02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 3 AĞUSTOS 2020 PAZARTESİ [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AYASOFYA’DAN Mustafa Necati Evi’ne MUSTAFA GAZALCI Ayasofya ve hilafet tartışmaları sürerken AKP’den hilafetçileri, Diyanet İşleri Başkanı’nın sözlerini tam kınamadan “Cumhuriyet gözbebeğimiz” gibi ne şiş yansın ne kebap türü açıklamalar geldi. Ayrıca “gözbebeği” deyince Atatürk’ün en sevdiği bir bakanı Mustafa Necati’nin evine yapılanlara bakınca bu söylemin ne kadar havada kaldığını görüyoruz. Mustafa Necati’nin Ankara Mithatpaşa Caddesi’ndeki tarihi evinin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca, Nuri Pakdil Edebiyat Müzesi yapılması kamuoyunda büyük tepkilere yol açtı. Sporcu, eğitimci, siyasetçi, aydın her kesimden insanın haklı tepkilerine karşın ne yazık ki bugüne değin bu yanlıştan dönülmedi. Tepkilere kulak tıkandı. AKP’liler, kararı veren Kültür ve Turizm Bakanı sustu. Zamanla unutulur sanıldı. Kimi durumlar, olaylar vardır ne yaparsanız yapın onu küllendiremezsiniz. Yanlıştan dönmezseniz tam tersine zamanla ayağınıza dolaşır. Bu uygulama vicdanları kanatmıştır. Hiçbir kılıfa sığmamıştır. Geleneklerimize, kültürümüze, hukukumuza uymamıştır. Talihsiz açıklama 28 Temmuz 2020 tarihinde CHP Grubu’nun bu konuda verilen Meclis Araştırma Önergesi’nin öncelikle görüşülmesi önerisi TBMM Genel Kurulu’nda ele alındı. CHP adına önerge sahibi Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan, İyi Parti Muğla Milletvekili Metin Ergun, Mustafa Necati’yi anlatıp önergenin gündeme alınmasını savundu. AKP adına konuşan Hatay Milletvekili Hüseyin Yayman konuyu tam incelemeden şu talihsiz sözlerle önergeye karşı çıktı. “Mustafa Necati Kültür Evi’nin adını veren AKP’dir. Bu binanın bir kül Birbiriyle çelişen iki insan, iki ruhun izleri aynı evde uzun süre duramaz. Üstelik biri istenmeyen bir konuksa ev sahibi kapı önüne koymadan ayrılmalıdır. tür merkezi olarak kullanılmasını teklif eden daha önce AKP’de bakanlık yapmış olan Sayın Ertuğrul Günay’dır ve bu vesileyle bu binanın hâlâ tabelası Mustafa Necati Evi olarak durmaktadır. Bu tarihî hakikatleri ifade etmek isterim. ... Bu binanın içindeki bir kısma, bir bölüme yine bu ülkenin değerlerinden biri olan Nuri Pakdil Edebiyat Müzesi adı verilmiştir. Bundan, bunun üzerinden bir tartışma çıkarmayı ben bunu doğrusu şık bulmuyorum, doğru da bulmuyorum.” Anlamsız tercih Bu kısacık konuşma bırakın “tarihi hakikatleri” tek doğru yok. Bir kez Sayın Bayraktutan’ın söylediği gibi bu düzenlemeyi AKP değil İstemihan Talay yapmıştır. Binanın alnına Nuri Pakdil Edebiyat Müzesi yazılmıştır. Sayın Yayman konuşmasının bir bölü münde önerge ve Mustafa Necati yerine Hatay’ın anavatana katılışını, Hatayspor’un 1. Lige çıkmasını anlatmıştır. Konuşmalara yanıt vermesi gereken kararı veren Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy her zamanki gibi ortalarda yoktu. Gerçi yeni Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde bakanlar bütçe görüşmeleri dışında zaten TBMM’ye pek uğramıyorlar. Doğrusu HDP adına niçin konuşma yapılmadığını da anlayamadık. Kendiniz bir haksızlığa uğradığınızda nasıl başkalarının karşı çıkmasını bekliyorsanız siz de her türlü haksızlığa aynı tepkiyi göstermelisiniz. Neyse konumuz Mustafa Necati Evi’nin Atatürk karşıtı Nuri Pakdil Edebiyat Müzesi yapılmasının düzeltilmesi, evin alnındaki o yazının bir an önce silinmesidir. Kabul edilemez Mustafa Necati’yi belki yeterince bilmemek bağışlanabilir. Ancak onun Ulusal Kurtuluş Savaşımızdaki kahramanlıklarını, yeni abece (alfabe), karma, sorgulayıcı eğitim, öğretmenin saygınlığı konusundaki hizmetlerini biliyor da bu yanlışı yapıyorsanız bu bağışlanamaz. Mustafa Necati’nin devlete bağışlanmış özel evini onun için müze yapmak varken bir bölümü de olsa başkasına ayırmak kabul edilemez. Yanlış kararı yönetimin bir an önce düzeltmesini bekliyoruz. Birbiriyle çelişen iki insan, iki ruhun izleri aynı evde uzun süre duramaz. Üstelik biri istenmeyen bir konuksa ev sahibi kapı önüne koymadan ayrılmalıdır. MECLİS ALKIŞLARLA İNLİYOR: 24 KASIM 2011 ECZ. GAMZE TAŞCIER CHP ANKARA MİLLETVEKİLİ / PM ÜYESİ Kadına yönelik şiddete karşı yazılmış en kapsamlı uluslararası anlaşma olan İstanbul Sözleşmesi, bugün şeytanlaştırılıp, ülkedeki her kötülüğün sebebi gibi gösteriliyor. Halbuki sözleşme TBMM’den geçerken yaşananlar, AK Partili vekillerin heyecan ve sevinçleri, çok önemli bir gerçeği önümüze koyuyor. Sizleri 2011’e götüreyim. 11 Mayıs’ta sözleşme İstanbul’da imzalanmış, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olan 25 Kasım’dan önce parlamentodan geçmesi için büyük çaba harcanıyordu. Dün övünülüyordu Böylece tüm dünyaya bir mesaj verilecekti. Çünkü, Türkiye Opuz davası ile AİHM’de, aile içi şiddete karşı vatandaşını koruyamadığı gerekçesiyle ceza alan ilk ülke olmanın utancı içerisindeydi. Sözleşme önce 22 Kasım’da KadınErkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’na gelmişti. Gelen teklifin altında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın imzası vardı. Dışişleri Bakanlığı bürokratı, “Türkiye’nin öncelikleri ve hedeflerine uygun bir sözleşmedir” diyor, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Öznur Çalık, herkes gibi uzunca bir memnuniyet konuşmasında, yasanın hızla geçmesi gerekliliğini, sözleşmenin yaptırım sistemi taşımasının önemini anlatıyor ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’e teşekkür ediyordu. Hatta konuşmalar üzerine tekrar söz alan Çalık, Türkiye’nin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı hazırladığı için büyük takdir topladığından da bahsediyordu. 23 Kasım’da ise Bakan Şahin Dışişleri Komisyonu toplantısına katılıyor, “Bir çok ülke buna çekince koyarak sevk etmesine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti buna hiçbir çekince koymadan Bakanlar Kurulu’ndan Meclis’e sevk etti” diyerek gururla anlatıyor, “Biz kadına yönelik şiddetle mücadeleyi bir insan hakkı ihlali olarak görüyoruz” diye bitiriyordu. Yani bugün sözleşmeden çıkalım denirken, o gün çekince koymama ile övünülüyordu. Sözleşme 24 Kasım’da Genel Kurul’a geldiğinde ise AK Parti Grup Başkanvekili Nurettin Canikli, Türkiye’nin sözleşmenin hazırlanmasında ve sonuçlandırılmasında öncülük eden ülkelerden biri olduğunu söyleyip, parlamentosundan ilk geçiren ülke olmanın onurunu yaşadıklarını anlatıyordu. O gün sözleşme “büyük gurur” sözleriyle ifade ediliyordu. AB ile köprüler atılıyor Genel Kurul’da büyük bir uzlaşı vardı. Her partiden konuşmacılar alkışlanıyor, kadına yönelik şiddete karşı birlik mesajı veriliyor, tüm partilerin uzlaşısı olması nedeniyle övgüler ve tebrikler salonu dolduruyordu. Büyük konsensüs oylamaya da yansıdı ve İstanbul Sözleşmesi bir çekimser hariç, oybirliği ile TBMM’de kabul edildi. Bugüne geri dönelim. Önce Erdoğan’ın “revize edilebilir” dediği, ardından Numan Kurtulmuş’un “çıkabiliriz” dediği sözleşme için Grup Başkanvekili Özlem Zengin, sözleşme okunmadan iddialar ortaya atıldığından dem vurmakla birlikte “Türkiye bu sözleşmeyi imzalarken hangi saiklerle imzaladı. Buna yüklenen anlamlar değişti mi? Buna bir bakalım. Bu değişenleri değerlendirdikten sonra çıkmak da mümkün olabilir.” diyerek konuya başka bir boyut açtı. Türkiye 2011’de sözleşmeyi imzalar ken bir yandan AİHM’nin Opuz kararının utancını yaşıyor, bir yandan da Avrupa Birliği ile ilişkileri geliştirmeye çabalıyordu. Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğu ve böylesi uluslararası bir sorunun çözümünde öncü rol alabileceğini göstermek istiyordu. Bugün sözleşmeden çıkılmak istenmesinin nedenlerinden biri de tam olarak burada yatıyor; sözleşmenin varlığı Saray idaresinin ihtiyacını artık karşılamıyor. AK Parti bu sözleşmeyi, kadın hakları savunucusu bir parti olduğu için değil, o gün Avrupa Birliği ile iyi ilişkiler işine geldiği için “sembolik” olarak imzalamıştı. Artık AK Parti’nin Avrupa Birliği ile köprüleri attığı, AB’ye dahil olabilmek gibi bir amacının kalmadığı, sürekli Avrupa düşmanlığı pompaladığı bir noktaya gelindi. İşte bu nedenle hazırlanmasında katkımız olan, İstanbul’da imzalanan, parlamentosundan ilk geçiren ülke olunan, büyük prestij kattığından bahsedilen sözleşme için bugün çıkılmasından bahsediliyor. Artık özünü saklamıyor Tarikatların ve gerici odakların çağdışı talepleri artık kabul görüyor. Çünkü AK Parti, sembolik olarak öyleymiş gibi gözüktüğü halinden sıyrılıp, maskeyi kaldırıp, özünü herkese gösterdiği bir noktaya geldi. Türkiye’yi her alanda medeni dünyadan koparma çabalarında sürekli yeni adımlarıyla karşılaşıyoruz. Ancak çok iyi biliyoruz ki kadın hareketi bu adımları çok kez püskürtmüş, güçlü bir hareket. Kadınlar için hava kadar, su kadar değerli ve önemli olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma adımlarını da kadınların örgütlü gücü engelleyecek Türkiye’nin karanlığa yol almasının önüne olanca aydınlığıyla set çekecektir. Yaşasın kadın dayanışması! Yargıtay, Feray’ın annesinin ‘adalet çığlığını’ duyacak mı? Bayram günleri gazeteler için zor zamanlardır. Covid19 salgını sonrası böylesi günler Türk basını için daha da zorlaştı. Okurunuza, kamuoyuna en iyi gazeteyi sunmak için daha çok emek harcamak zorundasınız... Cumhuriyet muhabirleri bayram günleri için çarpıcı özel haberler, yazı dizileri ve röportajlarla Cumhuriyet okurunu selamladı, fark yarattı... Bayramın birinci günü manşette Hazal Ocak’ın özel haberi vardı: “İhalelerin efendisi...” Haber, AKP Ankara İl Başkan Yardımcısı Cemalettin Kömürcü’nün şirketlerinin “devletten milyonlarca liralık ihaleler” kazandığını belgeliyordu. Kömürcü’nün iki şirketi dört yılda tam 18 ihale alırken, ihaleleri kazandığı yerler arasında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da vardı AKP’li belediyeler de... H İkinci gün manşet Zehra Özdilek’in dosya haberiydi: “Biz de öldük...” Erkek şiddetiyle hayattan koparılan Pınar Gültekin’in, Özgecan Aslan’ın, Zeynep Şenpınar’ın, Dilek Kaya’nın ve Feray Şahin’in anneleri bayramda neler hissetiklerini Özdilek’e anlattı. Hepimiz gözyaşlarıyla okuduk, anaların hiç dinmeyecek o büyük acılarını... İçlerinden birisinin, Feray’ın babası Bekir Şahin’in o büyük acısının tanığıyım. Gaziantep’e gittiğim zaman 25 yıllık arkadaşım, meslektaşım Bekir’in ve ailesinin yaşadığı o tarifsiz acının yüzlerine nasıl vurduğunu gördüm. Feray’ın annesi Aysel Şahin’in gazetedeki çığlığını okuyunca bir kez daha kahroldum... “Tam 1044 gündür kızımızın acısı ile yatıp kalkıyoruz, yaşayan bir ölü gibiyiz. Tam 35 aydan bu yana acıyla yatıp kalkıyoruz. Ve bu bayrama da yine kızımızdan ayrı giriyoruz. Biz de diğer aileler gibi çocuklarımızla birlikte bayram kutlayıp kızımıza sarılsaydık olmaz mıydı? Ama şu an bir mezar taşına ağlayıp ağlayıp gidiyoruz. Katil sokakta... Adalet böyle bir zamanda bizim yanımızda olmalıydı. Maalesef adalet katili koruma ve kurtarma yarışına girdi, mağdurun yanında olmadı. Biz, böyle bir adaleti asla kabul etmiyoruz. Gencecik kızımı öldüren katil 1.5 yıl yatıp çıktı ve şimdi sokakta hiçbir şey olmamış gibi geziyor. Katilin yalanları ile bir soruşturma ve yargılama süreci yürütüldü. Karara itiraz ettik. Dosyamız tam 17 aydan bu yana Yargıtay’da bekliyor. Katil sokakta... Böyle adalet olmaz olsun. Kızımın katilinin yeri sokak değil. Katile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesini ve işlediği bu cinayetin cezasını bir an önce çekmesini istiyorum. Yeter artık, analar ağlamasın, kadınlarımız, kızlarımız öldürülmesin...” 23 yaşındaki Feray, Mersin Toros Üniversitesi’nde iç mimarlık bölümü son sınıf öğrencisiydi. Özel harekât polisi Burak Aykul tarafından 19 Eylül 2017’de öldürüldü. Aykul, “taksirle insan öldürmek” suçundan 5 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Zanlı, Ocak 2019’dan bu yana serbest. Dosyayı Yargıtay’a taşıyan Şahin ailesi 17 aydır dosyanın görülmesini bekliyor. Bakalım Yargıtay, bir bayram günü gazetemiz sayfalarından isyanını duyurmaya çalışan Feray’ın annesi Aysel Şahin’in “adalet çığlığını” duyacak mı? H Üçüncü gün Türkiye’nin bir başka kanayan yarasına parmak bastık: “Tutuklu gazeteciler!..” Meslektaşımız Müyesser Yıldız, cezaevinden muhabirimiz Alican Uludağ’ın sorularını yanıtladı. Uludağ’a, “Arşivimin peşindeler” diyen Yıldız, kamuoyuna seslendi: “Tehdide, şantaja, korkuya teslim olanlara sesleniyorum. Herkesi titretip susturduğunu zannedenlerin, kaleminden başka hiçbir şeyi olmayan bizlerden korktuğu ortaya çıktığına göre, elbirliğiyle korku duvarını aşmanın zamanı değil midir?” H Hazal Ocak’ın “Parsel parsel Kanal İstanbul” dizisinin ardından İlayda Kaya ve Leyla Kılıç’ın hazırladığı ve bugün başladığımız “Z kuşağı hayatı anlatıyor” yazı dizisi okurla buluştu. Bakalım gençler siyaseti, hayatı ve geleceği nasıl görüyor? Hilal Köse’nin Şevval Sam, Öznur Oğraş Çolak’ın Filiz Akın, Orhun Atmış’ın Demir Demirkan’la röportajları içimizi ısıttı... Sanatçıların duyarlılıkları, yaşama bakışları bizleri umutlandırdı. Bayramı geride bırakırken gazetemizin gerçek sahibi değerli okurlarımız için her gün daha iyi, dolu dolu bir Cumhuriyet sunmak üzere çalışmaya, “başvuru kaynağı (referans)” gazeteciliğine devam... iyi bayramlar dileriz... MUSTAFA BALBAY’IN YENİ KİTABI 22 38 TL .80 YER NE TL DURAN BÜLBÜL’ÜN YENİ KİTABI 18 30 TL YER NE TL ERGİN YILDIZOĞLU’NUN YENİ KİTABI 15 25 TL YER NE TL HAZAL OCAK’IN YENİ KİTABI 18 30 TL YER NE TL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle