29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 27 NİSAN 2021 SALI [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kıbrıs’ta barış için makas değiştirme: Cenevre Toplantısı TUGAY ULUÇEVİK EMEKLI BÜYÜKELÇI Türkiye Barolar Birliği’nin “milli davamız” Kıbrıs hakkında 1921 Eylül 2019’da düzenlediği panelde yaptığım ve daha sonra metni yayımlanmış olan konuşmada, Kıbrıs müzakere sürecine ilişkin olgulara ve adadaki gerçeklere işaret etmiş ve Kıbrıs uyuşmazlığının çözüm şekli hakkında görüş ve düşüncemi şöyle ifade etmiştim: “Bu gerçekler ışığında ve bilhassa KKTC olgusu karşısında Türkiye’nin ve KKTC’nin üzerinde duracağı, savunacağı ilke ve parametre ‘egemen eşitlik’ (sovereign equality) olmalıdır. Bu ilke BM Yasası’nda da yer alan bir temel ilkedir. (...) Çözüm şekli adadaki iki bağımsız ve egemen devletin siyasi eşitliği, ‘egemen eşitlik’ ilkesine dayandırılmalıdır. (...) KKTC (...) adımlarını kararlılıkla atmaya ve Türkiye de KKTC’ye bu konuda arka çıkmaya hazırlarsa kanaatimce, aynı zamanda bu tutumlarının uluslararası planda yaratacağı tepkileri ve baskıları da göğüslemeye hazır olmalıdırlar.” Özellikle bu son cümlemi vurgulayarak ve tekrarlayarak ifade etmiştim. Memnuniyetle kaydediyorum ki Cumhurbaşkanı Erdoğan ve KKTC Cumhurbaşkanı Tatar, Lefkoşe’de, KKTC’nin 37. kuruluş yıldönümünde, Cumhuriyet Bayramı törenlerinde yaptıkları konuşmalarda “bugün Kıbrıs’ta iki ayrı halkın, iki ayrı demokratik düzenin ve iki ayrı devletin varlığına” işaret etmişler ve Kıbrıs uyuşmazlığı için “artık egemen eşitlik temelinde iki devletli çözümün müzakere edilmesi gerektiğini” kararlı ifade ve vurgularla açıklamıştırlar. Böylece, Kıbrıs “milli davamız”, adada anlaşmaya dayalı kalıcı çözüme ve barışa ulaşılması için on yıllardır takip edilen yolda tarihi bir makas başına gelmiş bulunmaktadır. KKTC’nin varlığının BM çerçevesinde kabulünü gerektiren “egemen eşitlik” ilkesinin, barış odaklı iyi niyet hâkim olduğu takdirde, Kıbrıs uyuşmazlığı için iki halkın iradelerine dayalı uzlaşıdan kaynaklanan kalıcı bir çözümün anahtarı olacağına inanmaktayım. Gerçekleri görme zamanı Kıbrıs’a yeni bir gözle bakmak ve gerçekleri görmek zamanı gelmiş ve geçmektedir. Çözüm arayışı hem Kıbrıs sorunundaki hem adadaki olgulardan ve gerçeklerden hareket edilerek yapılmalıdır. Oysa 1968’den itibaren BM zeminindeki müzakerelerde gerçekler değil, varsayımlar esas alınmıştır. Adada 1960’ta kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, antlaşmalara ve anayasaya uygun şekilde devamı varsayılmıştır. Adadaki gerçek böyle değildir. Adada var olan ve birbirinden, ırk, din, dil, kültür, milli ülkü bakımından farklı iki halk yarım yüzyıla yakın bir zamandır adanın iki ayrı kesiminde kendi bağımsız ve egemen devletlerinin çatısı altında yaşamaktadırlar. “Kıbrıs Cumhuriyeti” 3 yıl, 4 ay, 5 gün yaşayabilmiştir. Rumların Kıbrıs Türk halkına uyguladığı şiddet hareketleri sonunda yıkılmıştır. Dikkate alınması gerekir ki “Kıbrıs Cumhuriyeti” sadece üç buçuk yıl kadar yaşayabilmişken Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 38 yıldır bir barış, istikrar, demokrasi abidesi olarak adadaki varlığını sürdürmektedir. Federal çözüm olmayacağı kesinleşti Tarihi olgular şunlardır: Rumlar adadaki eşit ortaklık devletini yıkmışlardır. Rumlar ve Yunanistan, Ersin Tatar Anastasiadis 1968’den 1974 ortasına kadar şanan başarısızlıklarla ortaya süren toplumlararası müzake çıkmış bulunmaktadır. relerde, o dönemde Rumlarla iç Böylece BMGK’nin BMGS’ye içe ve çeşitli şekillerde şiddete verdiği “iyi niyet görevi” çerçeve baskıya maruz kalarak ya vesinde ve belirlenen parametşayan Kıbrıs Türk halkının sa reler temelinde Kıbrıs uyuşdece “yerel özerklik” elde etme mazlığı için sadece “federal çötalebini dahi kabul etmemişlerdir. zümün” değil, kaDikkate alınması lıcı hiçbir çözüm 1980’den itiba gerekir ki “Kıbrıs şeklinin elde edileren BMGK (Birleşmiş Milletler Güvelik Konseyi) çözüm için “iki toplumlu, iki kesimli federasCumhuriyeti” sadece üç buçuk yıl kadar yaşayabilmişken meyeceği belli olmuştur. Kıbrıs sorununa ilişkin gelişmelerin 1954’ten bu yana 67 yon” hedefine yöKuzey Kıbrıs yıl boyunca akışı, nenelmiştir. Türk Cumhuriyeti tice itibariyle, çözüm Kıbrıs Türk tarafı Türkiye’nin de desteğiyle federal çö38 yıldır bir barış, istikrar, için tek seçenek bırakmıştır. Bu da adadaki iki züm öngören BM demokrasi ayrı “bağımsız ve girişimlerine destek vermiştir. Rum tarafı bunu da reddetmiştir. abidesi olarak egemen devlet” araadadaki varlığını sürdürmektedir. sında “egemen eşitlik” temelinde akdedilecek bir barış, iyi Adada, Annan komşuluk, dostluk ve Planı üzerinde tam 17 yıl önce, işbirliği antlaşmasıyla ortaya çı24 Nisan 2004 tarihinde hem kacak çözüm şeklidir. KKTC’de, hem GKRY’de ayrı ayrı yapılan referandumun sonucu bunun tarihi en somut Cenevre Toplantısı tarihi fırsat delilidir. 2729 Nisan arasında Planın Rum tarafınca redde Cenevre’de yapılacak olan topdilmesinden sonraki gelişmeler lantılar KKTC ve Türkiye’nin içinde BMGS (Birleşmiş Millet böyle bir çözüm şeklini kararler Genel Sekreteri) Annan, “Şa lılıkla savunmaları için tarihi yet Rumlar siyasi eşitliğe daya fırsat oluşturacaktır. lı bir federal yapı içinde Kıbrıs Cenevre Toplantısı, aynı zamanlı Türklerle gücü ve refahı pay da, KKTC’nin ve Türkiye’nin üzelaşmaya hazırlarsa bunu sadece rinde tek çözüm seçeneği olarak sözle değil, hareketleriyle de or birleştiği ve açıkladığı “egemen taya koymalıdırlar” değerlendir eşitlik temelinde iki devletli çömesini yapmıştır. züm” tezi hakkındaki kararlılıAradan geçen 17 yıl içinde ğı ve kararlı duruşunun inandıde Rum ve Yunan tarafı federal rıcılığı bakımından bir sınav niçözüm çerçevesinde adada ege teliğinde olacaktır. menlik yetkisini ve refahı Kıbrıs Türk halkıyla paylaşma istikametinde hiçbir vesileyle niyet, irade ve somut bir belirti ortaya koymuş değildir. Tarafların görüşleri BM Sekretaryası toplantının amacını “Öngörülebilir bir ufukta Kıbrıs sorununa kalıcı bir çözümü müzakere bakımından taDeğerlendirmelerin raflar için ortak bir zemin mevisabetsizliği cut olup olmadığını belirlemekrnğkntrmrkAlrsnzty(drkmvrieıBaiieüııüeeeaeliuıkarBns,müBllluinnnsMaşsrnamrlnşK’i1ılzmmineMrıcyCniei““eçt,cGu“9aüatılakueeK1gneueboKyüeBı’iskm9bnKkkadn1fşerpldıremtızMı6eaaüepbbnreidalı’ubnliaöktriŞdşs’arurrsmhiiddşl’krnteittkliraruenmırialmesmeaıuaas.eeleor)vssmbçia”ommmakü’nrremçannloeıeeşarnaimeiynlsrölnresdrauyastieılyllaheomeztçiniiuemiaeürn2içllnlrrineüiabbrtçczmüuö0u.egaiı”mşyaiia’zn1deönlrlnaakaeani4üuyiplrenenneımrunnseuey“c‘diıkiTnunşAgs“keaggutaülAudüirıuiBkaöölşTrrtKenolaerTbtBdsue:ıkzza’kooşkyllnla‘Kciüuyll’aKrodpdmlmpineeaçiösirarlelTnıuyvlnammnuınbauiıkraaekCnuneklnsnitccelısa’lyovıaCnmliiatdunnıepeıt2sBnziomriooeğekisnıae’lma8inMlrınnanllıBGcKiyına”ınsdaanc’dOketeuGşiKlaennvışKaorrıeaatnıckn”avKesR”ğpentaaangaTuCkrıtıırl’YekkkönnuidnlşeCec’irr’ıimnnlıntaeena.aviğedvlnku1uvbiieniçkmkdşlşlAkdiytttsörr9evçiakieoçagueiöienboieıaekrğ7eBemrdpğaGöniçkzuannvaldgirı5T“leziilıykünYdlbKlsdeçlöad”arukit’ioüraigoıakemteielueenrrraRimlonipmeemökfsevrıaimğiknireslçyrYlfbir,nntemmvleşttaeiıaama.deüulueBio’oşhserensadnvknrreBAılaşrtpiplkMrlamçşivtueınereii.isbdMdnlnlırknelsvtaersunaÇdsıiGfiueı.eitdvnekis,ierınğmeaagğhötiamgkS’eey.a“ıvdkmindgtneizçnaüsidaonlıeşeivlk“eruıüı’ukidnreniüiınrkienelk,iirkmnaykaae”lklvuera”iseodaklı bir şekilde yapılandıran paha biçilmez değerde bir belgedir.” bulunmaktadırlar. Planı’nı reddetBu görüş muhafaza miş olduğu dikkaedilmelidir. te alındığında bunda samimi olmal “Kıbrıs çevresindıkları bellidir. Onların savunde keşfedilen servetler her iki duğu sözde “federal çözümün” topluma da fayda sağlayacaktır. Annan Planı’nda öngörülenden Bütün ilgili tarafları Kıbrıs so kendi lehlerine farklı bir çörununa kalıcı bir çözüm bulun züm şekli olduğu aşikârdır. ması yönünde çaba sarfetmeye BMGS Guterres’in 5+1 toplanve işbirliğinde bulunmaya teş tısı için kendi iyi niyet görevine vik edici gelişmedir.” atıfta bulunması ve “iki toplumBu değerlendirmelerin isa lu ve iki kesimli çözüm” hedefibetsizliği, çözüm arayışında yani vurgulaması ve ayrıca göreve başlamasından itibaren “1960 güvenlik ve garanti sisteminin günümüzde sürdürebilir olmadığını” tekrarlaması göz önüne alındığında BMGS ile GKRY ve Yunanistan arasında çözüm şekli hakkında temelde peşin bir anlayış birliği olduğu söylenebilir. BMGS Guterres’in AB üyesi bir devletin eski başbakanı olduğu da hatırda tutulmalıdır. İngiltere Dışişleri Bakanı geçtiğimiz şubat ayında Kıbrıs’a yaptığı ziyaret sırasında Rum kesiminde yaptığı açıklamada şunları söylemiştir: “Birleşik Krallık olarak adanın her tarafındaki Kıbrıs halkının uzun süredir dostu olduğumuzu düşünüyoruz. (...) Uyuşmazlığın daimi, dayanıklı ve kalıcı bir sonuca ulaşmasını istiyoruz. Ve umuyorum ki bütün taraflar, 5+1 görüşmelerinin sunduğu fırsatları konu hakkındaki konuşmaların çocuklara, adanın gençlerine önümüzdeki yıllara parlak gelecek umutlarıyla bakmalarını sağlayacak şekilde değişmesi için kullanacaklardır.” İngiliz Dışişleri Bakanı 5+1 toplantısı hakkında bu aşamada yuvarlak sözlerle temennide bulunmaktan öteye bir pozisyon açıklamış değildir. Bununla beraber, İngiltere’nin, BMGK’nin Kıbrıs uyuşmazlığının çözüm şekline, BMGS’nin iyi niyet görevine dair olanlar da dahil olmak üzere bütün kararlarının hazırlayıcısı ve çoğunun sunucusu olduğunu hatırlamamız gerekir. İngiltere AB’den ayrılmış olduğu için artık AB ile ortak bir pozisyon takınma mecburiyetinde değildir. Bununla beraber, bu durumun, Kıbrıs uyuşmazlığının çözüm şekli ve çözümün temel unsurları bakımından İngiltere’nin bugüne kadar takip edegeldiği politika ve takındığı tutum bakımından esasta köklü bir değişikliğe yol açacağı beklenmemelidir. İngiltere’nin Kıbrıs konusuna gösterdiği yakın ilginin temel maksadı adada 1960 antlaşmalarına göre kendi egemenliği altında sahip bulunduğu iki askeri üssünü orada muhafaza edebilmektir. İngiltere Kıbrıs konusunda her zamanki gibi ABD ile birlikte hareket etmeyi tercih edecektir. Türkiye ve KKTC’nin kararlılığı Cenevre Toplantısı’nda KKTC’nin ve Türkiye’nin “egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm” tezini ve nihai çözüm şeklinin içinde Türkiye’nin “etkin ve fiili garantisinin” bulunduğu bir güvenlik teminatına dayandırılması gerektiğini geri adım atmadan savunmaları beklenir. Kanaatimce KKTC’nin ve Türkiye’nin kararlılığının ilk sınanması “AB’nin toplantıda gözlemci olarak bulunması” konusunda cereyan edecektir. Türkiye ve KKTC “AB’nin Cenevre Toplantısı’na gözlemci olarak katılmasına karşı olduklarını” açıklamış bulunmaktadırlar. Bu görüş muhafaza edilmelidir. Çünkü AB, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konularında tarafsız değil, Yunanistan’dan ve GKRY’den yana taraftır. AB’nin Kıbrıs konusunun çözüm girişimlerinde “gözlemci” şeklinde de olsa “fiili” bir rol almasına imkân verilmemelidir. AB’nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konularında GKRY’nin ve Yunanistan’ın etkisiyle Türkiye’ye ve KKTC’ye yapmakta olduğu dayatmalar ortadadır. 11 Aralık ve 25 Mart AB zirve bildirilerinin dayatmacı talihsiz içeriği bilinmektedir. TBMM’nin destek vermesi KKTC’nin ve Türkiye’nin Cenevre Toplantısı’na “egemen eşitlik temelinde iki devletli çözüm” tezi için yüce TBMM’nin mutlak desteğini alarak gitmelerinin çok önemli ve gerekli olduğuna inanmaktayım. Soykırım iddiaları bitmez! ABD Başkanı Biden’ın dile getirdiği “Ermeni Soykırımı” iddiaları bitmez: 1) Çünkü arkasında 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’na kadar giden siyasal bir kışkırtma ve Emperyalistler arasında başlayan, Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşma rekabeti vardır. 2) Çünkü arkasında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı başlatılmış olan Ermeni Milliyetçiliğinin kanlı isyanları ve bu isyanların bastırılma tarihi yatmaktadır. 3) Çünkü, hâlâ uygarlaşamamış olan insanlık, bilinçaltında da olsa, olayı bir HıristiyanMüslüman çatışması olarak algılamakta, dinsel/mezhepsel ve ırksal/milliyetçi kimliklerin yeniden siyaset sahnesine çıktığı dönemlerde bu iddia tekrar gündeme gelmektedir. 4) Çünkü gerçekten de Ermeniler ile Türkler ve Kürtler (Müslümanlar) arasında insanlık tarihinin en kanlı, en utanç verici olayları yaşanmıştır. 5) Çünkü günümüzde 3 milyonluk yoksul Ermenistan, ekonomik ve siyasal güçsüzlüğünü ancak dünyaya dağılmış olan Ermenilerden (Ermeni Diyasporasından) aldığı yardım ve desteklerle telafi edebilmekte, bunu da ancak şovenizme dönük “Ermeni Milliyetçiliği”ni Türk düşmanlığı ile besleyerek canlı tutabildiği oranda başarabilmektedir. 6) Çünkü konu tarihsel gerçeklilik bağlamında değil, siyasal intikamcılık bağlamında ele alınmaktadır. 7) Çünkü Demokratik Rejimle yönetilen ülkelerde Ermeni lobileri ve seçmenleri, iktidarı belirleyecek veya etkileyecek güce sahiptir. 7) Çünkü Türkiye, gerek bu konuda gerekse Temel İnsan Hak ve Özgürlükleri konusunda en zayıf dönemini yaşamaktadır. HHH Ermeni sorunu hakkında yazmak bana çok güç geliyor... 1) Çünkü ben Ermeni komşular ve sınıf arkadaşlarıyla birlikte, barış ve dostluk duyguları içinde büyüdüm... 2) Çünkü benim ailemde Rumlar, Yahudiler ve Ermeniler, her zaman saygın muamele gördü... 3) Çünkü büyük devletlerin de taraf oldukları, çöken Osmanlı’yı paylaşma kavgası, Anadolu halkını birbirine düşürmüş, acıları bugünlere gelen insanlık dışı cinayetlerin işlenmesine yol açmıştır... 4) Çünkü bu cinayetlerin bugün yeniden bir siyaset ve hukuk sorunu olarak gündeme getirilmesi, ülkemizin Türk, Kürt, Ermeni vatandaşlarını rahatsız edici, aralarındaki ilişkileri olumsuz yönde etkileyici sonuçlar doğurur diye çekiniyorum... 5) Çünkü hain bir kumpasa/ suikasta kurban edilen bir Ermeni aydını, vatandaşımız Hrant Dink’in öldürülmesinin acısını hâlâ unutamadık... 6) Çünkü bazı arkadaşlar yazılarında ve mesajlarında soykırım tezini, bu tezi kabul etmeyenlere karşı o denli saldırgan ve hakaretamiz ifadeler kullanarak savunmaktalar ki onlarla aynı üslupla tartışmak beni utandırır… 7) Çünkü Ermeni olayları bir “Soykırım” değil, bir “Karşılıklı Kırımdır”, bir “Mukateledir” (karşılıklı katliamdır) dediğiniz zaman derhal Faşistlikle veya artık küfür gibi kullanılmaya başlanan “Milliyetçilikle” itham ediliyorsunuz. (ki bu konuda, yani içi boşaltılan ve hakaret gibi kullanılan “Milliyetçilik” kavramı üzerine ayrıca bir yazı yazacağım.) HHH Ama “1915’te ne oldu” sorusuna, gözlerimizi, kulaklarımızı ve vicdanlarımızı kapayamayız... Çünkü üzerinde ısrarla durulan “Soykırım oldu” iddiası, Yahudi soykırımına da gönderme yaparak özel bir hukuksal durumu ve bu durumun, para ve toprak tazminatı gibi, bazı zorunlu sonuçlarını gündeme getiriyor. HHH 1915 Ermeni sürgünü (tehciri) soykırım mıydı? Bu sorunun yanıtı ancak o çok kısaca günlerdeki olaylara bakarak verilebilir. Aşağıda sadece birkaç olayı anımsattım: 1) 1915 yılının nisan ayında, bir ay önce Zeytun’da başlamış olan Ermeni isyanı, tarihe İkinci Van İsyanı adıyla geçen bir olay olarak Van’a da sirayet etmişti... 2) Hemen arkasından da Rus orduları Van’ı işgal etmişler ve büyük bir katliam başlamıştı... 3) Rusya’nın müttefikleri İngiliz ve Fransızlar (ne tesadüf) tam bu sırada Çanakkale’ye çıkarma yapmışlardı! 4) Zorunlu sürgün (tehcir) kararı bu arada alınmıştır. 5) Van, Ermeni çetecilerinin zulmü altındadır... (Örneğin, Belediye Başkanı Bedros Kapamacıyan, Ermeni terörüne boyun eğmediği için 10 Aralık 1912’de Ermeni çeteciler tarafından öldürülmüş ve bu toprakların mikro trajedilerine biri daha eklenmişti!) HHH Biden’ın “Soykırım” açıklaması, beklenen ama Türkiye’nin canını acıtan bir müttefik tokatıdır. Türkiye, Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti ilkelerinden uzaklaştıkça, Suriyeli sığınmacıları tamponlamasına rağmen, uluslararası saygınlığını ve gücünü de yitirmektedir… Sanıyorum iktidarın utangaç tepkilerinin ve en üst seviyedeki suskunluğunun nedeni de Türkiye’ye yakışmayan bu güçsüzlük duygusudur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle