18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 29 ŞUBAT 2020 CUMARTESİ Editör: ÇAĞDAŞ BAyraktar TASARIM: ilknur filiz olaylar ve görüşler [email protected] Yeni bir form kazanan küreselleşmenin etkisi Türkiye’de ağır kriz Aytun Çıray Küreselleşme son bulmuyor, yeni bir form kazanmak İYİ PARTİ İZMİR MİLLETVEKİLİ üzere, yaşayacağı köklü dönüşüm için ara döneme Dünya, 20. yüzyılın son on beş yılıyla 21. yüzyılın ilk on yılı arasında belirleyici olan iktisadi bir fenomenin, yani küresel giriyor. Türkiye’nin yaşamakta olduğu siyasi, ekonomik ve sosyokültürel ağır krizi bu şartlar ışığında değerlendirmemiz gerekiyor. leşmenin bildiğimiz şekliyle sonu na geldiğimizi gösteren gelişmele re sahne oluyor. Yani küreselleş me son bulmuyor, yeni bir form kazanmak üzere bilinen şekliyle noktalanıyor. Bu esasen yaşayaca ğı köklü dönüşüm için ara döneme girmesi demek. Ara dönemlerin belirleyici karakteri, bir dizi san cılı gelişmeler, olaylar ve krizlerle dolu olmalarıdır. İşte 21. yüzyılın ikinci on yılına tam da bu şartlar da girmiş durumdayız. Türkiye’nin yaşamakta olduğu siyasi, ekono mik ve sosyokültürel ağır krizi bu şartlar ışığında değerlendirmemiz gerekiyor. Ortadoğu’da 2010’lar da başlayan ve süper güçlerin açık ve örtülü müdahaleleriyle şu an da ölümcül bir karakışa dönüşen “Arap Baharı”nın, çok taraflı, çok alışverişini içeren boyutu da çok xit Britanyası da bir diğer çarpı parçalı ve çok kanlı iç savaş süreç önemlidir. Bütün bunlar 80’lerin cı örnek. Küreselleşme eğilimleri lerinin bu çerçevede ele alınması ortalarından 2000’li yılların ilk nin çok güçlü olduğu 2000’li yılla zorunlu. on yılına kadar olan dönem içinde rın başlarında Britanya vatandaş Şimdi küreselleşmenin bildi küreselleşmenin heyecanla karşı larının hem de göçmen istilası kor ğimiz şekliyle sonuna gelinme lanan pozitif bir olgu olarak karşı kusuyla Avrupa Birliği’nden ayrıl siyle neyi kastediyoruz? Küresel lanması sonucunu doğurmuştur. mayı bir referandum konusu ola leşmenin her şeyden önce iktisa Bunun yegâne ama derinden etki rak talep etmeleri söz konusu dahi di bir fenomen olduğu açık. Para li olan istisnası 11.09 İkiz Kuleler olamazdı. nınsermayenin bilişim teknoloji saldırısıdır. Bu trajik olay, küre Küreselleşme, emperyal politi lerindeki muazzam gelişmeler sa selleşmeye giderek kararacak em kalar yürütme kapasitesine sahip yesinde son derece çeşitlenmiş fi peryalist bir gölge düşürecek olay uluslara ve ülkelere, böyle bir ka nans araçları ve mekanizmalarıy ların tetikleyicisi olmuştur. pasiteleri olmayan ulus ve ülke la büyük bir akışkanlık kazanma leri daha derinlemesine etkileme sı onun neden her şeyden önce ik Emperyalist biçimlendirme ve onları kendi stratejik ihtiyaçla tisadi bir fenomen olarak nitelen 21. yüzyılın ikinci on yılının ba rına göre yeniden şekillendirme mesi gerektiğini gösteriyor. An şında iktisadi bir fenomen olarak imkânı verdi. Bu yönüyle de em cak küreselleşme elbette sadece küreselleşmenin emperyalist güç peryalizmi daha önce hiç olma ekonomiye, dünya çapında ekono savaşlarını yürütme kapasitesi dığı şekilde ve türde güçlendirdi. mik akışkanlığa indirgenemez. Bu ne sahip uluslar veya ulusdevlet Bunun kendisini en çok hissettir çok yanlış olur. Küreselleşmenin ler tarafından kesintiye uğratıldığı diği ülkelerden biri Türkiye oldu. değerlerin, dünya görüşlerinin, nı görüyoruz. Korumacı eğilimler Türkiye’de 2001 yılında yaşanan entelektüel ve sanatsal ürünlerin, özellikle on yıl öncesine kadar bu akut ekonomik krizi ve AKP’nin ulusal ve yerel kültürlere ait her na karşıt politikaları savunan ül iktidara gelmesini sağlayan, ge türlü malzemenin bilişim teknolo kelerde güçleniyor. Trump Ameri lişmeleri küreselleşmenin emper jileri ve görsel medya vasıtasıyla kası bunun en önemli örneği. Bre yalizmin özel bir negatif tezahürü sayılabilecek boyutundan ayrı olarak düşünemeyiz. Küresel emperyalist güçler olarak ABD ve AB, Türkiye’nin üyesi ve aday üyesi olduğu ittifaklar vasıtasıyla özellikle iktisadi küreselleşme araçlarını kullanarak Türkiye’nin siyasi rejimini değiştirecek açıkörtülü müdahalelerde bulundular. AKP iktidarının sözde ekonomik başarısı işte bu iktisadi küreselleşme araçları ve müdahaleler sayesinde ortaya çıktı. FETÖ denilen kanlı dinbaz cinayet şebekesi de bu emperyalist müdahalenin ürünüydü. Sonuçta Türkiye, kendisini dünyada yapayalnız bırakacak bir dış politika mecrasına sokuldu. Tehlikeye atılan Türk milleti Burada dramatik olan husus, Türkiye’nin klasik medeni dış politika ilkesinin yerle bir edilme sürecinin “Arap Baharı” denen sürecin ölümcül karakışa dönüştürülmesine paralel bir şekilde ilerletilip derinleştirilmesidir. Küreselleşme, pozitif boyutuyla noktalanıp emperyal güçlerin açıkörtülü mücadelesine dönüşürken bundan en olumsuz etkilenen ülke Türkiye, bölge ise Türkiye’yi de kendine katmaya başlayan Ortadoğu oldu. Bulunduğumuz noktada Türkiye, artık Saray’da sembolleşen otokratik köktendinci tek adam rejiminin bilinçli bir seçimi olarak Ortadoğu’ya eklemlenirken, bu bölgede refah ve mutluluk dinamiklerini vahşi bir akılsızlıkla yok eden parçalanma, çatışma ve dağılma dinamiklerinin ürkütücü etkilerine de çok açık bir hale geldi. Bu yalnızca “Yurtta barış cihanda barış” formülüyle ifade edilen medenilik ilkesini yok oluş tehdidiyle karşı karşıya bırakmıyor; siyaset ve askerlik dehası kurucu liderinin veciz formülündeki “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ahaliye Türk milleti denir” tanımındaki anlamıyla bizzat Türk milletinin varoluşunu tehlikeye atıyor. YENi KiTAPLARLA YENiDEN Laiklik: Aydınlanmanın en güçlü tezi Erhan ERBAY MÜHENDİS Roma döneminde din adamlarına “Clerici”, din adamı olmayanlara da “Laici” adı veriliyormuş. Fransızcadan Türkçeye geçmiş olan “laik” sözcüğü, “din adamı olmayan kimse, din adamı dışında kalan halk” anlamına gelen Latince “laicus” sözcüğünden gelmektedir. Aydınlanma, 17. ve 18. yüzyılda Batı Avrupa’da ortaya çıkan, toplumsal düşünce tarihinde önemli bir dönüm noktasını ifade eden ve kökleri önceki yüzyıllarda oluşan Rönesans ve reformlara dayanır. Voltaire, d’Alembert, Hume, Saint Simon, Auguste Comte, John Locke, Jean Jacques Rousseau gibi birçok düşünür tarafından toplumsal örgütlenme, eşitlik, özgürlük, rasyonel düşünce (akılcılık), ilerleme, cehaletin yerine bilimsel bilginin yer alması, dünyayı anlama yolu olarak batıl inanç ve doğaüstü inancı reddeden bir düşünce hareketidir. (Dr. F.A.Koçak Turhanoğlu2010) Immanuel Kant’ın deyimiyle “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır.” Laiklik aydınlanmadır Aydınlanma düşünürlerinin yapmak istediği, ruhban sınıfının bilgiyi elinde bulundurma ve iletme rolünü almaktır; çünkü toplumsal olarak neyin önemli bilgi olduğunu yeniden tanımlamak, bilgiyi din çemberinin dışına çıkarmak ve bilgiye yeni bir anlam yüklemek istemişlerdir. Aydınlanma düşüncesinin temelinde, bilginin kaynağının dinsel metinler değil, bilim olduğu görüşü benimsenmiştir. Aydınlanma Laikliğin en hassas konusu eğitimdir. Çünkü eğitim, yönetenlerin ideolojik aygıtı olmaktan çıkarılmalı, evrensel, özgür ve kültürel değerlere sahip bireylerin yetiştirilmesi için kullanılmalıdır. düşüncesinde metafizik reddedilir, çünkü bilimsel devrimin etkisiyle evrende özsel nedenler aranmaması gerektiğine, olay ve olguların sadece nedensellik ilişkisi içinde açıklanması gerektiğine inanılmıştır. Bilim; otoriteler, vahiyler, dinsel dogmalar veya mistisizm yerine temel bilgi kaynağı haline gelmiştir. Bilimsel yöntemin aydınlanma ve ilerleme için itici güç olduğu ve bilimsel yöntem sayesinde anlayan ve anlayışı sayesinde de doğaya hükmeden yeni bir insan yaratıldığına inanılmıştır. Vicdan özgürlüğü Laiklik, toplumun yönetilmesine dair yetkinin gökten alınıp yere indirilmesidir. Yönetenlerin hiçbirinin yönetilenlerden üstün olmadığı, ayrı bir ilahi yetkisi, gücü olmadığına dair ortak görüşten hareketle, toplumun yönetiminin kişilerin ortak iradesine dayandırılarak Toplum Sözleşmesi demokrasinin uygulanmasıdır. Laiklik, toplum yönetimine dair kurallarda din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılarak, kadın erkek herhangi bir ayrım gözetmeksizin adaletin kişisel, dinsel kanaatlere bağlı olmadan modern hukuka bağlı kalınarak sağlanmasıdır. Devlet soyut bir kavram olup insanlara has bir kurum olan din veya dini inanç devlete ait bir özellik olarak gösterilemez. Devlet soyuttur, somut olan, devleti ete kemiğe büründüren insanların ortak iradesinden oluşmuş yazılı metinler yani anayasa ve kanunlardır. Devlet bütün inançlara (ve tabii ki inançsızlara da) eşit davranmalı, bu konuda kör olmalıdır. Devlet, insanların dini inanç ve ibadetlerini yerine getirebilmesi için uygun ortamı sağlamakla yükümlüdür. Devlet tüm inanç gruplarına yaklaşımında eşitliğini bozmamalı ve her türlü kolaylığı göstermelidir. Yasaların kaynağının herhangi bir inanç grubu veya ilahi temele dayandırılmaması gerekir. Çağdaş eğitim Toplumun maddi varlığı ve ekonomik, sosyal, kültürel değerleri eğitim sayesinde devam ettirilir. Devlet eğitimde aklı, bilimselliği, özgür düşünebilmeyi, kültürel ve sosyal değerleri aktarmayı sağlamalı, eğitim için bir ya da birden fazla inanç grubuna yetki vermemeli, öncelik tanımamalıdır. Eğitim dinsel kaygılardan uzak ve öğrenci temelli olarak bilimsel olmak durumundadır. Devlet bu eğitimi verirken isteyen bireye de dini eğitimin alınması için ortam sağlayabilmelidir. Laikliğin en hassas konusu eğitimdir. Çünkü eğitim, yönetenlerin ideolojik aygıtı olmaktan çıkarılmalı, evrensel, özgür ve kültürel değerlere sahip bireylerin yetiştirilmesi için kullanılmalıdır. Evrensel eşitlik Yukarıda bahsedilenlerin ışığında laiklik, asırlarca süren mücadelelerin sonucunda, modern toplumlarda insanların doğuştan eşit olduğunun, hiçbir kişiye, zümreye, inanç grubuna bir üstünlük verilmediğinin, insanlar arasında evrensel bir eşitlik olduğunun, bilgi nin kaynağının doğa ve insan aklı olup bilgi tekelinin ruhani kişilerde olmayıp dünyevi olduğunun, bilimin ve bilimsel eğitimin toplumun devamlılığında esas olması gerektiğinin, kadın hakları mücadelesinin laiklik ışığında gelişebileceğinin, yüzyıllardır süren emeğin sömürülmesine karşı verilen mücadelenin laiklik karşıtlarınca laikliğin yok edilerek karartılması ve göz ardı edilmesine müsaade edilmemesi gerektiğinin, kısacası laikliğin modernitenin temel paradigması olduğunun altının kalınca çizilmesi gerekmektedir. Yerini korumalı Osmanlı Devleti’nin toprak kaybettiği ilk antlaşma olan 1699 Karlofça Antlaşması’ndan sonra Batılılaşma çalışmaları başlamıştır. Batılılaşmada amaç, Avrupa’nın sahip olduğu bireysel özgürlük, eşitlik, siyasi, ekonomik, teknolojik, bilimsel gelişmelere ulaşma çabasıdır. Ziya Gökalp’in deyimiyle “Batılılaşma, kendi kültürümüzü koruyup Batı’dan teknik anlamda uygarlığı almaktır”. Atatürk’ün önderliğinde emperyalistlere karşı kazanılan Kurtuluş Savaşı sonucunda ümmet kavramından ulus kavramına geçen Türk ulusu, Atatürk’ün devrimleriyle Batılılaşma yolunda çok önemli adımlar atmıştır. 3 Mart 1924 tarihinde halifeliğin kaldırılması, Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin kaldırılması ve Tevhidi Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) gibi bir dizi kanunun kabulü ile modern hukukun önü açılmış akla ve bilime dayalı çağdaş eğitime geçilmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Uygar toplumlarda yer almamız bakımından laikliğin önemi, vatandaş olma bilincimizde yerini sürekli korumalıdır. İnternete Özel %40 indirim “Kitap okuduğunuzu biliyoruz.” http://www.cumhuriyetkitap.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle