09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
DİZİ 9 30 EYLÜL 2020 ÇARŞAMBA Cinsel istismara uğrayan çocuklar, olayın ortaya çıkışından sonraki süreçte daha da travmatize olmaktadırlar. ? Çocukların cinsel istismarı nasıl tanımlanır TARİKATLAR, CEMAATLER VE ÇOCUK İSTİSMARI Dr. ERDAL ATABEK 3 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi çocuk ve ergen ruh sağlığı anabilim dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Elvan İşeri, uluslararası tanımı şöyle belirtiyor: “Henüz cinsel gelişimini tamamlamamış bir çocuğun ya da ergenin, bir erişkin tarafından cinsel arzu ve gereksinimlerini karşılamak için güç kullanarak, tehdit ya da kandırma yolu ile kullanılmasıdır.” Cinsel istismar içinde “cinsel birleşme, cinsel birleşmeye teşebbüs, oral genital temas, genital bölgenin doğrudan ya da giysi üzerinden okşanması, teşhircilik ya da çocuğun erişkin cinsel aktivite ya da pornografiye maruz bırakılması ve fuhuş ya da pornografide kullanılması gibi travmatik olayların yaşanması” yer alır. Burada önemli nokta, çocuğun ya da ergenin rızası olsa dahi bu yapılanların Türk Ceza Kanunu içinde suç sayılmasıdır. Cinsel istismar olaylarında “çocukların rızalarının olduğu” savı hem doğru değildir hem de geçerli olamaz. Çocuğun ya da ergenin bu olaya karşı çıkmaması, sessiz kalması, direnmemesi rızası olduğunu göstermez. Tersine çocuğun ya da ergenin kandırıldığını ya da baskıyla razı edildiğini gösterir. Duygusal sığınak arayışı TARIKAT VE CEMAATLERDE DURUM NEDIR? Burada farklı bir durum vardır. Üç nedenle bu yapılardaki “çocuk istismarları” kolaylaşmaktadır. n Birincisi, bu yapıların dışarıya kapalı oluşudur. Buralarda olupbitenler burada kalır ve bu yapıların dışına çıkamaz. Buralarda yaşanan her şey, öğretilenler, ritüeller, davranışlar dışarıya açıklanmamak üzerine kurulmuştur. n İkinci neden, tarikat şeyhlerinin, cemaat hocalarının kutsal şahsiyetler olarak kabul edilmesidir. Onların yaptığı her şeyin “kutsal bir nedeni” vardır, bu nedenle onların yaptıklarına karşı çıkılamaz. Yapılanlar yanlış görünse bile, “bunun bir imtihan” olduğu söylenerek kabul edilmesi istenir. Bu yapılar inanç temelli olduğu için de hurafelerini, dogmalarını kendilerine inananlara kabul ettirirler. En mantığa aykırı şeylerin bile neden kabul edildiğini bilmek gerekir. n Üçüncü neden, tarikat ve cemaatlerin günün siyasal iktidarı tarafından korunup desteklenmesidir. Bu yapılar AKP iktidarının oy depoları olduğu için burada olup biten her şey, devlet yetkilileri tarafındanbilindiği haldekapatılıp örtülmektedir. Ensar Vakfı’nda çok sayıda erkek çocuğuna yapılan cinsel istismar olayları zamanın hem de Aile ve Sosyal İşler Bakanı tarafından “Büyütülecek bir şey değil, bu nedenle vakıf suçlanamaz” diye Ensar Vakfı’nı korumak için olayı önemsizleştirilmeye çalışılmıştır. Bu konuda bir hekim okurum, Ensar Vakfı olayının 2016 yılında yaşandığını, milletvekili Gamze Akkuş İlgezdi’nin 20062016 yılları arasında 300 binden çok çocuğun cinsel istismara uğradığını söylediğini unutmamak gerektiğini belirtmiştir. (okurum Dr. Nuri Çağatay’a teşekkür ediyorum.) SOSYAL RISKLER Çocukların ve ergenlerin cinsel istismarında birçok risk faktörü var. l Bunların başında “ailenin tutumu” gelmektedir. l Çocukların ihmal edilmesi. l Çocukların kendi haline bırakılması, nerede, kimlerle neler yaptığının bilinmemesi, önem verilmemesi. l Parçalanmış ailelerde çocukların sevgi ve şefkat gereksinmelerinin karşılanmaması. l Anneden babadan yoksun kalmış çocukların duygusal sığınak arayışı. l Cinsel alan bilgisizliği. l Hem ailelerin hem de çocukların bu alanda bilgisiz kalmaları. Tarikat ve cemaat yapılarındaki riskler, çok önemli öğeler barındırır: n Çocukların zihinsel koşullanması, n Çocukların şeyhlere, hocalara ve kıdemlilere karşı çıkmasının günah olacağı öğretisi, n Başka çocuklara da yapıldığının bilinmesi, n Ailenin de bu yapının içinde olması, sosyal risk faktörlerini oluşturur. SUSKUNLUK NEDEN? Cinsel istismar konusu neden suskunluk çıkmazına itilir? Kimsenin bilmek istememesi, bilenin unutmak istemesi, konuşmak istememesi nedendir? En önemli neden bu olayın “kirli suç” olarak görülmesidir. n Bu “kirli suç”, çocuğun üstüne yapışır, aileye bulaşır, taşınması utanç verici bir yük olur. n Çocuk sessiz kalır. n Aile bilmezden gelir. n Toplum başını başka şeye çevirmeye çalışır. Bu olayda en fazla zedelenen “cinsel istismar”a uğrayan ÇOCUK olacaktır: l “Ben artık kirliyim. l Aşağılandım, yaralandım, utanç duyuyorum. l Suçluyum, elbette suçluyum, biliyorum. l Razı olmamalıydım, karşı çıkmalıydım. l Onun eline vurmalıydım. Bağırmalıydım. l Hiçbirini yapmadım, yapamadım, suçluyum. l Şimdi nasıl söyleyeyim? l Söylesem de inanırlar mı? İnanmazlar ki. l Ona inanırlar da bana inanmazlar. l Hem nasıl söyleyeyim, ne diyeyim, bilmiyorum. l Neden ben? Başıma neden bu iş geldi? l Gene isteyecek biliyorum, gene çağıracak. l Ne diyeceğim, ne yapacağım. l Susayım, kimseye bir şey söylemeyeyim, en iyisi galiba bu.” VE ÇOCUK SUSAR 4 Ama çocuğun uykuları bozulmuştur. 4 Huyu değişmiş, sessizleşmiştir. 4 Sinirli davranışlar gösterir. 4 Olmadık karşı çıkışlar gösterir. 4 Dikkati bozulmuştur, kendini bir konuya veremez. Bu durum ailenin dikkatini çeker. AİLE bu değişimin nedenlerini anlamaya çalışır; Anne “çocuğun bir şeyler yaşadığını, onun sıkıntısıyla başka şeyler yapmaya çalıştığını” düşünür ama ne olduğunu bilemez. Çocuğu sorgular: “Senin neyin var? Canını sıkan bir şeyler mi var? Kavga mı ettin yoksa? Bir şeye mi karıştın?” Çocuk tepki gösterir, hiçbir şeye karışmadığını söyler. Baba düşünür, “Belki yaş dönümüne girmiştir, ondandır” der. Çocuk bu ağır yükü taşıyamaz duruma geldiği zaman, bir gün, utanarak sıkılarak olayı açıklar. İşte “aile içindeki kargaşa” o günden sonra başlar. Şok! Aile inanamaz. İnanmak istemez. Ama sonra çocuklarına karşı duydukları “şefkat öfke kızgınlık”, yapana karşı duydukları “nefret kızgınlık öç alma” duyguları birbirine karışır. Anne baba çocuklarını suçlarlar, kendilerini suçlarlar, birbirlerini suçlarlar. Ortada “kirli bir suç” vardır ve kimse bu kirin kendine bulaşmasını istemez. Sonrası daha da karışır. Bu kirli suçun asıl yapanı iddiaları reddeder, bir “yanlış anlama” olduğunu, olayın “sevgi ile yaklaşma” olduğunu ileri sürer, dahası, çocuğun yalnış anladığını ya da yalan söylediğini, dikkat çekmek için bu yalanı uydurduğunu söyler. Bu “doğru mu yalan mı?”, “gerçek mi iftira mı?” ikilemleri çocuğu daha da yaralar. Bu konudaki çalışmalar ortaya koymuştur ki: Cinsel istismara uğrayan çocuklar, olayın ortaya çıkışından sonraki süreçte daha da travmatize olmaktadırlar. Olayın tekrar tekrar anlatılması, soruşturma aşamaları, çocuğa yönelik sorgulamalar, aile, polis, savcılık aşamalarındaki süreç çocuktaki travmayı derinleştirSuskunluğun önemli bir nedeni tarikat ve cemaat yapılarındaki “gizliliktir.” mektedir. Burada yararlı olan, olayın pedagog ve psikologlar gözetiminde sürdürülmesi olacaktır. Suskunluğun önemli bir nedeni bu süreçte vurguladığımız gibi: Tarikat ve cemaat yapılarındaki “gizliliktir.” Toplum içindeki konumlarını kaybetmemek isteyen bu yapılar, bu tür olayların gizli kalmasına çok önem verirler. Ortaya çıktığı zaman da, olayın önemsizleştirilmesine, geçiştirilmesine çalışırlar. Bu konuda en büyük güvenceleri de siyasalı iktidarın elindeki devlet yetkilerinin bu kapatma, örtme doğrultusunda tutum almalarıdır. Tarikatların cemaatlerin yurtlarında, yatılı kurslarında yaşanan olaylar “yayın yasaklarıyla”, “soruşturuluyor” örtülmeye çalışılmaktadır. Nedeni de çok açıktır: Tarikatlar ve cemaatler AKP iktidarının oy kaynaklarıdır. SİYASAL YANI Cinsel istismar olaylarının en kötü yanı, olayla yüzleşmek, çözümleri arayıp bulmak yerine “gizlemek, eğer ortaya çıkmışsa önemini azaltarak örtmek” olmaktadır. Bunun nedeni de tarikat ve cemaatlerin AKP iktidarının oy depoları olmasıdır. Bülent Arınç bu durumu çok açık ortaya koymuş: “Biz varsak siz de varsınız, biz yoksak siz de yoksunuz” diyerek bu yapıların iktidarla ortak yanını belirtmiştir. Bu nedenle de tarikat ve cemaatlerin yatılı okullarında, yurtlarında yaşanan bu tür olayların ortaya çıkışında yetkili makamlar anlamlı bir sessizlik ve hareketsizlik içine girerler. Konunun bu yanı toplumun dikkatini çekmektedir ve çekmelidir de. ÇÖZÜM n Bu konunun çözümünde ilk adım “toplumun eğitilmesidir.” n Toplum özel olarak cinsel konularda ve cinsel istismar konusunda “eğitilmelidir.” n “Cinsel Eğitim ve İstismarı Önleme” merkezleri kurulmalıdır. Bu merkezler belediyeler tarafından da kurulabilir. n Cinsel istismarı önleme programları yapılmalıdır. Eğitimciler, pedagoglar, psikologlar, psikiyatrlar görev almalıdır. n Çocuklar “cinsel istismara karşı” eğitilmelidir. “Kimse senin bedeninin belli bölgelerine dokunamaz, kendine dokunmanı da isteyemez” kuralı çocuklara öğretilmelidir. n Çocuklar ve ailelere bu konularda eğitim verilmelidir. n Ve elbette bütün toplum bu konudan kaçmak yerine, bu konuyu anlamak, açıklamak görevini bilinçle yerine getirmelidir. Çözüm, her konuda olduğu gibi, özgür aklın ve özgür iradenin elinde olacaktır... B İ T T İ Bütöv Azerbaycan! A zerbaycan Türkçesinde “bütöv”, kolayca anlaşılabileceği gibi “bütün” anlamına geliyor. 1998 yılında Baku’nun bir kenar semtindeki bürosunda Azerbaycan’ın eski cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey’le konuşurken duvardaki harita dikkatimi çekmişti. Elçibey, bunu fark edince haritanın yanına gitti, eliyle işaret edip seslendi: Bütöv Azerbaycan! Güney dahil... Elçibey’in annesi Türkiye’de, babası İran’da doğmuş, Nahçıvan’da evlenmişler. Elçibey de 1938’de burada dünyaya gelmiş. Elçibey ailesi bir bakıma “Bütöv Azerbaycan”ın fotoğrafı. İran’daki Azerilerin yaşadığı bölgeyi de içine alan bir harita. Bugün Azerbaycan’ın nüfusu 10 milyon, İran’daki Azeriler ise 30 milyonun üzerinde. İran içinde dağılmamışlar, en büyük şehir Tebriz olmak üzere genel bir bütünlük içinde yaşamaya devam ediyorlar. Mustafa Denizli’nin de bir süre çalıştırdığı Tebriz’deki Traktör futbol takımının maçlarında şu sloganlar doğal sayılıyor: “BakuTebrizAnkara...” “Türkçe medrese, gerekli herkese!” Bu bölge “Güney Azerbaycan” diye adlandırılıyor. Baku’da bir kahve sohbetinde Azerbaycan şehirlerini sayarken Tebriz’i unutursanız kızarlar. İran, bu uyanışın siyasallaşmaması için her şeyi yapıyor. Bunun başında Ermenistan’ı desteklemek var. HHH Gündemdeki ErmenistanAzerbaycan konusuna dün değinmediğimiz yanından girdik. Sıcak konu, Ermenistan’ın 27 Eylül Pazar sabahı başlattığı saldırı. Bölgeden gelen haberler, Azerbaycan güçlerinin üstünlüğü sürdürdüğü, stratejik bir bölge olan Aras Nehri çevresinde işgal altındaki topraklarını adım adım geri aldığı yönünde. Bu tablonun devam etmesini ve 30 yıllık işgalin son bulmasını dileyelim. 1991’deki bağımsızlığa dek, bugün Ermenistan’da olduğu gibi Azerbaycan’da da Rus askerleri vardı. Azerbaycan yönetimi zaman içinde bütün Rus askerlerinin ülkeyi terk etmesini sağlayan bir siyaset izledi. Azerbaycan ordusunun kurulmasında, oluşumunda ve bugünkü duruma gelmesinde Türkiye’nin de payı var. Bağımsızlık bir bütün. Ekonomiden güvenliğe, eğitimden dış politikaya her alanda birbirini tamamlayan bir bağımsızlık politikası olursa anlamı var. Azerbaycan’ın son Ermeni saldırılarından bu bilincini yükselterek çıkacağını görüyoruz. Türkiye ve Azerbaycan’ın son 30 yıllık dilimde zaman zaman birbirlerini kırdıklarına da tanık olduk. Bu, karşılıklı beklentinin çok büyük olmasından da kaynaklanıyordu. İçinden geçtiğimiz süreç, dayanışmanın gücünü iki kardeş ülkeye de gösteriyor. HHH Türkiye diplomatik yoğunluk bakımından dünyada ilk 10 arasında yer alıyor. Zaman zaman ilk beşe giriyor. Balkanlar gerilse, bir ucu Türkiye... Ortadoğu karışsa, istesek de istemesek de “Türkiye neresinde” diye bakılıyor... Kafkaslar’da tansiyon yükselse, nabız Türkiye’de atıyor... Anadolu’da 15 milyondan fazla Balkan, 10 milyona yakın Kafkas kökenli yurttaşımız var. Türkiye’nin çevresinde de Avrupa’nın “Türk dilli alan” dediği bölgeler var. Bu tablo, 1991’de Sovyetler’in çökmesini milat almak gerekirse Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra harita üstüne çıktı. Bugün Azerbaycan boyutu sıcaklaştı. Eski Sovyet nüfuz bölgelerini aklından çıkarmayan Rusya’nın Baku’daki ağırlığını artırmak için de adım atabileceğini hesaplamak gerekiyor. Rusya ile düşmanlaşmanın da yararı yok. Rusya dahil bölgede gözü, eli, kulağı, maşası olan küresel aktörlerle ilişkide önerimiz şu: Ne kafa tutalım ne çanak tutalım... Ulusal çıkarlarımızı her şeyin önünde tutalım. Şehit babası, emniyet amirinden şikayetçi Derik Kaymakamı Muhammet Fatih Safitürk’ün şehit edilmesine ilişkin davada yerel mahkemenin 8 sanık hakkında verdiği beraat kararını bozan Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi’nde sanıkların yargılanmalarına devam edildi. Söz alan şehidin babası Asım Safitürk, oğlunun katledildiğini belirterek, “Çocuğumu korumakla görevli olan emniyet amiri görevini yapmamıştır, hâlâ görevde olmasına şaşıyorum. Bombalama olayından sonra emniyet amiri oğlumu sağlık ocağına götürüp tedavisinin gerektiği şekilde yapılması noktasında zaman kaybına neden olmuştur. Olaydan 4 saat sonra Gaziantep’e götürülmüştür. Oğlum zaman kaybı ve kan kaybı nedeniyle vefat etmiştir. Emniyet amirinden şikayetçiyim” dedi. Duruşma ertelendi. l AA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle