05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 15 ŞUBAT 2021 PAZARTESİ [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER REKTÖR ATAMALARINDA ‘MENFAATI IHLAL EDILEN’ KIŞILERIN HUKUKI HAKLARI VARDIR Kimler davacı olabilir? DR. AHMET YAĞLI OKAN ÜNIVERSITESI 2Ocak 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararı ile Prof. Dr. Melih Bulu, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanmıştır. Bu atama, aynı “pakette” yer alan yirmi atama kararından biridir. Atamalar, 3 sayılı “Üst Kademe Kamu Yöneticileri ile Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Atama Usüllerine Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”ne dayanıyor. Bu yazıda, atama işlemine karşı açılabilecek bir idari davanın davacısının kimler olabileceğine; başka bir anlatımla kimlerin “menfaat” koşulunu sağladığına kısaca değinilecektir. Rektör atanır mı, seçilir mi? 1946 yılında kabul edilen 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu ile rektörlerin (ayrıca dekanların) öğretim üyelerince seçilmesi düzenlenmişti (m.12). Bu kanunda getirilen “bilimsel ve idari” özerklik kavramı 1961 Anayasası’na da girmiştir. 1971’deki anayasa değişikliğiyle bu kavram “üniversite özerkliği” olarak budansa da 1973’te kabul edilen 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu, rektörün öğretim üyelerince seçileceği esasını değiştirmemiştir (m.13). 1982 Anayasasında “bilimsel özerklik” kavramı geçmesine karşın, bu anayasadan birkaç gün önce çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda rektörün YÖK’ün önereceği adaylar arasından cumhurbaşkanınca atanacağı esası getirilmiştir; ancak bu yasada 1992’de yapılan değişiklikle, adayların seçimi yine öğretim üyelerine bırakılmıştır. 2016’da (2018’de 7070 sayılı yasaya dönüşecek olan) 676 sayılı KHK ile YÖK’ün önereceği adaylar arasında cumhurbaşkanınca atama yapılma usulü (geri) getirilmiş (m.85); böylece 1981’deki sisteme dönülmüştür. (Cumhurbaşkanının vakıf üniversitelerinin rektörlerini ataması da yine bu düzenlemeyle getirilmiştir.) Aynı yıl çıkarılan 703 sayılı Kamu tüzel kişisi olduğu ve özerkliği anayasada düzenlenmiş üniversitelerin rektörünün atanması, hem bu anayasal esaslara hem demokratik ilkelere aykırıdır. Bu aykırılığın mahkeme önüne götürülmesi bakımından, ‘menfaat kavramı’ olabildiğince geniş tutulmalıdır. KHK ile YÖK’ün önerisi de kaldırılıp Cumhurbaşkanının kimi isterse onu rektör atayacağı düzenlenmiştir. 3 sayılı CBK ile de bu yetkinin altı çizilmiştir. 1982 Anayasasının 130. maddesinde rektör seçimine ilişkin esasların kanunla düzenlenmesi gerektiği yazılıdır. Oysa yürürlükteki düzenleme, KHK ve CBK ile yapılmıştır. Bu durumun hukuka uygun olup olmadığını tartışmaya bu yazının hacmi yetmeyeceği için, bu kadarına işaret etmekle yetiniyoruz. Ne yapılabilir? Bir idari işlemin hukuka aykırı olduğunu düşünenler idari yargı organına başvurarak iptal davası açar. Davacının, diğer bazı koşulların yanında, “menfaatinin ihlal edildiğini” de ortaya koyması gerekir. Bunun anlamı şudur: Bir idari işleme karşı dava açacak olan kişinin o işlemden etkilenen bir “menfaatinin” olması gerekir. Menfaat, gündelik dildeki “yarar”, “çıkar” biçiminde anlaşılmamalıdır; çünkü çoğu durumda, iptal davası açan kişi bireysel yararının dışında, ötesinde bir amaçla hareket etmektedir. Örneğin, üniversiteye rektör atama işlemine karşı dava açmayı düşünen birinin, bu işlemin iptalinden bireysel “çıkar” beklemesi düşünülemez. Başka bir anlatımla, buradaki menfaat, hukuka aykırı olduğu düşünülen bir idari işlemle bir “ilgi”, bir “bağ” olarak anlaşılmalıdır. Nitekim, önceki yasalarımızda “alakadar” da denmekteydi. Yasada menfaat ihlalinin bir koşul olarak getirilmiş olması, bir idari işleme karşı herkesin dava açamayacağı konusuyla ilgilidir. Dava açabilecek olanlar menfaati ihlal edilmiş olanlardır. Peki bunlar kimlerdir? Bu soruya, matematik kesinlikte bir yanıt vermek olanaksızdır; ama her olayda, işleme bakarak bir yanıt üretilebilir. Bunun için idari işlemin kimler üzerinde etki yarattığı incelenmeli ve bu etki bir çerçeveye (menfaat çemberine) oturtulmalıdır. Öğrenim görmek yeterli Boğaziçi Üniversitesi’nin (BÜ) öğretim üyeleri, bu işlemin doğrudan muhatabı değildir, ancak işlemden doğrudan ve sürekli biçimde etkilenmişlerdir. Zira görev yaptıkları kurumun en üst yöneticisi atanmıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi, 19462016 yılları arasında (19811992 aralığı dışında) öğretim üyeleri rektörleri ya da rektör adaylarını seçmişlerdir. Dolayısıyla, BÜ’nün öğretim üyeleri bu işleme karşı dava açarlarsa, menfaat koşulunu sağladıkları tartışmasız olduğu kabul edilmelidir. Üstelik, rektör olarak atanan Prof. Bulu, BÜ’de öğretim üyesi olarak görev yapmamış bir kişidir; bu üniversitede lisansüstü öğrenimi yaptığı söylenmektedir. (YÖK’ün akademik sayfasında da BÜ internet sitesinde rektöre ilişkin bilgi yoktur.) Üniversite ile “ilgi”si bununla sınırlı bir kişi o üniversiteye rektör olarak atanabiliyorsa, en az bu koşulu sağlayan herkesin, bu işleme karşı açılan davada menfaat koşulunu sağladığı kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla, “lisansüstü öğrenim yapmış olmak” atama işlemi için yeterliyse; atama işlemine karşı dava açacaklarda da böyle bir “ilgi bağı” menfaat ihlali koşulunu sağlamada yeterli görülmelidir. BÜ öğrencilerinin, mezunlarının öğrenim gördükleri üniversitenin en üst yöneticisinin atanması işlemine karşı bu koşulu sağladıkları düşünülebilir mi? Yukarıdaki çerçeve uygulandığında, “öğrenim” koşulu, menfaat ilişkisinin kurulması bakımından yeterli sayılmalıdır. Buna göre belirlenen “etki alanı” menfaat koşulunun “asgari” çerçevesi olmalıdır. Yoksa bu koşul geniş yorumlanmak istenirse, herhangi bir öğretim üyesinin, hatta herhangi bir öğrencinin de bu işleme karşı açacağı iptal davası dinlenmelidir. Sonuç Kamu tüzelkişisi olduğu ve özerkliği anayasada düzenlenmiş üniversitelerin rektörünün atanması, hem bu anayasal esaslara hem demokratik ilkelere aykırıdır. Bu aykırılığın mahkeme önüne götürülmesi bakımından, “menfaat kavramı” olabildiğince geniş tutulmalıdır. TOPLUMSAL AKIL SAĞLIĞI YITIMI, HALKA DA, YÖNETICILERE DE YANSIMIŞTIR ??ei???°IâJ×??????°?u° Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ve YUNUS NADİ Mehmet Emin Elmacı 1. Baskı, 192 syf. KÖY ENSTİTÜSÜ SİSTEMİNE TOPLU BAKIŞ Niyazi Altunya 5. Baskı, 224 syf. Akıl sağlığı ve çürüme PROF. COŞKUN ÖZDEMIR Toplumların huzuru için halkın ve özellikle yöneticilerin akıl sağlığı kuşkusuz çok ciddi bir gereksinimdir. Devlet; halkın mutluluğu, refahı huzuru ve adaletli yönetimi için örgütlenmiştir. Devleti yönetenler üretimi, eğitimi, adaleti, sağlığı, ulaşımı, milli gelirin adaletli dağılımını düzenler. İmparatorluklar dönemi geçmişte kaldı. Bugün demokrasi var. Yöneticiler halkın oyları ile seçiliyor Bugün siyasi partilerin halktan aldıkları oy oranlarına göre iktidarlar belirleniyor. Bazen tek parti iktidarı kazanıyor, bazen koalisyonlar zorunlu oluyor. Geri kalanlar muhalefeti oluşturuyorlar. Bazı demokrasilerde başkanlık sistemi var. Biz de şimdi onlar arasındayız. Biz İslam ülkeleri içindeki tek demokrasiyiz. Bununla övünüyoruz. Bunu Atatürk ve cumhuriyet kurucularına borçluyuz. Etkisi sürüyor Atatürk’ün yaşadığı yıllar Türkiye’nin altın dönemi idi. Çünkü akıl, bilim, uygarlık, strateji, çağİktidarlar ve politikacılar halkın din duygularını alabildiğine istismar ettiler. Nihayet öyle bir aşamaya geldik ki laiklik şöyle dursun demokrasiyi benimsemeyen dinci bir parti iktidar elde etti. daşlık aydınlanma dönemi idi. Onun ardından büyük güçlükler başladı. Demokrasinin becerebileceğimiz bir yönetim olmadığı iyice anlaşıldı Çünkü halk, çağdaş bir eğitimden yoksun bırakıldı. Bu ,millete vurulmuş en ağır darbedir ve yıkıcı etkisi 70 yıldır devam ediyor. İktidarlar ve politikacılar halkın din duygularını alabildiğine istismar ettiler. Nihayet öyle bir aşamaya geldik ki laiklik şöyle dursun demokrasiyi benimsemeyen dinci bir parti iktidar elde etti. Laiklik adım adım yıpratılıyordu. Bu kapsamda, Çok iyi hazırlanmış kumpaslarla ordu ileri gelenleri hapse sokuldu ve Kemalist Türk Ordusu darmadağın edildi. Vesayetten kurtulursak AKP eli ile demokrasi geleceği umudunu taşıyan solcu liberaller ve ikinci cumhuriyetçiler bu yıkıcı operasyona destek verdiler. Yüzakı gazetecilerimiz generaller, genelkurmay başkanı yıllarca hapis yattı. FETÖ’cüler iktidarı paylaşmaya razı olmayınca planlar bozuldu. FETÖ’ye karşı savaş başladı; ortaklığı unutturup, onunla mücadele verenleri FETÖ’cü diye suçlama fırsatı doğmuştu. İktidar ordudan sonra devlet kurumlarını da AKP’lileştirdi Ama hala FETÖ’den temizlenemedi. Güvenecek bir kurum kalmadı. Evet bütün bunlar iktidar uğrunda aydınlanmadan uzak kalmış beyinlerin saptırılmış inançları kullanarak ve akıl sağlığı’nı yitirerek toplumu bir çöküntüye götürüşünün hikâyesidir. Bu akıl sağlığı yitimi halka da yöneticilere de yansımıştır. Son olarak yineleyeceğim: Bir milletin yüz binlerce evladının yaşamı pahasına yaptığı Kurtuluş Savaşı’na ve onun önderlerine eşkıyalar diyerek karşı çıkan bir dindar, saygı duyulacak ve anılacak bir Müslüman olamaz. Bu, Müslümanlık ve dindarlık değildir bir yanılgıdır. LAİKLİK RUHUNA FATİHA Uğur Mumcu 6. Baskı, 344 syf. BİR TAKVİM YAPRAĞINDA Orhan Veli 1. Baskı 160 syf. Kupa Kupa Orhan Veli Cumhuriyet DAYANIŞMA Onlar yaşıyor, Onlar yaşadıkca C de Yaşayacak. Necati Cumalı, Ferzan Gürel, Attila İlhan, Cengiz İlhan, Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı, Prof. Dr. İlhan E. Postacıoğlu, Rekin Teksoy Vekili Av. Abdullah Altan A. Kupa CinCAinliAvlei%XÖ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle