17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SÖYLEŞI TASARIM: BAHADIR AKTAŞ 9 9 MART 2020 PAZARTESİ NEDEN AHMET YAVUZ? 1985’te Kara Harp Akademisi, 1991’de Silahlı Kuvvetler Akademisi, 1995’te Fransa Silahlı Kuvvetler Akademisi’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisansını tamamladı. 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı, Kara Harp Akademisi Komutanlığı yaptı. 2011’de Harp Akademileri kurmay başkanıyken “Balyoz Davası” kapsamında tutuklandı. Cezası AYM tarafından bozuldu. TSK Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası sahibi Yavuz, İdlib’de bugün gelinen noktayı aylar öncesinden yazdı. Bize de sormak kaldı. Artık zikzak yapmayalım İdlib’de ateşkes ilan edildi, peki sürer mi? 34 şehit vermeden masaya oturulamaz mıydı? Harekâtı neden Milli Savunma Bakanı yönetti? İdlib’den çekilirsek Hatay’dan olur muyuz? Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz’a göre, esas tehlike mevcut politikaların devamı halinde ortaya çıkabilir: Hatay’da Kilis’te nüfusun yarıdan fazlası Sünni Arap sığınmacılardan oluştuğunda, bu insanların 3040 yıl sonra bugünkü mezhepçi yaklaşımlarının yerini ırk kökenli dar bir milliyetçilik aldığında referandum talepleriyle yüz yüze gelebiliriz. Şimdilik doğru rotaya girdik, zikzak yapmamamız lazım. n Yaklaşık iki ay önce bir tweet attınız, “İdlib’de doğru olan, M4 ve M5 karayollarının doğusu ve güneyinde kalan gözlem noktalarını anılan yolların batısına ve kuzeyine çekmektir. Çözüm de, olacak olan da budur... Bu kadar enerji kaybına ne gerek var?” dediniz. Geçen hafta Rusya’yla savaşa gireceğiz zannederken, sizin tavsiye ettiğiniz oldu. Türkiye taviz mi verdi? Bence “Türkiye taviz verdi, aldı” şeklinde değerlendirmek doğru değil. Bu, neticede bir dış politika adımı. Dış politika elinizdeki güçle yapılabilir. Bazen ileri adım atarsanız, bunun yanlış olduğunu görürseniz düzeltmeye çalışırsınız. Aynı bir doktorun hastasına yanlış teşhis koyması, arkasından da teşhisini düzeltmesi gibi bir şey. Taviz verdi diye bakmıyorum. Mecbur kaldı diye bakmak daha uygun. Tabii Türkiye’de maalesef dış politika, iç politikaya çok fazla alet edildiği, ikisi beraber adeta bir tiyatro gibi oynandığı için zararlı sonuçlar doğuruyor. Çünkü halk bir şeye hazırlanıyor, bir süre sonra devlet bunun olmayacağını görüyor. Bu sefer halkın beklentileriyle devletin tutumu arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkıyor. Tabii siyasi iktidarın ne dese kabul eden bir kitlesi var. Yoksa bunların her biri çelişki. Ben ülkenin çıkarına mı, değil mi diye bakarım. İktidara zarar vermiş, muhalefete fayda getirmiş diye bakmam. Benim derdim Türkiye. Bu atılan adım, büyük bir kaosun engellenmesi ve işin doğru bir rotaya sokulması açısından önemli. Her şeyin düzlüğe çıkacağı anlamına gelmez, ama bunun arkasında dirayetli bir şekilde durulursa yan etkileri azaltabilir. HTŞ kucağımızda kaldı n İdlib’in provokasyona açık bir bölge olduğunu biliyoruz. Ateşkesin sürekliliği konusunda endişe duyuyor musunuz? Dünyadaki bütün ateşkeslerle ilgili endişeler vardır. Ateşkesi tanımadığına dair birtakım haberlerin geliyor. Ancak HTŞ bizim kucağımızda kaldı. Eylemlerini engellemek durumundayız. Yoksa devreye Rusya girecektir. Zira Soçi Mutabakatı’nın ruhuyla bu mutabakatın ruhu farklılaştı. n Arada nasıl bir fark var? Bir anlamda Suriye ile Türkiye arasında şimdi yeni bir sınır hattı belirdi. Sınır hattının içinde kalanlar bizim sorumluluğumuzda. Daha sahiplenilmesi gereken bir durum Türkiye, Moskova’da altına imza attığı “Suriye’nin toprak bütünlüğü, siyasal birliği ve egemenliğini” öngören ilkeyi içten bir şekilde benimsemeden ve mevcut Suriye politikasını temelden değiştirmeden kendine huzur sağlayamaz. Sığınmacıları döndüremez. Çözüm, 2011 öncesine dönülmese bile yaklaşık o koşulları yeniden sağlamaktan geçiyor.   ortaya çıktı. Çünkü eskiden terör örgütlerini Rusya ve Türkiye birlikte temizleyecekti, şimdi Rusya “Ben terör örgütüne karşı mücadelemi sürdürürüm” diyor ama sorumluluk Türkiye’nin kontrol ettiği alanda. Belki de sorumlulukların ortada kalmaması iyidir. Çünkü HTŞ’nin faaliyetleri Türkiye’ye zarar verme noktasına gelince Türkiye hayır diyecektir, demek zorundadır. Demezse bu mutabakat yürümez. İki türlü okunabilir n Görüşmenin sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lavrov’a sorduğu soru mikrofondan duyuldu. “Şu anda Esed’le konuşuldu değil mi” diyordu. Nasıl okumak gerekiyor? İki türlü okumak gerekiyor: Bilerek yaptıysa bir mesaj vermek istemiş olabilir. Farkında olmadan yaptıysa bu da doğru bir adım attıklarını gösterir. Çünkü ateşkes kararı verilmiş, ateşkesin uyacak unsurlarından başlıcası rejim. “Rejimin bundan haberi var mı, bu konuda teyit alındı mı” şeklinde kendini güvence içinde hissetmek amacıyla kullanılan bir ifade, bence doğru. n Siz zaten baştan beri “Esad ile görüşün” diyorsunuz. Evet, insanlar itiraz ediyor, “Biz zaten Rusya’yla görüşüyoruz, onunla görüşmeye ne gerek var” diyorlardı. Halbuki baştan itibaren Esad ile görüşsek Rusya’yla da bu kadar problem yaşamayacaktık. Şu anda Rusya bize karşı güçlendi. Niye biz kendi elimizdeki gücü başkasına transfer edelim? Mesele Esad meselesi değil, benim umurumda da değil. Suriye meselesi iç politikaya alet edilmemiş olsaydı Esad ile çoktan görüşmüştük. n “Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne olan kuvvetli taahhütlerini yineleyerek” diye başlayan bir cümle var. Bu stratejinin sonuçları ne olur? Biz toprak bütünlüğünü eksik tartışıyorduk. Toprak bütünlüğü dediğimiz şey, egemenlikle birlikte ele alınması gereken bir şey. Bu kavramlarla birlikte Suriye’yi ayağa kaldırmak mümkün. Yoksa bir parçasını biz alalım, öbür parçasını başka biri alsın, geri kalanı da orada küçük bir devletçik haline gelsin; bu asla Türkiye’nin işine gelecek bir konu değildir. Bakın bu kadar enerji harcadık, çok doğru işler de yaptık ama başta yaptığımız yanlıştan önceki seviyeye henüz gelemedik. 2011’de orada bir devlet vardı ve bizim sınırlarımız emniyet altındaydı. Ne koridor kaygısı yaşıyorduk, ne dört milyon insanı besliyorduk ne de Rusya Suriye’deydi. Şimdi biz Rusya’yla yürüyoruz ama bunun jeopolitik sonuçları var. 4050 sene sonra ne olacağını asla bilemeyiz. O nedenle işi doğru bir rotaya koyarsak çok ilerilere taşıma imkânımız olur. Suç babadan başlıyor n “Yahu hiç mi Esad’ın suçu yok” diyenlere ne diyeceksiniz? Bakın, “Vesayet Savaşları” kitabımda bu konuyu derinlemesine inceledim. Oğul Esad değil, suç babasından itibaren başlıyor. 20 yıl süreyle ordusunu Lübnan’da bulundurdu. Böyle söyleyenler şunu mu düşünüyor: “Orada kimse hiçbir VEDAT ARIK şey yapmıyor. Hiç dışarıdan içeriyi karıştıran yok. İçeridekiler terör yapmıyor. Esad da buna karşılık gidiyor, zevk olsun diye öldürüyor.” Böyle bir dünya yok. Tabii ki Esad’ın babasından itibaren çok büyük hatası var. Bir muhaberat devleti. Halkınızın sorunlarını çözemezseniz içeride problem oluşturur, dışarının müdahalesi için zemin hazırlarsınız. Bu noktada eleştiririz. Ama bu bana, ne ABD ile birlikte rejimi devirmek için bir hak verir ne de Irak’ta olup bitene bakarak böyle bir işe cesaret etme vicdani sorumluluğu sağlar. Irak’ı yıktılar, milyonlarca insan öldü, hâlâ terör var. Aynı şey Suriye’de niye olsun? Siz komşunuzun içini karıştırmayacaksınız. Şimdi onu söyleyenler kendilerine mazeret buluyorlar. Onun içindeki sorunu çözmek bizim görevimiz değil. Bizim görevimiz çevremizden bize problem gelmesini engellemek. Orada isyan eden, terör estirenler hep oldu. Mesela 1979’da askeri akademiyi basıp, 83 öğrenciyi, ki tamamı Nusayri idi, boğazlayıp öldürenler de herhalde tertemiz insanlar değildi. Üstelik bir muhaberat devletinde bu silahları falan nereden aldılar? Kimse kimseyi kandırmasın. n Yüreğimizi dağlayan o güne gidelim. Komutan siz olsaydınız, askeri oraya sokar mıydınız? Ben siyasi iradeye saygılı bir askerim. Başka türlü de olmaz. Karar siyasi bir karardır. Şöyle derdim: “Bu bir hatadır, bunu şöyle yapalım!” Buna rağmen dinlemiyorlarsa o zaman iki hareket tarzıyla karşı karşıya kalırdım: Ya gidip yapar ya da görevi bırakırdım. Balyoz olmasaydı... n Atatürk’ü iyi okuduğunuzu, hatta şimdi bir kitap üzerinde çalıştığınızı biliyorum. Gazi Mustafa Kemal Paşa bugün nasıl davranırdı? Geçmişte ne yaptıysa onu yapardı. “Irak ve Suriye kendi ayakları üzerinde durursa ileride gerekiyorsa onlarla konfederasyon bile yapabiliriz,” demiş bir bilgedir Atatürk. Bu bölgedeki insanlara son derece saygılı bakıyordu. Ama kendi ulus devletini kurmaya ve korumaya öncelik verdi haklı olarak. Araplarla çok iyi geçinirdi ama onların içişlerine karışmazdı. AK Parti iktidarının ilk yıllarında Ortadoğu’ya yönelik adımlarında Atatürk’ün politikasının izlerini gördüm ve bundan çok mutlu oldum diye kitabımda da yazdım. 2010’lardan sonra işi başka bir noktaya götürdüler. Çünkü devleti daha iyi işletmek yerine kendi devletlerini inşaya giriştiler. n Bugünleri yaşatan zorlu süreçte etken neydi? İdeolojik darlık etkeni oldu. AK Parti kendi hinterlandında kendisi gibi düşünen bir iktidar istedi. Orada İhvan vardı, Müslüman Kardeşler vardı. Atatürk gibi hareket etselerdi Türkiye bugün bambaşka bir noktada olurdu. Bu problemin 2011’de nüksetmesi tesadüf değil. 2011’de Balyoz tutuklamalarıyla asker ve siyaset ilişkilerinin tabiatında farklılık oldu. Hiç kimse MGK’de “Bu politikalar bizi felakete götürür” diyemedi. Dese bile dinlenmedi. n Balyoz olmasaydı… Her şey farklı olurdu. Atatürk’ün politikalarını bellemiş insanlar böyle bir politikanın Türkiye’yi büyük açmazlarla karşı karşıya bırakacağını, böyle bir koridor tehlikesinin ortaya çıkabileceğini, göç akımıyla karşı karşıya kalınabileceğini, Suriye ile savaşa sürükleyebileceğini, Türkiye’yi zayıflatabileceğini dile getirirlerdi. Belki dile getirmişlerdir ama dikkate alınmadığı ortada. Önceden asker siyaset ilişkileri birbirine zıt istikametlere bakardı. Bunun zararını ülke gördü: darbeler vb. Şimdi askersiyaset birbirine yapıştı. İdlib’de de hava örtüsü olmadan o kadar askeri yığınak yapılmasından anlıyoruz. Bu askeri politik durum değerlendirme hatasıdır. DOĞRU DEĞIL! n Milli Savunma Bakanı’nın operasyonu yönetirken fotoğrafları yayımlandı. Bu normal midir, Genelkurmay Başkanı’nı neredeyse hiç görmüyoruz… Yeni hikâye askerin her alanda geri plana itilmesini gerekli kılıyor. Bence yanlış yapıyorlar. Bu tür bir harekâtı Genelkurmay Başkanı sevk ve idare eder ve harekât merkezlerinde komutanlar görünür. Tabii ki Milli Savunma Bakanı gider, brifing alır ama kendisini öne çıkaran bir tutumla resim vermesi doğru değil. n Asker için bir anlamı var mı bunun? Asker komutanından emir alır. Siyasetin görevi askere ne yapacağını emretmektir. Varsa süreyi ve diğer tahditlerini belirlemek ama nasıl yapılacağını askerin kendisine bırakmaktır. Dolayısıyla komutanların da kişiliklerini örselememek lazım. Bugün herkes Türkiye’de “Genelkurmay Başkanı nerede, niye bu harekâtı o yönetmiyor” diye soruyor. Bence Milli Savunma Bakanı’nın yapması gereken Genelkurmay Başkanı’nı, savaşan komutanlarını, askerlerini yüceltmektir. O zaman kendisi daha da yücelir. Rejimi Fırat’ın doğusuna göndermeliyiz n Kim, ne kazandı? Bu adımı atmak Türkiye’nin lehineydi. Hoşumuza gitmedi, şehitler verdik, geç kaldık falan, orada değilim. Başımıza neler geleceğini daha önceden söylemiş biri olarak bunu telaffuz etmek istemiyorum. Bundan sonra dünkü görüşmenin ruhuna uygun hareket edilirse yeni bir yol haritası çizilir. Burada en önemli mesele; biz rejimi burada angaje etmek yerine Fırat’ın doğusuna göndermeliyiz. Esad da açıklamasında “Fırat’ın doğusuyla ilgilenmeliyiz” dedi. n Neden oraya göndermeliyiz? Fırat’ın doğusunda ABD egemenliğinde bir PKK mevcudiyeti var. Esad, Rusya’yı arkasına alıp oraya yönelirse yavaş yavaş egemenliğini tesis edecek demektir. Bunun için bir basamak oluştu, bizim ona bakmamız lazım. İkincisi tahtakuruları tahtaların içindeki ve aralarındaki çatlakta yaşar. ABD, pat diye geldi, “Şehidimiz için Allah rahmet eylesin” diye başladı, Türkçe konuşarak topluma mesaj verdi. Öte tarafta Rusların canice katlettiği insanlar var, onun acısı yaşanıyor. Hemen oradaki çatlaktan istifade etmeye başladı. Rusya ile Türkiye’nin işbirliğini bozmak istedi, olmadı. n Aslında 34 şehit geldi memlekete. Nasıl oldu da Türkiye, ABD yerine yine Rusya ile anlaştı? Gücünüzün sınırlarını bazen yaşayarak görürsünüz. Orası hava sahasını kontrol edemeden kullanıldıkça etkinliğimiz sınırlı kalır. Bunu sürdürmek Türkiye’yi zayıf latır. Bir de genel Suriye politikası içinde İdlib’de ısrar etmek yanlış. O açığa çıktı bir kez daha... n İdlib’den çekilirsek Hatay’dan olur muyuz gerçekten? Öyle dediler ama bu ifadeyi kendi savaş politikalarını meşrulaştırmak maksadıyla anlamsızca kullandılar. Böyle bir şeyi düşünemezsiniz. “Fırat’ın doğusunda devletçik kurdurursan Türkiye’nin güneydoğusundan oluruz” desen bile ağır bir şeydir. Türkiye hudutlarını savunur. Türkiye’nin milli gücü buna ziyadesiyle yeter. Bizim tarihimiz bunu gösterir. Bir şeyin altını çizmek istiyorum: Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekâtlarına kamuoyu desteği çok yüksekti. İdlib’te bu yoktu ve kamuoyu desteği yaratmak için bu sözleri sarf ettiler. İnsanların bir kısmı buna inanıyor. Nasıl kaybedeceksiniz Hatay’ı, neden kaybedelim? İki yıl öncesine kadar İdlib’de değildik, geçmişte Hatay’ı kaybettiğimizi (!) hatırlamıyorum. Bunlar boş ifadeler. Ahmak ıslatan yağmur gibi kısa sürelidir. Algı yaratma vasıtalarıdır. Sadece kullananların sicilini bozar. Esas tehlike mevcut politikaların devamı halinde ortaya çıkabilir: Hatay’da, Kilis’te nüfusun yarıdan fazlası Sünni Arap sığınmacılardan oluştuğunda, bu insanların 3040 yıl sonra bugünkü mezhepçi yaklaşımlarının yerini ırk kökenli dar bir milliyetçilik aldığında yeni referandum talepleriyle yüz yüze gelebiliriz. Şimdilik doğru rotaya girdik, artık zikzak yapmamamız lazım.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle