23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 4 MART 2021 PERŞEMBE EMEK KADINLAR, HAYATIN HER ALANINDA EŞITLIK IÇIN 250 YIL BEKLEMEYIN Daha ayrımcı tavır DÜŞÜK ÜCRET GÜVENCESIZ IŞ 8Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle dikkatler bir kez daha toplumsal hayatta kadın erkek eşitliği konusuna çekiliyor. Gözler çalışma yaşamında kadının var olduğu tabloya ve maruz kaldıklarına çevriliyor. Hal böyle olunca da çalışma yaşamında ilk akla gelen isim doğal olarak DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu’na çalışan kadınların hali pür melalini sormak kalıyor. Çerkezoğlu’nun çizdiği tablo her ne kadar çok parlak olmasa da kadınlar çeşitli sivil toplum örgütlerince saptanmış durumlara saplanıp kalmayacak, ücret eşitliği için 250 yıl beklemeyecek diye inanıyoruz. Arzu Çerkezoğlu Başlıkta sıralananlar, DİSK Başkanı Çerkezoğlu’nun ülkedeki kadınların durumunu anlatmak için seçtiği tanımlama. Dünya Ekonomik Forumu’nun Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre Türkiye geçen yıl 153 ülkenin yer aldığı sıralamada 130. olarak kadınların durumuna ayna tutuyor. Çerkezoğlu’nun çizdiği tablo ise aşağı yukarı özetle şöyle: Kadınların çalışma hayatındaki en önemli üç sorunu: Düşük ücret, işsizlik, sigortasız çalıştırma. Kadınlar erkeklerden daha düşük ücret alıyor. Kadınların yüzde 63,9’u çalışma hayatından memnun değil. Kadınların yüzde 92’si sendikasız. Kadınların kıdem süresi erkeklere göre oldukça geride. İşsizlik en çok genç kadınları etkiliyor. Türkiye ekonomisinin sürekli kriz riski içinde olması ve erkek egemen anlayışın da etkisi ile kadın emeği ikincilleştiriliyor, kadınlar ucuz ve güvencesiz istihdamın hedefinde yer alıyor. Kadınlar ev işleri nedeniyle çalışma hayatına giremiyor, binlerce kadın ev içi bakım hizmetleri nedeniyle işinden ayrılıyor. Daha düşük Bu sürecin bir sonucu olarak bugün Türkiye’de kadın işgücü ve istihdam oranları dünyanın birçok ülkesine göre daha düşük. Ekonomik kriz ve erkek egemen anlayışın üstüne tüm dünyada işçilerin işi, geliri ve sağlığı üzerinde büyük tahribat yaratan pandemi eklendi. Salgınla çalışma şekilleri değişti, işçilerin gelirleri ve çalışma süreleri azaldı. İşçilerin tümünü olumsuz etkileyen salgın, kadın işçileri daha da olumsuz etkilemeye devam ediyor: Verilere göre, Kadın istihdamı son bir yılda 571 bin kişi azaldı. Kadın işgücü son bir yılda yüzde 8.2 azaldı. Salgın döneminde kadınların aylık ortalama iş kaybı 1 milyon 484 bin olarak hesaplandı. Türkiye’de salgınla kadın işsizliği ve istihdam kaybı daha da vahim bir hal aldı. Kadınlar işgücü piyasasından daha hızlı çekildi ve kadın istihdamı daha hızlı daraldı. Kadınlarda zamana bağlı eksik istihdam sayısı son bir yılda yüzde 472, yani neredeyse 5 kata yakın bir oranda arttı. İşbaşında olan kadınların sayısı son bir yılda yüzde 11.5 oranında azaldı. Kadınlar daha fazla ayrımcılık, daha düşük ücret ve güvencesiz istihdama mahkum edilirken bizler biliyoruz ki, en zor koşullarda ve en zor dönemlerde de kadınların itirazı ve direnişi her yerde. Güvenimiz tam: Bugün ekonomik kriz, pandemi ve cinsiyetçilik ile kuşatılmış kadınlar, bu süreci tersine çeviren bir güç olarak da tarihe adlarını yazdıracaklar. SAĞLIKÇI ‘EK ÖDEME’SINI ISTIYOR Sağlık sektöründeki performans uygulamasına tepki gösteren SES Şişli Şubesi üyesi sağlık emekçileri, ek ödemelerin adaletli bir şekilde dağıtılması gerektiğini belirterek “Yaşatmak için yaşamak istiyoruz” dedi. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Şişli Şubesi, sağlıkçılara yapılan ek ödemelerle ilgili açıklama yaptı. Okmeydanı’nda bulunan Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu Şehir Hastanesi önünde dün açıklama yapan SES üyesi hemşireler “Yıpranma payım nerede”, “Bedenim alkışla dinlenmiyor, alkışla aile geçindirilmiyor” ve “3600 ek gösterge istiyorum” dövizleri taşıyarak “Hakkınız ödenmez dediler, ödemediler” pankartı açtı. l İSTANBUL / Cumhuriyet DİSK: KOD29 DERHAL KALDIRILMALI DİSK/Tekstil Gaziantep Şubesi, Kod29’dan işten atılan Yasin Kaplan Halı ve Güven Boya işçileriyle birlikte basın açıklaması yaptı. Yasin Kaplan Halı fabrikası önünde yapılan açıklamada konuşan DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu, “Zulüm haline gelen Kod29 derhal kaldırılmalıdır” dedi. Türkiye’nin Covid19 salgınına ekonomik krizde yakalandığını belirten Çerkezoğlu, bu süreçte siyasi iktidarın bütün politikalarının işçileri, işsizleri değil, büyük sermayeyi korumak üzere şekillendiğini ifade etti. Ülkenin en büyük maden kazalarından Kozlu’da yaşamını yitiren madenciler anılırken CHP’li Zonguldak milletvekili Yavuzyılmaz Soma maden kazasında yaşamını yitiren maden işçilerinin ailelerine tanınan hakların 263 maden işçisinin yakınlarına da tanınması gerektiğini ifade etti. Acılar bir kez daha tazelendi Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Kozlu Müessese Müdürlüğünde 3 Mart 1992’de meydana gelen grizu faciasında yaşamını yitiren 263 maden işçisi törenle anıldı. Kozlu Müessese Müdürlüğü’ne bağlı Kuyu başında düzenlenen anma törenine, Zonguldak Valisi Mustafa Tutulmaz, CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, Zonguldak Belediye Başkanı Ömer Selim Alan, Kozlu Belediye Başkanı Ali Bektaş, TTK Genel Müdürü Kazım Eroğlu, Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) Genel Başkanı Hakan Yeşil ile işçiler katıldı. Yaşamını yitiren işçiler için yapılan saygı duruşuyla başlayan törende konuşan, GMİS Genel Başkanı Hakan Yeşil, “Burada, bundan tam 29 yıl önce büyük bir grizu faciası yaşadık. 263 arkadaşımızı kaybettik. Tüm maden şehitlerimizi bir kez daha rahmet, sevgi ve saygıyla anıyoruz. Havzada 173 yıldır kömür üretiyoruz. Yerli ve milli kaynakların hak ettiği şekilde değerlendirilmesi ithalattan ülkemizi kurtaracaktır. Türkiye’nin kömür ihtiyacı var. Kömür de burada var. TTK’nın üretimi artırması için işçi açıklarının giderilmesi gerekiyor” dedi. TTK Genel Müdürü Kazım Eroğlu “3 Mart 1992’de ben burada 6 yıllık mühendis idim. En son cenazeyi 5 yıl sonra aldığımda da işletme müdürüydüm. Bu travmayı yaşamış bir insan olarak cümleleri bir araya getirmek benim için çok zor” diye konuştu. CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz ise Soma maden kazasında yaşamını yitiren maden işçilerinin ailelerine tanınan hakların 263 maden işçisinin yakınlarına da tanınması gerektiğini ifade etti. l ZONGULDAK / Cumhuriyet Yükselen enflasyon ‘daha sıkı para’ ve reform istiyor Şubat ayı enflasyon rakamları, son 4 aydır uygulanan sıkı para politikasına rağmen, artış trendinin devam ettiğini ortaya koydu. Çekirdek enflasyon ve üretici fiyat artışlarındaki artış tüketici fiyatlarındaki artışın devam edeceğini, enflasyonla mücadele için daha yapılacak çok şey bulunduğunu gösteriyor. Şubat ayı tüketici fiyat artışı yüzde 0.91 oranında çıkarken, yıllık yüzde 15.61’e ulaştı. Merkez Bankası’nın enflasyon eğilimi için baktığı çekirdek enflasyon oranı yüzde 16.92’ye yükseldi. Üretici fiyatlarında devam eden artış ise yıllık yüzde 27.09’a ulaştı. Nisan sonunda tüketici fiyatlarındaki yıllık oranın, Merkez Bankası’nın politika faizi olan, yüzde 17 seviyesine, hatta daha üzerine çıkacağı tahmin ediliyor. Bu rakamlarla birlikte kemikleşmiş ya da yapışkan olarak adlandırılan, katı bir enflasyon eğilimiyle mücadele edildiği, trendi geri çevirmek için yapılanlardan çok daha fazlasını uygulamaya koymak gerektiği rahatlıkla söylenebilir. “Enflasyonda en kötüsünün geride kalmadığı, daha yüksek oranların bizi beklediği” de açık. Bu rakamlarla birlikte, bir süredir iktisatçılar tarafından tartışılan “yeterince sıkı para politikası uygulanıp uygulanmadığı” tartışmaları alevlenecek. Örneğin 18 Mart’taki toplantısında Merkez Bankası’nın yeni faiz artırımı yapmasının sorunu çözüp çözemeyeceği tartışılmaya başladı. Kimi iktisatçı katı beklentileri kırmak için, önden beslemeli bir anlayışla, Merkez Bankası’nın 1 puanlık artırıma gidebileceğini, kimisi 0.5 puanlık artışın yeteceğini söylüyor. Buna karşılık enflasyonla mücadelede artık faiz artışlarının etkisini kaybettiğini kaydeden iktisatçılar da var. Tüm iktisatçılar ekonomide radikal reformlar, hukuk reformlarına olan güven gibi unsurları öne çıkararak “Enflasyonla mücadelede yeterince güvenin oluşturulamadığı” görüşüne katılıyor. Enflasyondaki katılık, fiyatlandırma davranışları ve yerlilerin döviz hesaplarındaki tablo, bu güvensizliğin birer işareti olarak görülüyor. Dolayısıyla katılığı kırmak, enflasyonla mücadele ve rasyonel yönetim konularında iktidara güvenin oluşması için, sözlerden çok uygulamaya bakılacağı görüşünün öne çıktığını görüyoruz. Hep söylendiği gibi “yanlışlarla kaybedilen güveni kazanmanın çok daha zor olacağı” gerçeğini bir kez daha yaşıyoruz. Kasımdan bu yana yeni ekonomi yönetiminin uyguladığı politikaların sonuç verdiği ancak para politikasının daha da sıkılaştırılmasına ihtiyaç olduğu, belli ki daha çok konuşulacak. Merkez Bankası’nın son karşılık düzenlemesiyle bu ihtiyacı tespit ettiği ama iç talebin canlılığının bu konuda daha sıkı adımlara ihtiyaç olduğunu gösterdiği söylenebilir. Bu da reform şart olmakla birlikte ondan önce faiz ya da başka araçlarla ek sıkılaştırılma gerekeceğini gösteriyor. “Siyasi iktidarın Merkez Bankası’nın elini rahat bırakıp bırakmadığı” konusu burada öne çıkıyor. “Cumhurbaşkanı ne zaman faiz artışına dur diyecek” tedirginliği sürüyor, yeni faiz artışına izin verip vermeyeceği tartışılıyor. Bağımsız bir Merkez Bankası’nın “gerektiğinde faiz artırıp gerektiğinde düşürür” algısı oluşturması şart ama siyasi irade nedeniyle bu algı oluşturulamadığı için, gerekli güvenin kazanılmasına engel oluşturuyor. Emtia fiyatları ve normalleşme etkisi Özet olarak enflasyonla mücadele için daha sıkı para politikası gerekiyor ama bunun yetmeyeceği anlaşılıyor. Soruna genel olarak bakıldığında, “iktidara olan güvensizlik” öne çıkıyor, güveni sağlamak için radikal ekonomik reformlar, hukuk sisteminde bağımsız ve rasyonel uygulamayı sağlayacak bir iklimin yaratılmasına ihtiyaç duyuluyor. Türkiye, enflasyonun kalmadığı bir küresel ortamda, kendi yarattığı yüksek enflasyonla mücadele etmeye çalışıyor. Ancak önümüzdeki normalleşme döneminde dünyadan, artan emtia fiyatları nedeniyle enflasyon ithal edileceğini unutmamak gerekiyor. Petrol başta olmak üzere, aşılama ve normalleşme beklentileriyle birlikte, küresel emtia fiyatları artışa geçti. ABD’de enflasyon beklentisiyle yükselen tahvil faizlerinin, başımıza ne işler açtığını, geçen haftaki piyasa hareketleriyle çok yakından gördük. Normalleşme ile birlikte, kaynak çektiğimiz gelişmiş ülkelerdeki enflasyon ve buna bağlı faiz hareketlerini, sebep olacağı dış kaynak sıkıntılarını, bunun kurlarda yaratacağı dalgalanmaları, bütün yıl boyunca yaşayacağız. Küresel şartların Türkiye’nin enflasyonla mücadelesine zarar vermesi ve çok daha sıkı tedbirlere ihtiyaç duyulması kaçınılmaz olabilir. Bununla birlikte kademeli açılan hizmet sektörünün, artan taleple birlikte fiyat artışlarına gitmesi yani enflasyonu artırması da doğal sayılmalı. Bunu üretim ve satışı geçen yıl en fazla artan mal grubu olan ev eşyası grubunda kaydedilen yüzde 23.74’lük fiyat artışıyla çarpıcı biçimde gördük. Maalesef; kötü yönetim ve popülizmin halkı nasıl fakirleştirdiğinin bir örneğini daha yaşamaya devam ediyoruz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle