19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 13 25 HAZİRAN 2020 PERŞEMBE Merkezine güncel sanatı alan, basılı ve online kültür sanat dergisi ArtDog İstanbul’un ‘Nefes Alamıyoruz’ başlıklı, özel dijital sayısı çıktı ‘Nefes Alamıyoruz’ ArtDog İstanbul, basılı ve dijital çağdaş sanat dergisi... Merkezine güncel sanatı alan ArtDog İstanbul özel dijital sayısında “Nefes Alamıyoruz” diyor. Hangimiz nefes alabiliyoruz ki... Bir bilinmezliğe sürüklendiğimiz bu ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK ÇÜNKÜ: dönemde nasıl bir dünyada yas¸ayacagˆız bilmiyoruz. Tek bildigˆimiz yine kültür ve sanat sayesinde nefes alabilecegˆimiz. Derginin son sayısı, ücretsiz ve çevrimiçi. İki ayda bir yayımlanan basılı sayının dışında her gün güncellenen bir web sayfasıyla birlikte Facebook, Twitter ve Instagram kanalları mevcut. ArtDog İstanbul’un sloganı, “Contemporary Deductions” yani “Güncel Çıkarımlar” aslında bu anlayışı ortaya koyuyor. Derginin en dikkat çeken sayısı ise ikinci sayısı. Türkiye’de hiçbir yayında yer almayan bir konuyu kapağa taşıyan ArtDog İstanbul ekibi, “Türkiye’ye Kültürel Boykot” başlığı ile çıktı. Konusu ise çarpıcı. Dünyada tanınan ve aralarında Noam Chomksy gibi isimlerin yer aldığı yüzlerce akademisyen, yazar ve sanatçı, Türk devleti tarafından desteklenen her türlü kültürel ve akademik aktiviteyi boykot etme çağrısı yaptıkları bir bildiriye imza attılar. ArtDog İstanbul’u, derginin İstanbul Genel Yayın Yönetmeni ve kurucu ortağı Şebnem Kırmacı ile konuştuk. ya dahil tüm ülkenin virüs dönemiyle bir gündeminde baş sırala likte iki önemli geliş ra oturması gereken bir me oldu. Dergiye ba içeriğe sahipken kısa ha şından beri katkıda ber olarak bile yer alma bulunan iki tecrübe dı... Üzerine tartışılma li gazeteci Ceren Çıp sı gereken bir konu fark lak Drillat ve Özge edilmedi bile ve hâlâ bu Tabak ekibe katıldı. na şaşırdığımı söyleme Ekip derken yayın yö liyim…... “Kıyamet” baş netmeni olarak ben, lıklı sayı, iklim krizine, Ceren ve Özge çekir “Kadın” temalı sayıda dek yazıişleri kadro eşitsizlik üzerinden ka suyuz. dın sanatçının durumu Pandemi dönemin na bakıyordu. de malum dijital dö ArtDog İstanbul ola nüşümler tüm sek rak, kendi gündemimizi yaratıyoruz, çıkarımlar yapıyoruz. Bize sunulanı ArtDog İstanbul, özel dijital son sayısında “Nefes Alamıyoruz” diyor. törlerin önceliği oldu. Biz de hemen hedefimizi belirledik ve di değil, sis içinde saklana jital dünyanın algo nı bulup çıkarıyoruz. Bir arşiv oluşturup ritmalarına hâkim olmak amaçlı online zamanı kayıt altına alıyoruz. eğitimler aldık. Bu yeni dili öğrenmeye Arşiv niteliğinde n ArtDog İstanbul’un içeriğinden ve kavramaya başladık. Ancak geleneksel medya ve yeni medya arasındaki bağı koparmadan ilerliyoruz. Pandemi döne ‘Türkiye’ye kültürel boykot' n ArtDog İstanbul’u kendi alanında diğer yayınlardan farklı kılan nedir? Bir vizyon farkı var. Biz, bize sunulanı değil, kendi arayıp “çıkarttığımızı” kendi bakış açısıyla ortaya koyan bir yayınız. Kendi rüzgârımızdayız, rüzgârlar bizi savurmuyor demek istiyorum. Bienalle eşzamanlı çıkarttığımız ilk sayıda, Türkiye’nin bahseder misiniz? ArtDog İstanbul, merkezine güncel sa natı alan, ama bunun dışında sinema, tiyatro, edebiyat, müzik, tasarım, mimari ve moda gibi kültür sanatın diğer dallarını da kapsayan bir yayın. Instagram sayfamızı adeta ayrı bir sanat yayını gibi gündeme göre, güncel sanatçıların işlerini yansıtan daha renkli bir alan olarak kullanıyoruz. YouTube’da da video söyleşiler yaparak adım adım bir arşiv oluşturmaya başladık. ArtDog İstanbul, haberler özellikle dosya haber minde web sayfası ve sosyal medya hesaplarımız üzerinden her gün çılgın bir tempoda Türkiye ve dünyadan haberler verdik. Bir taraftan da çok kapsamlı dosya konularıyla bir pandemi sayısı hazırlamaya başladık. Sanatçılardan galericilere, sanat kurumlarının temsilcilerinden müzayedelere ve piyasanın dinamiklerine kadar pandeminin güncel sanata etkisini her alanda inceledik. Sadece güncel sanat değil, salgının tiyatro, sinema, edebiyat, tasarım, moda ve mimariye nasıl bir etkisi olduğuna baktık. Freyja Sewell... n Başka sanat alanlarına da bu süreçte değindiniz. Evet, salgınla beraber yepyeni bir dünyaya adım attık. Önemli olan bunu yayı İstanbul başta ol ler, makaleler, köşe yazı na yansıtmaktı. Öyle bir eşikteyiz ki bu mak üzere yepyeni bir kültür sanat dalgasının içi Derginin en dikkat çeken sayısı ise ikinci sayısı. ArtDog “Türkiye’ye Kültürel Boykot” başlığı ile çıktı. ları, eleştiriler ve söyleşilerle Türkiye’de ve dünyada kültür sanat alanında tarihsel süreci, kültür sanat boyutuyla birlikte keşfetmek çok ciddi bir sorumluluğu da beraberinde getirdi ve bu so ne girmek üzere ol neler olup bittiğinin kay rumluluğu yerine getirdiğimizi düşünü duğu tespitini yaptık. “Türkiye’ye Kül dını tutan bir yayın. ArtDog zaten bu bi yorum. Özel dijital sayı, çok kapsamlı bir türel Boykot” başlıklı ikinci sayımızda, linçle ortaya çıktı: Arşiv oluşturmak... arşiv niteliğinde hazırlandı. Türkiye’de hiçbir yayının haber bile yap Evrensel olmak önemli, bu yüzden iki Sosyal medyada, yeni sayımız olan madığı bir konuyu kapağa taşıdık. Yüz dilde (Türkçeİngilizce) yayın yapıyoruz. pandemi sayısının kapağı oldukça il lerce akademisyen, yazar ve sanatçı, Batı’dan Türkiye’ye akan tek taraflı bir bil gi gördü. Kapakta yer alan maskeli ka Türk devleti tarafından destek gi akışı var, ancak Türkiye’den Batı’ya gi dın görseli, Londralı Freyja Sewell adlı lenen her türlü kültürel ve den bir bilgi akışı yok. Biz bunu yapmayı bir tasarımcıya ait. Bu görselle birlikte akademik aktiviteyi boy hedefledik ve yavaş ama emin adımlarla “Nefes Alamıyoruz” başlığını attık. As kot etme çağrısı yap varmak istediğimiz duraklardan biri bu. lında “Nefes Alamıyoruz” başlığı sade tıkları bir bildiriye im n Bu koronavirüs zamanlarında ne ce Floyd’un ölümüne değil, koronavi za attılar. Kapağa ta ler ve nasıl ürettiniz? rüs salgınıyla beraber iyice hissedilen, şıdığımız bu mesele, Martnisan sayımızı yeni çıkarmış dünyanın içinde bulunduğu içler acısı bence ana akım med tık ki pandemi gündeme oturdu. Korona duruma bir gönderme. Şebnem Kırmacı Sağlam ve bağımsız... Şebnem Kırmacı, 2000’lerin başından beri kültür sanat dalında gazetecilik/dergicilik yapıyor. Ayrıca Harpers Bazaar’da sekiz sene konu editörlüğü yapmış dolayısıyla moda ve kültürsanat olmak üzere çoklu disipline sahip. Londra’da medya üzerine yüksek lisans yaparken aklında hep aynı şey varmış: Bir gün kendi yayınını kurmak ya da hayalindeki gibi bir yayın yapmak... Kırmacı, “Kültür sanat yayınları, genellikle, prestij amaçlı olarak çıkıyor ve sanat kurumları tarafından sunulan basın bülteni metinleriyle ilerliyor. Böyle bir sistem mevcut. Halbuki bir yayın kendi gündemini oluşturmalı, neyin önemli olup olmadığını ortaya koymalı. En önemlisi bir referans olmalı! Sorgulamalı ve kendi gündemini yaratmalı” diyor. Ve bir yayının içerik olarak sağlam olması için olabildiğince bağımsız olması gerektiğinin altını çiziyor. Eski düzenin sonuna geldiğimizi hissettiğini de söyleyen Kırmacı, “Bir yazarın/bir gazetecinin içeriği her şeyin üstünde tutarak bir adım atması gerekiyordu” diyor. Bu düşünceyle, 2019’da yılında, yirmi yıllık tecrübesiyle, aklındaki dergiyi ortaya koyabilmiş Kırmacı. Ancak bunu finanse edecek durumu yokmuş. Bu noktada, ODTÜ fizik mezunu genç bir girişimci Buğra Kaya devreye giriyor. Kaya’nın İstanbul’da 10 senedir başarıyla yürüttüğü bir event şirketi var. Başta çok şaşırdığını söyleyen Kırmacı, Türkiye gibi bir yerde bir kültür sanat yayınına maddi yatırım yapmanın pek akıl işi olmadığını ama Kaya’nın bu işe güvendiğini ve ortaklık yaparak dergiyi çıkardıklarını belirtiyor. Özlem Ece İKSV’nin projesine UNESCO desteği İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), kültür politikaları çalışmaları kapsamında hazırlanan “Kültür Hattı” başlıklı projeyle, UNESCO’dan Kültürel Çeşitlilik Uluslararası Fonu’nu almaya hak kazandı. İKSV’den ya pılan açıklamada, “Kültür Hattı” projesinin, 60 ülkeden gelen 480 proje başvuru arasından bağımsız uzmanlar tarafından seçilen 9 projeden biri olduğu belirtildi. Projenin Türkiye’deki kültür profesyonellerinin gelişimine destek olmayı hedeflediği vurgulandı. Proje, temmuz ayında başla yacak ve iki yıl sürecek. Sonrasında yetkililere sunulmak üzere bir rapor hazırla nacak. Gazetemize konuşan İKSV Kültür Politikaları Çalışmaları Direktörü Özlem Ece projeyi ve faydalarını şu sözlerle anlattı: “UNESCO’nun 2005 Sözleşmesi, sürdürülebilir kültür yönetimi sistemlerinin desteklenmesi, sanatçıların ve kültür profesyonellerinin hareketliliğinin artırılması, kültürün sürdürülebilir kalkınmaya entegre edilmesi gibi çok önemli amaçlara sahip. Türkiye’nin 2018 yılı itibarıyla sözleşmeye resmen taraf olması, ülkemizde kültür politikalarının gelişimi açısından büyük önem taşıyor. Bu bağlamda, Türkiye’de sözleşme kapsamındaki bu destek programından yararlanacak ilk kültür kurumu ol maktan mutluluk duyuyoruz. Hazırladığımız projenin ülkemizde yara tıcı sektör profesyonellerinin gelişimi açısından önemli fırsatlar yaratacağına inanıyoruz, özellikle de alan pandemi nedeniyle zor dönemler geçirirken... Türkiye’nin her yerinden kültür profesyonelleri için ihtiyaçlar doğrultusunda tasarlayacağımız eğitim programı, kamu ve sivil toplum aktörleri arasında yeni hatlar oluşturmada rol oynayacak. Kurulacak dijital platform ile alandaki bilgi birikimini daha da geniş kitlelerle paylaşmak mümkün olacak ve sözleşmenin yaratıcı sektör temsilcileri tarafından bilinirliğinin artması sağlanacak.” Hemen söylemek isterim, Cahit Külebi (19171997), yeni şiirin yapıtaşlarını döşeyen şairlerimizdendir; “Anadolu’nun türküsünü söyleyen bir şairim” dedi, “halkçı şiirler” yazdı. Yirmili yaşlarda yazdığı şiirleri bile bugün dili, estetiği ve duygusuyla canlılığını koruyor, coşkuyla okunuyor. Şiire ilk adım İlk şiirlerini öğrencisi olduğu Sivas Erkek Lisesi’nin Ahmet Kutsi Tecer’in yönettiği Toplantı adlı dergisinde, daha sonra Yücel dergisinde “Sivas Erkek LisesiAhmet” imzasıyla yayımladı (1935). Sonra yükseköğrenim için geldiği İstanbul’da da Mahmut Cahit ve Nazmi Cahit imzalarıyla Gençlik dergisinde çıktı (Haziran ve Temmuz 1938). Varlık ve Sokak dergilerinde Cahit Erencan imzasını kullanan Külebi, daha sonra İnsan, Yaratış, Türk Dili, Kültür Dünyası, Söz ve Hisar dergilerinde yazdı, “Külebi” soyadını aldı, Cahit Külebi imzasını benimsedi. Türk Dili dergisinin yöneticilerindendi, 19401950 yıllarını kapsayan Yeni Şiir akımında kendine özel bir yer edindi. Külebi, şair olarak önce Sivas Lisesi’nde edebiyat öğretmeni, hecenin büyük ustası Ahmet Kutsi Tecer’i tanıdı. Sonra kendi kuşağından Orhan Veli, Ceyhun Atuf Kansu, Behçet Necati Anadolu’nun türküsünü söyleyen şairdi gil ve Sabahattin Kudret Aksal gibi yeni şiiri benimseyen ustalarla arkadaş oldu, o da kendi şiirini oluşturdu. Öğretmenlik, müfettişlik yaptı Tokat Zile’de doğdu, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Antalya ve Ankara’da edebiyat öğretmenliği, MEB müfettişliği (19561960) yaptı. Kültür ataşesi ve öğrenci müfettişi olarak İsviçre’de bulundu (19601964). İki yıl kadar Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı (197071) ve yeniden MEB’de başmüfettiş olarak çalıştı (19711973), emekli oldu. TDK genel yazmanlığı (Ekim 1976Haziran 1983) yaptı, Türkçenin geliştirilmesi, yalınlaştırılması için çalıştı. TDK’nin yapı değiştirmesi sonrası kurumdan ayrıldı. Kısa bir dönem siyasete girdi, 1983’te SODEP ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin kuruluşunda yer aldı. Amacı, Atatürk’ün kurduğu TDK’yi siyaset alanında da savunmaktı. Ne var ki küçük oğlu Ahmet’i 1991’de, eşi Süheyla Hanım’ı ise 1993’te kaybetti. Son yıllarını bu ölümlere duyduğu acılar ve üzüntülerle geçirdi. Ankara’da yaşama gözlerini yumdu. Ertesi yıl, evi müze yapıldı. Oğlu Ali Külebi, babasıyla annesinin Niksar’a gömülme isteğini, 2010 yılında Niksar’da yapılan anıtmezarla gerçekleştirdi. Atatürk Oratoryosu Cahit Külebi, şiir serüvenini şöyle açıkladı: “Ben hep yaşamdan yola çıktım. Bunun içindir ki, hadi övünelim, Anadolu’nun türküsünü ilk kez başkalarından ayrı bir biçimde söyledim. Gerçekleri anlattım.” (...) “Benim şiirim halkçıdır... Ben halkçı bir şairim.” Öte yandan Külebi’nin unutulmaz yapıtlarından Atatürk Kurtuluş Savaşında adlı şiiri Nevit Kodallı tarafından Atatürk Oratoryosu olarak bestelendi. Gururla seslendiriliyor. Kim unutabilir ki onun “Hikâye”sini: “Senin dudakların pembe/Ellerin beyaz,/ Al tut ellerimi bebek/Tut biraz!//Benim doğduğum köylerde/Ceviz ağaçları yoktu,/Ben bu yüzden serinliğe hasretim/Okşa biraz!//... Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!/Benim doğduğum köyler de güzeldi,/Sen de anlat doğduğun yerleri,/Anlat biraz!//” “Şiir Her Zaman” diyen Cahit Külebi, şiirlerinde hep gerçeği yazdığını, bir tablo gibi yansıttığını “İçi Sevda Dolu Yolculuk”ta anlatıyor. İlk kitabı Adamın Biri 1946’da çıksa da zamanla öteki kitapları da Bütün Şiirleri adıyla bu kitapta toplandı. Son olarak 2006’dan beri Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanıyor. Külebi, yalnızca Anadolu’yu değil, Paris’i de anlattı: “Paris deyince aklıma/Boğuk sesli bir kadın gelir./Şarkı söy ler uykusuzluğa/Göğsü bir iner bir yükse lir./İçi sıkılır müşterilerin/Yine de hepsi kadını dinler,/Vefasızlık üstüne bir şarkı/Olur mu kalkıp gitsinler/.../Bu kadın durmadan sabaha kadar/Aşk ile şarkısını söyler,/Ben gitmedim ama Paris’e/Gidenler gördüler.” Unutulmaz şairlerimizden biridir Cahit Külebi. Aramızdan ayrılışının 23. yıldönümünde sevgi, saygı, özlemle anıyorum. Gazetecilik yargılanırken Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç, Eren Ekinci, Erk Acarer, Murat Ağırel, Ferhat Çelik ve Aydın Keser... Onlar tam da şu satırları yazmakta olduğum sırada Çağlayan’dalar. Adaleti olmayan bir ülkenin, adını olsa olsa Saray diktasının emellerinden alan, sözüm ona “Adalet Sarayındalar”... Şu anda ben önümdeki klavyenin tuşlarına, gözümün önünde titreşen harflere basarken, onlar 100 küsur gün sonra ilk kez yargıç karşısına çıkıyorlar. Aylardır hukuk dışı yöntemlerle tutuklular. Mantıkdışı, ahlakdışı, meslek etiği dışı, vicdan dışı suçlamalarla tutuklular. Haklarında kurulan kumpas davalarla tutuklular... İçeridekiler de, dışarıdakiler de herkes biliyor ki yargılananlar onlar değil. Yargılanan habercilik, gazetecilik! Yargılanan haber alma özgürlüğü. Yargılanan düşünce ve ifade özgürlüğü. Yargılanan muhalefet etmek. Yargılanan yanlış politikalar. Yargılanan demokratik haklar! Tıpkı Türkiye coğrafyasının her köşesinden harekete geçen, Ankara’ya Anıtkabir’e yürüyen baro başkanları gibi... Onların da yürüyüşü, çöken bir hukuk sistemini ayağa kaldırma azmiydi. Hiç kuşkum yok, yaşadığımız, yaşamakta olduğumuz bütün bu rezillikler, ahlaksızlıklar günün birinde demokratik bir sisteme kavuştuğumuzda hukuk fakültelerinde ders olarak okutulacak. Mesleğe saygısı olmayanlar, kişisel çıkarları için yapılan yanlışlara, baskılara, zulme gözlerini kapayanlar da tarihin çöplüğünde yerlerini alacak, lanetle anılacaklar. Meslek, hiç fark etmiyor. Gazetecilik, hakhukukadaletle ilgili ya da herhangi bir alanda olsun inanın hiç fark etmiyor. O güne dek mücadeleye devam... Osman Kavala için opera (Meslektaşlarımın akıbetini bilmeden bu yazıyı bitirip gazeteye yollamalıyım... Canım arkadaşım Yazgülü, ha bire burası kültür ve sanat sayfası diye hatırlatıyor. Buyurun size sanatsal ve kültürel bir haber:) İngiltere’nin önemli gösteri sanatları topluluklarından olan “Opera Circus” Topluluğu, 3 yıldır hapiste tutulan Osman Kavala’nın durumuna dikkatleri çekmek için bir miniopera hazırladı. Korona nedeniyle elbet dijital ortamda. Malum, Osman Kavala önce Gezi olayları, sonra (çevir kazı yanmasın) FETÖ’cü darbe planlamacısı olarak hapiste tutuluyor. Osman Kavala’nın bilgisi dışında hazırlanan opera 11 dakikalık. “Osman Bey and the Snails” (Osman Bey ve Salyangozları) adını taşıyor. Besteci Nigel Osborne ve kalabalık ekibi, çağdaş atonal müzikleriyle tanınıyor. Dört ülkeden sanatçılar bu performansa müzikleri ve sesleriyle katılıyor. Operanın konusu, 1000 günü aşkın tek başına hapiste tecritte tutulan bir adam, bir tabak salata, yalnızlık ve iki salyangoz etrafında dönüyor. Özetle Osman Kavala, hücresinde salatasında iki salyangozu, tabakta bıraktıkları izi takip edip bulunca çok seviniyor. İki salyangozu evlat ediniyor, sahipleniyor, yalnızlığı sona eriyor... Besteci, “Çağdaş klasik bir eser” diye tanımladığı operanın Osman Kavala’ya bir armağan olduğunu söylüyor. “Kültürler arası kurduğu köprüler için teşekkür etmek istedik” diyor. Zaten o nedenle de Anadolu ve Balkan müzik geleneklerinden, Türk, Ermeni, Rum, Kürt ezgilerinden yararlanmışlar. Videonun sonunda Osman Kavala’nın gülen yüzünü ve arkadaşlarının eklediği şu notu görüyoruz: “Tamamlanıncaya kadar Osman’ın bu operadan haberi yoktu. Filmi görmedi, ama sözlü anlatımdan yola çıkarak şu önemli gözlemi iletmemizi istedi: ‘Salyangozların sözlerini gerçekçi buldum, ama cezaevindeki koşullarımın tasviri konusunda aynı şeyi söyleyemem. Buradaki gardiyanlar ve diğer çalışanların sözleri ve davranışları daima nazik ve kibar.’ ” İşte Osman Kavala farkı. Kişiliği, duyarlılığı, özgünlüğü... Müzik değilse de, bu son notla yine gözyaşlarıma hâkim olamadım! Filmi https://vimeo.com/430518049 adresinde ya da herhangi bir arama motoruna orijinal, yukarıdaki İngilizce adını yazarak bulabilir, izleyebilirsiniz. ÇIÇEKLER KLASIK MÜZIK ‘DINLEDI’ Koronavirüs salgını nedeniyle aylardır kapalı olan Barselona’daki Gran Teatre del Liceu Opera Binası 22 Haziran’da çiçeklere verilen konserle açıldı. Seyircisiz yapılan konserde, koltukların tümüne bitkiler yerleştirilince ortaya “gerçeküstü” bir görüntü ortaya çıktı. Konserde UceLi Quartet, Puccini’nin “Crisantemi (Kasımpatı)” bestesini seslendirdi. Bitkilerin daha sonra sağlık çalışanlarına hediye edildiği öğrenildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle