürk, dansın beden sağlığı açısından büyük önem taşıdığına işaret etti. İpek Sanıtürk Balerin, ‘Sahneden Naklen’ gösterilecek “Balerin” isimli dans tiyatrosu 9 Mayıs’ta (21.00) Moda Sahnesi’nin “Sahneden Naklen” başlıklı çevrimiçi programında gösterilecek. Kemal Aydoğan’ın proje danışmanlığını yaptığı oyunun tasarım, yönetim ve koreografisi Bedirhan Dehmen’e ait. Yaratım ve dansta ise İlke Kodal imzası bulunuyor. Dehmen, oyunu şöyle anlatıyor: “Dans ve tiyatronun kesiştiği, iki disiplinin araçlarının birlikte kullanıldığı yaratıcı ve dinamik bir süreç işliyor. Tepeden zemine yansıtılacak fotoğraflarla ilave bir görsel katman oluşturma denemelerimiz de var.” Sayenizde... Sayenizde bir salgın nasıl fırsata dönüştürülür gördük. Fesatlığa, riyakârlığa, hainliğe... Sayenizde, dünyada salgından en çok vaka, en çok ölüm sıralamasında ilk üçe girmeyi başardık; yine pandemide vatandaşına gelir desteği veren ülkeler arasında Arnavutluk ve Meksika’yla birlikte son üçe girmeyi başardık. Sayenizde, meselenin içki falan olmadığını, meselenin hukuksuzluk olduğunu idrak ettik. Attığınız her adımın laiklikle tutuştuğunuz bir kavga olduğunu da... Yoksa böylesine keyfi yasaklarla, milli bayramları, alkol satışını, tekel bayilerini yasaklamanın hiç ama hiçbir hukuk ya da sağlık gerekçesi olmadığını sizler de bilirsiniz. Sayenizde büyük sermayenin daha da palazlanması, yoksul emekçinin daha da yoksullaşması... Sayenizde uçurumun büyümesi! Üstelik çifte standardınızı her daim görenler değil, size oy vermiş olanlar bile kavrar oldu bu riyakârlığı. Nasıl mı? Sayenizde gündelik çalışanlar, kepenk indiren, dükkân kapatan esnaf, çalışmak zorunda olanlar, herhangi bir güvence, en ufak bir destek bile vermeden bu çok gecikmiş, lebaleb dolu kongreleriniz, toplu iftarlarınız, gösteriye dönüşen cemaat cenazeleriniz bittikten sonra aldığınız zorunlu kapanma kararıyla ikiyüzlülüğünüzü gördü. Kapanmadan muaf “üreticileri” bilmeyen mi var! Sayenizde ramazanda şu son iki günde alkol satışları rekor kırdı... Sayenizde millet daha çok içki içer oldu. Sayenizde İstanbul’dan büyük kaçışla virüs yurda daha da çok dağıldı! Salgın bahanesiyle yaşam biçimlerine müdahale edebiliriz sandınız! Boşuna! Sayenizde yaşama sevinci yok oldu; milletin yüzü asıldı, ama gözü daha da açıldı! Eyy okur, yazının devamı Ömer Hayyam’dan gelsin, bari yüzünüz gülsün! Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirisiyle: Rubailer “Sen içmiyorsan, içenleri kınama bari; Bırak aldatmacayı, ikiyüzlülükleri; Şarap içmem diye övünüyorsun ama, Yediğin haltlar yanında şarap nedir ki? H İçin temiz olmadıktan sonra Hacı hoca olmuşsun, kaç para Hırka, tespih, post, seccade güzel: Ama Tanrı kanar mı bunlara? H Var mı dünyada günah işlemeyen, söyle Yaşanır mı hiç günah işlemeden, söyle; Bana kötü deyip kötülük edeceksen, Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle. H Yetmiş iki ayrı millet, bir o kadar da din! Tek kaygısı seni sevmek benim milletimin; Kâfirlik Müslümanlık neymiş, sevap günah ne? Maksat sensin, araya dolambaçlar girmesin. H Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde: Senden ayığız bu sarhoş halimizde. Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı; İnsaf be sultanım, kötülük hangimizde? H Bir testici gördüm, çamur içindeydi: Ayağı çarkında, elinde bir testi; Testinin başında bir yoksulun ayağı Kulpunda bir padişahın kellesi H Baharlar yazlar geçer sonbahar gelir; Ömrümün yaprakları dökülür bir bir; Şarap iç, gam yeme, bak ne demiş bilge; Dünya dertleri zehir, şarap panzehir H Dünya üç beş bilgisizin elinde; Onlarca her bilgi kendilerinde. Üzülme; eşek eşeği beğenir: Hayır var sana kötü demelerinde. H Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin Tekkede manastırda eremezsin. Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada Cennetin, cehennemin üstündesin. H Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik; Yüzlerce incimiz vardı delinmedik. Sersemliği yüzünden bilgisizlerin Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik. H Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam? Ben haramı helalı karıştırmam: Seninle içilen şarap helaldir, Sensiz içtiğimiz su bile haram.” Cumartesi günü 1 Mayıs ya, dilime bu türkü takıldı. Söylemeye başladım! Türkünün sözleri Refik Durbaş’ın. Bestesi Zülfü Livaneli’nin. Refik Durbaş, çocukluğunu, gençliğini, sevdasını, gözlemlerini en doğal, en gerçekçi, en bıçkın dille anlatan bir şairdi. ‘Gurbet ne yana Çocukluğunu yaşayamayan, acı ve yoksulluk içinde geçirenlerin sesi, yüredüşer usta?’ ği oldu. Bu türküde olduğu gibi kimi şiirleri Zülfü Livaneli, Hümeyra, Sadık Gürbüz ve Grup Baran tarafından bestelendi, birZülfü Livaneli’den dinlemeye başladım: çok ünlü sanatçı tarafından da seslendiril “Elim sanata düşer usta /Dilim küfre, di; milyonlara ulaştı/ulaşıyor. yüreğim acıya /Ölüm hep bana /Bana mı Günümüzde üniversite bitirse de gelece düşer usta?// ğinden kaygı duyan gençlerin, işsiz, mut Sevda ne yana düşer usta /Hicran ne suz insanların kimi belediyeler aracılığıyla yana /Yalnızlık hep bana /Bana mı düşer insan kaçakçılığına dönüşen Almanya’ya, usta?// gurbete kaçışı, bana bu türküyü ve Refik Gurbet ne yana düşer usta /Sıla ne yana Durbaş’ın “Çaylar Şirketten” ve “Çırak /Hasret hep bana /Bana mı düşer usta?//” Aranıyor” şiirlerini anımsattı. YouTube’dan buldum, bir yandan söy1 Mayıs’a giderken lerken, bir yandan da “Çırak Aranıyor”u Refik Durbaş, yalnızca şiir yazmadı, gazeteciydi, gerçeğin peşinde koştu, röportajlar yaptı; şiir, deneme, inceleme, antoloji... 30’u aşkın kitap yayımladı. Toplumun emekçi, işçi, sanatçı kesimini anlattı. Toplumcu gerçekçi sanat anlayışını benimseyen, modernist toplumcular arasında yer aldı. Cumartesi günü, 2009’dan bu yana Emek ve Dayanışma Günü adıyla tatile dönüştürülen 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlanacak. Ne var ki salgın yüzünden sorunlu görünüyor. Çünkü bugün saat 19.00’dan başlayarak Türkiye kapanacak! Oysa böyle de olsa, salgınla mücadele koşullarına uyularak, işçilerin bu günü kutlanmalı, 1977’deki kanlı 1 Mayıs’ta yitirdiklerimiz anılmalı, Taksim Cumhuriyet Anıtı’na çelenk konulmalı, saygı duruşunda bulunulmalıdır. Yapılır mı? Yapılması gerekir... Çünkü bu salgında bile yalnızca işçiler çalışıyor, üretiyor, yaşamı onlar canlı tutuyor, bu saygıyı elbette hak ediyorlar. Bu vatan kimin? Orhan Şaik Gökyay’ın “Bu Vatan Kimin?” adlı bir şiir kitabı ve kitabın adını taşıyan ünlü bir şiiri vardır. Pek çok kişi ezbere bilir. Nâzım Hikmet’in de edebiyatımızda benzeri olmayan Kuvayi Milliye Destanı ve içinde yer alan “Bu Memleket Bizim” şiiri vardır ve hepimizin belleğindedir. İkisi de vatan sevgisini anlatır. Benzer güzellikte olanlarsa sayılıdır. Vatan sevgisi hiç kimsenin tekelinde değildir. Herkesin vatan sevgisi farklı olabilir, ama vatanseverliğin ilk ölçütü önce görevini en iyi, en dürüst bir biçimde yapmak; doğayı, yeşili, kültürel mirası korumak olmalıdır. Bunları anımsatmaktaki amacım, kimi yöneticilerin vatanın tek sahibi gibi davranmamaları, bu ülkede yaşayan herkesin bu vatanın sahibi olduğunu anlamaları içindir. Yöneticilerin de biraz hoşgörülü olmaları içindir. Çünkü bu vatanın umuda, iyi bir geleceğe gereksinimi vardır. Refik Durbaş her sorunun içinde umuda da yer verir. “Efkârlığım Dağlar Kadar” şiirinde “Saatini umuda ayarla/çürüyüp gitse de gençlik” der. Öte yandan Avrupa Birliği’nin raporlarına geçen insan hakkı ve hukuk ihlalleri ülkemizde çok olsa da, ABD Başkanı Joe Biden Türkiye’ye karşı çizmeyi aşsa da, Covid19 salgını, işsizlik, yoksulluk, enflasyon zirve yapsa da, hiç kimsenin Türkiye’nin geleceğinden umudunu kesme hakkı yoktur! Bu nedenle yaşanacak bir ülke inşa etmek için şairlere, yazarlara, düşünürlere halkı aydınlatma, bilinçli bir okur, seçmen yetiştirme görevi düşmüyor mu? Bu görevi çok iyi yapan bir şair de Refik Durbaş’tı; onu sevgiyle anıyorum. Videoyu baştan alıp bir daha dinliyorum, söylüyorum da… Size de öneririm. Türkü, karamsar olanlarımızın saatini umuda ayarlayacak, biliyorum. Bütün çırakların, ustaların, emekçilerin bayramını yürekten kutluyorum! Sağ olsunlar, var olsunlar!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle