06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 26 ŞUBAT 2021 CUMA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER HASAN ÂLI YÜCEL, üniversiteler ve Boğaziçi MUSTAFA GAZALCI 16. VE 22. DÖNEM DENIZLI MV., EĞITIMCI 26Şubat 1961’de yitirdiğimiz efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in aramızdan ayrılışının 60. yıldönümü. Bu yazıda Boğaziçi Üniversitesi’ndeki öğrencilerin direnişlerini de düşünerek Hasan Âli Yücel’in üniversitelere yaklaşımını ele alacağız. Üniversitelerine tepeden inme bir kararnameyle rektör atanmasını kabul etmeyen öğrenci ve öğretim üyelerinin barışçıl tepkilerini günlerdir hayranlıkla ve onlara yapılan haksız, ölçüsüz saldırıları da kaygıyla izliyoruz. Ülkeye her alanda sınırsız özgürlük getirdiklerini savunanlar, 1940’lı yıllarda Hasan Âli Yücel’in üniversiteye, rektör seçimine nasıl baktığını, hangi yasal düzenlemeyi getirdiğini biliyorlar mı acaba? ‘Aranızdan birini seçin’ Hasan Âli Yücel, 11 Şubat 1940’ta İstanbul Üniversitesi’nde “Yükseköğretim Genel Müdürlüğü’nü boş tutuyorum, içinizden biri gelip talip olsun” der ve sözlerini şöyle sürdürür: “...Merkezdeki Talim Terbiye Heyetimizi yüksek heyetinizle tamamlamak ve takviye etmek görevlerim arasındadır. Her biri kendi alanında bir ilim şubesini temsil eden sizleri, Milli Eğitim Bakanlığı’nın en büyük talim ve terbiye heyeti bilmekteyim. Bilim gelişme için en uygun iklimi hürriyette bulur. Üniversitemiz bu havanın içindedir.” Yücel, bakanlığına bağlı Yükseköğretim Genel Müdürlüğü’nün seçimini üniversiteye bırakıyor, ayrıca üniversite öğretim üyelerini, milli eğitim politikalarını belirleyen Talim Terbiye Kurulu gibi görüyor. Otoriter bir zihniyet mi, kendi kendini yönetme mi? Yine 2 Aralık 1944’te İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleriyle yaptığı toplantıda şunları söylüyor: “...Esasen İstanbul Üniversitesi gibi yüksek bir kültür kurumunu yönetimde ancak iki tarzdan birini seçmek mümkündür. Bunun biri tam otoriter bir zihniyetle emir vermek ve onları dikte etme usulüdür. Filan zat hoca olacak, filan olmayacak; şu kitap bu suretle yazılacak, böyle yazılmayacak. Unutulmamalıdır ki böyle kurumlar bu asırda var olmuştur ve bu tarzda yönetilmiştir. İkinci tarz, parmaklar muhakeme ve vicdan hükümlerinden gelen bir güçle kalkarak, üniversite organlarının kendi Ülkemizin en uzun, en nitelikli Milli Eğitim Bakanlığı’nı yapan Hasan Âli Yücel’i ölümünün 60. yılında saygıyla anıyoruz. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin barışçıl direnişlerine kulak verilmesini, kararın gecikmeden geri çekilmesini ya da istenmeyen rektörün ayrılmasını diliyoruz. kendini yönetmesidir. Bu, bilginin muhtaç olduğu hürriyeti sağlayan tam demokrat bir metottur. Burada, profesör seçmek, program yapmak, öğretimi yönetmek, öğrencileri yetiştirme kurallarını koymak, oyla olur. ...Şunu sayın arkadaşlarıma açık olarak söylemeliyim ki birinci yönetim usulüne uymadım ve uymayacağım. İkinci usule uymadığımız zaman, içinde bulunduğumuz kuruma fenalık etmiş olacağımız kanısındayım.” Bu sözleri yorumlamaya gerek yok aslında. Yücel, her şeyi o denli açık söylemiş, uygulamış ki ya otoriter ya da demokratik tutumla hareket edilir, ben demokratik olanı seçiyorum diyor. Aradan 60 yıl geçtikten sonra Boğaziçi’nde uygulanan yöntem ülkemize, üniversitelerimize gerçekten yakışmıyor. Üniversiteler Özerkliği Yasası Hasan Âli Yücel’in üniversitelere asıl büyük hizmeti bakanlıktan ayrılmadan önce üniversitelere özerklik sağlayan 1946’daki 4936 Sayılı Üniversite Yasası’nı çıkarmasıdır. Yasa tasarısı, 4 yıl yabancı ve yerli uzmanların katkılarıyla hazırlanmış, komisyonlarında tartışıldıktan sonra 11 Haziran 1946’da TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanmıştır. Tasarı üzerinde aralarında İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Hıfzırahman Raşit Öymen, Suut Kemal, Yavuz Abadan gibi eğitimcilerin de olduğu 26 milletvekili konuşmuştur. Birkaç kez söz alan Hasan Âli Yücel’in özellikle 13 Haziran 1946’daki konuşması bugün bile güncel, ders almayı bilene yol göstericidir: “...Ana prensip üniversitelerin özerk olmasıdır, üniversitelerin otonomisidir. Bu özerklik, yönetimde, öğretimde ve mali alanlardadır. Tarihten ders alınmalı Biz, üniversiteyi oluşturan fakülteleri kendi örgütleri içinde bağımsız ondan oluşan üniversiteleri aynı suretle muhtar, özerk bir kurum halinde bu kanunla yeniden düzenliyoruz. Bu özerklikler, gerek yönetim gerek öğretim gerek mali hususlardaki özerklik için üniversitelerin şahıslardan çok, kurullar aracılığıyla işlemesini sağlayan hükümler koymuş oluyoruz. Her fakültenin başında, üniversitenin başında bir rektör bulunacaktır. Fakat ...rektörler tek olarak şahıs olarak bu kurumları arzu ettikleri tarafa yürütücü insanlar olmayacaklar, arkadaşlarıyla beraber bu kurullarda, bu kurulların oylarına dayanarak üniversiteyi ve onun parçalarını yöneteceklerdir. ...Bu kanunla yeni bir hayata girecek olan Türk üniversiteleri, büyük Türk milletine mutlu olsun.” Ülkemizin en uzun, en nitelikli Milli Eğitim Bakanlığı’nı yapan Hasan Âli Yücel’i ölümünün 60. yılında saygıyla anıyoruz. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin barışçıl direnişlerine kulak verilmesini, kararın gecikmeden geri çekilmesini ya da istenmeyen rektörün ayrılmasını diliyoruz. Aksi halde tarihten ders almayı bilmeyenlerin sonu yıkımdır. Atatürk’ün Başkomutanlık önergesi Recep Tayyip Erdoğan Gara operasyonu için: “Bu operasyonun sorumlusu elbette, aynı zamanda başkomutan ve yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı’ndan Milli Savunma ve İçişleri bakanlıklarına, askerinden polisine ve istihbaratçısına kadar tüm mensuplarıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir” dedi. Böylece “Şahsım Devleti” Rejiminde “Devlet eşittir Recep Tayyip Erdoğan” gerçeğini reddederek operasyondaki kişisel sorumluluğunu “Soyut Bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti” kavramına aktarmaya çalıştı. Elbette “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen “Ucube Rejim”de her karardan doğrudan sorumlu olan kişi Recep Tayyip Erdoğan olduğu için, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı’nın bu açıklaması hiç de ikna edici olmadı... Ters tepti... Ve kamuoyunda, AKP Genel Başkanı’nın bu başarısız operasyonunun sorumluluğundan kurtulmak çabası olarak algılandı. HHH Öyle anlaşılıyor ki “Şahsım Devleti” rejiminde, kişiselleştirilmiş ve Recep Tayyip Erdoğan’la özdeşleştirilmiş olan Devlet, başarısızlık durumlarında, sorumlular tarafından kaçılacak “soyut” bir sığınak olarak görülmeye başlanmış. Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı’nın bu açıklamasından sonra, CB Danışmanı olan hukukçu bir kişi de “İletişim Başkanlığı’ndan hesap sormak devletten hesap sormak demektir” mealinde bir konuşma yaparak hesap sormayı neredeyse bir suç olarak niteledi. Oysa seçmen her konuda “Devlet Memurlarından” hesap sorabilir. Üstelik, hiçbir memur, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” kavramının arkasına sığınarak, sorumluluktan kurtulamaz. HHH Ben bu vesile ile Mustafa Kemal’in Sakarya Savaşı’ndan önce Başkomutanlık Yasası için verdiği önergede yetkilerini üç ayla sınırladığını vurgulamak istiyorum... (Emre Kongar Seçkisiyle, ATATÜRK, NUTUK, Remzi Kitabevi, 2018, İstanbul, ss.140141) “4 Ağustos 1921 günü bir gizli celsede yaşanıyordu. Üyelerin hakkımda gösterdikleri sevgi ve güvene teşekkür ettikten sonra başkanlığa şöyle bir önerge verdim: Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığı’na Meclis’in değerli üyelerinin genel olarak ortaya çıkan istek ve dilekleri üzerine Başkomutanlığı kabul ediyorum. Bu görevi kişisel olarak üstlenmekten elde edilecek yararları olanaklı olan en büyük hızla elde edebilmek ve ordunun maddi ve manevi kuvvetini en hızlı biçimde artırmak ve tamamlamak ve yönetimini bir kat daha sağlamlaştırmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sahip olduğu yetkiyi fiilen kullanmak koşuluyla üstleniyorum. Ömrüm boyunca milli egemenliğin en sadık bir hizmetkârı olduğumu millet gözünde bir defa daha vurgulamak için bu yetkinin üç ay gibi kısa bir süreyle sınırlandırılmasını ayrıca rica ederim. 4 Ağustos 1921 Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal” HHH İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti böyle bir anlayışla gerçekleştirilmiş olan Parlamenter Demokratik Rejime dayalıydı. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu bu rejimi yok ederek yerine “Şahsım Devletini” kuranlar Türkiye’yi her konuda duvara toslatmışlardır. Üstelik bütün bu başarısızlıklarından sonra ellerindeki bütün olağanüstü kişisel yetkileri bile yetersiz bularak yeni bir Anayasa ve yeni yetkiler peşine düşmüşlerdir. ÖYKÜLER BAHARIN ETTİKLERİ Orhan Veli 1. Baskı, 48 syf. AY BÜYÜRKEN UYUYAMAM Necati Cumalı 16. Baskı, 280 syf. 1921 ANAYASASI AV. GÜLSEREN AYTAŞ “1921 Anayasası” dediğimiz 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilâtı Esasiye Kanunu, tam bir anayasa değildi. 1921 Anayasası ile birlikte “1876 Anayasası” dediğimiz çok milletli, çok hukuklu ve muhtar eyaletli Kanuni Esasi de yürürlükteydi. 1876 Anayasası ancak 1924 Anayasası’nın 104. maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. l 1921 Anayasası’nın 10. maddesine göre Türkiye, coğrafi durumuna göre vilayetlere, vilayetler kazalara, kazalar da nahiyelere ayrılmıştır, siyasi bir ayrım yoktur. l 11. maddede, vilayetlerin “dış ve iç siyaset, şeri, adli ve askeri konular, uluslararası iktisadi ilişki ve hükümetin genel yükümlülükleri ile birden fazla vilayeti kapsayan hususlarda yetkilerinin olmadığı, çıkarılacak kanunlar gereğince ve belli konularda yetkili oldukları” hükmü getirilmiştir. Dolayısıyla vilayetler kanunlar çerçevesinde kendilerine tanınan yetkileri kullanabilecektir, vilayetlere herhangi bir egemenlik devri veya TBMM’nin yetkilerinde herhangi bir sınırlama söz konusu değildir. Nitekim 3. maddeye göre Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir. 2. maddeye göre milletin yegâne ve hakiki mümessili Büyük Millet Meclisi’dir. Böylece Osmanlı’daki ikili parlamento sistemi de kaldırılmış olmaktadır. l Nahiye (köykasaba) ile ilgili 16. vd. maddeler, 1876 Anayasası’nın 108. maddesine uygun düzenlemelerdir. 15. maddede ise kazaların TBMM tarafından atanan kaymakam tarafından yönetilmesi kabul edilmiştir. Böylece 1876 Anayasası’nda yer alan “her kazada her milletin bir cemaat meclisi bulunması” şeklindeki ayrımcı hüküm kaldırılmış olmaktadır. Temeli, ‘vatanın bütünlüğü’ Kısacası, 1921 Anayasası’nda idarenin bütünlüğü sağlanmaya çalışılmıştır. Atatürk, ulusal sınırlarımız içinde yaşayan herkese aynı hukukun uygulanacağına ilişkin olarak 24 Nisan 1920 tarihli TBMM konuşmasında şöyle diyordu: “Erzurum Kongresi milli hududumuz içerisinde yaşayan Müslüman olmayan unsurları da göz önüne almıştır. (...) Kongrenin ortaya koyduğu eser, Müslüman olmayan unsurlara Müslüman olanlara verilmiş olan hakları vermekten ibaret olacaktır. Bundan daha doğal bir kural bulamam. Bununla aynı hudut içinde yaşayan insanlara aynı kanuni haklar verilmiş oluyordu.” Yüzyıllardır süren “Müslümangayrimüslim” ayrımı bile kaldırılırken 1921’de ırk veya etnik köken ayrımı getirildiği ileri sürülemez. Amasya Genelgesi’nden itibaren sürekli olarak “vatanın tamamiyeti” denilirken 1921’de vatanın özerk bölgelere ayrılmasının kabul edildiği iddia edilemez. 1921 Anayasası ile ilgili bu tarz iddialar tarihsel ve hukuksal gerçeklere aykırıdır. 1921’de bütünlükçü/ merkeziyetçi bir devlet yapısı hedeflenmiştir. Atatürk’ün önderliğinde ve Misakımilli (Ulusal Yemin) doğrultusunda yapılan 1921 Anayasası ile “yeni ve milli bir Türk Devleti kurulmuştur.” Bu durum, 1. Meclis’in aldığı Saltanatın Kaldırılmasına Dair Karar’da açıkça anlatılmıştır. 1921 Anayasası’nda Büyük Millet Meclisi tabiri olsa da TBMM’nin adı 23 Nisan 1920’den bu yana Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. (1 No’lu ve 23 Nisan 1920 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Sureti Teşekkülü Hakkında Heyeti Umumiye Kararı.) Tutanaklar ortadan kaldırıldı 1921 Anayasası’nın 1. maddesi ise şöyledir: “Hâkimiyet bila kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” Bundan sonra yapılan diğer her türlü hukuksal düzenleme bu madde doğrultusunda yapılmıştır. Atatürk dönemine ilişkin tüm belgeler açıktır. Nutuk’un 3. cildi sadece belgelerden oluşur. 20112013 Anayasa Uzlaşma Komisyonu tutanakları ise TBMM internet sitesinden kaldırılmıştır. KAYNAKLAR: Hukuksal metinler: Türk Anayasa Metinleri, Prof. Dr. Suna Kili, Prof. Dr. Şeref Gözübüyük, T. İş Bankası Yay., 2006. Cemaat Nizamnameleri ile her “millet” için genel meclisler ve eyaletlerde bölgesel meclisler kurulması: Prof. Dr. Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu, TTK, 2. Baskı, 1996, s. 170 vd. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri IIII, Atatürk Araştırma Merkezi, 2006, s. 30, 31. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk III Vesikalar, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, Milli Eğitim Basımevi, 13. Basılış, İstanbul, 1972, Vesika 26 ve 130. Gülseren S. Aytaş, Yeni Türkiye Anayasası, Yeni Irak Anayasası ve Fransız Anayasası, İstanbul Barosu Dergisi, OcakŞubat 2012, Cilt 86, sayı:2012/1 s.232261. HARAM DÜZENİ 1977 TEMMUZARALIK (BÜTÜN YAZILARI) Uğur Mumcu 12. Baskı, 232 syf. Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ve YUNUS NADİ Mehmet Emin Elmacı 1. Baskı, 192 syf.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle