28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 7 NİSAN 2020 SALI gorus@cumhuriyet.com.tr OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Tekalifi Milliye Emirleri SERDAR ŞAHINKAYA İKTISATÇI Efendim, ateşle barutun dans ettiği, kızılca kıyamet günleridir. Batı Anadolu ve Trakya topraklarının nerede ise tamamı işgal altındadır. Yunan işgal ordusu Ankara yakınına dayanmıştır. Meclis’in Kayseri’ye taşınması dahi konuşulmaktadır... Türk ordusu Sakarya Irmağı’nın doğusuna çekilmiştir... 5 Ağustos 1921 günü Büyük Millet Meclisi, ordu ile ilgili bütün yetki ve sorumluluğu tek elde toplama amacıyla Başkomutanlık Yasası’nı oybirliği ile kabul eder. Böylece Meclis, bu konu ile ilgili bütün yetkilerini üç ay süreyle Başkomutan seçtiği Mustafa Kemal Paşa’ya devrediyordu. Artık o, bir yasa yapıcıdır. Vereceği her emir birer yasa sayılacak, derhal yürürlüğe girecek ve uygulanacaktır. Topyekun savaş Mustafa Kemal Paşa, Başkomutanlık Yasası’nın yürürlüğü girmesinden iki tam gün sonra Tekâlifi Milliye Emirleri’ni günümüz Türkçesi ile Ulusal Yükümlülük Emirlerini çıkarmıştır. 78 Ağustos 1921’de 10 ayrı konuda 10 madde halinde yayımlanan bu emirler, telgraflarla yurdun dört bir yanına ulaştırılmış ve uygulamaya geçilmiştir. Halka duyurulması ise Ankara’da basılan Hâkimiyeti Milliye gazetesi aracılığıyla olmuştur. Unutulmamalıdır ki bu emirler “topyekun bir kurtuluş savaşı için” büyük hazırlıktır. Unutulmamalıdır ki bu emirler aynı zamanda emperyalizmin kucağındaki Osmanlı Sarayı’na karşı da çıkarılmıştır. Ve yine unutulmamalıdır ki sağlanan desteklerin nerede ise tamamı kurtuluştan sonra sahiplerine geri ödenmiştir. Zorlu süreci iyi öğrenmek, tarihi fotoğraflarla da görsel hafızayı canlandırmak için Mülkiyeli üstadımız rahmetli Alptekin Müderrisoğlu’nun özellikle “Yoksulların Zaferi: Fotoğraflarla Kurtuluş Savaşı’nın Maddi ve Mali Kaynakları” başlıklı 316 sayfalık kitabını okumak lazım gelir. 10 madde Gelin o on maddelik emirlere biraz yakından bakalım: 1) Her ilçede kaymaka Kurtuluş Savaşı biterken Anadolu toprakları, savaşı, ölümü, ihaneti görmüş. Direnci, dayanışmayı ve dostluğu geçirmiş ve yaralı, yoksuldu ama özgür, bağımsız, eşit ve onurlu bir ülkedir... Mustafa Kemal Paşa’nın Tekalifi Milliye kararları sırasında, Ankara’da ikâmet ettiği Tren Garı’ndaki odası. mın başkanlığında malmüdürü ve ilçenin en büyük askeri amiri ile idare meclisi, belediye ve ticaret odalarının seçtikleri üyelerden oluşan Tekâlifi Milliye momisyonları (Milli Yükümlülükler momisyonları) kurulacaktır. Bu komisyonlara o yörenin Müdafaai Hukuk dernekleri merkez kurulundan iki üye ile köylerde imamlar ve muhtarlar tabii üye olarak katılacaklardır. Tekâlifi Milliye komisyonları derhal toplantılara başlayacak ve hiçbir komisyon üyesine hizmetleri karşılığı ücret ödenmeyecektir. Ayrıca her komisyon iki ay süre ile askeri hizmetleri ertelenmek üzere altı memur çalıştıracaktır. 2) Kentler, kasabalar ve köylerdeki her ev birer kat çamaşır (külot, fanila veya benzeri iç giyim), birer çorap, birer çift çarık hazırlayacak, belirli süre içinde komisyona teslim edecektir. Ordu ihtiyaçlarında kullanılacak bu giyeceklerin, yöresel özellikler göz önünde tutularak hazırlanmasına dikkat edilecektir. ‘Devlet ödeyecek’ 3) Tüccar ve halk elinde bulunan çamaşırlık bez, Amerikan patiska, yıkanmış veya yıkanmamış yün ve tiftikle, erkek elbisesi yapımına yarayan her türlü yazlık ve kışlık kumaş, kösele, taban astarlığı, sarı ve siyah meşin sahtiyan mamul veya yarı mamul çarık, fotin, demir kundura çivisi, kundura ve saraç ipliği, nal, nal yapımında kullanılan demir, yem torbası mıh, yular, belleme, kolan, kaşağı, gebre, semer ve urganların yüzde kırkı Tekâlifi Milliye Komisyonlarına teslim edilecektir. Teslim edilen malların bedelleri daha sonra devlet tarafından ödenecektir. 4) Tüccar ve halkın elinde bulunan mevcut buğday, un, saman, arpa, kuru fasulye, bulgur, nohut, mercimek, koyun, keçi, kasaplık sığır, şeker, gazyağı, pirinç, sabun tereyağı, zeytinyağı, tuz, çay ve mum stoklarının yüzde kırkına ordu adına el konulacaktır. El konulan malların bedelleri daha sonra devlet tarafından ödenecektir. 5) Ordu içinde alınan ta şıt araçlarının dışında halkın elinde kalan her türlü taşıt aracıyla (at arabası, yaylı, öküz arabası, kağnı, at, eşek, katır, deve, kamyon, kamyonet, motorlu tekne, taka) halk ayda bir kez olmak ve yüz kilometreyi aşmamak şartıyla orduya ait malları istenen yere kadar taşıyacaktır. Taşıma hizmetleri parasız yürütülecek, kimseye ücret ödenmeyecektir. 6) Ülkeyi terk etmiş olanların hazineye geçmiş olan mallarından ordu ihtiyacını karşılamaya yarayacak olanlara el konulacaktır. 7) Halkın elinde bulunan savaşta yararlanılabilecek her türlü silah ve cephane, en çok üç gün içinde Tekâlifi Milliye komisyonlarına teslim edilecektir. El konulan silah ve cephane için ücret ödenmeyecektir. 8) Halkın, tüccarın ve nakliyecilerin elinde bulunan benzin, vakum, gres yağı, makine yağı, don yağı, saatçi ve taban yağları, va zelin, otomobil lastiği, kamyon lastiği, lastik yapıştırıcısı, solüsyon, buji, soğuk tutkal, Fransız tutkalı, telefon makinesi, kablo, çıplak tel, pil tecrit edici madde ve bunlara benzer malzeme ile sülfirik asit stoklarının yüzde kırkına ordu adına el konulacaktır. Alınan mal ve malzemenin bedelleri daha sonra devlet tarafından ödenecektir. 9) Demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç ve araba yapan esnaf ile imalathaneler tespit edilecek, bunların üretim, onarım ve yapım kapasiteleri hesaplanacaktır. Ayrıca süngü, kılıç, mızrak ve eğer yapabilecek zanaatkârlar da aranıp belirlenecektir. Söz konusu edilen esnaf, imalathane ve zanaatkârlar savaş araç ve gereçleri üretimi, onarım ve yapımı ile görevlendirilecektir. Sürekli görevlendirileceklere geçimlerine yetecek ücret ödenecektir. 10) Daha önce halka bırakılmış olan dört tekerlekli yaylı araba, dört tekerlekli at ve öküz arabalarının bütün donatımları ve hayvanları dahil olmak üzere yüzde yirmisi, binek atı, top çekebilecek hayvanlar, yük taşıma atı, katır, eşek ve develerin yüzde yirmisi ordu adına alınacaktır. Bütün bu alınanların bedeli daha sonraları devlet eliyle ödenecektir. Hakikate saygı Kurtuluş Savaşı biterken Anadolu toprakları, savaşı, ölümü, ihaneti görmüş. Direnci, dayanışmayı ve dostluğu geçirmiş ve yaralı, yoksuldu ama özgür, bağımsız, eşit ve onurlu bir ülkedir... İşte bu ülkenin ilk Diyanet İşleri Başkanlığı’na savaş boyunca Ankara Müftüsü olan Rıfat Börekçi atanır. Rıfat Börekçi, Tekâlifi Milliye kapsamında bir kese altın vermiştir. Zafer sonrasında karşılığı kendisine gönderilir. “Ben o parayı kara gün için biriktirmiştim. Kara gün geldi, kullanıldı. Artık kara günler son buldu” diyerek iadeyi kabul etmez. Tıpkı günümüzdeki gibi değil mi? Sapla, saman birbirine karıştırılmamalıdır. Önce ciddi bilgi sahibi olunmalı ve 99 yıl öncesi hatırlanmalı ve hakikate saygıda kusur edilmemelidir! COVID19, bilim ve siyaset Bilim, COVID19’un düşmanı; onu yok etmeye çalışıyor. Siyaset ise COVID19 ile uzlaşmaya ve hatta onu kullanmaya hazır! Örnek, salgının ciddiyeti ve ülkenin hazırlıksızlığı anlaşılınca şimdi panik içinde felaket haberleri vermeye başlayan ABD Başkanı Trump’ın 28 Şubat’ta Güney Carolina’da yaptığı bir konuşmada açıkça görülüyor. Bu konuda ABD medyasında yer alan haber şöyle: “Başkan Trump, cuma gecesi Güney Carolina’daki bir mitingde, Demokratların koronavirüsü kendisini yıpratmak için kullandığını belirtti ve bunu ‘Onların yeni bir gülünç yalanı’ (hoax) olarak niteledi. Gülünç yalan (hoax) olarak salgını nitelemedi ama muhaliflerinin bu durumu, kendisini kötü göstermek için ‘siyasallaştırdığını’ belirtti. Trump’ın uzun bir süreden beri beğenmediği şeyleri ‘gülünç yalan’ (hoax) olarak etiketlediği biliniyor; bu terimi (hoax) Rusya ilişkileri konusundaki soruşturmayı ve azil sürecini küçümsemek için de kullanmıştı.” HHH Ne yazık ki politikacılar kadar, onların uzantısı olan sivil ve asker bürokratlar/ teknokratlar da aynı yanlışları yapıyorlar: Birkaç gün önceki bir habere göre, gemisinde koronavirüs salgını olduğu için “Savaşta değiliz, kimsenin ölmesine gerek yok” diyerek denizcilerin tedaviye alınmasını isteyen bir mektup yazan Theodore Roosevelt Uçak Gemisi kaptanı Brett E. Crozier de görevden alındı. (Ve en son habere göre de kaptanın COVID19 testi pozitif sonuç verdi.) HHH İtalya’nın ve İspanya’nın COVID19 salgınından en çok zarar gören ülkelerin başında yer almasına, İngiltere’de Başbakanın bile hastaneye kaldırılmasına yol açan ihmallerin ve ABD’deki paniğin nedeni, siyasetin koronavirüsle uzlaşma ve onu kullanma aymazlığıdır. Çünkü siyaset, siyasetin başımıza getirdiği yöneticiler, kapitalizmin yani sermayenin emrinde: Toplumun sağlığını düşünmek ve bu konuda kamu hizmetleriyle hazırlıklı olmak yerine, sermayenin çıkarlarını savunmak için, ne insanların sağlığını düşünüyor, ne de dünyanın iklim krizini dert ediniyor. İşin en acıklı tarafı ise şu: Birtakım sözde ve/veya gerçek bilim insanları, kimi “kaynak yetersizliğinden dolayı” veya “ortaya çıkacak olan izdihamı önlemek için”, kimi ise iktidara yaranmak amacıyla, test ve maske yaygınlaştırılması ile sokağa çıkma yasağını savunanlara karşı saldırıya geçmişlerdi. Elbette koronavirüs gerçekleri bütün bu yanlışları açığa çıkardı; sadece yanlışları teşhir etmekle kalmadı, toplumlara bedeller de ödetti: O insanlar (uzmanlar) da taksit taksit ilan edilen önemleri açıklayan yöneticiler karşısında, maske kullanılması, test yapılması ve sokağa çıkma yasağı konulması konusundaki fikirlerini revize(!) ettiler. HHH Tabii, Türkiye de, dünyadaki bu eğilimlerden muaf değil: Üstelik salgının ülkemizdeki yayılma süreci de şu anda ABD ile aynı aşamada görünüyor. Ama ülkemiz topluma yönelik sağlık hizmetleri bakamından ABD’den daha iyi durumda. Bütün sorun, politikacıların, Bilim Kurulu’nun önerilerinin hepsini birden anında kabul etmemeleri... Önlemleri taksitle, peyderpey uygulamaya koymaları ve bu nedenle de etkilerini azaltmaları. En başta umre ve dış seyahatler yasaklansaydı, gelenler hemen karantinaya alınsaydı, maske zorunluluğu ve sokağa çıkma yasağı herkes için daha önce ilan edilseydi, çok daha iyi olurdu. Elbette bunun için emekçilerin, esnafın, çiftçilerin, ticari ve sınai işletmelerin, mali ve ekonomik gereksinmeleri dikkate alınmalı, bunlar için kaynaklar tahsis edilmelidir. “Kanal İstanbul” gibi masraflı projeler, yolların, hava meydanlarının, hasatanelerin kullanma zararlarının Hazine Güvencesi ile karşılanmasını öngören anlaşmalar gibi kalemler “mücbir sebep” ileri sürülerek ertelenebilir... En azından önümüzdeki bir yıl için ekonomiye (sadece yandaşlara değil, tüm ekonomiye) tam devlet desteği sağlanabilir. Gerek sağlık önlemlerinin gerekse mali ve ekonomik tedbirlerin alınmasında geç kalınmıştır ama yine de vakit hiçbir zaman ÇOK GEÇ DEĞİLDİR: BİR AN ÖNCE, anayasamızda zaten güvence altına alınmış olan “DEMOKRATİK VE LAİK SOSYAL HUKUK DEVLETİ” İLKELERİ, muhalefeti dışlamadan, vatandaşlar arasında ayrım ve ayrıştırma yapmadan, UYGULANMALIDIR! (Ve doğru bir kararla oluşturulmuş bulunan “Bilim Kurulu”nun önerileri, derhal uygulamaya konulmalıdır!) İnfaz Yasası’ndaki değişiklik anayasaya aykırı PROF. DR. IBRAHIM KABOĞLU “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, anayasaya aykırıdır. Yürürlükteki İnfaz Kanunu, indirim koşulları dahil mahpuslara uygulanan yaptırım biçimlerini düzenlemiştir. Mevcut iyileştirmeler ötesinde kalan hapis cezası sürelerinde yeniden indirimler yapmak suretiyle mahpusların yaklaşık yarısının kapalı cezaevinden çıkarılması, indirimden çok bir özel af olarak nitelenebilir. TCK’nin 65. maddesi, bu görüşü doğruluyor. Bu nedenle, öneri, şeklen olarak infaz kanunu ve diğer 11 kanunda değişiklik veya ceza indirimi olarak nitelense de maddi olarak bir af yasası sonuçlarını doğuracak. Anayasal olarak af yasası, 3/5 çoğunluğu gerekli kıldığından; eşit ve adil bir düzenleme yolunda siyasal uzlaşma sürecinin işletilmesi için, bu sorun, İçtüzük madde 38 gereği, Adalet Komisyonu’nda öncelikle görüşülmeli ve tartışmalı idi. Bunun yapılmamış olması, genel kurul görüşmelerini kritik hale getirmiş bulunuyor. Öneride, infaza ilişkin hükümler dışında maddi ceza hukukuna ilişkin düzenlemeler ise amaçta içtenlik sorununa işaret eder. Yasa önerisi, tutuklulara özgü düzenleme yapmadığından, esas olarak hükümlülere yönelik. Oysa tutuklular, hükümlülerden tamamen farklı bir hukuki statüde. Tutuklu ve hükümlü ayrımı Öncelikle tutuklu, masumiyet ilkesinden yararlanan bir mahpustur. Zira, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” (Any., md.38/4) kuralı gereği, tutuklular suçsuzdur. Sonra, tutuksuz yargılanma kural, tutuklanma istisnadır. Bu nedenle, anayasal güvenceli tutuklama kuralları, çok sıkı koşullara bağlanmış olup yargıç, bunları gerekçelendirmekle yükümlü (Any., m.19). Ne var ki bu kuralların, yargı uygulamasında sıkça ihlali sonucu, tutuklu sayısı, hükümlülere göre çok sınırlı kalması gerekirkenfazla yükselmiştir. Anayasal koşulları somutlaştırmaktan uzak tutuklama kararlarının yanı sıra, siyasal baskılar sonucu verilen kararlar, özellikle fikir suçluları, siyasal suçlular ve kimi terör suçlularına ilişkindir. Bu nedenlerle, infazda iyileştirmenin öncelikli muhatabı tutuklular olmalı; özellikle suçüstü olmayan haller başta gelmek üzere, bütün tutukluların tahliyesi öngörülmeli idi. Özetle, tutuklulara özgü düzenleme içermeyen öneri, anayasanın amir hükümlerine olduğu gibi, devletin, mahpusların yaşam hakları (md.17) karşısındaki yükümlülüklerine ve kamu yararına aykırıdır. ‘Siyasal suçlulargerçek suçlular’ ayrımı “Hırsızlık, dolandırıcılık, insan yaralama ve öldürme” vb. fiiller, toplum üyelerinin malına ve canına ya da çevresel suçlarda olduğu gibi ortak yaşam mekânına zarar vermeye yönelik olduğundan bütün hukuk sistemlerince suç sayılır. Ceza hukukunun da varlık nedeni, TCK’nin 1. maddesinde belirtildiği üzere, toplumsal yaşamda özgürlük ve güvenlik dengesini kurmak. Suç işleyen kişinin, adil yargılanma gereklerince yargılanması ve yaptırımını demir parmaklıklar arkasında çekmesi, mağdur edilen ve zarar gören kişilerin adalet duygusunu tatmin etmenin ötesinde devletin de varlık nedenidir. Buna karşılık siyasal suçların muhatabı, ilke olarak yöneticiler olup, bu suçların yelpazesi, siyasal rejimlerin demokratik olma derecesi ile bağlantılı. Bu nedenle, bir devlette veya yönetimde suç sayılmayan filler, bir başka devlet veya yönetimde suç olarak düzenlenebilmekte. Bunlar, genellikle eleştiri özgürlüğü ile bitişiklik gösteren suçlardır. Haliyle “düşünce suçları”, siyasal nitelikli: Söz, yazı, slogan, afiş, pankart, gösteri ve yürüyüşler, protestolar, örgütlenme özgürlükleri... Bu nedenle, af ancak siyasal suçlar için mümkün; zaten demokratik hukuk devletinde, şid det çağrısı içermedikçe ve ırkçı söyleme dönüşmedikçe düşünce suçuna yer yok. Buna karşılık, TMK ve TCK uygulamalarıyla yakın geçmişte çok sayıda düşünce suçu yaratıldı. Gezi davası da bir siyasal dava idi ve çöktü; AKP dışında bir yönetimde, bunlar dava konusu olmazdı; buna karşılık, insan canına ve ırzına yönelik fiiller, her zaman her yerde ve her çağda suç oluşturur. Adil bir düzenleme Bu itibarla, COVID19, bu büyük haksızlığın düzeltilmesi için bir vesile oluşturabilirdi. Bunun tam tersi yapılarak, gerçek suçluları özgürlüklerine kavuşturma gayretkeşliğine karşın, “sanal suçlular”ı, böyle bir ayrımcı düzenleme ile bir kez daha “yaptırıma tabi” tutan Öneri, anayasanın başta, yaşam hakkını güvence altına alan 17, eşitlik ilkesini güvenceleyen madde 10 ile düşünce, ifade ve basın özgürlüklerini düzenleyen madde 25 ve devamı başkaca birçok maddesine aykırı. Herkesin, her zaman ve her yerde korunması gereken yaşam hakkı, mahpuslar bakımından COVID19 salgınında, devletin sorumluluk ve yükümlülük derecesini en üst düzeye çıkarmış olup, geriye dönülmez bir eşiğe gelinmeden, önyargılar aşılarak elden geldiğince nesnel, adil ve eşit bir düzenleme gereği acildir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle