06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 14 NİSAN 2021 ÇARŞAMBA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Pis hurma sendromu PROF. DR. ÜSTÜN DÖKMEN Edebiyatta bir eserin klasik sayılma sebeplerinden birisi, bu eserdeki olayların, özellikle kahramanların duygularının ve davranışlarının aradan uzun yıllar geçse bile toplumlarda tekrar tekrar ortaya çıkmasıdır. Tolstoy’un, Victor Hugo’nun, Hüseyin Rahmi’nin, Yaşar Kemal’in, Adalet Ağaoğlu’nun, Abdülhak Şinasi Hisar’ın romanları bu yüzden klasiktir. Bugün bir sanatçı, bir biliminsanı, bir vatansever, bir emekli asker, bir cami imamı veya bir siyasetçi, kendi alanında bir görüş sergilediğinde telaşa kapılıp “Din elden gidiyor”, “Bilim elden gidiyor”, “Vatan satılıyor”, “Darbe isteniyor” demek, hurma örneğinde olduğu gibi konuyu abartmak demektir. Eniştemizin başına gelenler Abdülhak Şinasi Hisar’ın “Çamlıca’daki Eniştemiz” adlı romanından küçük bir hikâye: “Enişte Bey, Fincancılar Yokuşu’nda bir Arap satıcının hurma sattığını görür, canı çeker. Yaklaşınca bir de bakar ki hurmalar sıcakta eriyip birbirine yapışmış, toz içinde kalmış. Enişte yine de satıcıya hurmaların fiyatını sorar, o da 10 kuruş olduğunu söyler. Bunun üzerine Enişte Bey, ‘Hiç bu pis hurmalar 10 kuruş eder mi?’ der. Bunu duyan satıcı birdenbire parlar, ‘Ne! Demek hurmalar pis, demek ben pis, demek Arap pis, demek Mekke pis, demek Peygamber, demek Peygamber!’ diye bağırır. Bu sözler karşısında enişte panik içinde yokuş aşağı kaçmaya başlar. Arada da gelen var mı diye arkasına bakmaktadır. Çünkü padişahın hafiyeleri peşine düştüğü takdirde derdini anlatmasının mümkün olmadığını bilmektedir. Ayrıca insanların onu yakalayıp linç etmesi söz konusudur.” Linç kışkırtıcılığı Bu hikâye belki yaşanmıştır, belki de sadece yazarın kafasındaki bir kurgudur. Her ne olursa olsun sonuçta, yaşanabilecek hatta benzerleri günümüz dünyasında yaşanmakta olan bir olay sergilenmiştir kitapta. Satıcı basit bir olayı abartarak, çarpıtarak toplumun hassas noktasına dokunmuş, yaygaracılık, haybatçılık yaparak insanları öfkelendirmeye, saldırganca bir tavır takınarak linç kışkırtıcılığı yapmaya çalışmıştır. Ne yazık ki insanların, eksik ve yalan bilgilerden yola çıkan bu türden kışkırtmalara kanma ihtimalleri yüksektir. 67 Eylül olayları, Atatürk’ün Selanik’teki evinin Yunanlar tarafından bombalandığı yalanı üzerine patlak vermiştir. Günümüzde de gerek sosyal medyada gerekse yazılı ve sözlü basında hurma satıcısının yaygaracı tavrına benzeyen zorbalıklara rastlıyoruz. İşte bu toplumsal reaksiyona “Pis hurma sendromu” adını vermek istedim. Bu adlandırmada bir teşbih var; teşbihte ise hata aranmamalıdır. Şimdi birisi çıkıp da Çamlıca’daki Eniştemiz romanından aktardığım hikâye ile ilgili olarak “Bu hikâyede kutsalımıza hakaret ediliyor” derse yeni bir pis hurma sendromu sergilemiş olur. Çünkü söz konusu roman yaklaşık seksen yıldır piyasada ve aktardığım hikâyede kutsallar değil, yaygaracı insanlar eleştiriliyor. Velhasıl yaygaracılık, haybatçılık kötü bir şey olmanın yanı sıra komik bir şeydir de. Toplumsal baskı aracı Söz konusu sendrom, yeni bir şey değil; bir sosyal psikolojik tepki olarak yüz yıllardır varlığını sürdürüyor. Söz gelişi yeniçeri isyanlarında, büyük bir ihtimalle pek çok kez ortaya çıkmıştı. O günlerden bugünlere toplumları yönlendirmek (manipüle etmek) isteyen kişiler insanların bu kışkırtılma zaaflarından yararlanmıştırlar. Yıllar önce psikolojik danışmanlara yaptığım bir konuşmamda, dünyada ve ülkemizde geçerli olan psikoterapinin etik ilkelerinden söz ettim. “Bu etik ilkeler uyarınca psikologlar, psikiyatristler ve psikolojik danışmanlar, terapi/danışma ortamlarında dini ve siyasi simge niteliğinde kıyafet giyemezler, takı takamazlar, örneğin haç ya da Atatürk rozeti takamazlar, fazlaca gösterişli kıyafetler giyemezler fakat terapi ortamı dışında istediklerini giyerler, başka meslekten veya mesleği olmayan kadınlar ise yasaların izin verdiği çerçevede istedikleri kıyafetleri giyebilirler” dedim. Bu sözlerim üzerine hiç kimse Atatürk rozetine takılmadı ancak bazı kişiler “kıyafet” sözüne kızdılar, hurma satıcısı gibi yaygaracılık sergilediler. Hâlâ geçerli olan bilimsel açıklamaları kavrayamadılar veya kavramak istemediler. Oysa bilimsel gerçeğe göre terapistin/danışmanın görüntüsü nötr olmalıdır ki hastasıyla/danışanıyla empatik iletişim kurabilsin. Danışan istediği her türlü kıyafeti giyebilir. Eğer terapist dini, siyasi simgelere bürünürse hastasıyla sempatiye veya antipatiye dayalı bir iletişim ortamı oluşturabilir, onun kendisiyle özdeşim kurmasına yol açabilir; bu durumda da psikolojik danışma, komşu teyze sohbetinden öteye geçmez. Günümüzde pis hurma sendromu maalesef, gerçekleri söyleyen bilim insanlarına, aydınlara, vatanseverlere, vatandaşlara baskı yapmak amacıyla kullanılıyor. Burada bir abartma söz konusudur. Bugün bir sanatçı, bir biliminsanı, bir vatansever, bir emekli asker, bir cami imamı veya bir siyasetçi, kendi alanında bir görüş sergilediğinde telaşa kapılıp “Din elden gidiyor”, “Bilim elden gidiyor”, “Vatan satılıyor”, “Darbe isteniyor” demek, hurma örneğinde olduğu gibi konuyu abartmak demektir bence. Naim Süleymanoğlu’nun, bir zamanlar azınlık nüfusun baskı gördüğü Bulgaristan’dan kaçıp Türkiye’ye iltica etmesine Avustralya’da yardımcı olan Türklere, “vatansever” demek yerine, “şoven, şovmen, faşist” derseniz, konuyu çarpıtmış, abartmış, pis hurma sendromu sergilemiş olursunuz. Milletçe sakin olalım. Doğa, şehir, Covid19 ve İzmir PROF. DR. ADNAN KAPLAN EGE ÜNIVERSITESI ÖĞRETIM ÜYESI PEYZAJ MIMARI Yakın zamanda kaybettiğimiz, değerli dostum Hidayet Karakurt’un (Dr., Orman Mühendisi) anısına... Yaşamın sosyoekolojik sorunların (deprem, su/deniz etkileri, hava/toprak/su kirliliği, kuraklık, salgınlar, kentleşme, ulaşım, altyapı, gıda, tarım, sosyoekonomik durum...) sarmalında olması, insanoğlunun ve kentlerin en önemli gündemidir. Yeryüzü ölçeğinde yaşanan sorunlar, sosyal yaşamı ve üretim ilişkilerini doğanın diline dayalı olarak yeniden, derinlikli düşünmeyi gerektirmektedir. İçinde bulunduğumuz dönemde yeryüzü, kent peyzajlarında (yaşam ortamlarında) yaşamdaki belirsizliklere ve Covid19 öncesi/sonrası (öngörülen) yaşamın birbirleriyle mücadelesine tanıklık etmektedir. Sorunların kaynağı, insanoğlunun “bir parçası olduğu ve birlikte yaşamayı öğrenmesi gereken” doğa ile kurduğu sorunlu ilişkilere ve doğanın verdiği tepkilere dayanmaktadır. Doğa kendisinden alınanı deprem, tsunami (deprem dalgası), sel gibi doğal afetlerle geri almaktadır. Yaşananlar karşısında, BM Genel Sekreteri António Guterres, “Gezegenin Durumu” başlıklı konuşmasında (2.12.2020), 21. yüzyılda görevimizi “doğa ile savaşımızı sonlandırarak uzlaşma ve küresel ölçekte iklim değişikliği etkileri ile mücadele” olarak tanımlamıştır. Sanayi toplumunun düşünce yapısı, yaşadığımız belirsizlik dönemini kavramada ve çok boyutlu sorunlarıyla mücadele etmede yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, doğayı anlamaya çalışan, bunun göstergesi olarak olguları içinde bulundukları bağlamda ele alan fenomenolojik bakış günümüz koşullarının gereğidir. Marcia Bjornerud “Yeryüzünün Zamanı” adlı kitabında, çevre krizini, dünyayla ilişkimizde geniş kapsamlı bir zaman bilincine sahip olmamamıza ve “şimdi odaklı” bakış açısına Doğa temelli düşünme, sorunlar karşısında toplumu ve kentleri (önceden) hazırlamayı, uzun erimli ulusal ve yerel politikalarla desteklemeyi gerektirmektedir. Doğanın dilini ve işleyişini örnekleyen dayanıklı, esnek, uyumlu ve kendi kendini iyileştirme kapasitesine sahip toplum ve kent hedeflenmektedir. saplanıp kalmamıza bağlamaktadır. Doğanın diline dayanan planlama ve “ekosistem” merkezli kent yaklaşımı; Covid19 öncesi yaşamın yeryüzünü doğrudan tahrip/tehdit etmesi karşısında, kendini “sosyoekolojik sorunlarla mücadele ortamı” olarak konumlandırmaktadır. Doğa temelli düşünme, sorunlar karşısında toplumu ve kentleri (önceden) hazırlamayı, uzun erimli ulusal ve yerel politikalarla desteklemeyi gerektirmektedir. Doğanın dilini ve işleyişini örnekleyen “resilient” (dayanıklı/dirençli, esnek, uyumlu ve kendi kendini iyileştirme kapasitesine sahip) toplum ve kent hedeflenmektedir. Zamanı geldi Düşünce dünyamızda, yaşananları (deprem, Covid19, kuraklık, işsizlik, sosyal eşitsizlik, doğal varlıkların tahribi...) birbirinden bağımsız veya tekil ele almamıza karşın, yeni şehircilik yaklaşımın gerektirdiği çoklu düşünce mantığı, kentsel dönüşüm olarak tanımlanan uygulamaların ötesine geçerek kentin bugününü ve geleceğini yaratıcı şekilde kurgulamayı öngörmektedir. Konu, yeryüzü ve bölge odaklı üst bakışla, kentsel büyümeden veya saçaklanmadan sosyoekolojik tabanlı yaşam ortamları kurgulamaya kaymaktadır. Sorunlarla mücadele, kentlerde nüfus yoğunluğunu azaltma yolunda kırsala göçü teşvik etmekten bölge veya havza ölçeğinde kentkır ilişkisi (sosyoekolojik, ekonomik, politik) kurmaya ve yaya dostu kentsel tasarım stratejilerine kadar uzanmaktadır. Bu çerçevede, radikal/ütopik olarak görülen doğa temelli şehirciliği politik ve toplumsal gündeme taşımanın zamanı gelmiştir. Bu yaklaşım, doğal ve kültürel varlıkların tahribinin, mevcut üretim ilişkilerinin, arazi rantına dayalı politikaların, mevcut (imar) planlama ve kentsel dönüşüm pratiklerinin yerine, sosyoekolojik sorunların tetiklediği doğa temelli şehirciliği kurucu unsur haline getirmekte, kentlerin ve yaşamın yeniden düşünülmesini gerektirmektedir. Anne Whiston Spirn “The Granite Garden: Urban Nature and Human Design” (1984) kitabında, canlı organizma olarak tanımladığı kentlerde, potansiyeller yanında doğal afetler karşısında stratejiler ve tasarım çözümleri geliştirmektedir. Geleceği kurgulamalı Doğa ve aracı konumundaki ekolojik yaklaşıma ve kültürel birikime (ferasete) dayanan şehircilik eylemi, sosyoekolojik sorunlarla mücadele yanında kentlerin estetiğini, kültürünü, tasarımını ve sosyal yaşamı yeniden biçimlendirmektedir. Şehirciliğin ekolojik tabanlı olması, doğanın dili üzerinden planlama pratiğine ve kente, içinde bulunduğu bölge peyzajı bağlamında bakmayı gerektirmektedir. Konu İzmir özelinde ele alındığında Covid19, diğer sosyoekolojik sorunlarla beraber, sosyoekonomik sorunların derinleşmesini ve yaşam kalitesinin düşmesini getirdi. Bu sorunlarla mücadele yanında tarihi birikimi ve potansiyelleri üzerinden kentin bugününe ve geleceğine odaklanıldı, “resilient kent ve toplum” hedeflendi. Yapılan çalışmalar (deprem master planı, havza bazlı yerelde kalkınma strateji planları, İzmirdeniz projesi, yeşil altyapı stratejisi planı ve pratikleri…) üzerinden geliştirilecek doğa temelli şehircilik yaklaşımı, kentin bugününü ve geleceğini kurgulama kapasitesindedir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 104 emekli amiralin yayınladıkları duyuruya ilişkin soruşturmasında 14 amiral hakkında adli kontrolle serbest bırakılma kararı verdi. Amirallerin duyarlılığı ve ‘mugalata’ GANI AŞIK zer göndermek olsa da buESKI CHP KAYSERI MILLETVEKILI MÜFTÜ nu asla yapamayacaklar. Cumhuriyet gökten inmedi ama Kurtuluş Savaşı şeArapçada mugalata, “galat” kökünden gelir ve herkesin doğru bildiği yanlışa da “galatı meşhur” denir. Mantık hileleri kullanıp, dil cambazlığı yaparak halkı aldatma sanatıdır. Eski Yunan’da sofistler ücretle bunun dersini verirlerdi. Sokrat, Eflatun ve Aristo, söz cambazlığı ve kelime düzenbazlığının, halkın gerçekleri öğrenmesine engel olacağını düşünerek 2500 yıl önce bu akıma karşı felsefi ve ahlaki mücadele başlattılar. hitlerinin mübarek kanı ve gazilerinin cennet kokan alınteri ile bedeller ödenerek kurulduğu için yerden, bu kutsal topraklardan fışkırdı denilebilir. Bir Yargıtay üyesi ile Yargıtay ve Danıştay başkanlarının saray korosuna katılarak ihsası reyde bulunmaları, adalet adına utancımızdır. Hukukla ilgisi olmayan, din eğitimli benim tepkim de onların utancı olmalıdır. İstisnalar dışında, yargının Saray’a diz çöktüğü biliniyorken Adalet Bakanı’nın “Hâkimler ve savcılar kimseye önünü Peygamber kapatmaz” sözü, mugalaocağındaki kaygı ABD’nin başını çektiği emperyalizm “Karadeniz’in NATO gölü olması”, TSK ise Türkiye’nin yaşamsal çıkarları ve bekası açısından “kıyıdaş ülkelerin kontrolünde kalması” taraftarıdır. TSK’nin bu tertanın imbikten süzülmüş halidir. Bu koroya Jandarma ve Deniz Kuvvetlerinden bir birimin de katılması, hezimetle sonuçlanan Balkan Savaşlarındaki Osmanlı ordusunu hatırlatıyor. O halde soralım: TSK nereye, yargı nereye hatta devlet nereye? cihinin temeli, tarihte ya Devlet çökertiliyor şanan büyük acılara ve Merhum Sakıp Sabancı, tecrübelere dayanır. Deği futbola ilgisiz olduğu halşik nitelikteki kumpaslarde, dostlarınla TSK’nin omurgasının ca Adana ve kırılması, emperyakomşu il takımlizmin beklentilarının maçına göleri, bir yönüytürülür. Adana takıle de Karamının gol atması deniz gerŞifreli ile ortalık yıkıçeğiyle il“davaları”, lır ama Sakıp gilidir. Cumhuriyeti tüm Bey’in doEmekli amirallerin uzmanlık alanları olan birikim ve değerleri ile ortadan kaldırmak, Anıtkabir’e dozer göndermek olsa da bunu asla nuk gözleri bir noktaya sabitlenir. “Ağa, sen niye sevinmiyorMöntrö yapamayacaklar. sun” diyenleSözleşmesi re, “Gardaşım, ve sarıklı amibu gol, ekonomiye ralle (!) ilgili duyarne gattı?” der. Nakşililılıkları, asla yurtseverğin 11 ilkesinden birisi de likten öte bir anlam taşı kalbi, dünyevi düşüncelermaz, çok da masumanedir den korumaktır da buna ve koparılan yaygara te uyan kim? 40 ana akım ve melsizdir. FETÖ kalkışma 200’den fazla kola ayrılan, sını “Allah’ın lütfu” kabul yurt genelinde örgütlenen, edip sivil darbelerle Cum iktidarla devleti paylaşan, huriyeti, demokrasiyi ve şeyhleri yalılarda yaşayan hukuk devletini nakavt ol tarikatlar, ilim ve fen adımuş boksöre çeviren ik na ne üretiyor, ekonomiye tidarın, emekli amiralle ne katıyor? Pırıltılı beyinrin açıklamasında darbe leri çürütmek, sadece genç izi araması, mugalatanın nesli değil, ilahiyatçılaşaheser örneğidir. Millet rı bile deist yapmak, ülkeolarak asıl talihsizliğimiz yi terke zorlamak, yoksul hukuka, demokrasiye ve halkı ve Cumhuriyeti keTürklüğün Kurtuluş Sava mirmekten başka ne yapışı ile yeniden doğmasına yor? 550 yıl önce, münecinanmayan ve ABD projesi cimbaşı Takiyyüddin’in, 3. olarak kurulan, İhvan/ Or Murat’ı ikna ederek inşa taçağ çizgisindeki bir par ettiği rasathaneyi “Ay’daki tinin iç yüzünü uzun yıl meleklerin bacaklarını dilardır saklayabilmesinde kizliyor” gerekçesiyle (!) dir. Bu başarıda, iktidarın yıktıran kafa bugün de aymugalata sanatındaki us nı ama gökteki ruhani metalığı yanında, Anadolu’yu leklerin iffetini korurken boydan boya resmi ve gay (!) yerdeki cismani melekri resmi medreselerle do lere pek düşkünler. Yüz natmış olmalarının da rolü yıllık rüyası büyük ölçüde büyüktür. gerçekleşen bir ideolojiŞifreli “davaları”, Cum nin artık “tramvaydan inehuriyeti tüm birikim ve ceği” ve –olabilirse– “gitdeğerleri ile ortadan kal meme” hazırlıkları yaptığı dırmak, Anıtkabir’e dokaygısı taşımaktayım.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle