03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 24 MART 2021 ÇARŞAMBA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘İstanbul Sözleşmesi’ ve uluslararası hukuk PROF. DR. RONA AYBAY Kısaca “İstanbul Sözleşmesi” olarak anılan ve Avrupa Konseyi’nin öncülüğünde hazırlanan uluslararası sözleşme, son birkaç gündür siyasal gündemimizde ön sıralarda yer almaktadır. Bunun nedeni, bir Cumhurbaşkanı kararıyla Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu bu sözleşmeden “çekilme” (fesih beyanı) yapılması konusunda bir metnin Resmi Gazete’de yayımlanmış olmasıdır. Bu karara karşı, çeşitli çevrelerden yöneltilen eleştiriler ve türlü engellemelere karşın kadın örgütlerince yapılan gösterilerde dile getirilen protestolar başlıca üç kategoriye ayrılarak özetlenebilir: Birinci kategorideki eleştiriler, Cumhurbaşkanı kararının anayasal açıdan incelenmesine dayanmaktadır. İç hukukumuz açısından yapılan bu değerlendirmede söz konusu Cumhurbaşkanı kararının “anayasaya aykırı”, bu girişimin anayasal temelden yoksun ve dolayısıyla “yok hükmünde” olduğu ileri sürülmektedir. Kötü gidişin ilk adımı İkinci kategoriye giren eleştirilerde ise yurdumuzda bir yandan “kadın cinayetleri “ adı verilen vahşet örneklerinin sayısındaki artışın öte yandan kadınların, çocukların ve cinsel tercihleri farklı olan insanların uğradığı saldırıların yaygınlığı karşısında bu kararın şiddeti teşvik edici sonuçlara yol açması olasılığına dikkat çekilmektedir. Üçüncü kategorideki eleştiriler ise konuya “tutarlılık” ve “siyasal ahlak ilkeleri” açısından bakmaktadır. Bu görüş, onaylanmasının uygun İstanbul Sözleşmesi’nden görüşülüp tartışılmadan çekilmenin, kötü bir gidişin ilk adımı olması olasılığı vardır. Bunun, sonuç olarak uluslararası sözleşmeler alanında, Atatürk Cumhuriyeti’nin temellerine kadar varan bir takım girişimlerin başlangıcı olmasından kaygı duyulmaktadır. bulunduğuna ilişkin kanunun, TBMM’de (çekimser kalan bir üye dışında) bütün milletvekillerinin oylarıyla kabul edilmiş olduğu gerçeğine dikkat çekmektedir. Böyle bir kanuna dayanılarak onaylanmış bir uluslararası sözleşmeden, birdenbire ve gerekçeleri açıklanıp, tartışılmaksızın çekilmenin siyasal ahlakla ve parlamentonun iradesine saygı ile bağdaşmadığı belirtilmektedir. Bütün bunlara ek olarak ya da en başta belirtilmesi gereken bir önemli nokta da şudur: İstanbul Sözleşmesi’nden böyle, görüşülüp tartışılmadan çekilmenin, kötü bir gidişin ilk adımı olması olasılığı vardır. Bunun, sonuç olarak uluslararsı sözleşmeler alanında, Atatürk Cumhuriyeti’nin temellerine kadar varan bir takım girişimlerin başlangıcı olmasından kaygı duyulmaktadır. Ancak bütün bunlar, bizim açımızdan ne denli önemli olursa olsun, sonuç olarak bizim iç hukuk alanımızın sorunlarıdır. Uluslararsı hukuk açısından durum Uluslararası sözleşmelerde “çekilme” (fesih) konusunu düzenleyen hükümlere yer verilmesi olağan sayılması gereken bir durumdur. Uluslararası antlaşmalar (sözleşmeler) konusunda en kapsamlı düzenleme olan 1969 Viyana Sözleşmesi de 42. maddesinde devletlerin, bir takım koşullara ve usullere uyarak taraf oldukları sözleşmelerden çekilebileceklerini belirtmektedir. Kısaca İstanbul Sözleşmesi olarak anılan sözleşmenin Türkçe çevirisinde “Sözleşmenin Feshi” başlığı altındaki 80. maddesi de aynı konuyla ilgilidir. Bu düzenlemede, İngilizce metinde “denunciation” sözcüğüyle anlatılan durum, bir sözleşmeye taraf olan devletin, taraf olmanın yükümlülüklerinden kurtulma isteği anlamına gelmektedir. Böyle bir istekte bulunmaya her taraf devletin hakkı vardır; devlet, belli usullere uyularak yapılacak bir bildirimle sözleşmeye taraf olmaktan çıkabilmektedir. Bunun usulü, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine resmen bir bildirimde bulunulmasıdır. Bu bildirim yapılmadığı sürece taraf devletin ilgili sözleşmeden kaynaklanan yükümlülükleri sona ermez. Bu yükümlülüklerin ortadan kalkması için, bildirimin Genel Sekretere ulaşmasından başlayarak üç aylık bir süre geçmesi gerekir. Bu sürenin sonunda, ilk ay başında çekilme kesinleşir. Sonuç Türkiye’nin bu bildirimi yaptığı, Avrupa Konseyi web sitesindeki yeni konulmuş bilgiden anlaşılmaktadır. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, bizim iç hukukumuzdaki “geçerlilik” tartışmalarıyla ilgilenmek durumunda değildir; ona ulaşmış ve biçim (şekil) bakımından uluslararası hukuka uygun bir bildirimin gereğini yapmakla yükümlüdür. Bu durumda Türkiye 1 Temmuz 2021 tarihinde sözleşmenin tarafı olmaktan çıkacaktır. Böylece Türkiye, ilk imzacısı olduğu bir uluslararası sözleşmenin, ilk çekileni olmak gibi, herhalde pek görülmemiş bir durum yaratmış olmaktadır. Şimdi 1 Temmuz’a kadar geçecek sürede “çekilme” (fesih bildirme) kararının Türk tarafınca geri alınmasına olanak vardır. Bu konuda eleştirilerden, protestolardan vazgeçilmesi elbette söz konusu olmamalıdır. Siyasal iktidarın, bu kararın geri alındığına ilişkin bir bildirimle durumu düzeltmesine olanak vardır. ??ei???°IâJ×??????°?u° ?Je?Ue?ä??Ue?°si°Uâ, c?U?`?JÎ?'nun ol?l?âiâ?Ù°?°?Ùâcâ ÅeUÅeieJyäiJ°I°iäye?egözden geçirilerek ilk kez Ie?°sni°U°I?°?âJi°J°I?°?Ùni°?ân???ÒÙ????nUTTT Türkiye’nin Kaderi Avrupa’da KADER SEVINÇ CHP AVRUPA BIRLIĞI TEMSILCISI PES YÖNETIM KURULU ÜYESI Gece geç saatte Brüksel'e kadar gelen bilgiler, iktidarın İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme hazırlıklarını haber veriyordu, çok geçmeden gerçek olduğu anlaşıldı. Siyasi iktidarın savrulmasında yeni bir kara perdeye daha şahit olduk... İktidarın “Hedefimiz AB” açıklamalarının ardından gelen bu karar, dünyaya Türkiye’nin ciddiyetini bir kez daha sorgulattı. Türkiye’nin Avrupa'daki kaderi için yıllardır emek veren ve partilerüstü bir Avrupa Birliği süreci yönetimini ve bütünleşmesini savunan biri olarak ülkenin çağdaş dünyadan her alanda koparıldığını görmekten Türkiye adına hicap duyuyorum. 2011 yılında, kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi tarafından imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi'ni ilk imzalayan ve onaylayan ülke Türkiye idi. Sözleşmeyi gece yarısı kararnamesiyle askıya alan Cumhurbaşkanı Erdoğan da 2011 yılında Twitter hesabından yayımladığı mesaj ile İstanbul Sözleşmesi'ni şu sözlerle gururla kutluyordu: “Kadına şiddet artık ‘İnsan Hakkı İhlali’. Sözleşme, Türkiye'nin öncülüğünde hazırlandı.” Bir siyasetçi için ülkesinin öncülük edip adını verdiği ve kendisinin kutladığı sözleşmeden ülkesini çıkarmak kendini inkâr, siyasi tükenmişlik sayılır. AB’de İstanbul Sözleşmesi krizi İstanbul Sözleşmesi Avrupa Birliği tarafından 2017’de imzalandı. Bir grup AB üyesi ülkenin vetosu nedeniyle AB, sözleşmeyi onaylayarak yürürlüğe sokamadı. AB üyesi ülkeleTürkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu her yönüyle bir Avrupa hareketidir. Mustafa Kemal Atatürk bu vizyonu çok net ortaya koymuştur. Demokratik, çağdaş bir ülke hayali, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında Türkiye’nin kaderini Avrupa’nın kaderiyle birleştirmekten geçiyor. rin çoğunluğu tarafından onaylanan sözleşmeyi Bulgaristan, Macaristan, Letonya, Litvanya, Çekya ve Slovakya onaylamadı. Polonya'nın da İstanbul Sözleşmesi'ni feshederek bu gruba dahil olması bekleniyor. İstanbul Sözleşmesi’ne karşı bloklaşan ülkelerin hemen hemen tamamının ortak özelliği Avrupa şüphecisi ya da karşıtı, çoğu zaman da aşırı sağ değerlere sahip iktidarlarca yönetiliyor olmaları. Pek çoğunun demokratikleşme karnesi oldukça bozuk. İktidar partisi AKP'nin bugün AB başkentlerindeki imajı da izinden gittiği bu iktidarlar gibi saygınlık yoksunu. Bazı Avrupa Birliği kurumları İstanbul Sözleşmesi'ni AB'nin onaylaması gerektiğini savunsa da AB üye ülkelerinin hükümetlerinin karar verici olduğu Konsey'de fikir birliği olmadığı için onaylama prosedürü harekete geçemiyor. AB kendi içinde İstanbul Sözleşmesi ile ilgili bir kriz yaşıyor. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Adalet Divanı'na başvurarak görüş istedi. AB'nin karar alma sistemi ve kurumların yetkileri ile ilgili tartışma hâlâ sürmekte. Ülkelerde kadın hareketleri ayakta. AKP demokrasi karşıtı grupların İzinde Epeyce bir süredir Polonya'dan aşırı muhafazakâr hareketlerin yönettiği Avrupa çapında geniş bir kampanya sürüyor. 150 bin yurttaşın imzasını alarak bir yurttaş girişimine dönüştürdükleri bu kampanya ile esas amaç İstanbul Sözleşmesi’ne alternatif sunmak. Bu alternatif sözleşme muhafazakâr “aile değerlerini” temel alıyor. Uluslararası olmadığı sürece “sözleşme” demek esasen doğru değil, “yasa” metni demek gerekir. Hedef, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olan, demokrasi ile sorunlu iktidarların yönettiği bir grup AB üyesi ülkenin bu metni kabul etmesi ve uygulaması. “Aileye ‘Evet’, Cinsiyete ‘Hayır’” adını taşıyan İstanbul Sözleşmesi karşıtı kampanya, bu ülkelerde kilisenin de desteğini almış görünmekte. 2018'den bu yana piskoposlar hükümetlere İstanbul Sözleşmesi'ni onaylamamaları ve imzalarını çekmeleri için baskı yapmakta. AKP'nin İstanbul Sözleşmesi’ni feshedip “Ankara Sözleşmesi yapacağız” hamlesi de Avrupa'nın aşırıcıları ve antidemokratlarının yolunda ilerlediklerinin kanıtı gibi. Polonya’nın aşırıcı, Avrupa şüphecileri de “millilik” vurgusu yapmak için “Varşova'da yapıldı, İstanbul'da değil” sloganları atıyorlar. Türkiye sözleşmeye “İstanbul” adını veren ülke olduğundan, onları taklit eden bizdeki aşırıcı iktidar “Ankara” adını kullanarak bu vurguyu yapmaya çalışıyor. Popülizm ve aşırı sağ fikirler, hareketler siyasi iktidarın zirvesini sadece Türkiye'de değil AB içinde de bazı ülkelerde ele geçirmiş durumda. Burada da mücadele sürmekte. Yaşanmakta olan mücadele ve sancılar, Avrupa yanlısı yani demokrasi ve özgürlükler yanlısı olanlar ile Avrupa karşıtı yani demokrasi karşıtı olanlar arasında. Tıpkı Türkiye’deki gibi. Söz konusu AB ülkeleri ile bizim aramızdaki temel farklardan biri Türkiye’de demokrasi ve kurumlarının çökertilmiş olması ve kadına karşı şiddetin, kadın cinayetlerinin patlaması. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu tarafından hazırlanan raporlara göre 20102020 yılları arasında toplam 2296 kadın cinayeti yaşandı. AKP iktidara geldiğinde 66 olan kadın cinayeti sayısının, 14 misli artış göstermesi bu sistematik ve iktidar himayesinde bir “cins kırımın” somut ve açık kanıtıdır. Katılımcı bir Avrupa hareketi gerekli Türkiye’de AB müzakerelerinin başından bu yana temel eksik ise iktidar ve siyaset üzerinde baskı unsuru ve lokomotif olacak güçlü, ciddi bir Avrupa hareketinin olmayışıydı. Üstelik Türkiye’de AB üyelik hedefine kamuoyu desteği de oldukça yüksek seviyelerde. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu her yönüyle bir Avrupa hareketidir. Mustafa Kemal Atatürk bu vizyonu çok net ortaya koymuştur. İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü, 1963’te Başbakan sıfatıyla imzaladığı AB ile ilişkimizin kökü olan Ankara Anlaşması’nın imza töreninde “Türkiye, Avrupa ile bir kader birliği anlaşması yapmıştır” demiş ve gelecek nesillere miras olarak bunu bırakmıştır. Demokratik, çağdaş bir ülke hayali, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında Türkiye’nin kaderini Avrupa’nın kaderiyle birleştirmekten geçiyor. Bunu başarabiliriz. LAİKLİK RUHUNA FATİHA Uğur Mumcu 6. Baskı, 344 syf. BİR TAKVİM YAPRAĞINDA Orhan Veli 1. Baskı 160 syf. Kupa Kupa Orhan Veli Cumhuriyet
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle