23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 25 MART 2021 PERŞEMBE gorus@cumhuriyet.com.tr OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bir ilahiyatçının sürgünü FERHAT ÖZEN ARAŞTIRMACI YAZAR Prof. Dr. Mustafa Öztürk, XI, XII, XIII. yüzyılın büyük filozoflarından İbn Rüşd, İbni Haldun, Farabi, El Kindi, El Biruni, El Cebir ayarında büyük bir İslam filozofu değildi kuşkusuz; ama onların yolunda, onların soyundan, onların kumaşındandı. Gerçi aslen Kurtubalı (Córdoba) olan İbn Rüşd, düşüncelerinden dolayı gözden düştüğü, sürgüne gönderildiği olduysa da Müslüman toprakları sağlığında terk etmek zorunda kalmadı. Ama düşünceleri, bilimsel çalışmaları, Müslüman coğrafyada tutunamadı; buna karşılık Batı’da büyük ilgi gördü. Daha 1200’lerde, İbn Rüşd’ün araştırmaları gizli gizli Batı’da (*) okunuyordu. Batı dünyasında hiçbir Müslüman bilginin sahip olamadığı ün ve şöhrete erişen İbn Rüşd, Batı’da doktor olarak tanınsa da daha çok “Aristo yorumcusu” olarak bilindi. Batı, kendi Antik Yunan felsefesiyle İbn Rüşd sayesinde tanıştı ve bu düşünceler Batı’da Rönesans düşüncesinin çekirdeğini oluşturdu. Tutarsızlığın tutarsızlığı Prof. Dr. Mustafa Öztürk de Türkiye’de aklı ve bilimi İslam’la barıştırmak istiyordu. 30’dan fazla kitabı olan, sayısız araştırmaya imza atmış Öztürk dinde sapkınlığa karşı akılcı düşüncelerinden dolayı, Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı. Almanya’daki Münster Wilhelm Üniversitesi’nin İslam Teolojisi bölümünden aldığı daveti değerlendirerek akademik çalışmalarına devam etmek üzere Almanya’ya gitti. Giderken de bu “yerli ve milli tımarhanede” bize, “ruh sağlığı” diledi. Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Fethullah Gülen’i “masum imam” olarak gösterenleri eleştirdiği, Gülen’in lideri olduğu cemaat için “haşhaşi” benzetmesi yaptığı, IŞİD gibi İslam referanslı terörün arkasındaki ideolojiyi de eleştirdiği için tehditler alıyordu. Öztürk, FETÖ araştırması yapan TBMM Darbe Komisyonu’na bilgi verirken diğer cemaatlerin oluşturabileceği tehlikeye dikkat çekmişti. Prof. Dr. Mustafa Öztürk Büyük İslam Filozofu İbn Rüşd öldüğünde (1198) Merakeş’e gömüldüyse de daha sonra cenazesi Kurtuba’ya götürüldü. Götürülürken devenin bir tarafına tabutu diğer tarafına kitapları konmuştu, dengeyi sağlamak için. Çünkü kitaplar denge sağlar. Kitap, bilim, felsefe toplumların çılgınlıktan, sapkınlıktan dengeye gelmesini sağlar. Büyük filozof, Tehafütü’tTehafüt (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı yapıtında bunu (dengeyi) vurgular özcesi. Hıristiyan Ortaçağında Avrupa’da yaşanan Kilise’nin baskı ve zulmü, bugün İslam Ortaçağı üzerinden Türkiye’de uygulanmak isteniyor. İslam coğrafyasında ise bin yıldır denge yok. Batı’da Hıristiyanların kanını emen Kilise’ye karşı ayaklanmış aydınlanmacı papazların, örneğin Martin Luther’in, Kalvinistlerin (**) izinde yürüyen, Cumhuriyetin yetiştirdiği seküler ilahiyatçılardan Turan Dursun, Yaşar Nuri Öztürk gibi ilahiyatçılar ya öldürülüyor ya da tarikatların türlü baskıları altında yaşamak zorunda bırakılıyor. Biz dinlemedik... Prof. Dr. Mustafa Öztürk (***) katıldığı konferanslarda cemaat ve tarikatlara yönelik eleştirileri nedeniyle hedef haline getirilmişti. (Cumhuriyet, 15.03.2021) Köşe yazarlığı da yapan Öztürk, Fethullah Gülen’i “masum imam” olarak gösterenleri eleştirdiği, Fethullah Gülen’in lideri olduğu cemaat için “haşhaşi” benzetmesi yaptığı, IŞİD gibi İslam referanslı terörün arkasındaki ideolojiyi de eleştirdiği için tehditler alıyordu. Öztürk, FETÖ araştırması yapan TBMM Darbe Komisyonu’na bilgi verirken diğer cemaatlerin oluşturabileceği tehlikeye dikkat çekmişti. Dinleyen kim? Biz dinlemedik, Alman toplumu dinlesin, yararlansın. Sonra da bize öğretsinler. (*) Batı dünyasında ortaya çıkan İbn Rüşdcülere “Averroist” deniyordu. (**) Papazların Cenneti pazarlamasına isyan eden Luther, Ortaçağ Kilisesi’ne isyanını şöyle dile getirir: “Milleti cehennemle korkutup cenneti para karşılığı satıyorsunuz. Sıkıysa cehennemi satsanız ya?” Yargıçlardan biri: “Cehennemi kim alır ki?” Martin Luther: “Ben alıyorum, neyse parası vereyim!” Bedava verdiler! Martin kapının önüne çıktı, duruşma sonucunu merak eden binlerce kişiye seslendi: “Cehennemi satın aldım, benimdir. Bundan sonra oraya kimseyi almayacağım, korkmayın.” Cehennem korkusu ve kilise baskısından kurtulan halk, özgür beyinlere sahip oldu ve Almanya aydınlanması beş yüz yıl önce başladı. (***) 30’dan fazla kitabı olan Öztürk’ün çalışmalarından bazıları: Kur’an Dili ve Retoriği, Kitabiyat Yay., Ankara, 2002. Kur’an ve Aşırı Yorum, (Doktora Tezi), Kitabiyat Yayınları, Ankara, 2003. Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2004. Kur’an’ın Mu’tezilî Yorumu, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2004. Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2008. Meal Kültürümüz, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2008. Tefsirde Ehli Sünnet & Şia Polemikleri, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2009. Kur’an, Tefsir ve Usul üzerine Problemler, Tespitler, Teklifler, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2011. Din Sermayesinden İktidar Devşirmek: FETÖ, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2017. Kur’an ve Tarihsellik Üzerine, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2018. Kur’an’a Çağdaş Yaklaşımlar, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2019. KamuÖzel İşbirliği ve ‘mücbir sebep’ DR. ALI FAZIL KASAP CHP KÜTAHYA MILLETVEKILI TBMM SAĞLIK, AILE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMISYONU ÜYESI KamuÖzel İşbirliği (KÖİ) modeliyle yapılan projelerin garanti ödemeleri tüm dünyayı etkisi altına alan Covid19 salgını nedeniyle birçok ülkede mücbir sebep ilan edilerek ertelenmiş, dondurulmuş ya da feshedilmiştir. Türkiye’de yatırım büyüklüğü 150 milyar doları aşan KÖİ projeleri çerçevesinde 2020 Mart ayından beri salgın koşulları yaşanmasına rağmen iktidar tarafından mücbir sebep ilan edilmeksizin yüklenici firmalara 2020 yılı için 18.8 milyar lira garanti ödemesi gerçekleştirilmiştir. Dünyada durum Yerel mevzuat kapsamında salgın hastalığın mücbir sebepler arasında sayıldığı düzenlemeler mevcut olup, Yargıtay kararları kapsamında da salgın hastalığın mücbir sebep olarak kabul edildiği örnekler bulunmaktadır. Yerel mevzuat ve Yargıtay kararları dışında dünya çapında 140 ülkenin şirketlerinin temsil edildiği uluslararası örgüt olan Milletlerarası Ticaret Odası’nın mücbir sebep hallerine ilişkin olarak sözleşmelere eklenmek üzere tavsiye niteliğinde hazırlanan örnek maddeler kitapçığında da salgın hastalıkların mücbir sebep olarak kabul edilmesinin kararlaştırılabileceği belirtilmektedir. İngilizcede “Act of God” olarak veya hukuk dilinde “Force majeure” olarak geçen mücbir sebep, “hukukta görevin, taahhüdün ve sorumluluğun yerine getirilmesine engel teşkil edebilecek nitelikte bulunan ölüm, iflas, hastalık, tutukluluk, afet ve buna benzer hallerdir.” şeklinde tanımlanmaktadır. Yine KÖİ mevzuatının Mücbir Sebep Halleri başlıklı 59. maddesinde mücbir sebep olarak kabul edilebilecek haller sırasıyla şöyledir: doğal afetler, kanuni grev, genel salgın hastalık, kısmi veya genel seferberlik ilanı veya savaş ve ifayı imkânsız kılan diğer haller. Gerek uluslararası yayınlarda gerekse yerel mevzuatlarda salgın hastalığın mücbir sebep ilan edilmesi yönünde kararlar ve örnekler var iken Türkiye’nin KÖİ projelerinin garanti ödemelerini mücbir sebep ilan etmemesi kamu zararına neden olmakta ve bütçe yükünü artırmaktadır. Bütçeye ağır yük KÖİ ve şehir hastanelerinin bütçeye olan yükü her yıl artmaktadır. Sadece 2020 yılı bütçesinden KÖİ projelerine ayrılan pay 14 milyar TL’dir. Kur farkından dolayı 2020 yılında ödenen meblağ ise 18.8 milyar TL’dir. Garanti ödemeleri mücbir sebep ilan edilmediği için bu tutarın 2020 yılı bütçe açığına oranı yüzde 10.40 düzeyindedir. KÖİ projelerinin sözleşmeleri çerçevesinde yapılan garanti ödemeleri eğer mücbir sebep ilan edilmezse salgın etkilerinin 2023 yılına kadar süreceği göz önüne alındığında seyahatlerin azalması, havalimanlarının ve otoyolların istenen doluluk oranına ulaşamayacağı varsayıldığından yıllar içerisinde bu ödemeler hem bütçe yükünü artıracak hem de bütçe açığına olan oran büyüyecektir. TL’ye çevrilmeli ve kamulaştırılmalı Zafer Havalimanı, Avrasya Tüneli, Kuzey Marmara Otoyolu gibi 250’ye yakın proje ve planlanmasından ihalesine, uygulanmasından kontrolüne kadar sayısız sorun içeren ve yüzde 51’i havaalanı yatırımları olmak üzere sağlık, ulaşım, enerji, kentsel altyapı gibi birçok alanda uygulanan KÖİ projelerine ilişkin Sayıştay da çekincelerini ortaya koymaktadır. Son yıllarda yapılan kamu ihaleleri incelendiğinde büyük ihalelerin hemen hemen hepsinin belli şirketler tarafından alındığı görülmektedir. AKP tarafından verilen, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu’nda 3 Mart 2021 tarihinde görüşülen ve Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilen torba kanun teklifine göre KÖİ projesi alan ama bankalardan kredi bulamayan şirketler için Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın kefil olması istenmiş, garanti ödemeleri yetmezmiş gibi bir de ödenmeyen borçların devlete kalması, devletin şirketlere kefil olması sağlanmıştır. KÖİ projeleri birçok ülkede olduğu gibi acilen mücbir sebep kabul edilmeli, sözleşmeler TL’ye çevrilmeli ve dondurulmalıdır. İhalesi yapılmış ve sözleşmesi imzalanmış yeni KÖİ projeleri ertelenmeli veya devlet imkânlarıyla yapılmalıdır. Mevcutta yer alan tüm KÖİ projeleri ise kamulaştırılmalıdır. Yunus parkları kapatılmalıdır Hayvan Hakları Savunucusu ve gazetemiz köşe yazarı Zülâl Kalkandelen’in Hayvan Hakları Yasa Tasarısı konusunda Meclis Komisyonu’ndaki konuşması ve Cumhuriyet’teki yazıları çok yankı yaptı. Hayvan Hakları Yasa Tasarısı’nı ben de hem köşemde hem de TELE 1’de Merdan Yanardağ ile birlikte yaptığımız 18 Dakika programında gündeme getirince, Belgrad Büyükelçiliği’nden emekli Süha Umar, yunus parkı işletmecilerinin Hayvan Hakları Yasası’nın çıkmasını engellemeye çalıştığını belirterek aşağıdaki mektubu yolladı. HHH “Yıllardır TBMM’de bekleyen Hayvan Hakları Yasa Tasarısı’nın yasalaşmasını engelleyenler arasında en önde gelenler, yunus parklarıyunus gösteri merkezleri adı verilen yasadışı işletmelerin sahipleridir. Bu işletmelin sahipleri, TBMM üzerine çeşitli şekillerde baskı kurmaktadırlar. Türkiye’yi çevreleyen denizlerde birkaç türü yaşayan yunusların bütün türleri, Avrupa’nın Yaban Yaşamını ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi ile kesin koruma altına alınmıştır. Türkiye Sözleşmeye taraftır ve yunuslar konusunda Sözleşme’ye hiçbir çekince koymamıştır. (Bu sözleşmenin müzakeresini, Avrupa Konseyi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği’nde müsteşar olarak görevliyken (1979) ben yürüttüm. Sözleşme 1979 Bern Sözleşmesi olarak bilinir. TBMM tarafından 1984 yılında onaylanarak yürürlüğe girmiştir.) Bütün deniz memelileri Bern Sözleşmesi ile koruma altına alınmıştır. Türkiye’nin taraf olduğu CITES Convention on the International Trade in Endangered Species of Wild Flora and Fauna Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme’ye göre de: Bern Sözleşmesi’nde listelenen türler koruma altında olup uluslararası ticareti sıkı kurallara bağlanmıştır ve bu ticarete sadece istisnai durumlarda izin verilmektedir. 1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu’na dayanılarak 4 yılda bir çıkarılan Su Ürünleri Tebliği ile yunus avı ülkemizde, Bern Sözleşmesi’ni onayladığımız 1984 yılından beri yasaktır. Bu yasal duruma karşın Türkiye’de halen birçok yunus parkı faaliyet göstermektedir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2007 yılında, Türkiye’nin Bern Sözleşmesi ile üstlendiği yükümlülüklerini yok sayarak 25 adet yunus yakalanması için izin vermiş, bu izin ancak yapılan itirazlar üzerine iptal edilmiştir. Yine bu gösteri merkezlerinde bulunan yunuslarla diğer deniz memelilerinin bazıları ise uluslararası sözleşme hükümlerine aykırı olarak ‘eğitim ve bilimsel çalışma’ bahanesi ile ithal edilmiştir. Bu deniz memelilerinin gösterilerde kullanıldığını bilerek bu ithale izin veren Tarım Bakanlığı, Türkiye’nin taraf olduğu Bern ve CITES sözleşmelerini açıkça ihlal etmiştir. Gerek yunus yakalanmasına gerekse yalan beyanla ithaline izin vermek, Türkiye’nin Bern Sözleşmesi’nin öngördüğü biçimde uluslararası yargıya taşınmasına yol açabilir. Nitekim 1980’li yıllarda Rusya Federasyonu, Karadeniz’de yunus avına izin verdiği için Türkiye’yi, Bern Sözleşmesi çerçevesinde uluslararası yargıya şikâyet edeceğini bildirmiş ve Türkiye yunus avını durdurmuştu. Diğer taraftan, ülkemize geçici olarak sokulmasına izin verilen bazı yunuslar ve deniz memelileri, Türkiye’de kalış süreleri çoktan dolduğu halde, gümrük mevzuatına da aykırı olarak hâlâ ülkemizde tutulmaktadır.” HHH Sevgili okurlarım, Süha Umar’ın mektubunda yunus parklarının Türkiye’deki durumuna ilişkin ilginç örnek ve eleştiriler var. Yarın çok şaşırtıcı olan bir örnekle devam edeceğim. Sevdiklerinize, kendinize, özel tasarım Kupa kupaları... Kupa Orhan Veli Cumhuriyet
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle