09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 8 EYLÜL 2020 SALI [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Belgelerde Rıza Nur MUHARREM BAYRAKTAR GAZETECIYAZAR Atatürk düşmanlığı denince “tescilli bir marka!” olarak hafızamıza kazınan Rıza Nur’un bugün ölüm yıldönümü. Cumhuriyetin ilanının akabinde Fransa’ya kaçan Rıza Nur, Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’ye döndü. 78 yıl önce bugün, 8 Eylül 1942’de vefat etti. Arkasında Atatürk’e yönelik mide bulandırıcı iftiralar bırakarak. Rıza Nur hakkında yeni ortaya çıkan ve birçoğunu burada aktaracağımız oldukça kirli bir sayfalar yumağı var karşımızda. O, Atatürk düşmanlığıyla görevli bir yabancı servis elemanıydı. Atatürk’e iftira atmak için pusuda bekleyen bir sürü güruh, adeta bir yerlerden düğmeye basılmışçasına, saklandıkları inlerden çıkarlar ve belli zaman aralıklarıyla içlerindeki Atatürk husumetini kusmaya başlarlar. Atatürk düşmanlarının hararetle sarıldığı, bu düşmanlık stratejisi Batı kaynaklıdır ve bu stratejinin ipuçlarına Alman asıllı Ortadoğu uzmanı ve istihbarat ajanı Kurt Ziemke’nin 1930 yılında yazdığı “Die Neu Türkei” (Yeni Türkiye)?adlı kitabında rastlıyoruz. Bu kitapta Kemalist Cumhuriyet’in din düşmanı olduğu temasının işlenmesi açıkça tavsiye edilir. İçimizdeki “Din düşmanı Atatürk” saldırılarının izlerini buradan sürmek gerekir. Türkiye’de Atatürk düşmanlığının en büyük temsilcilerinden birisi ve onun, başta ailesi olmak üzere bütün hayatına, devrimlerine en büyük iftirayı atan kişi Rıza Nur’dur. Tütengil ortaya çıkardı Ve Rıza Nur, birazdan anlatacağımız gibi İngiliz gizli servisinin adamıdır. Rıza Nur’un Atatürk’le ilgili kitabının adı, Rıza Nur'un Hatıratı’dır. Bu hatıratta yazılan bilgilere başka kaynaklarda rastlanmaz. Atatürk’ün yakın arkadaşlarının hiçbirisinin tanık olmadığı pek çok olaya ne hikmetse Rıza Nur şahit olmuştur! Rıza Nur’un, Türkiye’de iken hiç dile getirmediği konular, yurtdışına gittiğin Tüm yaptıklarına bakıldığında görülmektedir ki Rıza Nur kendine özgü bir karakterdir. Anadolu hareketinin tanınması, Lozan görüşmeleri gibi konularda katkı sunmuş, fakat Cumhuriyetin ilanı ile birlikte tamamen başka ve karşıt bir profil çizmiştir. Tavrındaki çelişkili davranışlarda, kendisinin de ifade ettiği ruhsal bozukluklar da önemli etkendir. de adeta “birileri tarafından” kendisine yazdırılır. Rıza Nur'un hatıratı ile ilgili ilk bilgiler 1963 yılında Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil tarafından kamuoyuna duyuruldu. Tütengil o sırada British Museum'da Şark yazmaları üzerine çalışmalar yapmaktaydı. Ama Tütengil Hoca, Rıza Nur'un hatıratının iftiralarla dolu kısımlarını, "pek çok yanlış değer yargılarıyla dolu metinler" diyerek hiç dikkate almadı. Tütengil Hoca’nın yayınlamadığı ve İngiliz Kraliyet Kütüphanesi'nde bulunan bu nüshaların tam metnini, hiç sorgulamadan, doğruluk derecesini araştırma gereği duymadan, 4 yıl sonra yayımlayan kişi Kadir Mısıroğlu'dur. Bu hatıratın birçok bölümünün üslup açısından Rıza Nur'a ait olmadığı aşikârdır. Fransız Milli Kütüphanesi'nde bulunan nüshadaki Rıza Nur'un el yazması ile Atatürk Kitaplığı'nda bulunan ve Rıza Nur tarafından Hüseyin Bektaş için imzalanmış Türkbilik Revüsü'nün 7. sayısındaki imza ve karakterler karşılaştığında birçok yerde yazım farklılıkları ortaya çıkıyor. Uzmanlar, hatıratın bir kısmının yazı karakterinin Rıza Nur'un yazı karakterine uymadığını iddia ederler.? Diğer bir konu ise hatıratın Mustafa Kemal'in babası ve annesi ile ilgili bölümüyle ilgilidir. Mustafa Kemal'in babasının Ali Rıza olmadığı iddiası da bu hatırata dayanır. Bu çok önemli bir iddiadır. Atatürk'ün çok yakınında bulunan biri olarak bunu biliyorsanız, bu bilgiyi hatıraya direkt yazmanız gerekmez mi? Ama Rıza Nur'un Hatıratı’nda durum çok farklıdır. Hatırat’ın en sıkıntılı en küfür dolu yerleri genellikle “daha sonra birileri tarafından yapılan ilavelerle” meydana getirilmiştir. Bu kısımlar sayfa diplerine ya da sayfa kenarlarına bazen farklı kalemlerle ve farklı yazı karakteriyle ilave edilmiştir. Ve bu bölümler hiçbir arşiv belgesine ve resmi vesikaya dayanmayan “mışlı, muşlu” dedikodu cümleleridir. Cümleler, "şöyle rivayet ediliyor, babası için şöyle deniliyor, şöyle imiş" gibi safsatalarla devam eder. Mesela Rıza Nur'un en temel iddiası olan “Ali Rıza, Mustafa Kemal'in üvey babasıdır” cümlesinin üzeri kalın bir şekilde çizilip iptal edilir. Sayfanın üst kısmındaki kendi iddialarını alt tarafta kendisi iptal eder! Sadece bu bile Rıza Nur'un Mustafa Kemal ile ilgili anlattıklarının tamamen palavra olduğunu, hatta kendisinin bile bunlara inanmadığını ve başkaları tarafından ilave edildiğini/ettirildiğini ve belki de bazı yerlerinin vicdan azabı saikıyla silindiğini gösterir. Batılı kaynaklarda Rıza Nur Robert Olsen, Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said İsyanı adlı kitabının 132. sayfasında İngiliz Genelkurmay Başkanlığı hava arşivleri kütüphanesinde yaptığı bir araştırmadan bahseder. Bu raporlarda "7 Ekim 192421 Ocak 1925 tarihli hava bakanlığı istihbarat bilgileri aktarılır. "Türkiye'de bakanlık yapmış ve 1925 senesinden sonra eski bakan sıfatını almış bir "MUHBİR"den bahsedilir. "Bu muhbir, Meclis içindeki konuşmaları ya da aldığı havadisleri, İngiliz gizli servisine rapor ediyor” bilgisine yer verilir. Kitapta isim karartılmış, ama işaret edilen adres Rıza Nur’u gösterir. Zira hem bakanlık yapmış hem de 1925'te bakanlıktan ayrılmış olarak Rıza Nur'dan başka bir kişi yoktur. Türk Tarih Kurumu’ndan çıkan Salahi Sonyel'in Gizli Belgelerde Lozan Konferansı kitabında Lozan Konferansı ile ilgili bazı gizli raporlardan bahsedilir. Raporların bir tanesinde İstanbul'da bulunan İngiliz Yüksek Komiserliği yetkililerinden Andre Rayn'ın delegelerimizden Rıza Nur hakkında İngiliz hükümetine verdiği bilgiler var. Diyor ki; “Belirli görüşleri olmayan, macera sever, aşırı eğilimli, en çok kim para öderse ona hizmet eder ve Bolşeviklerden de ödenek alır.” Yani buradan şu sonuç çıkıyor: Rıza Nur hem İngilizlere hem Ruslara çalışır. Yine bazı yabancı kaynaklarda Lozan'da devam eden barış görüşmelerinde İngiliz gizli servisine sürekli bilgi aktaran bir Türk delegeden bahsedilir. Bu delege kuvvetle muhtemel Rıza Nur’dur. Anlaşılan o ki Rıza Nur bir dönem Rusya'ya çalışmış, daha sonra İngilizlere yelken açmış ve hem parlamentoda hem Lozan’da iken İngiliz gizli servisine çalışmaya başlamış çok yönlü bir ajandır. Bu kitabın yayımlanması için 1982 yılında Almanya’da yaşayan Kadir Mısıroğlu ile irtibata geçen ve Altındağ Yayınevi’nde kitabın yayımlanmasını sağlayan yine İngilizlerdi! Rıza Nur, Hatıratını İngilizlerden ve Yunanlı’lardan aldıkları destekle şekillendirmiştir Böylece cihan imparatorluğu hayali suya düşen İngilizlerin intikam senaryosu hayata geçer. Türkiye’de bitmek tükenmek bilmeyen Atatürk düşmanlığının köklerini, gizli servislerin tezgâhında ruhunu satmış bu zavallı güruhta aramak lazım. Bugün bu güruhun peşinden gidenler, “Atatürk’ü eleştiriyorum diyerek” yabancı istihbarat servislerinin ekmeğine yağ sürüyorlar. Ve biz de Rıza Nur’un ölüm yıldönümünde onu hiç de rahmetle anmıyoruz! Tarikat ve cemaatlerle demokrasi olmaz! Kendilerine emanet edilen hem kız hem de erkek evlatlarımıza yapılan tecavüz ve istismarlarla sürekli olarak gündeme gelen tarikatlar ve cemaatler var oldukları ve iktidarlarca korundukları sürece, Demokrasinin işlemesi olanaklı değildir. Çünkü tarikatlar ve cemaatler, sadece yaptıkları tecavüz ve istismarlardan veya başka yasadışı iş ve işlemlerinden dolayı değil, yapıları gereği de Demokrasiye, demokratik işleyişe, demokratik kurum ve kurallara karşıdırlar! HHH Tarikat ve cemaatler, bazı kötü niyetli yazarların, gazetecilerin veya politikacıların öne sürdükleri gibi Sivil Toplum Kuruluşu filan değillerdir: En başta, örgütlenmeleri içinde, Sivil Toplum Kuruluşu olmanın birinci koşulu, yani seçime dayalı temsil yetkisi, yoktur... İçlerinde demokratik seçim olmadığı gibi şeyhlik (liderlik) için verasete veya inanca, kimi zaman da doğrudan menfaata dayalı bir halifelik düzeni vardır. İkinci olarak tarikat ve cemaatler içinde asla fikir ve ifade özgürlüğü, sorgulama, tartışma, müzakere gibi STK’lerin “olmazsa olmaz” ilke ve yöntemleri yoktur. Tam tersine sert bir biat (kayıtsız, koşulsuz bağlılık) kültürü egemendir. Sonuç olarak bütün yapıları, tam bir dogmatizme dayalı olarak, her türlü bilimselliği, sorgulamayı, soruşturmayı, eleştiriyi, bu nedenle de değişmeyi, ilerlemeyi, bütünüyle engeller. Esas itibarıyla, (Batı’dakiler de dahil olmak kaydıyla) bütün tarikat ve cemaatler, bilime, bilimselliğe, çağdaşlığa ve özellikle de kendi içlerinde demokratik işleyişe karşıdırlar! “Kendi içlerinde demokratik işleyişe karşıdırlar” ama içinde bulundukları toplumdaki demokratik kurum ve kuralları istismar ederek, demokratik rejimlerde siyasal güç sahibi olmaya çalışırlar. Tarikat şeyhleri, henüz DinTarım Dönemi aşaması nı geçememiş olan Ortadoğu Toplumlarında ise toprak ağaları, aşiret reisleri ile birlikte (zaten bazen hepsi aynı kişi, hatta devlet başkanıdır) siyasete doğrudan egemen bile olabilirler. HHH Tarikatlar ve cemaatler, bu nitelikleriyle sadece Türkiye Cumhuriyeti döneminde değil, Osmanlı döneminde de siyasete, ülke yönetimine sızmışlar, her türlü ilerlemeyi engellemişlerdir. Örneğin Takiyüdin’in Rasathanesi’nin yıktırılması sarayda güç kavgası yapan farklı tarikatlar arasındaki rekabetin marifetidir. HHH Tarikat ve cemaatler, azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde, aynen din, mezhep, ırk, milliyet gibi bölücü kimlik siyasetinin temelinde yatan ayrışma ve kavgaların da bir parçası olmuşlardır... Bu nedenle de bu ülkeleri istikrarsızlaştırarak sömürmek isteyen Emperyalizm tarafından sürekli olarak kullanılırlar. Atatürk Devrimleri bağlamında yasaklanan tarikatlar, toprak reformu yapılamadığı, eğitim reformu yarım bırakıldığı, ekonomik/toplumsal olarak da sınıfsal gelişme tamamlanamadığı için Çok Partili Rejim bağlamında, 1946’dan itibaren yeniden siyaset sahnesine çıkmışlar ve 1950’den sonra yine devletin bir parçası haline getirilmişlerdir. O zamandan bugüne kadar da sürekli olarak Demokratik Rejim’in temelini oymaktadırlar. HHH Bu son dönemde, cinsel saldırıların ve ahlaksızlıkların dikkati çekecek ve üzerine kitaplar yazılacak yoğunlukta ortaya dökülmesi, tarikat ve cemaatlerin iyice güçlenmelerinden ve “Şahıs Devleti” içinde hem siyasette hem de eğitimde fonksiyon sahibi olarak görev yapmalarından ve bu durumun yarattığı pervasızlıktan kaynaklanmaktadır. Yeterince güçlendikleri zaman ne yaptıkları ise 15 Temmuz 2016 olayına bakarak anlaşılabilir. SUÇ Bu tür yapıların vicdanı temiz yurttaşlarla onların inandığı değerler arasına girip aracılık yapmaya kalkışanlara gerekli dersi veren Atatürk gibi açık, net tutum alamayanlarındır KİMİN ? NAZIM MUTLU Kaç yıldır neredeyse değişmez aralıklarla bir tarikatcemaat başının, ortasının ya da ayağının türlü rezillikleri ortalığa saçılır, bunu gazetelerde, televizyonlarda, ötede beride biraz konuşup tartışır, 56 ay sonra benzerlerinin yeni bir rezilliği başımızdan aşağı dökülene dek konuyu kapatırız. Çoluk çocuktan öte, ülkeye tecavüze kalkışan Fethullah soytarısından Aczmendilerin başı Müslim Gündüz’e, kendi TV kanalında işi neredeyse porno gösterisine dönüştürecek denli ileri giden bir zamanların “büyük âlim”i (Harun Yahya takma adlı) Adnan Oktar’dan yurtlarındaki erkek çocuklara tecavüz eden Ensarcılara, altı yaşındaki kız çocuklarıyla evlenilebileceği fetvaları veren sapıklardan şimdi 12 yaşındaki kız çocuğuna yaptıkları kendi ses kayıtlarıyla belgeli Uşşaki başlarına varana dek, say say bitmez çok “marifetli”, çok “ehil” din bezirgânlarıyla iç içe yaşıyoruz. Türlü kılıklarda toplumun kılcal damarlarına dek yayılmaları sağlanan, 1950 sonrasının bütün karşıdevrim iktidarlarınca el üstünde tutulan, koruyup kollanan, pışpışlanan, ikide bir devlet protokollerinde püskülleri, cüppeleriyle boy gösteren Çocuk istismarcısı Fatih Nurullah Sagban; İ. Melih Gökçek ve “Keşke Yunan kazansaydı” diyen Kadir Mısıroğlu ile birlikte. şeyhler, şıhlar, mollalar, meleler, müritler... Kimsenin suçu yok(!) Bu olup bitenlerde sizin en küçük bir suçunuz, günahınız yok. Sizi koruyup kollayan, ikide bir dergâhınıza hayır duanızı almaya gelen siyasi zangoçların da suçu, günahı yok! Şu bakanlığı Menzilcilere, bunu Nakşilere, ötekini İskenderpaşalara, berikini İsmailağa’lara parselleyenlerin... “Bir kereden bir şey olmaz” diyenlerin... “Aman efendim, hepsini terazinin aynı kefesine koymayalım; iyisi var, kötüsü var” gibi, rezillikleri henüz görünmeyenleri kollama çabasındaki medya şaklabanlarının... Bunlara “kanaat önderi”, “STK lideri” gibi unvanlar yakıştırıp toplumda “meşrulaşmaları”nı sağlayan birtakım uyduruk “entelektüel”imsilerin... Mesai bitimlerinde, hafta sonlarında yörelerindekilerle sürekli “teşriki mesai” içinde olan vali ve kaymakamların da içinde olduğu birtakım “bürokratik zevat”ın... ‘Normal’leri bu olunca.. Hiçbirinin, hiçbirinizin en küçük bir suçu, günahı yoktur. Çünkü hepiniz yumurtatavuk örneğindeki gibisiniz ve sizin “normal”iniz budur. Uğur Mumcu’nun 40 yıl önce dediği gibi: Her biriniz SiyasetTicaretTarikat üçgeninin ayaklarısınız. Suç... Hem de suçun büyüğü, böyle skandallar patlayana dek “makbul”, patladıktan sonra “mekruh” sayılan şeyh kı lıklı sapıklara, onları koruyup kollayanlara karşı, “Aman, neme lazım, oy kaybederim, muhafazakâr arkadaşlarla aram açılır sonra!” gibi kaygılarla ve kısık sesle gizli saklı yerlerden “Bu yaptığınız çok ayıp, size yakışmıyor hiç!” türünden mırıltılarla işi geçiştirenlerindir. Net tutum şart Bu tür yapıların vicdanı temiz yurttaşlarla onların inandığı değerler arasına girip aracılık yapmaya kalkışanlara gerekli dersi veren Atatürk gibi açık, net tutum alamayanlarındır. Bunlara, şöyle ağız dolusu, gür bir sesle “İlk fırsatta sizin, din adına bu topluma yapmadığını bırakmayan sizin gibi alçakların boynunu altına getirmek, boynumun borcudur” diyemeyenlerindir. Nokta. Türkiye'nin giderek kaderci bir topluma dönüşmesini, Cumhuriyet'in aydınlanmacı değerinden kopuşu, neoliberalizm ile yaşamımıza dahil olan "teknolojik cahilleşmeyi" ve kadın özgürlüğünün getirildiği son durumu gözler önüne seren Erendiz Atasü, "Yurdum Gurbet Omasın" diyerek adeta bu yabancılaşmaya başkaldırıyor... 25 TL 15TL Bu kitabın amacı, Cumhuriyetin kurucularının hedeşediği çağdaş demokrasinin ülkemizde yerleşmesine ve kökleşmesine katkıda bulunmak, bu doğrultuda Türkiye’de demokrasinin eksikliklerini ortaya koyarak, toplumun, ilgili tüm kurum ve kuruluşların katkısıyla bu eksiklerin giderilmesine çalışmak ve ülkede demokrasinin pekişmesine katkı sağlamaktır. 30 TL 18 TL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle