17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 31 TEMMUZ 2020 CUMA [email protected] olaylar ve görüşler Kurultay sonrası CHP Dr. Engin Ünsal 15. Dönem CHP İstanbul Milletvekili CHP 37. olağan kurultayını tamamlayıp Sayın Kılıçdaroğlu’nu 6. kez Genel Başkan olarak seçti ve parti meclisinin yani üyelerini belirledi. Kurultayın en çarpıcı yanı Genel Başkan’ın açıkladığı ikinci yüzyılı başlatacak 13 ilkeydi. Bu ilkelerle CHP parlamenter sistemi yeniden kurup demokrasiyi tüm kurum ve kuralları ile yeniden yaşama geçirmeyi amaçladığını ilan etti. Bu ilkeler doğru ve ülke gerçekleri ile örtüşen ilkelerdi. Sorun bu ilkelerin nasıl gerçekleştirileceğinde düğümleniyor. Bu 13 ilke CHP’nin omuzlarına ağır bir yük ve tarihi görev yüklemiştir. Pandemi nedeni ile geçmiş dönemlerin heyecanının yaşanmadığı 37. kurultay parti kademelerinde burukluk yarattığı bir gerçektir ama CHP’nin yapacağı çalışmalar o heyecanı yeniden yeşertebilir. İktidar olma heyecanı yaşanmadan bir siyasi partinin varlığını sürdürmesi zordur. Bu nedenle CHP yapacağı çalışmalarla toplum katmanlarına ve parti kademelerine bu heyecanı yaşatmak zorundadır. Muhafazakâr olmadan CHP, ülke nüfusunun yaklaşık %65’nin muhafazakâr olduğu toplumumuzda, bugüne kadar bu kesime yaklaşarak bu kesimin desteğini almak çabasını yanlış olarak sergilemiştir. Muhafazakâr dediğimiz kesim işverenlerden, işçilerden, memurlardan, esnaftan ve kırsal kesimde yaşayanlardan oluşmaktadır. CHP’ye düşen görev toplumun bu kesiminin, uygulayacağı yeni politikalarla, desteğini kazanmaktır. Günümüzde ekonomik veriler son derece bozulmuş ve yukarıda saydığımız toplum katmanlarından hiçbirinin gelecek güvencesi kalmamıştır. CHP bu güvenceyi yeniden kazandırmak ve yeni projeler üretmek zorundadır. Bu projelerin sol bir eksene oturtulması ve Devletcilik ilkesine yeni bir içerik kazandırılması önemlidir. Adam Smith’e dayanan neoliberal politikaların ülkemizi getirdiği hazin son ortadadır. CHP’nin yapması gereken demokratik sosyalist bir eksen üzerinden toplumun ezilen kesimlerine yeni projelerle açılmaktır. Yeni bir anayasa Muhalefet partilerinin mutabakatına dayalı ve toplumun desteğini kazanacak yeni bir anayasa çok önemlidir. Dünya siyaset tarihinde örneği olmayan ve tanımla ması yapılamayan tek adam rejiminin yarattığı Türkiye ekonomisi çökmüş, Müslüman ülkelerin desteğini kaybetmiş, sınır komşuları ile sorunlu, dünyada yalnız kalmış ve devletler topluluğunda kimin yanında olacağına karar verememiş bir ülkedir Türkiye. Bu ülke 1923’ten bu yana hiç bu kadar yalnız ve umutsuz kalmamıştı. Bu nedenle parlamenter rejimi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarını taç yapmış yeni bir anayasanın insanlık tarihinin aynasında ülkemize saygınlık yaratacağı şüphesizdir. CHP’nin öncülüğünde yeni bir anayasa çalışmasının başlatılması CHP’nin ilk görevlerinden biri olmalıdır. Sosyal katmanlar için yeni projeler Ülkemizde geçimini emeği ile sağlayan işçi, memur ve esnafın çok önemli sorunları vardır. Bu kesimin bakmakla yükümlü oldukları insanlarla birlikte sayısı 60 milyon dolayındadır ve bu sayı siyasette iktidar olabilmenin anahtarıdır. CHP vakit geçirmeden bu kesimler için nasıl ekonomik, sosyal ve hukuksal bir düzen kuracağını somut örneklerle ortaya koymalıdır. Muhafazakârlaşmadan, çoğunluğu muhafazakâr olan bu kesimin desteğini ve güvenini kazanmak kurulacak yeni düzen için son derece önemlidir. Küreselleşme nedeni ile yabancı şirketlerle zor koşullarda yarışmaya çalışan ulusal sermayenin korunması ayrı önemli bir konudur. Ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin, halka rağmen, yabancı tekellere pervasızca sunulması ülkenin fakirleşmesinin nedenlerinden biridir. Ülkenin kaynakları ülke için değerlendirilmelidir yabancı tekeller için değil. Gençler köye CHP Gençlik Kolları bir zamanlar parti içinde çok güçlü ve parti için önemliydı. Bugün önemini yitiren bu örgüte yeniden canlılık kazandırılabilir. Gençler partinin yeni vizyonunu özümseyerek ekim zamanı ve hasat zamanı köylere giderek, orada tarlasında köylüye yardım ederek, geceleri köy kahvesinde siyaset sohbetleri yaparak hem köylü aydınlatmak ve hem de parti sempatizanı yapmakta başarılı olabilirler. Bu projeler CHP’nin muhafazakârlaşmadan oy tabanını genişletmekte mutlaka çok etkili olacaktır. CHP’nin görevi Atatürk ilkelerine sımsıkı sarılarak sol eksene dayalı ve halkın mutluluğu için sosyal devleti yeniden kurmak olmalıdır. Atatürk ile alıp veremedikleri... Bu ihanet hezeyanına karşı mücadele yılmadan, usanmadan tam bir kararlılıkla sürdürülmelidir. Bu konuda “aman dindarları küstürmeyelim, onlara şirin görünelim” aymazlığı, meydanın bir avuç sözde İslamcıya bırakılması anlamına gelir. Bu doğru ve gerçekçi bir yaklaşım değildir. Uluç Gürkan Eski Meclis Başkanvekili Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Atatürk’e dil uzatılmasına asla izin vermeyiz” demiş ve eklemiş: “Diyanet işleri başkanımız da böyle bir amacı olmadığını açıkça beyan etti...” MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise önce “Diyanet işleri Başkanı’nın sözlerini Atatürk’e lanet şeklinde tavzih edenler bu ülkeye en büyük kötülük yapan sorumsuzlardır” diye buyurmuş, sonra lütfetmiş: “Atatürk’e hakaret ve hıyanet vatan hainliğidir...” Her iki açıklamada da görünüşte Atatürk sahiplenmektedir. Ancak Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın da özellikle kollandığı dikkat çekmektedir. Dolayısıyla ne İbrahim Kalın ne de Devlet Bahçeli fazlaca inandırıcı olmaktadır. Ayasofya’nın cami olarak açılışında Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın hutbesinde elinde kılıç, “vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” ifadesi, adını anmasa da doğrudan Atatürk’e yöneliktir. Kim hangi gerekçeye sığınırsa sığınsın, hangi mazereti üretirse üretsin bu hezeyanı saklayamaz. Egemenlik de hedefte Ötesinde, burada Atatürk’e sadece bela okunmuş değildir. Atatürk’ün şahsında, bilerek ya da bilmeyerek Türkiye’nin bağımsızlığı ve Türk ulusunun Anadolu’daki egemen varlığı da hedef alınmıştır... İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “Atatürk ile alıp veremediğiniz nedir; Yunanın, İngilizin, Fransızın Atatürk’e düşman olmasını anlarım ama siz nasıl düşman olursunuz” sorusunun yanıtı da sözün bittiği bu noktadadır. Ortalıkta sözde İslamcı bir güruh var. Bunlar, “Yunan ordusu Hilafet ordusudur” diye fetvalar yayımlayan, bu ordu denize dökülünce Yunanistan’a kaçıp burada “Türklükten çıktığını” ilan eden Mustafa Sabri ve Mustafa Kemal’e idam fetvası veren Dürrizade Abdullah gibi Osmanlı Şeyhülislamlarının ardıllarıdır. Onların ihanet çizgisini sahiplenmektedirler. Lozan’ın eşsizliği Türkiye Cumhuriyeti’nin Hıristiyan Batı’ya dini anlamda ciddi ödünler verilerek kurulduğunu öne sürüyorlar. Atatürk, İnönü ve silah arkadaşlarının Lozan’da laiklik temelinde dinsiz bir ülke sözü vererek Batı’nın icazetini, onayını aldığını, Türkiye Cumhuriyeti de bu pazarlığın sonucunda hilafetsiz, saltanatsız bir esaret düzeni olarak kurgulandığı safsatasına inandırılmışlar. Bu safsata doğrultusunda, Türklerin Anadolu’dan sökülüp atılmasını ve burada yeni bir Hıristiyan Yunan İmparatorluğu’nun kurulmasını öngören Sevr’i, bu topraklardaki Türk ve Müslüman kimliğinin tapu senedi olan Lozan’a yeğleyebiliyorlar. İstanbul’un hilafet ve saltanat merkezi olarak kalması karşılığında Türklerin Anadolu içlerinde küçük bir toprak parçasında “yarı sömürge” düzenine mahkum edilmesini içlerine sindirebiliyorlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sınırlarında bir dünya devleti olarak yeniden doğumunu gerçekleştirdiğini göremiyorlar. Ünlü tarihçi Arnold Toynbee’nin sözleriyle, “tarihte eşi olmayan bir olay” olan Lozan’da, “yenilmiş, parçalanmış bir ulusun, bu harabe içinden ayağa kalkması ve savaşın galibi dünyanın en büyük uluslarını dize getirerek her isteğini kabul ettirmesini algılayamıyorlar. Lozan’ın maddelerini çöpe atmaktan söz edebiliyorlar. Oysa, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki İngiltere başbakanı Lloyd George, Başbakanlıktan düştükten sonra 28 Ağustos 1924 günlü Daily Telegraph gazetesinde yazdığı makalede Lozan’ı Batı dünyası için “bela” olarak nitelemiştir: “Türkiye’nin Lozan başarısı, (...) beladır. (...) Sevr’den Mudanya’ya bir geri çekilmedir, Mudanya’dan Lozan’a ise tam bir bozgundur!” İhanet çizgisi ABD’li diplomat James Grew’ün sözleriyle Lozan, “Hıristiyanlığı çarmıha geren” bir beladır. Bizim sözde İslamcılarımız, kurtuluş ve kuruluş günlerinden beri işte böyle bir belayı defetmeye uğraşıyorlar. “Keşke Yunan galip gelseydi ne hilafet yıkılırdı ne şeriat... Ne medrese lav edilirdi ne hocalar asılırdı. Hiçbiri olmazdı” diyebilen bir meczubun peşinde ihanet çizgisinde tepiniyorlar... Bu ihanet hezeyanına karşı mücadele yılmadan, usanmadan tam bir kararlılıkla sürdürülmelidir. Bu konuda “aman dindarları küstürmeyelim, onlara şirin görünelim” aymazlığı, meydanın bir avuç sözde İslamcıya bırakılması anlamına gelir. Bu doğru ve gerçekçi bir yaklaşım değildir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle