17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 31 TEMMUZ 2020 CUMA [email protected] EKONOMI Jale Özgentürk YAKIN PLAN [email protected] İflas erteleme ve konkordato gibi zırhlara bürünen şirketler için zaman doluyor EYLÜL KORKUSU Türkiye 2020’ye yılın ilk gününe peş peşe iflaslarla giriyordu. O gün Bora Jet gibi önemli bir markanın aralarında olduğu altı şirket konkordato, altı şirket ise iflas açıklıyordu. 2018’de iflas ertelemeleri ile başlayan 2019’da ise konkordatoya dönen korunma zırhı alan şirket sayısı 2020 başında binin üzerine çıkıyordu. Ekonomik krizin üzerine mart ayından itibaren ise koronavirüs salgını geldi. Haziranda başlayan normalleşme ile birlikte son iki aydır konkordato ve iflas dalgası yeniden gündemde. Giyim markaları Theroie, Lufian, Denizlili Asil Nakış, Kocaeli’nden Duy Taş Hafriyat, İstanbul Bilişim son iki ayda konkordato ilan eden şirketler oldu... Turizmin önemli markalarından Lykia World ve Yörsan ise iflas kararını açıkladı. Şu anda adli tatil nedeniyle ara verilen bu dalga sürecek mi? Bu gelişmeleri konkordato konularında uzman avukat Şevket Çelik’e sordum. ‘Çalışanın parası ödenmiyor’ Çelik, salgın sürecinde zor durumda olan şirketlere bir nefes imkanı doğduğunu söylüyor. Düşük kredi faizleri, eskiden kredi yapılandırmaya yanaşmayan bankaların bu konuda daha esnek olması gibi imkânlarla zaten zor durumda olan şirketlerin ge Salgınla duran konkordato dalgası normalleşme ile birlikte yeniden başladı. İki ayda Theorie, Lufian, İstanbul Bilişim gibi önemli firmalar konkordato, Yörsan ve Lykia World gibi iki önemli şirket ise iflasını açıkladı. Düşük faizli krediler, kredi yapılandırmaları ile yüzdürülen şirketler için süre doluyor. Eylülde ciddi bir furya bekleniyor. miyi yüzdürdüğünü anlatıyor. Ancak uzun zamandır bu imkân larla kötü sonu öteleyen şirketlerin eylül ayında ciddi bir konkordato ve iflas dalgası yaratacağı görüşünde. Çünkü çok sayıda firma salgın nedeniyle içinden çıkılmaz bir dönem yaşıyor. Bugünlerde en çok bu konularda danışmanlık verdiklerini söylüyor. Şevket Çelik 120 MİLYON TL BORCU VAR Mali sıkıntıya düşen, nakit akışı bozulan şirketler listesine en son erkek giyim markası Lufian eklenmişti. Konkordato ilan eden şirketin 120 milyon TL borcu 107 mağazası bulunuyor. Özellikle turizmde büyük kredi borçlusu firmaların ödemeleri nin aksadığını belirten Çelik, “Aralarında çok büyük markalar var. Bu şirketler bankaların durumunu sıkıntıya soku yor. Daha ne kadar ötelenir bu borçlar belli değil” diyor. Bu arada iş dünyasında bir bozulmaya da dikkat çekiyor Çelik. “Eskiden en fazla vergi, SGK borçları ödenmezdi. Şimdi patronlarda öyle bir rahatlık var ki personelin, tedarikçinin borcunu ödemiyor. Ve bundan rahatsız değiller” diyor. Türkiye’yi yönetenler pembe tablolara devam etse de gerçek durum hiç de parlak değil! Salgında ikinci dalgadan sözedilirken eylülde neler yaşanacak kimse bilmiyor! Korona kahramanlarına Vefa Fonu Türkiye Eğitim Vakfı (TEV) Vehbi Koç’un önderliğinde 205 hayırsever tarafından 1967 yılında kurulmuş bir vakıf. Kuruluş amacı, “Türkiye’de eğitim görmek isteyen fakat buna maddi gücü yetmeyen gençlerin okuyabilmesi.” Yıllardır binlerce gence burs veren TEV’in bugün yönetim kurulu başkanlığını iş dünyasının önemli isimlerinden Rona Yırcalı yapıyor. Vak fın Türkiye genelinde 653 hibe ve vasiyet bağışçısı bulunuyor. 14 ilde şubesi var. Üniversite öğrencilerine 700 TL, yüksek lisans öğrencilerine 1100 TL, doktora öğrencisine ise 1400 TL burs veriyor. 67 ilde sağlık alanında diş hekimliği, eczacılık, hemşirelik meslek yüksekokulunda okuyan 1255 bursiyeri bulunuyor. Yırcalı, bugünlerde farklı bir heyecan içinde olduklarını söylüyor. Burslar sayesinde sağlık alanında okuyan gençlerin hayat kurtaran birer kahramana dönüştüğünü söylüyor. “Sıra bizde” diyor ve şunları ekliyor: “Bizim sağlığımız için kendi hayatlarını feda eden sağlık çalışanlarımıza yanlarında olduğumuzu hissettirecek bir proje başlatıyoruz. “Korona Kahramanlarına Vefa Fonu”nu. Ön saflarda görev alan ve virüs sebebiyle hayatını kaybeden tüm sağlık çalışanlarımızın çocuklarına 3 yaşından itibaren burs tahsis etmek için adım atıyoruz.” Yırcalı, amaçlarının sadece sağlık çalışanları değil bu süreçte çalışmak zorunda olup hayatını kaybedenlerin tümünün çocuklarına ulaşmak olduğunu söylüyor. O kahramanlara hepimizin borcu var! ‘İSTANBUL SÖZLEŞMESI KARARLILIKLA KORUNMALI’ Kurban Bayramımız kutlu olsun. Türkiye ekonomide büyük bir darboğazdan geçiyor. İşsizlik patlamış, iş imkânı kalmamış, sağlıkta yeniden zorlu bir sürece giriliyor. Böyle bir ortamda Türkiye’nin gündemi ne yazık ki politik heveslerin esiri. Sosyal medyanın susturulması, belediye şirketlerinde seçim sonuçlarının aksine alınan kararlar... Bir de her gün öldürülen kadınlara yenileri eklenmesin diye imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imzasının çekilmesi... Hükümete yakın kesimlerin bu konuda baskısı artarken iş dünyasından destek açıklamaları geldi. Koç Holding, Sabancı Vakfı ve Borusan ve TÜSİAD’dan sonra Zorlu Grubu da sözleşmenin yükümlülüklerine uyulması konusunda çağrıya katıldı. Ben de yeniden hatırlatmak istedim. NE DEDİLER? KOÇ HOLDING: Kadına yönelik şiddet insan hakları ihlalidir. İstanbul Sözleşmesi’nin tarafı olmak, kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki kararlılığın göstergesidir. Bu vesileyle ülkemizdeki herkesi ve tüm yetkili kurumları İstanbul Sözleşmesi’ni korumaya ve bağlı kalmaya davet ediyoruz. SABANCI VAKFI: Ülkede her 10 kadından 4’ü eşi ya da partneri tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılıyor. Kadınların yaşam hakkı ihlal ediliyor. 2016’dan beri “İş Dünyası Aile Şiddetine Karşı” projesini destekliyor, kalıcı çözümler üretmek için sivil toplum, uluslararası örgütler ve iş dünyasının işbirliği ile hareket ediyoruz. BORUSAN HOLDING: Türkiye, kadınların şiddetten ve ayrımcılıktan korunması için hazırlanan İstanbul Sözleşmesi’ni, Avrupa Konseyi üye ülkeler arasında ilk olarak, 2012 yılında imzalamıştır. Tüm yetkili kurumları İstanbul Sözleşmesi’ni koruması ve kararlıkla uygulamaya geçirmesinin gerekliliğine inanıyoruz. ZORLU HOLDING: Yaşam hakkının her canlının en temel hakkı olduğu ilkesiyle; kadınlara ve tüm canlılara yönelik her türlü şiddetin; bu hakkı ihlal eden, ihlale teşvik eden her türlü yaklaşımın ve normun karşısındayız. İstanbul Sözleşmesi’ne bağlı kalmanın; sağladığı yasal güvencenin yanı sıra kadınlara yönelik şiddetin sona erdirilmesi yolunda önemli bir mesaj olduğuna inanıyoruz. Bu arada kadınların “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” çığlığı dünyadan da duyulmaya başladı. Umarım ters tepmez! Bizim sokak... Gülibrişim... Çocukluğum Bizim ev sokağın tam ortasındaydı. Önünde devasa bir gülibrişim ağacı. Gölgesinde buluşurduk bütün sokağın çocukları.. Postacı Ömer Amca ve eşi Vesile Hanım Teyze’nin çocukları Yaşar ve Hülya; Çımacı Ali Efendi’nin oğlu Hüseyin; Mösyö İstavro dönemin önemli yağ tüccarlarındandı. Torunları vardı. Kristina benimle yaşıttı. Angela bizden daha küçüktü, kuzenim Elif’in yakın arkadaşıydı. Karşımızdaki ahşap binada Madam Frosa otururdu. Yaşlı ve yatalaktı. Ona Malatya Pötürge’den gelen bir aile bakardı. Çocukları Zemine, Şaban ve Feridun.. Sokakta hemen herkes Madam Frosa’ya yardım etmeye çalışırdı. Onların yanındaki müstakil bahçeli evde ticaret ile uğraşan Turan Bey vardı; eşi, çocukları Engin ve Metin. Engin benimle yaşıttı, abisi Metin kuzenim Hakan ile.. Yanımızdaki küçük evde Jale Abla yaşardı tek başına. Terziydi. Artan kumaşlarının peşindeydik. Sokağın kız çocukları en iyi parçayı kapma yarışındaydı. Tesisatçı Şaban Amca’nın torunları Gülen ve Sevinç ile... Bebeklerimize kıyafet dikmeye çalışırdık. Bisiklete binerdik, yakar top oynardık bağırış çağırış... Seksek oynadığımız yer tam Şükriye Teyze’nin evinin önüydü. Gürültümüzle kadıncağızı hayli çıldırtırdık.. Ama bir noktada uzlaşma sağlanmıştı: Biz çocuklar öğle saatlerinde evde olacaktık. Bu kural asla bozulamazdı. Karşılığında ise öğleden sonra sokak bizimdi.. Sokaktan karpuz satan Salih Efendi geçtiğinde eğer dedem bahçedeyse seslenirdi ona. Hemen tahta tekerlekli tezgâh gülibrişimin gölgesine çekilir, Salih Efendi ile dedem kıyasıya tavla oynamaya koyulurlardı. Kimi zaman İstavro da katılırdı onlara.. Dedem rahmetli olduktan sonra babamla oynamaya başladılar. Sonra Yalova’dan sepeti ile haftada bir gelip fındık satan Musta Efendi de eklendi onlara.. Sokağımızın Mehmet amcası fotoğraf malzemeleri satardı, Sirkeci’deydi dükkânı. Bir gün baktık evinin önündeki duvarı beyaza boyuyor. Bir film perdesine dönüştü duvar. Biz çocukları toplardı ve film oynatırdı.. Çok sonraları yine sokaktan arkadaşım Füsun ile sohbet ettiğimizde “Biliyor musun, hayatımda ilk izlediğim filmdi onlar” demişti. Sokağın köşesinde börekçi Sadık Amca yaşardı. Çok çocuğu vardı. İkiz kızları Aynur ve Günnur da bizlerle yaşıttı. Sadık Amca akşamüstü tekerlekli börek arabası ile evine dönerken üşüşürdük başına, üstü pudra şekerli böreklerinden satın alırdık. Çok sonra öğrendim o müthiş keyifle yediğimiz böreğin adına Kürt böreği dendiğini.. O zaman asla Kürt böreği denmezdi. Bizim sokak şenlikliydi vesselam... O zamanın Büyükadası’nın mütevazı sokaklarından biri. Türk, Kürt, Laz, Müslüman, Hıristiyan, Ermeni, Rum, Musevi hepimiz bir aradaydık. En zenginle en yoksul aynı sokağı paylaşırdı, evler açıktı, çocuklar hep birlikte oynardı... Müthiş bir mozaik... Asıl zenginlik buydu: Hoşgörü ile karşılıklı saygı ile birlikte yaşama kültürü. 70’li yıllardan bahsediyorum.. Bunları neden anlatıyorum? Çünkü bugün yaşadıklarımızın gerçek sebebi bu kültürün artık ortada bile kalmaması.. Türkiye’yi öfke yönetiyor, kutuplaşma yönetiyor. Herkes kendi gettosuna çekilmiş durumda. Herkes karşısındakini önce süzüyor: Bizden mi, yoksa değil mi? Eğer değilse tanımak zahmetine bile katlanmıyor. Böyle uzaklaşıyor herkes birbirinden. Bir yanda güvenlikli siteler, özel okullar, servisler, özel araçlar.. Öte yanda “bizim memleket” durumu.. Erzincanlılar, Vanlılar, Malatyalılar... Mümkünse aynı semtte, tabii aynı kahvehanede.. Hoşgörü sokakta başlar oysa; hoşgörü okulda öğrenilir, zengin ve yoksulun bir arada yaşaması ile beslenir... Ayrıştıkça, koptukça hoşgörü kültürü de zaman içinde linç kültürüne dönüşür. İşte biz asıl bunları yitirdik. Hoşgörü, saygı toplumun tutkalıydı.. Türkiye’de gelir uçurumu da cehalet uçurumu da açıldıkça açıldı; ortada tutkal da kalmayınca yerini din sömürüsü ve etnik milliyetçilik aldı. Anlayacağınız boşluk itina ile dolduruldu. Ya bizim sokak? Ortada şu anlattıklarımdan hemen hemen kimse kalmadı. Kimi öldü kimi başka yerlere savruldu.. Bir gün baktık ki bizim yaşlı gülibrişim ağacı da büyük bir gürültü ile çöküvermiş olduğu yere... Bugün sadece Hüseyin, ailesi ile aynı evde; bir de annemle teyzem. Öfkeli bir sokak oldu; aynı Türkiye gibi.. Kendi içinde küçük gettolara bölündü. Bugün bayramın ilk günü.. Bayramlar aynı zamanda geçmişe, sevdiklerimize, yitirdiklerimize, çocukluğumuza açılan bir pencere.. En azından benim için. Ben de duygularımı paylaşayım dedim...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle