28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 1 MAYIS 2020 Çevrimiçi EKMORLUAKHISA 1u İşçi Filmleri Festivali Mayıs İşçi Bayramı’nda başlayan 15. İşçi Filmleri Festivali’nde (20.00’den itibaren YouTube kanalından canlı izlenebilir) 2 Mayıs’ta Tunç Okan filmleri izleyiciyle buluşacak. Okan’la söyleşi yapılacak. u Belgesel atölyesi 8 Mayıs’a dek sürecek İşçi Filmleri Festivali’nde “Kaza Değil Cinayet” filminin yönetmeni Fatih Pınar ile atölye yapılacak. Belgeselin değişen hallerine dair atölye 5 Mayıs Pazar saat 15.00’te başlıyor. u Caz bu yıl çevrimiçi 2 4 .Ankara Caz Festivali bu yıl online düzenleniyor. 9 Mayıs’a kadar sürecek olan ve YouTube’daki Jazz Society of TurkeyCaz Derneği kanalından sanatseverlerle buluşacak. u Her Temas Bir İz Bırakır K rank Art Gallery’nin online karma sergisi 11 sanatçının işlerini bir araya getiriyor. 28 Nisan’da başlayan sergideki bazı isimler: Sena Başöz, Eda Gecikmez, Roman Uranjek, Güneş Terkol. u Ustalardan Nâzım’a U NESCO tarafından “Nâzım Hikmet Yılı” ilan edilen 2002 yılında, Rumeli Hisarı’nın büyüleyici atmosferinde gerçekleşen “Nâzım’a Armağan” oyununun kaydı İKSV YouTube kanalında erişime açıldı. u Kadınların festivali U çan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin 23.sü 7 Mayıs’ta başlıyor. Çevrimiçi olarak “sınırsız, limitsiz ve biletsiz” düzenlenen festivalde 31 ülkeden 76 film izleyiciyle buluşuyor. b Run başladı u eIn’de başlayan ve çok olumlu eleştiriler alan “Run” haftanın dik kat çeken yeni dizilerin den. İki eski sevgilinin yeni bir hayata doğru ka çışlarını anlatan roman tik komedi dizinin başro lünde Merritt Wever ve Domnhall Gleeson var. Alef’in yönetmeni Emin Alper, ilk dizi tecrübesini anlattı: Ne kar yağdırabildim ne yağmur EMRAH KOLUKISA Emin Alper’in yönettiği BluTV dizisi “Alef”te heyecan dorukta. Kenan İmirzalıoğlu, Ahmet Mümtaz Taylan, Melisa Sözen, Ece Dizdar, Hatice Aslan gibi isimlerin rol aldığı 8 bölümlük polisiye dizi karanlık atmosferi ve gizemli hikâyesiyle dikkat çekiyor. Emin Alper’in bir dizi çekeceğini ilk duyduğumda ne kadar heyecanlandığımı hatırlıyorum... Çektiği sinema filmlerini beğenerek izlediğim, memleketin meselelerine karanlık bir taraftan bakışını hep heyecan verici bulduğum ve üstelik hem yazdığı senaryolarla hem de oyunculuk yönetimiyle sinemanın hemen her alanında ustalığını gitgide artırdığını düşündüğüm birinden bir dizi izlemek fikri nasıl heyecanlandırmasın ki? Gerçi bu sefer senaryoyu kendisi yazmıyordu ve bu da aklımda kimi soru işaretleri uyandırmıyor değildi. Emin Alper’in halen son kurgusuyla uğraştığı dizinin tam da karantina günlerinde izleyiciyle buluşması ise başka bir gizemdi belki de... Diziye sanal bir gala yapılması ise yanılmıyorsam memleketimiz için bir ilk. Biz yine de en başa döndük ve her şey nasıl başladı, sohbetimize oradan girdik. u “Alef”in doğum süreciyle başlayalım mı? Kimin fikriydi? Proje arkadaşım Emre Kayış’ın projesiydi. Bana 2016 yılında dijital platformlar için bir polisiye kaleme aldığından söz etmişti. 2018 yazında da beni aradı ve BluTV’nin projeyle ilgilendiğini, diziyi çekmekle ilgilenip ilgilenmediğimi sordu. Hem Emre’ye güvendiğim için hem de projenin genel dünyasını ve atmosferini dizinin bütün bölümleri tamamlanmamış olmasına rağmen kendime yakın hissettiğim için kabul ettim. Yapım ve kanal sürecimiz de netleşince Emre bölümleri tamamladı. Ben bölümler bittikçe fikirlerimi söyledim ve böyle gelişti süreç. u Polisiye aslında sizin uzak olduğunuz bir tür değil ama bu sefer türün tam içine girmişsiniz. İstediğiniz bir şey miydi bu? Uzaktan uzağa ilgilendiğim bir türdü. Gerçekten de suç ve suçluluk fikri, bunun yanında gizem unsuru benim hikâyelerimde de kullanmaya çalıştığım unsurlar. Herhalde biraz da bu yüzden bunu doğrudan doğruya mesele haline getiren bir türün sınırları içine doğrudan girmek istedim. CRANE GÖRMEMIŞTIM u Dizi çekmek hangi yönleriyle sizi zorladı ve hangi yönlerini sevdiniz? Bir kere her şeyden önce çok yorucuydu. Harika bir ekiple ve oyuncularla çalışmaktan dolayı çok mutlu oldum tabii. Nispeten sınırlı bir zamanda çalıştığınız için emeğinizi ve konsantrasyonunuzu çok yoğun tutmak zorunda kalıyorsunuz. Bir de sekiz bölümü iç içe çektiğinizi düşünecek olursanız zaman zaman beyniniz yanma noktasına geliyor. Tabii ki bu işin benim için en olumlu yanlarından bir tanesi, benim kendi filmlerimde göremeyeceğim prodüksiyon koşulları içinde çalışmamdı. Kendi filmlerimde ne kar ne de yağmur yağdırabildim. Hayatımda crane görmemiştim mesela. u Çok dizi izler misiniz? İzliyorsanız favorileriniz hangileri? Dizi izliyorum ama çok izlediğimi söyleyemem. “Breaking Bad”in benim için yeri hep ayrıdır. Son zamanların en iyi işi de “Chernobyl”di galiba benim için. Bu aralar “Fargo”nun yeni sezonunu bekliyorum. Onun da önceki sezonları çok heyecan vericiydi. u Polisiye roman okur musunuz peki? Açıkçası iyi bir polisiye romanı okuru değilim. Fakat polisiye deyince başucu kitabım Cesares ve Borges’in birlikte yazdıkları “Don Isidro Parodi’ye Altı Bilmece”dir. Bir de tabiİ Ruth Rendell hayranı olduğumu söylemeliyim. Kenan İmirzalıoğlu Ahmet Mümtaz Taylan u Dizide ilk bölümlerden anladığımız kadarıyla politik, felsefi, dini açılımlar da var. Hikâyenin bu kısmı size çekici geldi mi? Bana aslında çekici gelen tam da henüz ilk iki bölüm itibarıyla tümüyle açımlanmamış olan, hikâyenin bahsettiğiniz yönleriydi. İfade ettiğiniz gibi din tarihi, biraz felsefe ve politikanın kesiştiği bir alanda duruyor hikâye. Hem benim kişisel merakım ve ilgi alanlarım nedeniyle hem de taşıdığı politik imalar nede niyle ilgimi çekti hikâye. u Senaryolarınızı normalde kendiniz yazıyorsu Emin Alper nuz, burada ise durum farklı... Gerçekten ilginç bir deneyimdi. Kendi yazmadığım bir işi çekme niyetim uzun süredir vardı, merak ediyordum. Zaman zaman zorlandım tabii. Tam ikna olmadığım sahnelerde Emre ile konuştuk uzun uzun. Bazen benim senaryoyu çekmeye çalıştığım yerle Emre’nin çekmeye çalıştığı yerler çatıştı. Eminim Emre de benim bazı yorumlarımdan memnun olmamıştır. Metinden sorumlu olmamanız bazen rahatlatıcı bazen de size tahmin ettiğinizden daha fazla yük bindiriyor. Kendim dizi yazar mıyım bilmiyorum. Ama bu işte bir de yazar olarak yer alsaydım iş yükünü kaldıramazdım gibi geliyor. Hem yazmak hem yönetmek için en az iki sene harcamam lazım. İki senemi de bir diziye verir miyim bilmiyorum. ONLINE KURGU ZAMAN ALIYOR u Dizinin karanlık tonu, iki polisin ilişkisi gibi durumlar akla biraz “Seven”ı getiriyor. Tabii ki. “Seven” türü belirlemiş bir film. Emre’nin de ilham kaynaklarının arasında. Çekerken hem prodüksiyon tasarımcımız Deniz Kobanbay ile hem görüntü yönetmenimiz Ahmet Sesigürgil ile “Seven”ı ve Fincher sinemasını bolca konuştuk. u Sizin günleriniz nasıl geçiyor karantinada? Açıkçası çok yoğun geçiyor. Yaklaşık bir aydır online kurgu, renk ve miksaj yapıyoruz. Daha diğer bölümler tümüyle hazır değil. Bu işleri online yapmak iki katı zaman alıyor. u Son olarak sinemadaki yeni projelerinizi soralım... Yeni uzun metraj film projeme hazırlanıyorum.Yaz sonu çekimlere başlamak gibi bir niyetimiz vardı, erteledik. Şu an için konsantre olmak istediğim tek iş bu. Korona günlerinde 1 Mayıs ve Taksim! 1 Çocuktum, evimizde “1 Mayıs Marşı” yankılandığı sabahlar, ayrı sevinç hissederdim. Neyi kutladığımızı tam olarak kavramam mümkün değildi henüz; ancak aile bireylerinin coşkusu sezilir çocuklarca, neşelenirdim. Önce kana bulandı, sonra çalındı bayram. Annemin çocukluğunda da adı söylenmesin diye kılıf uydurulurmuş “Bahar Bayramı” diye. Doğrusu “bahar” yakışır alın teriyle çalışan insana. Hatta bir tek onun hakkıdır baharı yaşamak. Henüz darbe olmamıştı ama pusu kurulmuştu, aklı başında olan aydınlar durumun ayırdına vardıysa da, kaba kalabalık hakikatin uzağındaydı. İşçinin alın terini patronlar çalar, sonra da ellerine “sadaka” tutuşturarak onursuz hale getirmek ister. İşçi, emekçi bayramı onur kavgasıdır. Sömürüye karşı direncin günüdür. Ordu, TÜSİAD, siyasal İslam, ırkçı tetikçiler, ABD el ele yaptılar 12 Eylül’ü. 2 U zun zaman yersiz kibirle beyaz yakalılar kendilerinin işçi olmadığını sandı, öyle davrandı. İyi eğitim almış olmaları, görece üç kuruş daha fazla kazanabilecekleri umudu, ütülü gömlekler, güzel döpiyesler uyuşturucuydu oysa. Patronlar üst düzey yönetici adı altında kendilerine bekçi tutar, ardından da kullanım ömrü bitince çöpe fırlatır atarlar. Beyaz yakalı akıllıysa, talihi de yerindeyse, biraz para koymuştur kenara. Yok, o kadarını da yapmamışsa, hazin, karanlık günler çalar kapısını. Daha düne dek telefonuna bakmadığı insanların peşinden koşar, tıklattığı her kapı kapalıdır. Doğrusu bir an önce kol işçisinden farklı ama yine de emekçi olduğunu anlamaktır. Tanilli, 2009’da Taksim’de kutlanan 1 Mayıs’ta alanda... Richard Sennett ayrıntılarıyla anlatır onların yazgısını “Karakter Aşınması” adlı kitabında. 3 H er patron insanlığın ürettiği ortak varlığa haksız el koyan kişidir. Emekçi çıkıp: “O, Boğaz’a nazır yalısında spor yapıp güneşlenirken, ben niye madende ciğerlerimi parçalayarak ölüyorum” diye sormuyorsa, bunun nedeni eline tutuşturulan bayrak ve kutsal kitaptır. Gördük ki salgın günlerinde adaletsizlik apaçık ortaya çıktı; en tehlikeli virüs “sömürü düzeni”dir, dünyanın her yerinde kan emmeye devam eder. Yazık ki işçi soru sormasın, itiraz etmesin, ses vermesin diye koskoca kötülük örgütü vardır. Herkes onun elinde esir vaziyettedir. Adına “kapitalizm” diyoruz. Patron dalkavukları, tetikçileri hep ön saftadır. Hak aramaya kalkınca gri adliye koridorları, soğuk mahpusluk bekler seni! Hukuk zalimin yani patronun elinde oyuncaktır. 4 Bir genç vurulur, yaşı on yedidir; ekmeğini aramaya gelmiştir memleketimize; sığınmıştır sana, sen “yabancı” diye bakarsın Ali’ye. Ali Suriyelidir de ondan uzak sanırsın kendini. Oysa bu memlekette yirmi yaşın altında çalışan her çocuk, o sokağa çıkma günlerinde, sırtında yüküyle ter döker; nüfus kâğıdında Türk, Kürt, Arap, Yahudi, Ermeni yazsa ne çıkar. Ne salgın, ne patronlar için fark etmez ki milliyet ve din! Hakikat en yalın haliyle ortadadır: İşçinin, emekçinin dini, ırkı, memleketi patronlarınkinden farklıdır. Ali tüm dünya işçilerinden sadece biridir; ya haber olur, ya olmaz… Olsa da “Şüpheli davranışlarından dolayı vuruldu” diye silinir gider. Oysa, evlattır, kardeştir, insandır Ali. “Evde Kal” çağrısı ona değildir. O kimsesizdir; ne evi ne yurdu vardır! Nisan çocuk sesleri duyulursa güzeldir, bu memlekette Meclis 2 3kürsüsünden, imam hatipli kazık kadar 5 adam konuşturuldu, daha dün! Çaldılar elde kalan son çocuk sevincimizi. Geçen bir karikatür gördüm; sırtında yükü olan, çalışmak zorunda kalan bir çocuk, yanındakine: “Biz de 1 Mayıs’ta kutlarız bayramımızı” diyordu. Hazindir elbette bu tablo. Çünkü 1 Mayıs’lar da çalınmıştır çoktan. Çocuk olmak zordur memleketimde, işçi olmak da, hele ki çocuk işçi olmak en zorudur! Kadere rıza göstersin diye eğitilir memleketimde çocuklar. Oysa “boyun eğme” demesi ni öğrenmesi gerekir. İnsan ne için yaşar? Erdem, onur, haysiyet yoksa; o ömür sürülmeye değer mi? Şimdi inançlılar oruç tutuyor ve yakarıyor Allah’a. Birinin sofrasında kuş sütü eksik; ötekinde bir lokma ekmek bile yok neredeyse. İşçiyle patronun, zenginle yoksulun Allah’ı bir mi? 6 “Evde Kal” çağrısının yoğun günlerindeyiz, yolum Taksim’e yayınlar için sıkça düşüyor. Pazartesi, daha beş gün olmasına karşın polis barikat kurmaya başladı meydanın çevresine. Neden? Hem salgın var, hem de sokağa çıkma yasağı 1 Mayıs günü. Bu korku niye? Taksim herkese açık, emekçiye yasak! Gezi’den bu tarafa daha da riskli görülüyor Taksim; sanki orada bir eylem gerçekleşirse iktidar el değiştirecek vehmine kapılıyorlar. Bu memleket işçinin de değil mi? Salgın insanlığı esir almışken, sokağa çıkmak, topluca bir arada olmak nerdeyse ölümle dans halindeyken bile emekçiden bunca korkmak niye? İşçi meçhul bir ülkenin isimsiz yurttaşı mı? 7 1 2 Eylül’den sonra ne zorlu günler yaşandı 1 Mayıs’larda. Önce kapalı salon toplantıları yapıldı, derken yeniden meydanlara açıldı emekçiler. Taksim’de, hakları olan kutlamayı yapmak için yıllarca mücadele verdi işçi sınıfı; sonunda tüm bariyerler yıkılıp meydana ulaşmayı da başardılar. O gün, tekerlekli sandalyesinde, en önde, elinde devrimin bayrağı ile Server Tanilli girdi, manzarayı asla unutamam. Tarihe tanıklık ediyorduk. Taksim “1 Mayıs Meydanı”dır, hiçbir iktidarın gücü bu hakikati değiştirmeye yetmez! ENVER AYSEVER KURŞUNKALEM Emekçi çıkıp: “O, Boğaz’a nazır yalısında spor yapıp güneşlenirken, ben niye madende ciğerlerimi parçalayarak ölüyorum” diye sormuyorsa, nedeni eline tutuşturulan bayrak ve kutsal kitaptır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle