26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
HABER 13 2 EYLÜL 2020 ÇARŞAMBA 77. VENEDIK FILM FESTIVALI PANDEMIYE KARŞIN BU AKŞAM AÇILIYOR Salgın sonrası ilk festival Venedik kenti, daha havalimanına ayak basarken, nekahet döneminde olduğunu fısıldayan bir hüzün içinde. Tüm Avrupa kentleri gibi, çabuk iyileşmeyi umuyor... Sinema dünyası çalışanları da üçte ikisi boş deniz otobüsleri ya da hâlâ kapalı otel işletmecileri kadar tedirginler. Özellikle, zaten yaş ortalamasının giderek yükseldiği gözlemlenen sanat sineması seyircisini yeniden salonlara çekmenin zorluğu da iyice belirginleşmekte. Karantina döneminde evinize kadar film getiren platformlar, ummadıkları bir avantaj elde edivermediler mi bu süreçte? Geçen yıllarda, Cannes’ın tersine, Netflix yapımlarına kapılarını açmaktan çekinmeyen Venedik’teki Altın Aslan adayı filmlerin, bu yıl önce sinemalarda gösterilecek klasik yapımlardan oluşması; ayrıca, kadın yönetmenlerin ana seçkide yüzde 44’lük oranla ilk kez cinsiyet eşitliğine yaklaşıyor olmaları; pandeminin kaçınılmaz kıldığı ortak paydalarda buluşmayı kolaylaştırmış... Venedik Film Festivali, farklı ilkleri ve aykırılıkları seven bir sinema etkinliği aslında. Yedinci sanatın ilk uluslararası sesi; sinemanın milliyetçiliğe ve siyasete alet edilmesinin ilk örneği; 2. Dünya Savaşı sonrası rakipleri çoğalan, 1968 başkaldırısının etkisiyle bir süre duraksayıp yeniden yola çıkan ve uzun yıllar boyunca sanat sinemasının kalesi olan; son dönemde de Hollywood sinemasının mostralığı rolünü üstlenen Venedik, şimdi de “Covid19 sonrasının” ilk canlı etkinliği olmaya hazır... Aslında, Lido adasında bu yıl çok farklı bir “ilk” yaşanacak. İster istemez gönül birliğinden söz edilecek; dayanışma ruhunun önemi vurgulanacak. Önce Avrupa festivalleri ve sinemaları arasındaki kader ve mücadele birlikteliğinin altı çizilecek. Herkes bir arada Bu akşam, İtalyan yönetmen Daniele Luccetti’nin yarışma dışı sunulan filmi “Lacci” ile başlayacak olan 77. Venedik Film Festivali açılış töreninde, Cannes, Berlin, Locarno, Karlovy Vary, Rotterdam ve San Sebastian gibi önemli Avrupa festivallerinin sanat yönetmenleri, 12 Eylül akşamına kadar izleyeceğimiz seçkilerin mimarı Alberto Barbera’nın yanında sahneye çıkarak, yaratıcı sinemasını dünya genelinde, özellikle de AB içinde destekleyen ortak tavrı, hep birlikte dile getirecekler... Biz yarın, etkinliğin bağımsız yan bölümü “Venice Days”in geleneksel onur ödülünü alacak olan Türk/İtalyan yönetmen Ferzan Özpetek’i alkışlayacağız... Önümüzdeki günlerde, İtalyan sinema eleştirmenleri tarafından düzen lenen ve genç yönetmenlerin ilk ya da ikinci filmlerine ayrılan 35. “Settimana Internazionale della Critica” yan bölümünde, Azra Deniz Okyay’ın ilk uzun filmi “Hayaletler”i izleyeceğiz... Denetim altında... Sonuçta, elleri temiz, yüzleri maskeli biz izleyiciler, biri boş diğeri dolu ama hepsi numaralı ve elektronik rezervasyonları önceden yapılmış koltuklarıyla “havadar” sinema salonlarında, oldukça sıkı bir denetim ve gözetim altında, “rahat” bir festival yaşayacağız gibi gözüküyor. Ve hemen yanımızda lagünün sularına bakacağız, dalıp giderek... Umduğum ya da söylendiği kadar mavileşmemiş sular ne yazık ki. Gece yağan yağmur, çamurlu suları taşımış olmalı. Önce Thomas Mann’ı, ardından da Visconti’yi düşünmemek olanaksız. Onları büyüleyen bu kanallardan akan sular, o zamanlar herhalde bugünkünden daha temiz ve berraktı... Tempoya kalbi dayanmadı Oyuncu Haldun Boysan, kalp krizi sonucu 62 yaşında yaşamını yitirdi. Haldun Boysan Oyuncu ve seslendirme sanatçısı Haldun Boysan dizi çekimleri için bulunduğu Nevşehir’in Ürgüp ilçesinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Boysan, 62 yaşındaydı. Ünlü sanatçı, “Kara Melek”, “Gemide”, “Çılgın Bediş”, “Kurtlar Vadisi” gibi birçok film ve dizide rol almıştı. Haldun Boysan bugün Ankara, Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Haldun Boysan, 6 Temmuz 1958 tarihinde Ankara’da doğdu. TED Ankara Koleji ve Ankara Üniversitesi, Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden mezun oldu. Ankara Sanat Tiyatrosu ve İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda görev yaptı. 1999 yılında 11. Ankara Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü, “Gemide” adlı filmdeki performansıyla kazandı. Boysan, koyu bir Beşiktaş taraftarı olmasıyla da biliniyor. Öte yandan mimar ve gazeteci Aydın Boysan’ın oğlu Burak Boysan, kendisine gelen başsağlığı mesajları üzerine sanatçıyla aralarında bir akrabalık bulunmadığını açıkladı. Boysan’ın ardından sanat camiasından birçok isim sosyal medyada üzüntülerini paylaştı. İşte o mesajlardan bazıları: ‘Dünyanın kederini yüreği kaldırmadı’ 4 Kemal Kılıçdaroğlu: “Geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan ayrılan usta oyuncu #HaldunBoysan’ın vefatından dolayı derin üzüntü duydum. Haldun Boysan’a Allah’tan rahmet, ailesine, sevenlerine ve sanat camiasına başsağlığı ve sabır diliyorum.” 4 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları: “Değerli sanatçılarımızdan Haldun Boysan’ı kaybettik. Sanat camiamıza ve kederli ailesine başsağlığı dileriz.” 4 Demet Sağıroğlu: “Duydum ki Ankara’dan 18 yaşımdan beri ağabeyim, arkadaşım Haldun Boysan’ı kaybetmişiz. Nasıl bir zamandır ki, hep güzel insanlar arka arkaya gitmeye başladılar. O güzel gülüşün, babacanlığın, ruhun, sesin, seslenişin hep bizimle kalacak #raca’cığım. Mekânın cennet olsun. Nur içinde yat.” 4 Yekta Kopan: “Ah be Haldun’um, ah be Raca’m! Çok ama çok üzgünüm. Ankara’dan İstanbul’a göçümüz birlikteydi. Derdimiz, kahkahamız birdi. Raca’mızdı o bizim, kuzumuzdu. Parasız günlerimizde cüzdanımız bir oldu, sıkıntılı günlerimizde sohbetimiz daim oldu. Öyle çok an ve anı var ki şu anda aklımda. Osman, Tunç, sen, ben. Daha kimler kimler var o yılların tanığı... Buraya bir anı yazıp seni gülümseyerek uğurlamak isterdim ama olmadı, yapamadım Raca. Büyük Beşiktaşlı, büyük yürekli dostum. Dayanmamış yüreğin dünyanın derdine, kederine. Gitmişsin. Çok üzgünüm.” İzmirli müzisyen, hip hop kültürü için İzmir’in en özel şehirlerden biri olduğunu söylüyor. Anıl Piyancı, şarkılarıyla milyonlarca müziksevere ulaşıyor Gençler ‘rap’ diyor Rap müzikte yerini bugüne kadar yaptığı işlerle sağlamlaştıran bir isim: Anıl Piyancı. Ka riyerinde 4 albüm ve birçok tekli ye imza atan 30 yaşındaki müzis yen, milyonlarca kez dinlendi. Pi yancı, 2020 yılı bitme den yeni albümünü ya yımlayacağını belirtir ken, son olarak “Dön ORHUN ATMIŞ düm Durdum” isimli şarkısını hayranlarıyla paylaştı. Şarkı, ikin ci haftasında Spotify’da 1 milyon kez dinlendi, YouTube’da ki klibi ise 750 binin üzerinde izle yiciye ulaştı. Biz de Anıl Piyancı’yla konuştuk. n Hayatınızda rap olmasa ne olurdu? “Rap benim hayatımı kurtardı” diyebilir misiniz? Hayatımda rap olmasa büyük ih timalle görsel sanat dallarıyla ilgi lenirdim, örneğin fotoğrafçılık yapı yor olabilirdim. Hip Hop kültürüne de ilk olarak graffiti ile başlamış tım, lise yıllarımdaki ilgi alanlarımı düşündüğümde böyle bir şeye yö nelirdim diye düşünüyorum. “Rap hayatımı kurtardı” cümlesini sade ce maddi açıdan söyleyemem, baş ka alanlarda da başarılı olabilirdim belki. Ama hislerimi ve duyguları mı en iyi anlatacağım, insanlarla bu kadar iletişimde olacağım baş ka bir alan olmayabilirdi, bu açıdan hayatımı kurtardı diyebilirim. n Rap önceden “underground” da olsa ciddi anlamda bir dinleyi ci kitlesine sahipti. Ancak artık daha görünür vaziyette. Görünür olmanın artıları ve eksileri neler? Siz bugünlere nasıl geldiniz? Rap’in underground olduğu dö nemde çok daha farklı hisler de ya şadık. Sonuçta bugüne göre da ha küçük bir kitle ile bugünleri ya ratmak için çok emek verdik. O za ‘Karantinada kendimle hesaplaşmamın eseri’ n Karantina sürecini nasıl atlattınız? “Döndüm Durdum” da aslında bir karantina şarkısı... Şarkı ve klibinden bahseder misiniz? Karantina süreci öncesinde özellikle konserler nedeniyle çok yoğun bir tempo içerisindeydik ve seyahat halindeydik. Pandeminin başladığı dönemde evde olmak güzeldi, hepimiz için biraz durmak ve düşünmek için fırsat olduğunu düşünüyorum, müzik üretmek için de zaman yaratmamı sağladı. Fakat ne olursa olsun böyle bir felaketin yaşanmasını istemezdim, yaşanan sağlık kaygısı ve hayatın resmen durması hepimizi oldukça etkiledi. “Döndüm DurAnıl Piyancı dum” bu dönem de yarattığım şarkılardan biri, modundan da anlaşılacağını düşünüyorum. Kendi içimde yaşadığım hesaplaşma ve aynı zamanda ayağa kalkıp savaşmak için yarattığım motivasyonu dinleyicilerimle paylaştım, umarım onlar da bu hissiyatı almıştır. manlar hayatımızda daha az sosyal medya vardı ve anaakım medya rap müziği desteklemiyordu. Türkiye’de Hip Hop kültürünün ilk dönemlerini yaşayan sanatçıların büyük bir kısmının maddi ve manevi zorluk yaşadığı dönemler olmuştur. Ancak o imkânsızlığın içindeyken de bu kültürün içinde yer almak bizim için bir keyifti. Underground kültürü takip edenler bilirler ki Türkiye’de Rap müziğin bugünkü haline gelmesi seneler aldı ve bu süreç aynı zamanda yoğun bir uğraşın neticesi. n Özellikle gençler neden rap müziğe bu kadar ilgi gösteriyor? Üzerlerindeki baskı arttıkça rap müzik dinleyen genç sayısı da artıyor mu? Geçmişte gençlerin üzerlerindeki baskı sebebiyle bağ kurdukları başka müzik tarzları da oldu, örneğin rock, metal, arabesk gibi türlerde de böyle hissiyatlar var. Ama tabii ki rap müziğin yansıttığı özgürlükçü düşünce tarzı ve içinde barındırdığı isyan bambaşka. Dünyanın ve tabii ki müzik endüstrisinin dijitalleşmesi bunda etkili. Bu da popüler içerikleri medyanın belirlediği dönemin son bulmasına sebep oldu. İnsanları eskiden daha pozitif ve içi boş içeriklere yönlendirdiklerini düşünüyorum. Bu değişim gençlerin hislerini daha kolay yansıtabilen ve daha sıkı bağ kurabilecekleri bir müzik tarzı olan rap’e yönelmelerini kesinlikle etkiledi. Adana’nın jürisi belli oldu 27. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından pandemi kurallarına uygun şekilde 14 20 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek. Festivalin Uzun Metraj Film Yarışması jüri üyeleri açıklandı. Jüri başkanlığını oyuncu Füsun Demirel’in üstlendiği festivalin jüri üyeleri Feza Çaldıran, Damla Sönmez, Seren Yüce, Can Atilla, Ayfer Tunç ve Sevin Okyay’dan oluşuyor. Salgın önlemleri nedeniyle bu yıl fes tivalin içeriği, “Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması” ve “Ulusal Öğrenci Kısa Film Yarışması”yla sınırlandırıldı. Müzik ve politika Tarihteki besteciler kimi zaman Joseph Haydn gibi patronların hizmetlisi olmuş, aşçı, bahçıvan gibi onlar da lacivert önlük giymeyi kabul etmişler. Kimi zaman Beethoven gibi, bir politikacıya, Napolyon’a hayran olmuş ve 3. Senfonisini bestelemiş. 19. yüzyılın romantik bestecisi ne denli kendi kabuğuna çekilmeyi, siyasal kavgalardan uzak durmayı yeğ tutmuşsa, 20. yüzyılın ilk yarısında iki dünya savaşı geçiren besteci de kendini politik kavgaların, toplumsal sorunların ortasında bulmuştur. Çağ başında, önceki postromantizmin ve izlenimciliğin karmaşık tekniği ve yoğun duyguları yerine daha kolay anlaşılır, geniş kitlenin, eğitimsiz dinleyicinin dünyasını yansıtabilir müzikler bestelemiştir. Örneğin Yararlı Müzik akımı ya da Fransız Altıları’nın neşeli ezgileri bu amaç doğrultusundadır. Siyasal olayların sanatı etkilediği dönemde müzik önce tiyatroyla birleşir, sahnedeki görsellikle işitsellik yeni ortamlar yaratır. Böylece konunun güncel oluşu, çağı yansıttığı kadar, müzik de güncel malzemeden yararlanır. 1927’de Ernst Krenek (19001991) ilk kez toplumsal olayları taşlama niteliğindeki Jonny Spielt Auf adlı operasını besteler: Revü havasında, caz müziğinden esinli, hızlı değişen sahneleriyle, radyo hoparlörü, tren sireni gibi konunun geçtiği çevreyi yansıtan seslerle ilgi toplarken Zeitoper (günün operası) türüne de öncülük eder. Bu türe yine güncel olayları yansıtan Paul Hindemith’in Daily News operası; Max Brand’ın Makinist Hopkins adlı operası ve Arnold Schönberg’in Von Heute auf Morgen adlı yapıtı katılır. 1930’da Leipzig’de sahnelenen Mahagony ise Kurt Weill ve Bertold Brecht’in unutulmaz ortak çalışmalarıdır: Masalsı bir özgürlük kenti olan Mahagony’de herkes canının istediği gibi yaşamaktadır. İnsanlar özgürlük uğruna dünyanın dört bir yanından bu kente göç etmektedir. Ancak 1933’ten sonraki Nazi baskısı bu oyunu derhal yasaklar. Üç Kuruşluk Opera, Yedi Ölümcül Günah gibi toplumsal sorunları işleyen müzikli tiyatrolar da BrechtWeill işbirliğiyle devam eder. Kitlelerin coşkulu sesi İtalya’nın öncü bestecisi Luigi Nono, kendini komünizme adamış bir sanatçı olarak, kitlelerin coşkulu sesini duyurmak amacıyla korolu bir teknik geliştirir: Siyasal hükümlülerin haklarını savunan Askıdaki Şarkı (1956) toplumun dinamik sesi olur. Luciana Berio’nun 1964’teki görsel oratoryosu Traces ise ırk çatışmasını konu alır, çeşitli müzikleri birleştirerek kapitalizme hücum eder. 1970’li yıllarda “yeni sol” akımını desteklemek üzere müzik bir araç olarak kullanılır. İki dünya savaşı arasında Rusya’da sanat adına en çok tartışılan konu da bu olmuştur: Müzik, geniş kitlelere hemen seslenen, işçinin, köylünün dinlediği anda zevk alabileceği nitelikler taşımalıdır. Sovyet liderlerini öven kantatlar, anavatanı betimleyen senfoniler, köylü kahramanlığını sergileyen operalar kabul görmektedir. Oysa “yeni sol”un destekçileri için bu, gerçek sosyalizmin müziği değildir. Onlar BrechtWeill işbirliği ile yazılan örneklere yönelirler. Bu arada Komünist Çin’deki kolektif müzik yapma tarzı bazı Batılı müzikçilerin de ilgisini çeker: İtalya’da Yaşayan Elektronik Müzik topluluğu dinleyicinin de seslendiriye katıldığı yapıtlar üretir. Aynı anda İngiltere’de Cornelius Cardew tarafından kurulan Scratch Orkestrası, doğaçlama yoluyla kolektif besteler yapmayı ve amatör üyelerle çalmayı yeğ tutar. 20. yüzyıl başında politika ile iç içe yaşamış sanatçılar deyince, hemen akla Prokofiev ve Şostakoviç geliyor. 1917 devrimiyle, Rusya’da politik açıdan gerekli olan, bir bestecinin ulusal kimliği yansıtmasıdır. Bu konuda Prokofiyef ve özellikle Şostakoviç tarihin en büyük savaşını vermişlerdir. Prokofiev’in ilk dönem yapıtları 1917 Devrimi’ne hazırlanan ülkenin koşullarını yansıtırcasına kişisellikten uzak, yaldızsız ve dobradır. Bunlar çevreden sert tepkiler alır. Şostakoviç ise gün gelmiş uğruna tüm sanatını adadığı Stalin rejimi tarafından baştacı edilmiş, ülkesinin sanat elçisi olmuş; gün gelmiş aynı rejim tarafından yenilikçilikle suçlanıp işçiye, köylüye seslenmediği için suçlanmıştır. Besteci, 1931’de New York Times’a verdiği bir demeçte, kendini bir devrimcipopülist olarak tanımlar ve içinde ideoloji taşımayan müzik düşünemediğini söyler. Yirminci yüzyılda savaşlar, acılar, toplumsal kargaşalar sanatçıya başkaldıran bir özellik verdiği kadar, bir yerde de bu yoğun olayları yansıtabilmek için yeni teknikler arayan, değişik bir kimlik getirmiştir. Örneğin Leh besteci Krzysztof Penderecki Hiroşima Kurbanlarına Ağıt’da insan sesi ve çalgıların tınılarını araştırmış, bunlardan yeni bir ses uzmanlığı geliştirmiştir. Acı çeken insanın sesi metalik tınılarla, tiz seslerdeki ayrıntılarla dile gelir. Bakalım 2020’nin bestecileri yarınlara hangi tınıları bırakacak!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle