02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 14 OCAK 2021 PERŞEMBE [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER YÖK, ÜNIVERSITELERDE AÇTIĞI DERIN YARA ILE TARIHTEKI YERINI ALACAKTIR Süngüden kelepçeye AYDIN ÖNCEL retim elemanlarına karşı acımasız bir saldırı başlatıldı. Birçok öğrencinin çeşitli soruştur1980 öncesi gençliği; dünyayı yakından iz malar açılarak öğrenim hakkı elinden alınırleyen, yaşadıkları coğrafyadaki sorunla ken Atatürkçü, laik, aydınlanmacı, demokrat rın farkında olan, okuyan, araştıran, sor profesörlerin saç ve sakalları bahane edilerek gulayan, yorumlayan ve gerektiğinde eyleme çatı altından uzaklaşması sağlandı. geçen bir kişiliğe sahipti. Yükseköğretim Kurumları Öğrenci DisipÜniversite kapısına geldiklerinde karşılaş lin Yönetmeliği’nin yükseköğretim kurumuntıkları süngülü inzibatlardan biraz korkmuş dan çıkarma cezasını gerektiren, disiplin suçfakat daha çok hayal kırıklığına uğramışlardı. larını düzenleyen 10/b maddesi, “yükseköğOnlar, kelimenin tam anlamıyla 12 Eylül mağ retim kurumlarının ideolojik ve siyasi amaçduru çocuklardı... Şartların olgunlaşmalarla huzur, sükun ve çalışma düzenini sı için yüzlerce insanın katledilişibozmak veya boykot, işgal, engelleni izleyen faşist darbeden en ağır Cumhuriyet me, personelin işini yavaşlatma fatura hiç hak etmedikleri halde kendilerine çıkarılmıştı! YÖK işbaşında kazanımlarının birer birer yok edilmeye çalışıldığı gibi eylemlere katılmak, bu amaçlara yönelik eylemleri tahrik etmek” hükmünü içermektedir. Bu madde, 6 Kasım 1981 yılında, 2547 sayılı yasa ile Milli Güvenlik Konseyi tarafından kurulan Yükseköğreson yıllarda YÖK’ün, üniversitelerimizde açtığı derin yaralardan sorumlu kılık kıyafet ile ilgili mevzuata aykırı davrananlara 10/b maddesine göre işlem yapılacağını da öntim Kurulu (YÖK), üniversi olarak tarihteki yerini görmekteydi. Yönetmelik telerin özerkliğine son vererek hepsini tek bir yapı içine hapsetti. 1981 öncesinde üniveralacağından artık kimsenin şüphesi maddesi adeta bir silah gibi kullanıldı, kadrolaşmaya hız verildi; yıldırma, sindirme ve siteler, akademiler, eğitim ensti kalmamıştır. kıyım politikası günümüze katüleri, meslek yüksekokulları, kondar aralıksız sürdürüldü... servatuvarlar, mektupla öğretim yapan İş arkadaşları, meslektaşları, öğrenYAYKUR gibi kurumlardan oluşan yükseköğre cileri söz konusu madde yüzünden, haksıztim sistemi, hiçbir altyapı oluşturulmadan YÖK ca üniversitelerden uzaklaştırılırken adeçatısı altına toplanarak özgür düşünce ve bi ta koltuklarına yapışan sözde bilim insanlalimden yoksun hale getirildi. YÖK, 12 Eylül’ün rı YÖK’ü sahiplenerek bu kıyımda öncü roüniversiteleri terörü besleyen yuvalar olarak lü üstlendiler. İlgili maddeden birçok öğrenci görmesinin bir sonucu olarak kuruldu. Böylece hakkında soruşturmalar açılıyor, profesörler tüm yapı tahrip edilerek terörden sorumlu tu sakalını kesmediği için görevlerini bırakmak tulan özerk üniversiteler hem cezalandırılmış zorunda kalıyordu. YÖK bunları yaparken hem de kontrol altına alınmış olacaktı. Öyle de hiç kimsenin kılı bile kıpırdamıyordu... oldu... Bu koşullar altında oluşturulan disiplin Tüm eğitim sürecini paralı hale getirerek yönetmelikleriyle hem öğrencilere hem de öğ eğitimde eşitlik ilkesinin ortadan kaldırılmasına tanıklık eden ve hatta sistemin önünü açarak yardımcı olan YÖK, ÖSS’yi onaylayarak milyonlarca gencimizi haksız bir rekabetin ortasına atmıştı... Aynı kurul, üniversiteye girişte meslek liseleriyle genel liselere uygulanan katsayıyı eşitleyerek çok büyük bir haksızlığa daha damgasını vurmuştu! Sonuç Kuruluşundan bugüne kadar sürekli olarak günlük siyasetin içinde yer alan YÖK, üniversitelere üye ve özellikle rektör atamalarında siyasi erkin çiftliği gibi kullanıldı. En son Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan rektör ataması bir anlamda bardağı taşıran son damla oldu. Dünyanın en iyi üniversiteleri içinde yer alan bu kuruma girmeyi başaran öğrencileri keyfi atamalarla yönetmeye kalkmak daha şimdiden çok doğru alınmış bir karar olarak görünmüyor. Bu çocuklar, özgür ve demokratik bir üniversite için haklı direnişlerini sürdürürken birçok sivil toplum kuruluşunun ve halkın da desteğini alıyor. Yasalar çerçevesinde toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanırken, gözaltında işkence gören arkadaşlarının bir an önce salıverilmesini talep ediyorlar! Cumhuriyet kazanımlarının birer birer yok edilmeye çalışıldığı son yıllarda YÖK’ün üniversitelerimizde açtığı derin yaralardan sorumlu olarak tarihteki yerini alacağından artık kimsenin şüphesi kalmamıştır. Öğretim üyesi ve öğrencisi olmayan üniversitelerin açıldığı ve niteliksiz diplomalı işsizlerin çoğaldığı bu dönemde, kurum içinde sivil polisi, süngülü silahıyla nöbet tutan askeri ve nihayetinde kapısında kelepçeyi de görmüş olduk! İşte o an birden belleğimizde 12 Eylül canlandı, yüreklerimizde aynı soğukluğu hissettik ve bu hiç iyi olmadı! Can Pulak ve basın özgürlüğü ALI EKBER ATAŞ ŞAIR/YAZAR 19 yılda, 98 yıllık Cumhuriyetin kurduğu her şeyi yerle bir eden bir iktidarın “anayasa, adalet ve siyasi reformları”nın bir Kendimi bildim bileli Cumhuriyet girer bizim eve. Anadolu Rönesansı’nın, bilim, sanat, felsefenin aydınlanma penceresi “Olaylar ve Görüşler” sayfasında (11 Ocak 2021) “iktidara bağımlılık” çağrısıyla “İktidarbasın ilişkileri” başlıklı bir yazı yayımlandı. Kitabımı yayımlamış gazetenin bir yazarı olarak bu yazıdaki bazı paragraflara cevap vermek kaçınılmaz oldu. Yazıdan: “Allah rahmet eylesin, en korkulan Sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural’dı, o bile çok kızdığı gazetecileri iki gün merkez komutanlığında tuttuktan sonra salıverirdi.” Bu sözler, DP dönemindeki uygulamaları normalleştirmekle kalmıyor, günümüzdekilerini de normalleştiren bir açıklamadır. Gazetecilere öğüt mü veriyor, gözdağı mı? “Kaş yapalım derken göz çıkarmak” buna deniyor sanırım. Nereden çıktı? “Demokrat Parti döneminde gazeteciler hapse girmedi mi” diye soruyor Sayın Pulak. Bakalım DP’nin gazetecilere yönelik uygulamalarına: 14 Temmuz 1950’de, bir genel af yasası çıkararak işlenmiş bütün suçları bağışladılar. 19501954 dönemi Meclisi’nde, “Siz isterseniz hilafeti getirirsiniz” diyen de Menderes’ti. İktidarının ilk yılında (1951), “1951 Tevkifatı”nda, muhalif 184 komünist tutaklandı. İki yıl Harbiye damlarının tabutluklarını da insanlık dışı işkencelerden geçirtti. 167 kişiye yedi ile on yıllık cezalar, ardından sonucudur bugün yaşananlar. üçte birlik bölümü kadarını da sürgünlere göndererek işsizlik ve açlıkla ölüme terk ettirdi. 141.142. maddelerde yaptıkları değişiklikle 141. maddeye 7. fıkrayı ekleyip anayasayı delerek, ilk “pişmanlık yasasını” çıkardılar. “Resmi ilanlar kararnamesi”ni çıkarıp besleme basın yarattılar. Temmuz 1953’te Ceza Kanunu’nda hükümete ve bakanlarına, basın yoluyla “hakaret”i suç sayan değişikliği yaptılar. Muhalif gazeteleri kapatmak, gazeteciyi hapisle cezandırmakla tehdit ettiler. 1954 seçimleri öncesi “Basın Kanunu”nu yeniden düzenleyip kendilerini koruma altına aldılar. Muhalif bütün kesimlerin, partiler de dahil, “savunma haklarını” ellerinden aldılar. Seçim sonrası çıkardıkları yeni bir yasa ile “kamu görevlileri bağlı bulundukları teşkilat emrine verilerek” görevden alınmalarını kolaylaştırdılar. “Altı ay içinde yeni bir göreve atanmazlarsa resen (kendiliğinden) emekli edilmiş” sayan yasayı çıkardılar. İktidara karşı tüm kamu görevlilerini, basın emekçilerini kanun kapsamında “tasviye” ettiler. Yasanın ilk uygulandığı yer üniversiteler oldu. İlk kurbanları da “Prof. Dr. Bülent Nuri Esen (19111975), Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta (19021970) ve Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu (19031983)” oldu. “İktidarla basın arasındaki öteden beri gelen sürekli kavgada, iki tarafın da kusurlarını kabul etmeliyiz” diyor Can Pulak. Herkes sizin gibi iktidarın kanatları altında mesleklerini yapmıyordu. Bombalarla bedenleri parçalara ayrılan gazetecilerimiz oldu. Gözaltında öldürülenler... Şimdi durup dururken 19 yıllık iktidarın, “kavga ve ötekileştirme” dilinin suç ortağı yapıyorsunuz basın emekçilerini. Herkese demokrasi dersi verip iktidara bu “bağımlılık çağrısı” niye Sayın Pulak, durup dururken? Yine yazıdan bir kısım: “Burada üzerinde durmamız gereken nokta, siyasetin asla kabul edilemeyecek kavgacı ve kirli dilinin, aynı şekilde basına da bulaşmasıdır. Sadece iktidar basınına değil, muhalefet basınına da. Türkiye, bu dili mutlaka düzeltmek zorunda.” Suçlu iktidarın kendisi Yani iktidara veryansın eder görünürken, öte yandan muhalif basın ve basın emekçilerine abasının altındaki sopadan söz ediyor. Bunu yaparken de 3 Kasım 2002 seçimlerinden bu yana, iktidarının kavgacı bu dilini yaratanlardan birinin de muhalif basındakiler olduğunu gösteriyor! O tarihten bu yana şiddet dilini kullanan ve olağanlaştıran iktidarın ta kendisi. “İyi siyasetçi yetişmiyor okullarımızdan...” diye dert yanıyorsunuz. Günaydın Sayın Can Pulak. Bizler bunu 1980’lerden bu yana söyledik durduk. “Tıpkı iyi gazetecinin de yetişmediği gibi...” sözlerinizde de çok haklısınız Sayın Pulak. FETÖ’nün karanlık bugünleri için dün DAYANIŞMA Kemalizmin kuramcı beyinleri, “iyi gazetecileri” teker teker ortadan kaldırıldı. Sonuç: 60 yıllık “duayen” (!) gazetecinin bulduğu “formül”, evlere şenlik. “Türkiye ne yapıp edip tıpkı adalet reformu gibi, tıpkı siyasi reform gibi basın reformunun da çalışmalarını bir an önce başlatmalı...” 19 yılda, 98 yıllık Cumhuriyetin kurduğu her şeyi yerle bir eden bir iktidarın “anayasa, adalet ve siyasi reformları”nın bir sonucudur bugün yaBasın İlan Kurumu’nun şananlar. “Yetmez ama evet” yetmedi de “basın reformunu” ortaya atmanızın amacı ne? belgeli haberleri nedeniyle Cumhuriyet Gazetesi’ne uyguladığı resmi ilan kısıtlamasını kınıyoruz. Basın özgürlüğünü yok sayan kararı protesto ediyoruz. Haber alma özgürlüğümüz için C’in yanındayız. DAYANIŞMA Çocuklar inanın inanın çocuklar, Güzel günler göreceğiz güneşli günler, Motorları maviliklere sürecegiz . Güzel günler göreceğiz güneşli günler... (Nazım Hikmet) ROBERT KOLEJ LISE 1963 MEZUNLARINDAN BIR GRUP Haber alma özgürlüğümüz için C’in yanındayız. 24. DÖNEM CHP MILLETVEKILLERINDEN BIR GRUP İktidarın saldırıları neden artık ters tepiyor? İktidarın yaklaşık 20 yıldır sloganlar biçiminde sürekli tekrarladığı bazı söylemler var... Bu söylemler, suçlamalar ekseninde formüle edilen ifadeler olarak şöyle özetlenebilir: 1) Darbecilik suçlaması. 2) Vesayetçilik suçlaması. 3) Din düşmanlığı suçlaması. 4) Türban düşmanlığı suçlaması. 5) Yasakçılık suçlaması. 6) Yoksullaştırma suçlaması. 7) Teröristlik suçlaması. 8) Hainlik suçlaması. Bir zamanlar AKP’yi iktidara taşıyan bu söylemler, artık erimekte olan seçmen desteğini önlemek için çok daha şiddetli suçlamalar olarak yeniden gündeme getirildi. Fakat suçlama biçimindeki bu söylemler, eriyen oyları durdurmak yerine, tam tersine, kamuoyunda iktidarın daha da çok yıpranmasına ve eleştirilmesine yol açtı. Söylemler aynı suçlamalara dayalı oldukları halde, neden toplumdaki tepkiler 180 derece tersine döndü? Çünkü bu söylemlerin hepsi “Demokratik Rejimi” ve “Hukuk Devletini” güçlendirmek amacına dönük ifadelerdir. Oysa iktidar, yaklaşık 20 yıl boyunca, “Demokratik Rejim” ve özellikle de “Hukuk Devleti” anlayışlarını tahrip etti. Bu süreç dört genel sonuç doğurdu: 1) İktidar, bu sloganlarının tam tersine eylem ve söylemler yaptığı için kamuoyunun iktidara güveni sarsıldı; söylediklerine inanan kalmadı. 2) Kamuoyu, iktidarın gerilim stratejisinden, kavgadan, her an herkesi azarlayan, topluma tepeden bakan kibirli sesten bıktı. 3) Kamuoyu, gerçeklere aykırı sloganların sürekli tekrarlanmasından dolayı, bunları kanıksadı, suçlamalara önem vermemeye başladı. 4) İktidarın en tepesindeki lider kadrosundan iki kişi istifa edip iki ayrı muhalif parti kurdu ve her suçlamaya, öteki muhalefet partileriyle birlikte, karşı suçlamayla yanıt verdi. Üstelik iktidar taban yitirme paniği içinde, bu suçlamalarda önemli ifade ve içerik hataları da yaptı. HHH Şimdi bu 8 suçlamaya bakalım ve bütün bu suçlamalara konu olan eylemleri aslında bizzat kendilerinin yaptığını açıkça görelim. 1) Darbecilik suçlaması: Bu suçlama Atatürkçülere ve laik görüştekilere yönelik olarak yapılırken, gerçek darbeyi kendi güçlendirdikleri ve iktidarı paylaştıkları dinci ortakları 15 Temmuz 2016’da yaptı. Bunun arkasından bizzat kendileri 20 Temmuz 2016’da Olağanüstü Hal ilan ederek ve 16 Nisan 2017’de, OHAL altında “Demokratik Rejim”e aykırı garip bir halkoylaması ve yasalara aykırı bir oy sayımı yaparak Sivil Darbeyi gerçekleştirdi. 2) Vesayetçilik suçlaması: Bizzat kendileri yargıyı vesayet altına aldı. 3) Din düşmanlığı suçlaması: Bütün muhalefet partileri, özellikle de ana muhalefet partisi CHP, laikliğe yeterince sahip çıkmadıkları suçlamasıyla karşılaşacak kadar, dine saygılı bir davranış çizgisi benimsedi. Kendileri pek çok bakımdan gerçek dindarları öfkelendirecek uygulamalar yaptı. 4) Türban düşmanlığı suçlaması: Türban sadece üniversitelere değil, yargıç kürsüsüne, orduya, polise girdi ve anaokulu düzeyine kadar indi. Üstelik iktidar, CHP’li türbanlılara “Konu Mankeni” diyerek, sorunu tesettür açısından değil, kendinden yana olmak veya olmamak biçiminde algıladığını açığa vurdu. 5) Yasakçılık suçlaması: Bizzat kendisi hem medya hem de toplum üzerinde, Cumhuriyet tarihinin en yasakçı uygulamalarını gerçekleştirdi. 6) Yoksullaştırma suçlaması: Hazine’yi ve Merkez Bankası’nı tamtakır yaptı, kendi yandaşı bir avuç holdingi zenginleştirdi, işsizliği artırdı, halkı yoksullaştırdı. 7) Teröristlik suçlaması: Önce kendisi PKK ile müzakereye oturdu. Sonra, meşru partileri ve her muhalif eylemi teröristlikle suçladı. 8) Hainlik suçlaması: Kendi yanlış politikalarını eleştirenleri ihanetle suçladı. Oysa asıl kendisinin uyguladığı bazı iç ve dış politikalar çok yanlıştı. HHH Halk: 1) Kavgadan, dövüşten, gerilimden, tepeden bakan kibirli bir sesle azarlanmaktan... 2) Gerçeklere aykırı olarak sürekli tekrarlanan sloganlardan... 3) Muhaliflerini suçladığı her konuda asıl kendilerinin aşırı uygulamalar yapmasından... Bıktı, usandı... Ve çok daha önemlisi, iktidara olan güvenini tamamen yitirdi. O nedenle artık iktidarın her saldırısı ters tepiyor! 40 kitaptan oluşan “Bütün Yazıları” dizisinin ilk 5 kitabı Savcı oluyorlar, yargıç oluyorlar, mimar oluyorlar, mühendis oluyorlar, bakanlıklarda daire başkanı ve genel müdür oluyorlar. Bir tek eksikleri imam hatip okulunu bitirenlerin Harp Okullarına kayıt olamamaları... Bu eksiği de bu gidişle nasıl olsa giderirler. Uğur Mumcu Cumhuriyet, 11 Haziran 1987, Tersini Düşnelim (Laiklik Ruhuna Fatiha, syf. 272) Laiklik Ruhuna Fatiha 6. Baskı, 344 syf. Haram Düzeni 12. Baskı 232 syf. Ata’m İzindeyiz 15. Baskı 326 syf. Hukuk Devlet Aşiret 11. Baskı 344 syf. Sevr mi Lozan mı? 5. Baskı 384 syf.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle