Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
PAZAR YAZILARI 7 31 OCAK 2021 PAZAR Kar altında hayaletlerin peşinde On gün sonra eve kapanalı bir yıl olacak. Hoş, yaz aylarında kendimizi so OSMAN İKİZ kağa attık, kafelere, restoranlara gittik, Işık’la, Kıymet’in yazlık bahçelerinde mehtap keyfi yaptık ama o kadarı parantez sayılır. Bu parantezi saymazsak Covid’i dışarıya kilitleyip evin içinde özgürce yaşadık. Sosyal yaşamın dışında kalmanın eksikliğini hissettik pek tabii ama yakınmıyorum. Gene de dikkatli olup büyük laf etmemek gerek. Çünkü bazen şeytan dürtüyor, insan aklında olmayan şeyi yapmaya kalkışabiliyor. Güzel Melusina... Kar altında, ıssız sokaklarda hayaletlerin peşine düşmek de öyle bir şey. Şeytan dürttü. Eksi 9 derecede, esintisiz bir havada yağmakta olan kar altında masalsı bir atmosfere bürünen Stockholm sokaklarında hayaletlerin peşine düşme düşüncesi çok kışkırtıcı gelince dayanamadım. Biraz da okuduklarımın etkisinde kalmış olmalıyım. Okuduklarıma göre, bizim Södermalm semtinde çok hayalet varmış. Gece yarısı çıkıyorlarmış. Karar vermiştim, keşif için gece yarısına doğru 300400 metre mesafedeki Van der Nootska Malikanesi’ne doğru yola çıktım. Heyecanlıydım. Van der Nootska Palatset, İsveç ordusunda albaylığa kadar yükselmiş bir Hollandalı tarafından 1670’te yaptırılmış dört katlı gösterişli bir malikane. Şimdi içinde kimse yaşamıyor. Özel davetler için kiralanabiliyor. Yaz aylarında öğle yemeği servisi de var. Şakir ve Refik’le her yaz mutlaka birkaç kez öğle yemeğinde malikanenin sakin bahçesinde otururuz. O yüzden yabancısı sayılmam. Okuduğuma göre 1800’lerde burada yaşayan Fransız güzeli Prenses Melusina, cumartesi günleri gece yarısından sonra bambaşka biri olarak ortaya çıkıveriyormuş. Belden aşağısı yılanmış. O günlerde Stockholm’de herkes bunu konuşuyormuş. Geçmişiyle ilgili dedikodular da ayyuka çıkmış. Güzel Prenses Melusina, Fransa’da aşk trafiğinin, ihanetlerin fazlaca olduğu bir çevrenin içindeymiş. Bir gün tehlikeli bir durumdayken soylu sınıfından biri tarafından kurtarılmış. Raimund av Poiton adlı zengin adam, bu fırsatı değerlendirip Melusina’ya evlenme teklifinde bulunmuş. Prenses, biraz da minnettarlık duygusuyla teklifi kabul etmiş ama sırrını kimseyle paylaşmayacağı yolunda adamdan söz almış. Ne var ki adam sözünü tutmayıp Melusina’nın sırrını arkadaşlarına anlatmış. Prenses de bunun üzerine adamı terk edip Stockholm’e gelmiş. Geldiğinden beri de cumartesi geceleri Van der Nootska Malikanesi’nde görülüyormuş. Ben belki pencereden kar yağışını seyrederken görürüm diye umutlanmıştım. Malikanenin iki cephesini de gözledim. Tamamen karanlık binanın ikinci katında, sokak lambasının ışığında güzel bir siluet görür gibi oldum. Sanki baktığımı görünce hemen kayboldu. Giriş kapısının karşısında bir süre bekledim ama dışarıya da çıkmadı. Belki çıktı da ben görmedim. Ne de olsa hayalet. Kanlı meydan... Güzel Melusina’yı göremeyince şansımı Gamla Stan’daki (Eski Şehir) Stortorget’te denemek istedim. Aslında burada şansım daha az. Stortorget’in hayaletleri 89 Kasım gece yarısı geliyorlarmış. Ama 500 yıl önceki kanlı geceyi çok yoğun düşünenlere de görünebiliyorlarmış. Hikâyesi gerçek ve çok trajik. Belgeselleri var ve şimdi sinema filmi yapılıyor. Gamla Stan’ın pastel renkli, bazıları hafif yana yatmış tarihi binaları, kar yağışı altındaki ıssız sokakları, gece yarısı sokak ışıklarıyla romantik pitoresk bir tabloya benziyor. Turist yok, gürültü hiç yok. İsveçliler evlerine çekilmiş. Gamla Stan’ın tarih kokan ruhuyla bütünleşiyorum. O da şehir tacizcilerinden bıkmış. Şehri büyüten, gökdelenlere izin veren, nüfusu artıran belediyecilerden, politikacılardan yaka silkiyor. Çok iyi anlaşıyoruz. Huzura teslim olup sokaklar bitmesin, yol uzasın istiyorum. Yol boyunca 8 Kasım 1520 gecesini hatırlayalım. Danimarka Kralı Kristian II, 1520’nin ilk günlerinde, 20 bin askeriyle İsveç’e girip Stockholm’e yönelir. Amacı, İsveç, Norveç ve Danimarka’nın bir çatı altında toplandığı Kalmar Birliği’nden ayrılmak isteyen İsveçlileri ezmektir. Yol boyunca önüne çıkan İsveç güçlerini bertaraf ede ede dokuz ayda Stockholm’e ulaşır. Stockholm’ü hemen teslim almaz. Yetkili kişilerle masa başında pazarlığa oturur. Pazarlıklar uzun sürer. Bu arada herkesin niyetini anlar. 8 Kasım gecesi yemek salonundan bazıları dışarıya çıkarılır. Geriye kalanlar da kapı kilitlenerek içeride mahsur bırakılır. Dışarıya çıkarılan çok sayıda soylu ve birkaç papaz meydanda katledilir. Kılıçla ya da baltayla başları gövdelerinden ayrılanların cesetleri meydanda yığılmaya başlar. İdamlar ertesi güne uzar. Öğle saatlerinde başlayan hafif yağmur kan gölüne dönen meydanı temizlemeye başlar ama kanlar yağmurla sokaklara yayılır. Bu katliamla Kalmar Birliği kurtarılmıştır ama sadece üç yıl daha. 1523’te Gustav Vasa, bağımsız İsveç devletini kuracaktır. Anlatıldığına göre, 1520’den sonra her yıl 8 Kasım gecesi katledilenlerin hayaletleri Büyük Meydan’da görülüyormuş. Bu gece konsantre olup hayaletleri görmeye çalışacağım. Göremezsem artık 8 Kasım’a!.. osman.ikiz@gmail.com Bir tutam Cava bilgeliği... Bir veda partisi için toplanmıştık dünyanın birçok ülkesinden, farklı kültür ve dillerden birçok kadın... Ortak nokta, çocuklarımızın aynı okulda olmasıydı. Çeşit çeşit yemek ve tatlıların olduğu masada yüce bir dağı andıran, ihtişamıyla diğer yemeklerin güzellik ve lezzetini gölgede bırakan bir yemek vardı ki insanın o güzelim şekli bozmaya eli varmazdı... Cakarta’dan ayrılacak olan Norveçli ev sahibimiz veda konuşmasının ardından “Nasi Tumpeng” adlı yemeğe ilk kaşığı attı, aslında pasta gibi kesti, sonra da hepimiz sıraya girerek dillere destan bu yemekle tabaklarımızı doldurup sohbete koyulduk. Her malzemenin bir anlamı var Tepsinin ortasında koni şekli verilmiş sarı pirinç pilavı etrafında çeşitli sebzelerden garnitür, balık, et parçaları, yeşillik olan görkemli pilav bir Endonezya klasiği, “Nasi Tumpeng”. Cakarta’da yaşadığımız sürece çeşitli vesileyle karşımıza daha çok çıkacaktı... Her türlü bayram, tören, düğün, nişan, doğum günü, arkadaşkomşu buluşmalarının vazgeçilmeziydi. Rengârank görüntüsüyle iştahları kabartsa da aslında yalnızca yemek değil, onun ötesinde derin felsefi anlamlarla yüklü başlı başına bir hayat dersi olduğunu zamanla öğrendim. İçindeki her malzemenin bir anlamı, mesajı GÜLSEREN TOZKOPARAN JORDAN vardı. Bu yemek adeta Endonezya’nın bir aynasıydı... On yedi bin adayla dünyanın en büyük takımada ülkelerinden olan Endonezya’nın, 300 farklı dil konuşan etnik grubuyla haliyle bir o kadar farklı çeşitte yerel mutfağı olması kaçınılmaz! Bunlara bir de ülkedeki farklı dinleri, her dinin belirli yiyecek yasaklarını, geçmişte ülkeden gelip geçen tüccarların taşıdıklarını, hükümranlık süren ülkelerin beslenme alışkanlıklarını da eklersek resmi tam görürüz... Hollanda’dan Çin’e, Portekiz’den Hindistan’a ait tatlar orada buluşup kaynaşmıştır. Ülkeyi temsil edecek bir yemek seçimine gelince hükümet bir hayli zorlanmış, sonunda Ekonomi ve Turizm Bakanlığı 2012’de Tumpeng’i içerik, şekil ve sunumuyla geleneksel Endonezya yemeğinin simgesi olarak seçmiştir. Dağ şeklindeki pirinç pilavı bambudan yapılmış 6580 cm. boyutunda tampah adlı hasır işi bir tabakta muz ağacı yaprakları üstünde ve yapraktan yapılmış süslerle sunulur. Beyaz ve sarı renkte iki türü olan Tumpeng’in sarı olanı Tumpeng Kuning, zerdeçal, hindistancevizi sütü, limon otu, defne yaprağı, ıhlamur yaprağı, karanfil, kakule ve tarçın kaynatılan suya pirincin salınmasıyla yapılır. Beyaz olana zerdaçal konulmaz. Yanında yedi tür yan yemekle servis edilmelidir. Bazı kaynaklar 7 çeşit yoksa bile inanca göre çeşit tek rakamda olmalıdır diyor. Buradaki asıl nokta çeşidin 3 temel elementi temsil etmesidir. 1 Karada yaşayan hayvanları tavuk, yumurta, sığır eti. 2 Balık. 3Sebzeler; lahana, havuç, çalı fasulyesi, ıspanak gibi.. Garnitürlerden tavuk (tercihen horoz) zerdeçal ve hindistancevizi sütüyle pişirilir, yumurtalar haşlanır, balık kızartılır, haşlanmış bütün sebzeler rendelenmiş hindistancevizi ile karıştırılır. Gün ışığına atıf Endonezya’nın en küçük ama en kalabalık adası Cava’da günlük yaşama hâlâ atalardan kalan bilgelikler yön verir, rehberlik eder. Tumpeng içinde sakladığı gizli anlamlarla bu rehberler‘BENİM BEDENİM BENİM KARARIM’ Polonya’da aylardır tartışmalara neden olan kürtaj yasağı taslağının 28 Ocak’ta yürürlüğe girmesinin ardından başlayan protestolar sürüyor. Yeni yasayla kürtaja sadece tecavüz ve ensest ilişki ya da hamileliğin annenin hayatını riske soktuğu durumlarda izin veriliyor. Başkent Varşova’nın yanı sıra pek çok kentte eylemciler, “Benim bedenim benim kararım”, “Hükümetim beni öldürüyor”, “Devrimin rahmi vardır” pankartları ile yürüdü. Nüfus çoğunluğunun Katolik olduğu Polonya’da hükümetin, Katolik Kilisesi’yle güçlü bağları var. Yasağa karşı protestolara öncülük eden kadın hareketinin üyeleri, geçen yıl Arjantin’de kürtajın yasallaşması için kampanya yürüten eylemciler gibi boyunlarına yeşil eşarplar doluyor. Arjantin’de Temsilciler Meclisi ve Senato, geçen yıl Katolik Kilisesi’nin muhalefetine rağmen hamileliğin 14’üncü haftasına kadar kürtaja izin veren yasa tasarısını onaylamıştı. Teksas ütopyası tersine döndü Bundan bir süre önce gene bu sayfalarda yazmıştım, Kaliforniyalılar her yıl yüz binleri bulan sayılarda Teksas’a taşınıyorlar diye. Kaliforniya gibi ABD’nin en iyi iklimi olan, en zengin, yüksek teknoloji eyaletinden yazları 40 derecelerden aşağı düşmeyen kurak bir eyalete niye taşınsın sorusuna pek çoklarının yanıtların arasında şunlar öne çıkıyordu: Yüksek gelir vergileri, uçuk ev fiyatları, benzin, gıda fiyatları... Örneğin Kaliforniya’da milyar dolarlık evler, Teksas’ta bir kaç yüz bin dolara alınabilir, artan para ile gelecekte daha rahat bir hayat geçirilirdi. Hal böyle iken Teksas’ı bir ütopya olarak gören bir Kaliforniyalı olan Brett Alder de büyük bir umutla Teksas eyaletinin başkenti Austin’e yerleşenler arasına katıldı... Kendisi deneyimli ve üst düzeyde bir satış yöneticisidir. Ailesiyle birlikte TEVFIK DALGIÇ Kaliforniya’nın en güney kenti San Diego’daki 186 metrekarelik evlerinden, Austin’deki iki kat daha büyük yüzme havuzlu bir eve taşınırlar. Ancak Alder derin hayalkırıklığı yaşar. Beklentisinin aksine Austin’i, San Diego’dan daha çok pahalı bulan Bay Alder, yazların dayanılmaz sıcağından en az iki ay daha serin yerlere gitme zorluğu nedeniyle daha ucuz koşullu hayat hayalini tam gerçekleştirememiştir. Ayrıca elektrik, su, bahçe işlerinin pahalılığı, nemli havadan, kışların ayazından ve alerjik havadan da şikâyetçidir... Kaliforniyalı Alder, Austin yöre halkını da “kaba, saygısız ve çok kötü şoförler” olarak nitelendiriyor. Üç çocuğunu yöredeki ilkokuldan almış, çünkü ona göre ilkokul küçük çapta bir askeri akademi gibi yönetiliyormuş... Alder’e göre, Teksas bir muhafazakâr ters ütopya imiş, yani distopya. Hayal edilenin tam tersi bir yer. Sonunda kendine Kuzey Kaliforniya’da San Francisco’da bilgisayar parçaları yapan bir şirkette iş bulmuş ve geldiği eyalete geri dönmüş. Yaşam bazen insanın istediği gibi sonuç vermiyor, ama elbette denemek gerekiyor. Kalabalığı takip ederek sürüye katılmak yerine insanın kendi beklentileri ile bulduklarını karşılaştırması da önemli bir olgu olsa gerek. Alder, kısa süren Teksas serüvenini “pahalı bir deneyim” olarak niteliyor... tdalgic@gmail.com den biridir. Sözlük anlamı “Kişi, güvenli bir yaşam sürmek için Tanrı’ya özenle dua etmelidir” şeklinde çevrilmiştir. Bu bağlamda malzemelerden bazılarına yüklenen anlamlara bakalım: Servis tabağındaki muz yaprakları güvenle iş yapma anlamına gelir, yapraktan üçgen şeklinde katlanarak yapılan süsler güneşin sembolüdür. Pilav ve garnitürlerin dizilişi rastgele değil anlamlıdır, gün ışığına göre ayarlanır. Horoz, güneşin doğuşunu simgelediği için doğuya yerleştirilir, günün ve insan hayatının başlangıcını temsil eder. Horoz pişirmek, horozun sembolize ettiği kötü alışkanlıktan kaçınmak olarak yorumlanır. Güneye sebze salatası ve batıya pişmiş sebzeler, tatlı patates sotesi konulur. Hindistancevizi rendesi ile tatlandırılan karışık haşlanmış sebzenin felsefi anlamı kişinin sosyal bir yaşama ve komşularıyla iyi ilişkilere sahip olmasıdır. Ispanak, Cava tarımında zenginliğin geleneksel semboludur. Karışımdaki ıspanak kişinin geleceğe yönelik çatışmalardan uzak, güvenli ve huzurlu yaşam beklentilerini içerir. Çalı fasulyesi, kişinin uzun yaşam beklentisini ve bir şey yapmadan önce iyi düşünmesini ifade eder. Bu arada hayvan bazlı yiyecekler kuzey tarafa yerleştirilir. Durgun suda da yaşayabilen kedibalığının anlamı insanın hayatın her türlü zorluklarına kendini hazırlaması gerektiğidir. Suyun dibinde yaşayan kedibalığı mütavezılığın sembolüdür. Küçük balıklar ise bir arada durmalarına atıfla; insan daimi yalnız yaşayamaz ve başkalarına ihtiyaç duyar. Ailesi, komşuları ile iyi ilişkiler içinde olmalıdır mesajını taşımaktadır. Cava halkının yaşamındaki önemi göstermek için pirinç ana malzeme olarak tam ortadadır. Temel besin kaynağı pirinç, ekmeğin yerini tutar. Pirinç hayatı sürdürmeye yarayan enerji kaynağıdır, pirinç tanrısı Devi’ye dua törenleri vardır. Haşlanmış yumurta, kabuğu ile yer alır. Yumurta, yaşamın başlangıcıdır. Tanrı insanı eşit olarak yaratmıştır, farklı olan karakter ve davranışlardır. Yemeden hemen önce soyulması gereken kabuk ise kişinin yapmak istediği tüm eylemi sembolize eder. Plan dikkatlice yapılmalı ve iyi sonuç almak için plana uyulmalıdır. Yüzyıllar öncesine dayanıyor Tumpeng, Cava halk kültürünün bir ifadesi, ilişkilerin sembolüdür. Tumpeng geleneğinin tarihine ilişkin net bir bilgi olmasa da 5. ve 15. yy. arasında başladığına inanılıyor. O sürece ilişkin Cava Krallığı’nda Hinduizm etkisinin izleri görülüyor. “Dağ”ın Hinduizmde hayatın başlangıcı olan kutsal bir yer, dünya ile cennet arasındaki portal olması, pirincin dağ şeklinde yapılması gibi... Eski Cava dinlerine göre de dağ kutsaldır. Tanrı’nın dağların doruğunda yaşayarak dünyayı yönettiğine inanılır. Tumpeng’in felsefesi, Endonezya’nın coğrafi konumuyla özellikle çok sayıda yanardağın bulunduğu, Cava Adası’yla çok ilgilidir. Dağın eteklerinde bereketli topraklarda yaşayan insanlar koni şeklindeki pirinç pilavı ile kutsal dağları sembolize etmiştir, tüm yan yemekler de çevreye bir teşekkür niteliğindedir. Tumpeng, insanların Tanrı’ya minnetinin, birliktelik ve uyumun bir göstergesidir. Törenlerde dua ettikten sonra grubun lideri en tepeyi keserek saygı ve minnet göstergesi olarak önce en yaşlılara verir. Endonezya Sağlık Bakanlığı dağ şeklindeki tören yemeğini dengeli beslenmeye örnek göstermiştir. Evde hazırlanması zor olan Tumpeng, artık modaya uyarak sipariş üzerine hazırlanır hale gelmiş. Bir expatın veda partisinin baş yemeği olması Tumpeng’in misyonunun devam ettiğinin kanıtıdır. Verdiği mesajlar evrenseldir. (Widya Mandala Surabaya Katolik Üniversitesi’nden Ignasius Radix A.P. Jati makalesinden faydalanılmıştır.) gjtozkoparan@hotmail.com Eskiden beri çok kalabalık ortamlardan hoşlanmam, hep uzağında durmaya çalışırım. Bu kez, bu alışkanlığımın pandemi sürecini sorunsuz atlatmama ne denli yardımcı olduğunu anlatamam size. Kalabalık çarşılara, kafelere, caddelere alışmış insanlar bu dönemi ciddi sorunlarla atlatmaya çalışıyorlar. Bense hayatımdan gayet memnun, daha da az insanla muhatap olmamak için henüz kuşlar bile uykularındayken erkenden sokağa çıkıyor, marketlerin pastane bölümlerinden, sıcak hamurlu şeylerin hepsinden örnekler toplayarak Rotterdam sokaklarında dolanıp eve geri dönüyorum. Erasmus kenti... Şehirde yaşadığım ev aslında merkezin çok yakınlarında bir yerde. Maas Nehri üzerine kurulmuş ikinci önemli köprü olan, Erasmus Köprüsü’nün ayaklarının dibinde oturuyorum. Erasmus’u bilirsiniz tabii. 1466’da Rotterdam’da doğmuş ve Rotterdamlılar da kendisini çok sevmiş, ünlü bir filozof/düşünür. Tam ismi de Desiderius Erasmus Roterodamus, yani RotGünlerin getirdiği... terdamlı Erasmus. arasındaki kırsal bir alanO da diğer çağdaşı tada randevulaşarak birbirnınmış isimler gibi yerinde lerine girdiler. O zamanduramamış. Rotterdam, lar Utrecht’te yaşıyordum Anwers, Oxford, Brugve bu şehre yakın sayılabige derken hayatı Basel’de MEHMET EMIN lecek bir yerdeki bu meyson bulmuş. Erasmus ÜniALKANLAR dan muharebesinde bir taversitesi, Erasmus Köprüraftar yaşamını yitirmişsü, Erasmus Caddesi derti. Şimdiki gibi, teknoloken ismine bildiğiniz gibi bir de burs ji çok gelişmiş değildi o günlerde, dokonmuş ve dünyanın dört bir yanından ğal olarak da taraftar grupları arasında öğrenciler, bu bursla Rotterdam başta ispiyoncu bulunmadığından, polis olaolmak üzere pek çok yerde eğitim gö yı muharebe bittikten sonra haber alrebilmekte. mış, geri kalan birkaç kişiyi gözaltına Rotterdam, Amsterdam’dan sonra ül alabilmişti. kenin ikinci büyük şehri. Bu iki şehrin Aslında Feyenoord futbol takımı, Türinsanları, futbol takımı taraftarları ne kiye’deki Beşiktaş’la büyük benzerlikler dense birbirlerini hiç sevmezler. Her bi taşıyor. Ülkenin 3. büyük futbol kulübü. ri kendi şehrinin ilk sırada geldiğini id Kendilerine soracak olursan kuşkusuz dia eder. Bir ara nefret öyle boyutlaen büyüğü. Geçmişte Hollanda’da çıkarra geldi ki iki şehrin iki ünlü takımı Ajax dığımız Pandora isimli dergi için Akaretve Feyenoord taraftarları yine iki şehir ler’deki BJK merkezinde, kulüp başkanı Fikret Orman ile söyleşi yapmıştım. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin, Türkiye’nin iki en büyük kulübü olduğunun yazılıp çizildiğini, Beşiktaş Başkanı olarak ne düşündüğünü sormuştum. Orman, hiç tereddüt etmeden Beşiktaş’ın birinci en büyük kulüp olduğunu söylemişti. Gözler aşıda Hollanda şu an İngiltere’den gelen yeni versiyonuyla Covid19 salgını, 9 Şubat’a kadar uzatılan yeni ve sıkılaştırılmış önlemler, diğer yandan 3. dönemini yaşayan ve dümende liberal Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi VVD’nin olduğu koalisyondaki skandallardan sonra hükümetin istifası ile uğraşıyor... Mart ayında yapılacak genel seçimlere kadar VVD’li Başbakan Mark Rutte, geminin dümeninde olmaya devam edecek. Hollanda’da AstraZeneca, Pfizer/Biontek ve Moderna aşılarından yeteri kadar sipariş verilmiş durumda. Bu aşılar parça parça gelmeye başladı ve nisan sonuna kadar aşıların yapılması tamamlanacak. Aşılar da kategorilere ayrıldı. Hangi marka aşı hangi yaş grubuna vurulacak, o bile belirlendi.