06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 14 NİSAN 2021 ÇARŞAMBA DOLAR AVRO STERLIN FAİZ [email protected] BORSA ALTIN CUMHURİYET EKONOMİ ALTIN 24 AYAR 8.1570 1.1 kuruş 9.7330 3.1 kuruş 11.2330 3.2 kuruş 18.56 Sabit 1.378 2.46 puan 3083.61 24.71 lira 457.36 3.39 lira Ekonomi için enflasyon çok ciddi bir hastalık, bunu yenmek için acı ilacı içmek gerekiyor Acı ilaçsız çıkış zor PROF. DR. SELVA DEMIRALP: Bugün karşı karşıya olduğumuz enflasyon, fiyat istikrarı konusunda tutulmamış sözleri, yıpranan kurumsal bağımsızlığı, azalan kredibiliteyi, uzun vadeli plan ve öngörü eksikliğini yansıtıyor. Koç Üniversitesi TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu (EAF) Direktörü, Yapı Kredi Ekonomik Araştırmalar Kürsüsü Başkanı ve Koç Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, Türkiye’de sorunların çözümü için kısa vadeli “yara bandı” yapıştırmaya yönelik anlayışın yerini uzun vadeli sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme anlayışına bırakması gerektiğine dikkat çekti. “Maalesef Merkez Bankası gibi kritik kurumların başkanlarının her değişimi piyasalarla yeniden iletişim kurulmasını, kredibilitenin tekrar satın alınabilmesi için yeniden bir bedel ödenmesini gerektiriyor” diyen Prof. Dr. Selva Demiralp ile Merkez Bankası kararlarını ve ekonomideki gelişmeleri konuştuk. Derin sorunlar var n Martta enflasyon yüzde 16’ya yükseldi, buradaki artışı neye bağlıyorsunuz? Kronik enflasyon, hele de pandeminin ortasında yaşanan bir enflasyon, sadece enflasyonu göstermez. Altında yatan derin sorunlara işaret eder. Bugün karşı karşıya olduğumuz enflasyon, fiyat istikrarı konusunda tutulmamış sözleri, yıpranan kurumsal bağımsızlığı, azalan kredibiliteyi, uzun vadeli plan ve öngörü eksikliğini yansıtıyor. Bir ülke düşünün ki 2006’da açık enflasyon hedeflemesine geçmiş. Ancak aradan geçen 15 senede hedef sadece iki kere tutturulabilmiş. Bu ülkede Merkez Bankası’nın (TCMB) her sene çıkıp “enflasyonu bu sefer hedefe çekeceğiz” demesinin pek bir hükmü yok. Geçmiş, geleceğin aynasıdır. Geçmişte tutulamamış sözler geleceğe dair güvenilirliğinizi belirler. Bu neden önemli? Eğer enflasyonu bir türlü söz verdiğiniz hedefe çekemiyorsanız beklentiler üzerindeki kontrolünüzü de kaybedersiniz. TCMB güvenilirliğinin düşük olduğu ortamlarda fiyatlama davranışları enflasyon hedefine değil, bir önceki sene gerçekleşmiş enflasyona göre belirlenir. Böyle olunca enflasyon olduğu yere adeta yapışır. n Bu döngüyü kırmanın bir yolu yok mu? Var elbette. Bunun için sıfırdan TCMB güvenilirliğinin inşa edilmesi lazım. TCMB’nin salt “enflasyon düşene kadar sıkı duruşumuzu sürdüreceğiz” demesi topluma bir şey ifade etmiyor. TCMB’nin niyetinin ciddi olduğunu, bu sefer bir şeylerin farklı olacağını gösterebilmesi lazım. Bu ise acı reçete demek. TCMB’nin rüşdünü ispatlayabilmesi için maalesef faiz silahını tekrar çıkarması, faizleri yükseltebildiğini ve gerekirse daha fazla yükseltebileceğini göstermesi lazım. Kimse acı reçete içmek istemez. Ancak ekonomi için enflasyon çok ciddi bir hastalık ve bu hastalığı yenmek için de bu ilacı içmek şart. Bizdeki sorun, bir taraftan acı reçeteyi içme konusundaki isteksizlik bir taraftan da başlanıp yarım bırakılmış reçeteler. Fiyat istikrarının yıllar boyunca ihmal edilip “bir kenara konması” durumunda hastalık ilerleyip tahammül edilemez bir hal alıyor. O noktada ise çaresiz kalınıp faiz yükseltiliyor. Ancak uygulanan reçete her seferinde yarım bırakıyor ve fiyat istikrarı elde edilemeden faiz indirimleri başlıyor. Bu durum bir sonraki krize kadar devam ediyor. Sonrasında eskisinden daha yüksek dozda bir faiz artırımı gerekiyor. Bağımsızlığı olmayan bir Merkez Bankası siyasi baskılarla savrulduğunda maalesef bu tablo ortaya çıkıyor. Yıpranan TCMB kredibilitesinin bedeli daha yüksek faiz ile toplum tarafından ödeniyor. Prof. Dr. Selva Demiralp Yeniden bedel ödenecek n Bu saatten sonra yerlileri TL’ye dönüşe ikna etmek, yabancı yatırımcıyı çekmek mümkün olabilecek mi? Yüksek faiz ile enflasyonist baskıları bertaraf etmeye çalışan bir TCMB başkanının görevden alınması ister istemez yeni dönemde faizlerin düşürüleceği ihtimalini düşündürtüyor. Bu ihtimalin gerçekleşmesi yatırımcı için TL’nin cazip bir tasarruf aracı olmasını engeller. İlave olarak, enflasyonist baskılara faiz indirimi ile cevap verilmesi makroekonomik temellerle hiç tutarlı olmayıp kırılganlıkları ciddi olarak artıracak bir adım olduğundan genel risk algısı tetikleniyor. Ağbal’ın görevden alınması ile eşzamanlı olarak İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, HDP’nin kapatılma davası gibi gelişmeler risklerin para politikası özelinde kalmayıp genele yayıldığına işaret ediyor. Otoriterleşmenin arttığı, kararların tek bir merkezden alındığı algısını güçlendiriyor. Son haftalarda TL’deki değer kaybının arkasında bu endişeler yatıyor. Yerli ve yabancı yatırımcıyı tekrar TL varlık tutmaya ikna etmek için bu algıyı kırabilmek, fiyat istikrarının önemini her fırsatta dile getirmek ve sıkı para politikası duruşu ile de bu söylemlerin altını doldurabilmek lazım. Ancak bugün bu noktadan çok uzağız. Kaybedilmiş güvenin tekrar inşa edilebilmesi çok zor. Dolayısı ile bu noktada kredibiliteyi tekrar satın alabilmek için daha fazla faizin dahi etkili olabileceğini sanmıyorum. Pandemi kaynaklı global konjonktür zaten bizim aleyhimizde gelişirken içeride yaşanan bu gelişmeler sermaye girişini daha da sekteye uğratarak yüksek bir bedel olarak karşımıza çıkıyor. İŞSIZLIK AĞIRLAŞIYOR n Şu anda ekonomimizin tek sorunu faiz mi, asıl halledilmesi gereken sorunlar nelerdir? Ekonominin tek sorunu elbette faiz değil. Ancak takip etmesi kolay bir gösterge olduğu için tartışmalar faizler üzerinde odaklanıyor. TCMB’nin faiz kararlarının arkasında kurumsal bağımsızlık, kurumsal kredibilite gibi çok daha genel problemler yatıyor. Bu nedenle faiz özelinde ülkenin temel sorunları özetlenebiliyor. Türkiye ekonomisinin en önemli sorununun uzun vadeli, kapsayıcı, verimlilik artışını teşvik eden bir vizyon eksikliği olduğunu düşünüyorum. 2016 sonrası dönemde hemen hemen hiç üretkenlik artışının olmadığını, potansiyel büyüme oranımızın azaldığını görüyoruz. Bu durum, artan ve yapısallaşan bir işsizlik, yoksulluk ve artan fırsat eşitsizliklerine işaret ediyor. Pandemi öncesi dönemde de var olan bu sorunların pandemi döneminde ciddi şekilde ağırlaştığını gözlemliyoruz. Yara bandı yapıştırmakla olmaz n Çözüm için neler yapılmalı? sırdöngüye girilir. nomiyi açık tutmanın uzun vadede Öncelikle yapılması gereken, kıPandemi ile etkin bir mücadele ekonomiye daha derin hasar verdisa vadeli “yara bandı” yapıştırmaya verilememesi ve durgunluk içinde ğini gösteriyor. Bugün gelen veriler yönelik anlayışın yerini uzun vade geçen sürenin uzaması daha çok iş bu öngörü ile bire bir örtüşüyor. li sağlıklı ve sürdürülebilir bir bü yerinin kapanmasına, daha çok kiUzun vadede üretim kapasitesiyüme anlayışına bırakmasıdır. Ak şinin işini kaybetmesine sebep ola nin artırılabilmesi için serbest pisi takdirde oluşan istikrarsızlık po rak üretim kapasitemizi daha da yasa koşullarına sadık, rekabetçi, tansiyel üretim kapasitesini daral daralttı. Nisan 2020’de açıkladığı uluslararası iş hukuku ile uyumlu, tır. Bu durumda talep artsa bile is mız çalışma, salgın pahasına eko beşeri sermaye gelişimine odaklantihdam yaratamayan, hızla ısınıp mış, gücünü liyakatten ve bilimden enflasyon yaratan ve sonDERE GEÇERKEN AT DEĞIŞTIRILMEZ alan, kurumsal bağımsızlığa dayara tekrar relı, güven veren bir sesyona sün Son 2 yılda 4 kere TCMB n Aşının adaletsiz dağıtımıybir sistemin inşa rüklenen başkanı değişti, bu Merkez’in bir kıgüvenilirliği açısından bize neler söylüyor? TCMB başkanlarının bu kadar hızlı değişmesi para politikası ile ilgili bir plansızlık ve öngörüsüzlüğe işaret ediyor. Kurumsal bağımsızlık olmadığını gösteriyor. Sorun yaratan politikaları uygulayanlar da bir önceki yönetimin yarattığı sorunları tamir etmeye çalışanlar da görevden alınabiliyor. Bu durum ileriye yönelik ciddi bir belirsizlik yaratıyor. Her ne kadar yeni başkan Şahap Kavcıoğlu para politikasının mevcut duruşunun devam edeceği söylese de bu bana pek inandırıcı gelmiyor. Her şey la ilgili yaptığınız araştırmaya göedilmesi gerere bu adaletsizliğin ekonomilere etkisi nasıl olur? kiyor. Yaptığımız çalışmada, aşının eşitsiz dağılımı durumunda kendi nüfusunu tamamen aşılayan ülkelerin dahi önemli ekonomik bedeller ödemek zorunda kalabileceklerini gösterdik. Mesela ABD’nin yaza kadar bütün nüfusunu aşılaması, pandemiden kurtulması ve hayatın normale dönmesi bekleniyor. Ama Türkiye’de aşılamalar mevcut hızı ile devam ederse 2021 boyunca pandemi’den kurtulamayacak. Bu da ABD’den yapacağı ihracatı ve ABD’ye sattığı ithal ara mallarını azaltacak. Yani ABD ekonomisi Türkiye’nin aşılanmamasından olumsuz aynı kalacaksa o zaman başkan neden değişti? Kaldı ki eskiler etkilenecek. İşte bu nedenle ABD halen emsali görülmemiş “Dere geçerken at değiştirilmez” demişler. destek paketleri açıklıyor. Erdoğan Toprak CHP’li Toprak enflasyonu demokrasiden uzaklaşmanın beslediğini söylüyor Bu enflasyonla faiz inmez CHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Başdanışmanı Erdoğan Toprak, mevcut şartlar ile enflasyonun yükselme eğiliminde olduğunu belirterek “Demokrasiden uzaklaşıldıkça enflasyon besleniyor” dedi. CHP’li Toprak, gündeme ilişkin hazırladığı haftalık raporda Türkiye’de yükselen enflasyon ve 15 Nisan’da gerçekleştirilecek olan PPK toplantısını değerlendirdi. Toprak, Türkiye’nin Dünya Enflasyon Ligi’nde şampiyon ilk 12 ülke arasında yer almaya başladığını belirterek şunları söyledi: “Hesap verme, sorgulanma kaygısı taşımaksızın alınan kararlar, enflasyon üretiyor. Bir kesim olağanüstü zenginleşirken, geniş kitleler yoksullaşıyor, servet transferi hızlanıyor, gelir adaletsizliğini zirveye çıkıyor.” Toprak, TÜİK’in 5 Nisan’da açıkladığı mart ayı enflasyon verilerinin faizlerde indirimi olanaksız hale getirdiği gibi fiyat artışları ve enflasyonun hızlanacağına işaret ettiğini kaydetti. Toprak, şöyle devam etti: “Faiz indiriminden yana olan yeni başkan Şahap Kavcıoğlu’nun 15 Nisan’daki PPK toplantısında faiz indirimine gidip gidemeyeceği o koltukta oturma süresi açısından da belirleyici olacak.” l ANKARA/Cumhuriyet Kumpas, Türkiye Cumhuriyeti’ne kuruldu Ülkemizde 1980 sonrası siyasal ve ekonomik gelişmeleri, sorunları, ABD’nin 70’li yıllarda planladığı Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde irdelemek gerekir. Proje, genişletilmiş şekliyle, Kuzey Afrika’nın Atlantik kıyısından Hazar’a kadar uzanan bölgeyi ABD’nin egemenliği altına almayı, bilinen petrol ve doğalgaz rezervinin yüzde 60’ına sahip alanı kontrol etmeyi, rakiplerine karşı üstünlük sağlamayı, 500 milyona yakın nüfuslu bir pazarı arka bahçe haline getirmeyi amaçlar. Projenin uygulamaya konulduğu yıllarda SSCB, Afganistan’da yenilgiye uğrayarak dağılma sürecine girdiğinden; Avrupa Birliği tam oluşmadığından; Çin, henüz ekonomik ve siyasal güç olarak belirlenmediğinden dünya, ABD’nin güdümünde tek kutupludur. Proje, bölge ülkeleri arasında ekonomik işbirliği kurulmasını, ortak finansal ve ekonomik kurumlar oluşturulmasını, bölgenin ikili anlaşmalarla da ABD’nin egemenliği altına girmesini öngörür. Ülkeler arasında birlik sağlanması için coğrafi yakınlık, din, dil, kültür ortaklığı gerekli olmakla beraber yeterli olmadığından, ülkelerin siyasal ve ekonomik yapılarının da yakınlaşması, uzlaşı gereklidir. Uyum sağlamak üzere, siyasal model olarak ılımlı İslam, ekonomik model olarak da serbest pazar düzeni belirlenmiş; bölgeye örnek olarak da Türkiye seçilmiştir. Türkiye’nin seçiminde konumu, modele yatkınlığı, ekonomik ve siyasal düzeni, ülkede işbirliği yapılabilecek kitlenin varlığı etkili olmuştur. Projenin uygulanması için Türkiye’nin “yeniden yapılandırılması” Cumhuriyete bağlı, ulusalcı, tam bağımsızlığı savunan, emperyalizme karşı olan kişi ve kurumların tasfiye edilmesi gerekli görülmüştür. Türkiye’ye karşı Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası başlatılan ambargolar şiddetlendirilerek yerli uzantılarının stoklama ve spekülatif girşimleriyle de desteklenerek ekonomi krize sokulmuş, iç çatışmalar tahrik edilmiş, toplumda kurtarıcı beklentisi psikolojik ortamı oluşturulmuştur. Projenin ekonomik modeli, 24 Ocak Kararları olarak T. Özal tarafından krizden çıkış programı olarak kamuoyuna sunulmuştur. 12 Eylül darbesiyle modelin fiilen uygulamasına başlanmış, ABD’nin önerileri, telkinleri doğrultusunda siyaset, bürokrasi, eğitim sistemi, üniversiteler yeniden düzenlenmiş, gereken tasfiyeler yapılmış, kısıtlı, vetolu bir seçimle T. Özal’ın iktidara gelmesi sağlanarak ılımlı İslama da yol açılmıştır. Modelin benimsenmesi için Türkİslam sentezi alalamasıyla Cumhur İttifakı’nın da nüvesi oluşturulmuştur. Adım adım AKP’nin yüzde 34 oyla iktidara gelmesi de sağlanarak proje uygulamaya konulmuştur. ABD tarafından kumpas, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı kurulduğundan, Cumhuriyetin kazanımları yok edilmiş, Türkiye’nin hemen her alanda küme düşmesinin yolu açılmıştır. Montreux Sözleşmesi’nin gündeme getirilmesi de kumpas sürecinin bir aşamasıdır. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış, yalnız oy tabanı, tarikatların, cemaatlerin taleplerini isaf, yerine getirmek değil, kararname ile uluslararası sözleşmeden çıkış denemesi, kamuoyu yoklaması yapılmasıdır. Montreux Sözleşmesi yalnız Türkiye’yi değil, Karadeniz’de kıyısı bulunan tüm ülkeleri ilgilendirmektedir. Sözleşme, o tarihte Karadeniz’de kıyısı bulunan ülkelerin yanı sıra Büyük Britanya, Fransa, Japonya ve Yunanistan tarafından da imzalanmıştır. Sözleşme, Lozan Antlaşması’nın tamamlayıcısıdır. Sözleşme ile boğazlardan geçişi denetleyen komisyon kaldırılarak denetleme yetkisi tümüyle Türkiye’ye devredilmiş; Türkiye’nin boğazları silahlandırabileceği kabul edilmiş; katılmadığı bir savaşta, savaş gemilerinin geçişi yasaklanmış, Türkiye’ye savaşta taraf olması halinde geçiş şartlarını, sınırlarını dilediği gibi belirleme hakkı tanınmış, kıyısı bulunmayan ülkelerin Karadeniz de bulundurabilecekleri savaş gemilerinin tonajı ve süresi sınırlandırılmıştır. Son günlerde iki ABD savaş gemisinin Karadeniz’e geçiş koşulları sözleşme uygulamasının somut örneğidir. Geçiş için önceden Türkiye bilgilendirilmiş, onay alınmış, tonaj sınırına ve Karadeniz’de kalma süresine uyulmuştur. Örnek, sözleşmenin kimin için ayak bağı olduğunun, ABD’nin niçin sözleşmeyi değiştirme telkininde bulunduğunun kanıtıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin, bağımsızlığının giderek elden kaymakta olduğunu, sıranın Türkiye Cumhuriyeti’ne bağımsızlık sağlayan Lozan ve Montreux antlaşmalarına geldiğini gören yurtsever çevreler, bildiriler yayımlayarak kamuoyunu uyarmaya çalışmaktadır. Amirallerin bildirisi de bir kaygının ifadesi olarak algılanmalı, kaygı dışında bir im yüklenmemelidir. Türkiye’nin ana sorunu, tam bağımsızlık ve Cumhuriyeti korumaktır. Ülke üzerinde oynanan oyunların oluşturduğu ortamdan yararlanarak iktidar olanların, kumpasın kazançlı tarafı olmalarına karşın, mağduru oynayarak, yasal olmayan yollarla da karşıtlarını sindirme girişiminde bulunarak iktidarda kalma istekleri, sorunların ana kaynağı olmaktadır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle