21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR İlk festival! F7e7s.tVaivçeaınklielasdneikdçkıFiillemri Mehmet Basutçu/Paris Sinema dünyasının ilk uluslararası etkinliği olarak 1936 yılında perdelerini açan “Mostra Internazionale d'Arte Cinematografica”, zorunlu olarak bambaşka bir ilke daha hazırlanıyor. Covid19 salgını sonrası(?), biçim değiştirmeden düzenlenen ilk büyük fim festivali olma şansını yakalamış olan “Mostra”, içinde bulunduğumuz zor ve değişken koşullara uyum sağlarken, paradoksal olarak, bir noktada özüne yönelmiş bulunuyor: Yaratıcı ya da “auteur” sinemasına ağırlık verirken, İtalyan sinemasını da olabildiğince geniş bir yelpaze içinde tanıtmak... Hollywood sinemasının son yıllarda artan etkisi ve ezici ağırlığı, koronavirüsün frenlemesiyle gerileyince, sanat sinemasının parlak adlardan arınmış özgünlüğüne yer açılmış... Altın Aslan adayı 18 film arasında sadece iki Amerikan yapımı var ama bunlar arasında, son yıllarda Venedik'te neredeyse gelenekselleşen ‘Oscar kazanma olasılığı yüksek' bir film var yine: “Nomadland”... Çin doğumlu, 38 yaşındaki Amerikalı kadın yönetmen Chloé Zhao'nun, Cate Blanchett'in başkanlığındaki ana jürinin vereceği ödüllerde “Nomadland” ile yer alacağı, şimdiden ileri sürülmekte. Açılış 2 Eylül’de Büyük ödülün adayları arasında sekiz kadın yönetmenin bulunması (geçen yıl sayıları ikiydi) hemen dikkat çekince, festivalin sanat yönetmeni Alberto Barbera, herhangi bir pozitif ayrımcılığın söz konusu olmadığını, sinemasal değerlendirmenin ön planda tutulduğunu vurguluyor. Ayrıca, toplam 62 uzun, 15 kısa filmden oluşan seçkilerde, elliden fazla ülkenin temsil edildiğini ve yaratıcı sinemasına geniş yer verildiğini vurgulayan Barbera, belgesel film ler yanında politik sinema örneklerine de dikkati çekiyor. “Ufuklar” (Orizzonti) bölümünde yer alan 19 film ise geleceğin sinemasına, bu yıl belki de her zamankinden daha fazla ışık tutacak nitelikte gözüküyor... Seçkilerinde Türk sinemasından örnek bulunmayan 77. Venedik Festivali, 2 Eylül akşamı, Lido adasında, İtalyan yönetmen Daniele Luchetti'nin yarışma dışı sunulan “Lacci” adlı filmiyle açılacak. Ana yarışmanın 18 filmlik seçkisinde Türk sinemasından bir örnek yok ama ödüllü yönetmen Bosnalı Jasmila Zbanic’in filmi “Quo Vadis, Aida?”nın Bosna Hersek, Avusturya, Romanya, Hollanda, Almanya, Polonya, Fransa ve Norveç ortak yapımcıları arasında Türkiye’den TRT de bulunuyor. Film, 1995’te yaşanan Srebrenitsa katliamını, Sırp askerlerinin on binlerce Bosnalıyı katlettiği soykırım günlerinde, Birleşmiş Milletler Üssü’nde geçiyor. Jasmila Zbanic, filmlerinde genellikle Bosna Savaşı’nın özellikle de kadınlar ve çocuklar üzerindeki etkisini anlatıyor. Chloé Zhao’nun yazıp yönettiği “Nomadland” filminde Oscar ödüllü oyuncu Frances McDormand rol alıyor. Zengin kızla fakir kızın aşkı! Ümit Ünal’ın yönettiği “Aşk, büyü, vs” filmi İKSV İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film ödülü Altın Lale’yi alarak dikkati bir kez daha üzerine çekti. Ümit Ünal’ın 2019 Antalya Film Festivali’nde SİYAD En İyi Film Ödülü’nü alan, Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü’nü paylaşan ve Selen Uçer’e En İyi Kadın Oyuncu Ödü KONUK lü getiren son fil YAZAR mi “Aşk, Büyü, vs.” Erdoğan Mitrani (2019) yazar yönetmenin içinden geldiği Yeşilçam ge leneğine selam çaktığı ilginç ve farklı bir aşk hikâyesi. Varlıklı bir milletvekilinin kı zı olan Reyhan ile ailenin yazlık evindeki bekçinin kızı Eren 1617 yaşlarındayken Büyükada’da bü yük bir aşk yaşamışlar, ilişkile ri ortaya çıkınca Eren’in ailesinin zoruyla ayrılmışlardır. Eren yir mi yıl sonra Büyükada’ya dönüp Reyhan’a hâlâ ona âşık olduğunu söylediğinde, yirmi yıl önce Adalı yaşlı bir kadına aşk büyüsü yap tırmış olan Reyhan onu geri geti ren şeyin “aşk” değil, bu “büyü” olduğunu söyler. Bu aşktan vaz geçemeyen Eren, büyüye inan masa da büyünün bozdurulma sı gerektiğini düşünür. İki kadın Büyükada’da eski bir aşkın, eski bir büyünün peşinde, tek günlük bir yolculuğa çıkarlar... Bir söy leşide, bütün filmlerinde bir par ça kenarda kalmış insanların öy külerini anlatmayı yeğlediğini, sı radan hayatlar yerine bu karak terlerin ilgisini çektiğini söylemiş olan Ünal, daha önce de eşcinsel karakterlerle ilgili filmler yaptığı nı, ancak “Aşk, Büyü, vs.”nin asıl Filmin başrol oyuncuları Selen Uçer ve Ece Dizdar, 39. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma’da en iyi kadın oyuncu ödülünü paylaştılar. çelişkisinin ikisinin de kadın olması değil, sınıfsal çelişki olduğunu belirtmişti. Ancak, sınıfsal çatışmaların tüm filmlerinde var olduğu Ünal, bu durumun cinsellikte de belirgin olduğu savıyla, öyküsündeki birisi zengin ve güçlü, diğeri ise yoksul ve güçsüz bir babanın kızlarının yaşadığı aşkta birisinin hayatının mahvolurken, diğerinin ruhsal acılarına rağmen hayatına kaldığı yerden devam ettiğinin altını çizer. Büyükada güzellemesi İki kadının Büyükada’daki fiziksel ve bunun paralelinde gelişen içsel yolculuğu, görsel işitsel bir şiir olarak gelişir. Oda sinemasının büyük ustası Ümit Ünal, öyküsünü yine çok az karakterle, tek bir mekânda anlatır. Ancak tek mekân bu kez, bir oda ya da bir salon değil, dar sokakları, yemyeşil çamları ve dünyanın en güzel günbatımının izlenebildiği Aya Yorgi tepesiyle, kendine has doğası ve kültürüyle kentin yanı başında, ama kentten çok farklı büyüleyici Büyükada’nın tamamıdır. “Aşk, Büyü, vs”de sınıfsal çe lişkiyi ustalıkla vermesine karşın, belki de en “romantik” filmin yapmış olan Ünal’ın her zamanki hınzır mizah duygusunun yerli yerinde durduğunu gösteren kimi müthiş keyifli sahneler de var. Ayşe ablanın oğlunun “zombi” monoloğu, Pempe ablalı sekans, Aya Yorgi’deki rakı keyfi ve o olağanüstü final, kolay unutulur gibi değil. Her zaman çok başarılı bir oyuncu yönetmeni olan Ümit Ünal, ikisi de Türk tiyatrosunun çok önemli oyuncusu olan Selen Uçer ile Ece Dizdar’dan benzersiz bir ikili performans elde etmiş. Bitirmeden önce, yirmi yıllık bir özlemi ve birbirine susamışlığı etkileyici şekilde yansıtan sevişme sahnesinin bu derece ölçülü ve edepli çekilmesindeki müthiş bir ustalığa özellikle hayran olduğumu da belirtmek isterim. * Erdoğan Mitrani’nin yazısının tümünü yayımlandığı ortakoltuk.com sitesinden okuyabilirsiniz. İyi ki doğdun Turhan Selçuk! Arama motoru Google, 2010 yılında hayatını kaybeden çizer Turhan Selçuk’u 98. doğum yıldönümünde “Doodle” ile andı. “Doodle”, Google markasının harflerinin uyarlanması ile oluşturuluyor. Turhan Selçuk, 1954’te Milliyet gazetesine başkarikatürcü olarak girmiş ve oluşturduğu karikatür üslubunu bu dönemde geometrik bir estetiğe oturtmaya başlamıştı. Bu tür yapıtları, kardeşiyle birlikte çıkardığı mizah dergisi Dolmuş’ta ivme kazandı. 1957’de Milliyet’te Abdülcanbaz adlı ünlü çizgi roman kahramanının maceralarına başladı ve bu tiplemeyle büyük bir okur kitlesi elde etti. Turhan Selçuk’un karikatürleri Türkiye ve Avrupa’da birçok müzede sergilendi. “Barış ve Kitap” konulu karikatürü 1992’de Avrupa Konseyi’nin başlattığı kitap okuma kampanyasının afiş ve logolarında kullanıldı. Turhan Selçuk, en son gazetemizde çizmekteydi. Çizer, 11 Mart 2010 tarihinde İstanbul’da yaşamını yitirdi. Kariyeri boyunca birçok gazetede çalışan Turhan Selçuk, Türkiye’de Semih Balcıoğlu ve Ferit Öngören ile beraber Karikatürcüler Derneği’nin kurucuları arasında yer alıyor. Selçuk anısına, “Uluslararası Turhan Selçuk Karikatür Yarışması” adı altında her yıl düzenli olarak ödüller veriliyor. PEN’den çok sert açıklama ‘Birilerine anlatır gibi: Cumhuriyet Alfabesi’ PEN Türkiye Yazarlar Derneği’nden bir açıklama yayımlanarak Harf Devrimi’nin tartışmaya açılması sert sözlerle eleştirildi. Açıklama şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti bugüne dek hiç olmadığı denli tehdit altındadır. Bir yanda anayasamızda değişmez ilkeler olarak yer alan Cumhuriyet ilkelerinin altı oyulurken bir yandan da bu çabanın açtığı şiddete tanık olmaktayız. Cumhuriyetten değerli neyimiz var? 100 yıl önce bu topraklarda o koşullarda mucize sayılan bir düşün gerçekleşmesidir Cumhuriyet. Türkiye Cumhuriyeti'ni geriye götürmek değil, daha da ileriye, tam demokrasiye eriştirmek boynumuzun borcudur. Siyasal İslam aracılığı ile Cumhuriyet devrim ilkelerini aşındırmak... 86 yıldır müze görevi gören, tüm insanlığa ait bir değeri camiye dönüştürmek... Atatürk'e küfür ve lanet etmeyi onaylamak... Kadınlara yönelik şiddeti önleme görevini devlet ve hükümetlere veren İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etmeye çalışmak... Kadına kar şı şiddeti körüklemek... Hak, hukuk ve adaleti, doğrudan siyasal erke bağlamak... Harf devriminden bile rahatsız olduğunu beyan edip, alfabeyi tartışmaya açmaya çalışmak... Vakıflar ve cemaatler aracılığıyla dehşet verici pedofili suçunu bile mazur gösterebilmek... Kılıç, sopa, cop... Bunların hepsiy le birlikte topyekun saldırıya geçmek... Antidemokratik baskıları artırmak üzere sosyal medyayı cendereye sokma gayretleri... Bu saldırı karşısında PEN Yazarlar Derneği olarak ‘Kalem kılıçtan üstündür,’ diyerek ‘Birilerine anlatır gibi Cumhuriyet Alfabesi’ni sunuyoruz: A: Atatürk, B: Barış, C: Cumhuriyet, Ç: Çağdaşlık, D: Demokrasi, E: Eşitlik, F: Fikir Özgürlüğü, G: Gençlik, Ğ: “Kimsesizlerin kimsesi”, H: Hukuk, I: Işık, İ: İstanbul Sözleşmesi, J: Jest, K: Kadın Hakları, L: Laiklik, M: Mucize, N: Nimet, O: Okuryazar, Ö: Özgürlük, P: Parlamenter Sistem, R: Renklilik, S: Sosyal Devlet, Ş: Şeref, T: Toplum, U: Uygarlık, Ü: Ülkü – Ümit, V: Vicdan, Y: Yurtseverlik, Z: Zenginlik”. 13 31 TEMMUZ 2020 CUMA Ayasofya gerçeği Müze, bilimde, sanatta, kullanımda tarih boyunca yarattığı yapıtların saklanıp korunduğu yerlerdir. Müzeler, içinde sergilenen yapıtların türüne göre adlandırılmıştır. Fransızca Musée’den Türkçeye geçen “müze” sözcüğü, eski Yunancada “Sanat Tanrıçası” anlamına gelen mouseîon kökünden türemiştir. Yıllardır müze olarak anılan Ayasofya’nın adı iki sözcükten oluşuyor. Aya, eski Yunancada “kutsal, azize”, sofya ise “bilgelik” demek. Ayasofya sözcüğünün Türkçede karşılığı ise “Kutsal Bilgelik”tir. Ayasofya 532537 yılları arasında Bizans İmparatoru 1. Justinianus döneminde kurulan Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra camiye, 1934’te de Bakanlar Kurulu Kararnamesiyle müzeye dönüştürülmüştür. Fatih, Doğu kültürünün yanında Batı kültürüyle de bilgi alanını genişleten bir padişahtı. Bellini’ye resmini yaptırttığına göre Rönesans kültürünün de yabancısı değil. Öbür dinlere beslediği hoşgörüyle, mimarlık sanatının başyapıtı Ayasofya’yı camiye çevirerek İslamlığın güvencesi altına almıştır. Birçok ülkenin başkentindeki büstüne, dünya barışının temel ilkesi sayılan “Yurtta barış, dünyada barış” sözü kazılan Mustafa Kemal Atatürk, Fatih’le aynı hoşgörü ruhunu taşıyor olmalı ki, Ayasofya’yı müzeye dönüştürerek insanlığın ortak mabedi kıldı. Değerbilmezlik Yaşadığı yüzyılın koşullarında Fatih Sultan Mehmet’in, Ayasofya’yı camiye çevirmesi ne denli önemliyse, Atatürk’ün, İstanbul’u işgal güçlerinden kurtarıp bağımsız kıldıktan sonra, mimarlık tarihinin bu üstün yapıtını her ulustan insanın ziyaretine açması da o ölçüde önemli sayılmalıdır. Fatih’te dinsel inanç egemendir, Atatürk’te evrensel insanlık bilinci... Ayasofya’nın, yasalara dayanılarak yeniden camiye dönüştürülmesinin, uzun süre gündemden düşmeyeceği kanısındayım. Kan kurumaz; Fatih gibi ülkemizin bağımsızlık tarihine adını altın harflerle yazdıran Atatürk’ü, “lanetleme”ye kalkanların toplum vicdanında açtığı değerbilmezlik yarasının kanı da kurumayacaktır. Ayrıca, güncelliğini yitiren olaylar bir süre sonra unutulabilir; ama Müslümanlığı en üst düzeyde temsil eden bir din bilimcinin şu ağır sözleri tarihin pas tutmaz belleğinden silinmeyecektir: “Fatih Sultan Mehmet Han, gözbebeği olan bu muhteşem mabedi kıyamete kadar cami olmak kaydıyla vakfedip müminlere emanet bırakmıştır. Bizim inancımızda vakıf malı, dokunulmazdır, dokunanı yakar; vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar.” Çünkü tarih, yıkım üzerine kurulmaz. İç öfkelerinin coşkusuna kapılarak çürük sözler edenlerin bıraktığı iğrenç lekeler de unutulmaz. Son günlerde sıkça görüldüğü gibi Atatürk’ü aşağılayıcı sözcüklerle küçük düşürmeye kalkanlar, çok iyi bilmelidir ki Atatürk, çağdışılığı tarihe gömüp, ulusunu esen kılan en şiddetli fırtınalardandır! ‘Tarih bilenler’ Bu değerbilmezlik ortamında, Latin alfabesinin kullanımına karşı çıkanlar, bir derginin kapağını Arap alfabesiyle yazıp “Hilafet için toparlanın” diyenler birden türeyiverdi... “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirme amacının bir yana itilip, dindarlığın öne çıkarıldığı bir eğitim ortamında yetişenden başka ne beklenir! Düşünce bilimsel yönüyle değerlidir; Osmanlı döneminden günümüze çağdaş Türkiye’nin tarihini inandırıcı kanıtlarla besleyen Prof. Dr. İlber Ortaylı, düşünce yoksunlarına gerçeğe vardıran yolu gösteriyor: “Kimsenin şüphesi olmasın; hukukunu müdafaa edemeyecek tarihi büyüklerimizin savunmasını tarihçiler ve tarih bilenler yapacaktır.” Melek Mosso turneye çıkıyor! Şarkıcı, müzisyen Melek Mosso’nun pandemi ile beraber ara verilen konser turnesi ağustos ayında başlıyor. Mosso, 1 Ağustos’ta Bodrum Mücver Restaurant’ta başlayacak konserler için 15 gün süren yoğun bir prova takvimi ile hazırlandı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle