09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 16 EYLÜL 2020 ÇARŞAMBA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Orhan Kemal yaşasaydı ikimizden biri yedek kalırdı’ MAZLUM VESEK Orhan Kemal vefat edeli bir yılını doldurmamış. 12 Mart 1971’in Hasan Hüseyin’in ifadesiyle “filizkıran fırtınası” gibi estiği günler. Türkiye’nin adı yaldızlı harflerle yazılacak bütün sanatçıları zindanlara atılmıştır. Şüphesiz faraziye olacak; ama insan düşünmeden edemiyor. Orhan Kemal yaşasaydı şüphesiz bu muhtıra yoklamasında “burada” diyecekti. Hiçbir dönemde onu unutmamış egemenler, 12 Mart’ta da es geçerler miydi? Sanırım cevabımız “hayır”dır. Aslında bunu görmek için elimizde güçlü veriler var. 12 Mart Muhtırası ardından Orhan Kemal’in evi de basılır. Usta yazarın vefatının üzerinden 9 ay kadar bir zaman geçmesine rağmen ev baskından nasibini alır. İçeri giren görevliler onun arşivine, kitaplarına el koyacak olurlar; Orhan Kemal’in eşi Nuriye Öğütçü (Cemile romanındaki işçi kızı) kıyameti koparır da tek bir belgenin götürülmesine müsaade etmez. (1) Bir dost cevabı... Orhan Kemal, 12 Mart zindanlarından dostları tarafından da sohbetlere konu olur. Hemşerisi ve yol arkadaşı Yaşar Kemal’le yakın dostu Samim Kocagöz, Davutpaşa Kışlası’nda volta atmaktadırlar. Yaşar Kemal, Samim Kocagöz’e, “Samim, Türkiye’de iki büyük romancı var. Biri sen, bir ben. İşte buradayız” diyor. Kocagöz’ün cevabı çarpıcıdır, “Yaşar, eğer Orhan Kemal yaşasaydı muhakkak, ikimizden biri yedek kalırdı.” (2) Bu dost cevabını okuduktan sonra, Orhan Kemal’in bu sohbette dostlarını yalnız bıraktığı için üzüldüğünü düşünmekten alamıyor insan kendini. Üstün kalem 2020 yılı Orhan Kemal’in vefatının 50’nci yılı. 15 Eylül’de de 106 yaşına girdi. Zamanın tanıklığı konusunda elini korkak alıştırmamış bir yazar olarak, onsuz geçen yarım asrın onun yazarlığı için ne çok malzeme bıraktığını Orhan Kemal, Samim Kocagöz ile birlikte. görüyoruz. 12 Mart faşizmini yazmaktan imtina etmezdi, şüphesiz. Onun kalem üstünlüğünü açıkça kabul eden Samim Kocagöz, 1976’da “Tartışma” romanıyla bu konuyu ele alır. Onunla aynı izlekte olan başka kalemlerin yaptığı gibi. Hikâyesini yazdı Onun yokluğunun 50’nci yılına doğru giderken dünyayı saran salgınla boğuşuyor insanlık. Orhan Kemal ve onun gibi kalemler, daima insanlığın mutlu yarınları adına yazdı ve bu uğurda bir ömür tükettiler. Sosyalizm, kavram olarak pek az geçse de, insanlığın belası olan kapitalizmin dünyayı nasıl bir girdaba sürüklediğini çok net bir şekilde anlattı. Aynı kapitalizm, dünyaya vereceği tek armağan olan hastalığı ve ölümü koronayla bir kez daha gösterdi. Yaşlı nüfusun tasfiye edildiği, işçilerin ve çocukların salgına karşı tümden korumasız olduğu bir zamanın içinden geçiyoruz. Tam da bunları düşünürken Orhan Kemal’in yarım asırlık yokluğunu daha yakıcı bir şekilde hissediyoruz. Şüphesiz onun aydınlık, umutlu ve direngen çizgisini tanıyanlar onu aşacak şekilde bir estetikle insanlığın güzel yarınları adına güçlü eserler sunacak. İnsanlığın Orhan Kemal’e ve onun gibi anlatıcılara hâlâ ihtiyacı var. Çünkü aslan avcıları hiçbir zaman aslanları yüceltmez. Orhan Kemal, insanlık düşmanı avcılara karşı aslanların kendi hikâyesini yazmış onurlu bir kalemdir. Yarım asırlık yokluğu bize hâlâ bunu gösteriyor... (1) Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü’yle konuştum (2) Hikmet Çetinkaya, Yılların Tanığı Üç Yazar, Çağdaş Yayınları, 1986 İşkenceyi önleyen başkan: Naci Ünver HAMDİ YAVER AKTAN YARGITAY ONURSAL DAİRE BAŞKANI İşkence olgusunun gündemde olduğu yıllardı; ülke içinden ve dışından sürekli eleştiriler yükseliyordu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hak ihlali kararları veriyordu. Öyle ki AİHM’e gittiğimizde, önceki yıllardaki davalarda mahkum edilmiş işkence sanıklarının isimleri bile söyleniyordu. İşkencenin gündemden büyük ölçüde çıkmasında, Yargıtay Sekizinci Ceza Dairesi’nin kararları özellikle etkili oldu! Gerçekten de kanıtların titizlikle değerlendirildiği bir aşamaya erişildiğinde, işkencenin önlenebileceği görüldü. Dairenin başkanı Mehmet Naci Ünver’di!.. Ve Naci Ünver’i kaybettik! Bir Cumhuriyet aydınını, büyük bir yargıcı yitirdik. Büyük hukukçuydu; kolektif özgürlüklerin önünü açandı. Toplanma ve gösteri yürüyüşlerine liberal hukuk penceresinden bakıyordu. Sert yasayı, belirli kavramları kullanarak özgürleştirici anlamına kavuşturuyordu. Bugün de uygulamada işlevleri olan “makul süre”, “demokratik tepki” vb. kavramlarla yasayı özgürlükçü içerikte yorumluyordu. Çıkar amaçlı suçlarda titizdi. Haksız çıkar sağlanmasının önüne geçilebilmesi için uygulamaya verirdi. İlamların yazımında özenliydi. Türkçenin kullanımında, yazın insanı olmasının etkisi görülürdü. Şiir yazardı! Romanlarındaki ironik biçemi fark edilirdi. Cumhuriyet aydınıydı, dedik! Gerçekten de kurucu değerlere içtenlikle bağlıydı. Yargıçlık onurunu en yüksekte tutar, kimseye eğilmezdi; ulaşılmaz insandı, ödünsüzdü! Yargıtay üyeliğine seçildiğimde telefon etmişti, “Beraber çalışır mıyız?” diyordu. Benim için Naci Ünver’in önerisi büyük bir onurdu. Tereddütsüz kabul etmiştim! Aydın bir yargıç olmanın yanında işkenceyi önleyen hukukçuydu! Kendisiyle iki yıl birlikte çalışmanın gururunu taşıyorum. Yakınlarımın söyledikleri gibi ikinci ismimle konuşurdu. Emekli olurken, kendisinden sonra seçilecek başkana verilmek üzere teslim ettiğiyle şahsıma güvenen başkandı. O, benim başkanımdı! Güle güle büyük başkanım Ünver!.. Işıklar içinde uyu!.. Azerbaycan Türkü Ozan’ın Çağdaş Yergisi PROF. DR. TÜRKKAYA ATAÖV Sabir Rüstemhanlı Azerbaycan’ın son dönem edebiyatının önde gelen ozanıdır. Bu çok yönlü ustanın sekiz kitaba yayılmış olan şiirleri anayurt ve ulus sevgisiyle donanmıştır. “Sağ Ol Ana Dilim” adlı kitabı Azerbaycan Türkçesine bir saygı destesidir. “Ömür Kitabı” başlıklı ve üçyüzbin okuyucuya ulaşmış başka bir yayını siyasal yaşamının da başlangıcı sayılır. Ozan milletvekili olarak görev yapmıştır. Dizelerinin bir özelliği de eleştiride ve yergideki gözü pekliğidir. Azerbaycan Türklerinden başlayarak Balkar, Başkırt, Karaçay, Kazak, Özbek, Tatar ve Yakut Türklerini kapsayan Türk dünyasıyla da ilgilidir. Bu büyük dünyanın sınırlarını çizerken “Altay’dan Akdeniz’e” ve “Orhon’dan Balkanlar’a” sözcüklerini de kullanır. Gurur duyduğu Türk dünyasına karşı saygılıdır. Anayurt, aşk, başarı, birlik, güzellik ve uygarlık gibi temel konuların yanında, hiçbir ülkenin, yönetimin ya da kişinin adını anmadan taşlamaları sever. Ben bu yazıda onun birkaç yergisine, Azerbaycan Türkçesinde ve yazımında hiçbir değişiklik yapmadan, yer vermek istiyorum. Ozan Sabir belki de kimi bildiklerini gerçek Müslüman görmüyor: “Diz çök, dizimiz yara/ İnandıkça aldandık/Bu yapma Allahlara/Ha ileri yürüdük/ Ha sabah telesdik(Telaş ettik) /Müselman olaola/Gene de putperestlik.” Müslüman doğan halkın başına gelen ne ki? Örneğin: “Çölde kum yeyirse halkın övladı/Nece ucaldırsan bu sarayları/Alıp ömrümüzü deyer deymeze/Bir mezar yerini bedava vermir/Taşlar duyguluydu kardeşimizden/Ayrı bir göl de var göz yaşlarımızdan.” Yurt cennet gibi ama: “Cennetin bir bölümü, ancak yüreği bumbuz/Verdiği birce lokma, almak isteği sonsuz.” Pahalılık karşısında aş yerine taş yemek üstüne: “Bir gün uçup dökülecek/Başımıza göyün taşı/ Nefsi dağdan ağırlara/Diyecekler yiyin taşı.” Böyle yapanların hizmetindekilere gelince: “Birine vezirsen, birine vekil/ Birine kuyrulsan(kuyruk), birine kekil(kakül)/Ay, yurttaşın küçüğü, yolumdan çekil.” Yurttaşa doğrular mı söyleniyor, yalanlar mı? “Ah namussuz yalan, ah saktın(sahte) yalan/ Millete yalmanıb(yaltaklanıp) milli olmussan/Elin gayretidi ortada kalan/Siz ne umursunuz bu gidişattan?” Yabancı ne aldı, yurttaşa ne kaldı? “Yada gül uzattın, attın taş bana/ Milletin ödünü sattın düşmana/ Vicdan kelimesini alma ağzına.” Yönetilenin de, yönetenin de elinde ne kaldı? “Şimdi ısınmaya közün mü kalmış?/Siyaset kumunda izin mi kalmış?/Sattın bu milletin pamuğun, neftin/ Pazara sürmeye bezin mi kalmış?” Azerbaycan Türkü ozan kimlerin yanına sokulmaktan korkuyor? “Servetini heçe veren/ Kazancını borca veren/ Çocuk alıp, koca veren/Gizli katilden kaçıram.” Eğilen ve eğilmeyen üstüne: “Kılınç ile vurulmazsa eğilmeyen baş/Ödül için her huzurda eğilen oldu!” Bu çerçevede öne çıkan yurttaşa da, arkadan seyirten sıradan kişiye de ne olacak? “Şöhret, vazife, maşın/Sonu yok bu savaşın/ Gideceyik üç arşın/Ucuz ak arasında.” Bu taşlamalar antik çağdan bu yana, birçok topluma uygulanabilir. Eski Yunan’da Sparta kentdevletinden Çar İkinci Nikola yıllarına. Azerbaycan Türkü Sabir için yazar olarak da komedinin babası Aristofanes’ten gerçekçi Gorki’ye ve modern çağın ustası G. Bernard Shaw’a bu uzun çizginin çağdaş bir temsilcisi denebilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle