17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR 13 23 TEMMUZ 2020 PERŞEMBE Ankara Film Festivali çevrimiçi olmayacak Yeşim Ustaoğlu Pandemi koşulları nedeniyle haziran ayında yapılması gereken Ankara Film Festivali, eylül başında sinema salonlarında seyirciyle buluşmaya hazırlanıyor Pandemi nedeniyle haziran başından 311 Eylül dönemine ertelenen Ankara Film Festivali, bu dönem düzenlenen festivallerin aksine ilk kez seyircili yapılacak. Jüriye de sinema salonunda seyrettirilecek filmler de pandemi dönemi için bir ilk oluyor. Festival sorumlusu, Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı Başkanı İrfan Demirkol’un verdiği bilgiye göre festival filmleri, Ankara seyircisine bütün sağlık önlemleri alınmış olarak üç ayrı kapalı salonda, yarım kapasite ile ve seans arala rı geniş verilerek gerçekleşecek. Ankara’da şimdiden heyecanı baş layan 31. Ankara Uluslararası Film Festivali Ulusal Uzun Film Yarışması finalistleri de belli oldu. TC Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenen film festivali kapsamında en iyi film ödülünü alan filme 50 bin TL, ilk filmlere verilen Mahmut Tali Öngören Özel Ödülü’nü kazanan filmde ise 10 bin TL ödül verilecek. Toplam 13 ödülün verileceği yarışmada en iyi filmlerin, yönetmenin, oyunculukların, senaryonun, görüntünün, özgün müziğin, sanat yönetiminin, kurgunun değerlendirileceği sinema filmlerinin uzun bir aradan sonra ilk kez Kızılay Büyülü Fener Sineması’nda, sinema salonlarında seyirciyle buluşacak olması ayrı bir ilgi uyandırdı. Yarışma filmlerinin jürisi, yönetmen Yeşim Ustaoğlu başkanlığında oyuncu Berkay Ateş, Tuğçe Altuğ, kurgucu Aylin Zoi Tinel ve sinema yazarı Uğur Vardan’dan oluşuyor. Pandemi koşullarında ulaşım zorluklarından ötürü yabancı konuk ve jüri Yarışma filmleri “Aşk, Büyü, vs.” Ümit Ünal, “Bilmemek” Leyla Yılmaz, “Ceviz Ağacı” Faysal Soysal, “Kovan” Eylem Kaftan, “Omar ve Biz” Maryna Er Gorbach ve Mehmet Bahadır Er, “Şair” Mehmet Emin Yıldırım, “Topal Şükran’ın Maceraları” Onur Ünlü, “Uzak Ülke” Erkan Yazıcı, “Uzun Zaman Önce” Cihan Sağlam. üyesi çağrılmadı. Festivalde ayrıca gençlere yöne lik proje geliştirme yarışması da ilk filmler için yapılacak ve bunun için desteği AB Türkiye Delegasyonu sağlayacak. ‘Hayaletler’ Venedik’te O hep sahnedeydi PEN ‘AYIN KİTABI’: “Küçük Kara Balıklar” (2013), “Sulukule Mon Amour” (2016) gibi ödüllü kısa filmleriyle tanınan yönetmen Azra Deniz Okyay’ın yazıp yönettiği “Hayaletler”in, dünya prömiyerini 77. Venedik Film Festivali’nde yapacağı açıklandı. Film, 212 Eylül tarihlerinde yapılacak festivalin Uluslararası Eleştirmenler Haftası (Venice International Film Critics’ Week) bölümünde gösterilecek. Aynı zamanda, “Geleceğin Aslanı Ödülü” için yarışacak. Yapımcılığını Dilek Aydın’ın üstlendiği, başrollerini Nalan Kuruçim, Dilayda Güneş, Beril Kayar ve Emrah Özdemir’in paylaştığı “Hayaletler”; tüm Türkiye’de saatlerce süren elektrik kesintisinin olduğu tek bir günde geçiyor ve o gün, İstanbul’un Sucular Mahallesi’nde yaşananları dört farklı karakterin birbirine geçen hikâyesi üzerinden anlatıyor. Selanik ve Doha destekli 2017’de Selanik Film Festivali’nin Crossroads platformunda en iyi senaryo ödülü ve jüri ödülünün ikisini birden kazanan “Hayaletler”, bu yıl da, İstanbul Film Festivali’nde Köprüde Buluşmalar’a seçilmiş, Katar merkezli Doha Film Enstitüsü’nün ilk ya da ikinci film projelerine verdiği destek programında post prodüksiyon fonunun sahibi olmuştu. Adalet Ağaoğlu ADALET AĞAOĞLU’NUN TÜM YAPITLARI PEN Türkiye Yazarlar Derneği’nden yapılan açıklamada, “Ayın Kitabı” olarak Adalet Ağaoğlu’nun yapıtları seçildi. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Bazı yapıtlar bazı tarihlerle, dönemlerle yaşıttır. Onlar yaşadıkça yapıtlar da yaşar. Hatta bazen o dönemler, kurumlar, yapılar yok olur, yapıtlar var olmayı, yaşamayı sürdürür. Cumhuriyet sözcüğünü görünce, nedense tüyleri diken diken olan ve Cumhuriyet romancısı, Cumhuriyet kadını, Cumhuriyet belleği gibi kavramların Adalet Ağaoğlu için söylenmesini ‘fiyasko’, ‘yanlış’, ‘ucuzluk’ ve ‘hazin’ sözcükleriyle niteleyenlerin anlayamadığı, anlamak istemediği şey budur. Cumhuriyet eleştiriyle var olur, cumhuriyet olur, demokrasiye kavuşur. Adalet Ağaoğlu’nun, özellikle ‘Ankara’nın Adalet’i’ olması da, başlıca iki kadın, Doçent Aysel ve Tezel karakterleri üzerinden Cumhuriyet serüvenine bakışları, eleştirileri, tartışma ve değerlendirmeleri nedeniyledir. Cumhuriyetin daha da Cumhuriyet olması, demokrasiyle güç, anlam ve bütünlük kazanması için yazan, çizen, çalışan, üreten her kadın, Cumhuriyet romancısıdır, Cumhuriyet kadınıdır, Cumhuriyet belleğidir. Behice Boran da, Sevgi Soysal da, Necmiye Alpay da, Adalet Ağaoğlu da. Cumhuriyet edebiyatımızı ‘Dar Zamanlar’da da yetkinliğe ulaştıran sevgili Adalet Ağaoğlu’nun roman, öykü, oyun, günlük, deneme, mektup, tüm yapıtlarını temmuz için ‘Ayın Kitabı’ seçtiğimizi bildirmekten onur duyarız.” Suna Pekuysal ve Zihni Göktay uzun yıllar sahnelenen “Lüküs Hayat” adlı oyunda birlikte. Suna Pekuysal, ölümünün 12. yılında anılıyor. Suna Pekuysal, tedavi gördüğü İstanbul Tıp Fakültesi’nde 22 Temmuz 2008’de yaşama veda etmişti. Asıl adı “Suna Belener” olan sanatçı, 75 yıllık yaşamının 50 yılında sahnenin tozunu yuttu, 250’den fazla oyunda ve 100’e yakın sinema filminde başrol ve yan rollerde oynadı. İstanbul Şehir Tiyatroları’nda 1984’te sahnelenen, Ekrem Reşit Rey’in 1933’te kaleme aldığı, Cemal Reşit Rey’in bestelerini yaptığı ve Haldun Dormen’in sahneye koyduğu “Lüküs Hayat” operetinde 14 yıl Zihni Göktay ile aynı sahneyi paylaştı. Sanatçı, oyundaki rolüyle 1986 Sanat Kurumu ve 1987 İsmail Dümbüllü ödüllerini kazandı. Lüküs Hayat bittikten sonra 24 Ekim 1998’de emekli edilen Pekuysal, sanatçılıktan emekli olunamayacağını her fırsatta tekrarlayarak “Sahne bağışlamaz hiç. Sahne, özveri, hürmet ister. Oldum demek, öldüm demektir. Bitmek demektir” yorumunu yapmıştı. Eser Uluslararası telif birlikleri ile yapılan işbirliği sonucunda, sahiplerine Türkiye’de yayımlanan ilimedebiyat eserlerinin yurtdışından elde telif edilen telif gelirleri ilk kez YAYBİR tarafından dağıtılıyor. Salgın doladesteği yısıyla sıkıntılı günler geçiren yayıncılara katkı sağlayacağı düşü nülen ödemeler, başka ülkelerden elde edilen telif bedellerini içeriyor. Uluslararası Çoğaltım Hakları Kuruluşları Federasyonu (IFRRO) üyesi olan İngiliz telif hakları kuruluşu CLA ile YAYBİR arasındaki ikili anlaşmadan doğan ve meslek birliğine aktarılan telif bedellerinin hak sahiplerine ulaştırılabilmesi için çalışmalar tamamlandı. YAYBİR, hak sahiplerinin başvuru sonucu telif bedellerini alabileceklerini kamuoyuna duyurdu. Başvuru ve bilgi için: http://www.yaybir.org.tr/ ithalbandrol/yabancitelifbedelleridagitimi/469 Basında sansürün kaldırılmasının 112. ve Lozan Zaferi’nin 97. yıldönümü... Dönem İstanbul Milletvekilliği yapmış, II. Abdülhamit döneminde sansürden canı çok yanmış bir Geçmişte TGC, 24 Temmuz’u, gazeteci, yazar. 150’ye yakın kitabı “Gazeteciler Bayramı” olarak var. Sansürden canının çok sıkıldığı kutluyordu. Günümüzde ise bir gün kalkıp sansür memuruna “Sansürle Mücadele Günü” olarak gitmiş. Aralarında şöyle bir tarihe not düşülüyor. Çünkü basın konuşma geçmiş: Yarın 24 Temmuz... özgür değil. Oysa anayasamızın 28. maddesi “Basın hürdür, sansür “Biz, dedim, yazdığımız yazılarda zatıâlinizin çizeceğini bildiğimiz edilemez” diyor. Basın özgürlüğü, günümüzde yalnızca basınla da sınırlı kalmıyor. Ahmet Rasim sansürden kelimeleri kullanmıyoruz. Biliyoruz ki vatan, millet, hürriyet, ihtilal, bıkmıştı cinnet, mecnun, yıldız, intihar, zehir İletişim özgürlüğü, medya Sansür deyince elbette II. vs. gibi birçok kelimeler yazılmaz. özgürlüğü, sosyal medya özgürlüğü Abdülhamit akla geliyor. Geçen Fakat sansürden gelen provalarda doğal olarak basın özgürlüğü günlerde Emre Kongar’ın Fatmagül her seferinde, başka başka kelimeler kapsamında yer alıyor. Bu nedenle Demirel’in kitabından aktardığı gibi cümleler görüyoruz ki çizmişsiniz. sansür de başka alanlara hızla II. Abdülhamit, 132 farklı kitaptan Bazen yarım sütunu, bir sütunu yayılıyor. Örneğin işsizlik konusunda 29 bin 681 kitabı yaktıran bir sultan kaldırıyorsunuz. Bunların ne gibi şeyler TÜİK’in verdiği bilgiyle DİSK’in aynı zamanda. İşte onun saltanatında ve ne türlü fikirler ve manalar olduğunu verdiği bilgi arasındaki fark, TÜİK’in gazeteler, basılmadan önce sultanın lütfedip söyleseniz de boş yere verdiği bilgilerin sansüründen ortaya sansür memuruna götürülürdü, onlar yazmasak ve sizi de yormasak.” çıkıyor. Benzer örnekler çok. denetler, beğenmediklerini çizer, kalan “Onu ben de bilmem. Yalnız Şimdi sırada sosyal medyayı, biçimiyle gazete basılırdı. size şu kadarını söyleyeyim ki, siz internet özgürlüğünü kısma, İstanbul Hıfzı Topuz Türk Basın Tarihi anlayınız. Siz hangi yazınızı en çok Sözleşmesi’ni iptal etme sansürü (Remzi Kitabevi, 2003) adlı kitabında beğenerek yazarsanız, ‘Oh ne güzel var. Ahmet Rasim’in sansürle ilgili bir oldu’ derseniz, benim onu çizeceğimi Yani sansür yalnızca basınla sınırlı anısını aktarıyor. biliniz…” (s. 57) değil. Dolayısıyla bugün karşımızda Ahmet Rasim ki (1865 1932), bir sansür memuru değil, belki mutlakiyet, meşrutiyet ve Günümüzün sansürü onlarca, yüzlerce sansür memuru Cumhuriyet dönemlerini yaşamış, Geçmişteki sansürün bin benzeri bulunuyor. Gerçeğe ulaşmak yaşamını gazeteciliğe adamış, günümüzde yapılıyor. Gazetecilik, zorlaşıyor. Cumhuriyet döneminde IV. ve V. onurlu bir meslektir, kamu görevidir. Ama işine gelmeyen haberleri yazan, yayımlayan gazetecileri, gazeteleri cezalandırmaya çalışmak, nasıl bir adalettir? BİK yoluyla gazetelerin ilan hakkını kesmek, RTÜK’le televizyonlara kapatma cezaları vermek, sansür değil mi? Kalemini satmayan, yandaş olmayan, boyun eğmeyen, gerçeği yazan gazeteciler, neden baskı altında tutuluyor? Sanıyorlar ki hak hukuk adalet, Türkiye Cumhuriyeti’nin değerleri altüst olurken bu değerler korunmayacak, bunlar konuşulmayacak, gizli kalacak, yazılmayacak... Sanıyorlar ki katil, hırsız, arsız, namussuz infaz yasasıyla serbest kalırken, düşüncesini yazan, gerçeği yazan, doğruları yazan aydınlar, gazeteciler, hukuk savaşımını bırakacak, boyun eğecek, susacak, korkacak... Yarın 24 Temmuz... 24 Temmuz aynı zamanda Lozan Zaferi’nin, Türkiye’nin tapu senedi Lozan Barış Antlaşması’nın da 97. yıldönümüdür. O zaman bir an önce 24 Temmuz, yine Gazeteciler Bayramı olarak kutlanmalı, tutuklu gazeteciler özgürlüğüne, işsiz gazeteciler işlerine kavuşmalı. Çünkü basını özgür olmayan ülkeler de özgür değildir. Üstelik anayasamız “Basın hürdür, sansür edilemez” diyor! Vahşetin ‘milli ve yerlisi’ var! Kadın haklarının milli ve yerlisi olmaz! Önce döverek bayıltmış, yetinmeyip elleriyle boğmuş, sonra çöp bidonuna sokup yakmaya çalışmış, başaramayınca üzerine beton dökmüş... Bunları yaparken gücünden, ahlakından, dininden, milletinden, yerliliğinden, hele hele erkekliğinden hiç kuşku duymayan, insan demeye dilimin varmadığı Cemal Metin Avcı adlı mahluk, ileride pişman olduğunu söyleyip duruşmalardaki iyi hali nedeniyle indirimden yararlanıp kısa sürede yeniden aramıza karışacaktır. Eyyy kadın erkek eşitliğini yeterince milli ve yerli bulmayan ahmaklar, hainler, gericiler, tarikat üyeleri! Ey Müslüman geçinen ama dine hakaret eden yobazlar, ey dini sömürerek üç beş oy peşinde koşan siyasetçiler!!! Bu vahşet sizce yeterince yerli ve milli midir! Tatmin oldunuz mu! Bu vahşet yeterince geleneklerimize, örf ve âdetlerimize, “kültürümüze” uygun mudur! Münasip midir! Her geçen gün kadına şiddet, kadınların yakınlarındaki erkek tarafından öldürülmesi tekil bir olay değildir! Politiktir! İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayın! Türkiye’deki kadın hareketinin çok önemli katkılarıyla 2001 yılında imzaya açılan ilk uluslararası sözleşmedir İstanbul Sözleşmesi. Bu sözleşme “toplumsal cinsiyeti” tanımlar. Kadına yönelik şiddeti önlemek için yol, yordam, yöntem gösterir... Ne zaman ki hükümetler bu yol yordama uyar, kadına vahşet azalır, ne zaman ki yok sayılır, vahşet artar! (Bakın tüm istatistiklere, bu söylediğim doğrulanacaktır.) Bu uluslararası sözleşmenin adı İstanbul Sözleşmesi’dir, çünkü İstanbul’daki Avrupa Konseyi Toplantısı’nda imzaya açıldı. Ve çünkü bizim yani Türkiye’nin gerçekleriyle, verileriyle hazırlandı. Yani “dışarıdan” (hani “bize düşman, bizi yıkmak isteyen, ne idüğü belirsiz dış güçlerden”!) almadık! TBMM’de tüm partilerin onayıyla kabul edildi. Altında dönemin başbakanı Erdoğan’ın imzası var! (O zamanlar tüm AKP’liler de bayıldı!) Avrupa Konseyi’nde başta Türkiye olmak üzere 40 kadar ülke imzaladı. Şimdi nicedir, tarikatlar ve gerici basın efendim “yeterince milli ve yerel değil” diye “oyuna geldik, aldatıldık istemezük” naraları atmakta! İstanbul Sözleşmesi’nden çıkalım diye müthiş bir propaganda saldırısına girişildi! (İmzamızı geri çekelim diyenlere bir anket yapılmış: Sözleşmenin ne olduğunu bilen sadece yüzde 8 çıkmış. Gerisi “hükümete karşı” sanıyor. “Kanal İstanbul’la ilgili” diyen bile var...) Hepsi bir bütün Gericiler, tarikatçılar yalan söylemekten vazgeçmiyor. Yok efendim bu sözleşme aileyi parçalarmış, yok efendim eşcinselliği teşvik edermiş! Yalan! Gerçek olan ise şu: Bugün İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olanlar, kadın erkek eşitliğine; kadının birey olma hakkına karşı olanlardır! Ve ayrımcılığı körüklerken vahşeti yeniden yeniden üretenlerdir. İstanbul Sözleşmesi’ne bağlı olarak ya da bağımsız olarak: Bu vahşeti onaylayanlar: Kadın ve kadın bedeni üzerinde mülkiyet hakkı olduğuna inanan gafillerdir, gericilerdir! Onları destekleyen siyasetlerdir. Medeni Hukuk’la kazanılan hakları yok etmeye çalışanlardır. Kadınların miras ve mülkiyet hakkını geri almak istediklerindendir öfkeleri. Kadına karşı ayrımcılığı sürdürmekten yana olanların çabasıdır bu vahşet. En açık seçik şöyle ifade edebilirim: Kadın hakları, insan haklarıdır. Tıpkı adalet gibi; yaşama hakkı, çalışma hakkı, sevme hakkı, birey olma hakkı gibi evrensel haklardır. Ahlaklı olmak ya da olmamakla ilgilidir! Vicdan gibi, ahlak gibi, kadın haklarının da “milli ve yerlisi” olmaz! Bunlar evrensel değerlerdir! Ama görülen o ki RTÜK kararlarından ölüm oruncundaki avukatlara, hapse tıkılan gazetecilerden kapatılan, yok edilen gazete ve gazetecilere, ayar vermeye çalışılan sosyal medyadan örgütlenme yasaklarına, kayyım atamalarından protesto hakkını kullanan kadınlara yönelen polis şiddetine... Hükümetin söylemleri ve icraatlarıyla, milli ve yerli vahşetin doruklarına hızla ulaşmaktayız! Ücretsiz arabalı sinema etkinliği İstanbul Bakırköy’de yer alan Marmara Forum Alışveriş Merkezi, 25 Temmuz’da (19.00) arabalı sinema etkinliği yapacak. Etkinlikte “Aquaman” filmi ücretsiz gösterilecek. 9 bin metrekare alandaki etkinlikte, 100 metrekarelik dev LED ekranda filmin gösterileceği açıklandı. Etkinlikte, sağlık çalışanlarına da özel bir kontenjan ayrılacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle