18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
HABER EDİTÖR: ÖZGÜR ÖZKÜ TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 9 26 ŞUBAT 2020 ÇARŞAMBA BIR ÖMÜR ‘EŞITLIK, ÖZGÜRLÜK VE ADALET’ PEŞINDE KOŞTU Bir aydınlanmacıyı daha yitirdik MUZAFFER İLHAN ERDOST, YAŞAMA GÖZLERİNİ YUMDU Sol Yayınları’nın kurucusu ve Mamak Cezaevi’nde öldürülen yayıncı İlhan Erdost’un ağabeyi Muzaffer İlhan Erdost, (88) bir süredir tedavi gördüğü Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde dün yaşamını yitirdi. Erdost, bugün öğle namazının ardından Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Gazeteci, yayıncı, şair... 1932 yılında Tokat’ın Artova ilçesinde doğan Erdost, 1956’da Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi’ni bitirdi. 1956 ile 1963 arasında Pazar Postası ve Ulus gazetelerinde çalışan Erdost, 1958’de Açık Oturum Yayınları’nı, 1965’te Sol Yayınları’nı kurdu ve yönetti. Şiir, öykü, deneme ve eleştiriler yazan Erdost, Türk şiirindeki “İkinci Yeni” akımının da isim babasıydı. Muzaffer Erdost ve kardeşi Onur Yayınevi’nin sahibi İlhan Erdost, 12 Eylül darbesinden sonra “Yasak yayın bulundurmak” suçlamasıyla 7 Kasım 1980’de gözaltına alınmış, birlikte Mamak Askeri Cezaevi’ne bulundukları sırada İlhan Erdost, askerler tarafından dövülerek öldürülmüştü. Kardeşinin ölümünün ardından onun ismini de alarak yaşatan Muzaffer İlhan Erdost, bir dönem İnsan Hakları Derneği Ankara Şube Başkanlığı’nı yürüttü. Erdost, Türkiye İnsan Hakları Kurumu Vakfı’nın da (TİHAK) kurucu üyesi ve başkanıydı. Kardeşinin ismini kendi ismine katarak yaşatan Muzaffer İlhan Erdost, kardeşini Cumhuriyet’e verdiği mülakatta, “Yıllarca İlhan’ı anlattık, anlatacağız da. Bugün toprağın altında, sonsuzluğu soluyan bir İlhan var, bir de toprağın üstünde yaşayan bir İlhan var. Bu toprağın üstünde yaşayan İlhan, her gün, her saat yeniden büyüyen bir İlhan” sözleriyle anlatmış, 12 Eylül 1980 darbesi için “İlhan’ın öldürülmesi, hem 12 Eylül öncesini, hem 12 Eylül dönemini, hem de 12 Eylül sonrasını anlatır” demişti. Marksist eserler Erdost’un 1964 yılında kurduğu Sol Yayınları, Marksist klasikleri Türkiye’de ilk kez bastı ve o kuşağın bu eserleri Türkçe okuyabilmesini sağladı. Erdost, Sol Yayınları’nı, Türk Ceza Yasası’nın 142. maddesine aykırı eylemde bulunmaktan hüküm giydiği 1971 yılına kadar yönetti. 1974 yılında af yasası ile hapisten çıkınca yeniden yayıncılığa başladı. 12 Eylül döneminde gözaltında dövülerek öldürülen İlhan Erdost’un anısını yaşatmak amacıyla Ankara’da İlhanilhan Kitabevi’ni kurdu. Erdost, 1950’den başlayarak şiir, öykü, deneme ve eleştiriler yazdı. Yazılarında, toplumsal sorunlar, Türkiye ve Osmanlı tarihi, tarım, faşizm ve demokrasi konularına eğildi. Erdost’un şiir, öykü ve yazıları Cumhuriyet, Son Havadis, Hisar, Yeni Ufuklar, Seçilmiş Hikâyeler, Açık Oturum, Kaynak, Mavi, Yön, Türk Solu, Dost Ülke, Papirüs, Türkiye Yazıları, Edebiyat ve Eleştiri gibi gazete ve dergilerde yayımlandı. l ANKARA / Cumhuriyet 12 Eylül sonrasında kardeşi jandarma tarafından dövülerek öldürülen Muzaffer İlhan Erdost, Türkiye’de toplumsal bilincin ve sol tarihinin oluşumunda önemli bir yere sahip olan Sol Yayınları’nın kurucusuydu. SON ŞIIRI ŞEKIBE ÇELENK IÇIN Muzaffer İlhan Erdost, 22 Şubat’ta yaşamını yitiren 68 kuşağının devrimci öğrenci liderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idama giden sürecine tanıklık eden “Denizlerin Şekibe Ablası” olarak anılan avukat ve siyasetçi Şekibe Çelenk’in cenaze törenine katılmış ve burada bir konuşma yapmıştı. Burada yaptığı konuşmada Erdost, “Yani bilinci ve bilgisiyle, sevgisi, tutkusu ve özverisiyle onu bütünleyen tüm varlığıyla bu devrim hamurunun mayası olan, Halit Çelenk ışığına ışık olan ve bizi ışıtan Şekibe Çelenk’i burada sevgiyle kucaklamamak olanaklı mı?” demiş ve Şekibe Çelenk için yazdığı şu şiiri okumuştu: “Kızıl saçlı hukuk öğrencisi, sevgili Sevincin vadisinde çiçeğe durmuş nar ağacı Devrimin en güzel koşusunu koşanların yaralı annesi Kaygılı, karanlık günlerimizin bacısı Solgun yüzünde insanlığın dinmeyen acısı Suskun sessizliğinde Sana sevgi, sana sevgi, sana sevgi.” MUZAFFER İLHAN ERDOST’A.. ÖDENEMEMIŞ BIR BORCUM VARDI... Ödünsüz insan hakları savunucusu, ülkemin insanlarının sesi, Muzaffer İlhan Erdost’a, Sevgili Muzaffer Ağabeyimize14 Aralık 2019 tarihli Cumhuriyet gazetesinin 10. sayfasında yayımlanan, Cumhuriyet Söyleşileri’nden, 3 ku şaktan tanıklar sayfasından kalan, ödenememiş bir borcum var.. Cumhuriyet’in arşivinde kendisinin bize armağan ettiŞÜKRAN ği, köşe ayrılmış olarak sakSONER lanan kitaplarından birisini, bu nedenle teslim etmemiş, arkamdaki dolabın içinde saklamıştım. İlk uygun gündemle çakışabilecek bir köşe yazımın içinde paylaşacaktım.. Borcumu ödeyemeden dün aramızdan ayrıldığının, “Hakk’a kavuşma yolculuğuna çıktığının haberi ulaşınca” 12 Eylül, Demokrasi ve “Demokrasi” başlıklı kitabın içeriğinden kimi satırbaşlarını sizlerle paylaşmak boynumun borcu.. İnsan hakları savunuculuğunda en ağır bedellerin acılarını şiirle, öykülerle, kitapla, resimle, fotoğrafla, eleştiriler, makalelerle..sanatla konuşarak paylaşan insanın.. Dostları 12 Eylül’de sorguda öldürülen kardeşi İlhan Erdost’la ilgili bir tek anısını bile gözyaşları akmadan paylaşamadığının tanığıdırlar.. Tırnaklı ve Tırnaksız Demokrasi söyleşisine ilişkin açılmış davanın içeriğini, gelişmelerini, savunmasını, so 14 Aralık 2019, Cumhuriyet nuçta beraatla noktalanmasını paylaşmayı çok istemiş olmasının açıklaması da bu kitabın içinde var.. “ ‘Eylül’, ses olarak sıcaktır ama yak maz, başağa sarısını, çiçeğe kırmızısını verir. Dile, ağızda eriyen akide şekeri gibi tat verir ‘eylül’ adı. Ay olarak da öyledir. Ama öyle günler olur ki, toplumu kuşatanlar eylülün günlerini namlusuna prangalamışsa, ‘eylül’ sözcüğü de, kuşatanlarla toplumu kuşatmaya çıkmış gibi algılanır. On yıl geçmiş olsa da aradan, sanki bir fotoğraf gibi belleğimde. Telefonda ‘Eylülü yazar mısın?’ diyor Binali Seferoğlu, abeceye. Yani faşizmi yazar mısın demek istiyor. Daktilom 12 Eylül’den çok yaşlı. Masamın üzerinde açık duruyor. Telefonu kapatıyor, daktilomu çekiyorum önüme. Kâğıt takıyor ve başlıyorum yazmaya, ‘Demokrasi’ ve Demokrasiyi. Biri tırnaklı, biri tırnaksız. Birbirine karşıt iki demokrasinin burkacındayız da ondan. Bir başka deyişle, tırnaksız demokrasi isteyenler, tırnaklı demokrasiyi dayatmak isteyenler tarafından boğuluyor da ondan... 12 Eylül ne? Bir gece, yarısı kapınızın vurulması mı? Tomsonlarla çevrilmiş bir merdiven sahanlığı mı? Yatak odanıza doluşmuş postallar mı?.. Burjuva sınıfının egemenliğinin yerini, burjuvanın en yüksek kesimi tekelci burjuvazi aldığı zaman, egemenlik bütün bir sınıfın elinden bu sınıfın bir kısmının eline geçmiş olmakla kalmaz... Emekçi sınıfının özgürlüğünün daralması ile de kalmaz... İkisi için de söz konusu olan demokrasi, ‘tırnaklı’ demokrasiye dönüşür..” AYM’den ‘Gezi’de polis şiddeti’ kararı ‘Eziyet yasağı ihlal edildi’ Anayasa Mahkemesi (AYM), Gezi Direnişi sırasında düzenlenen eylemler sırasında darp edilen avukat Eda Ayşegül Kılıç’ın bireysel başvurusu üzerine, Kılıç’a “eziyet yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzeleme hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle 37 bin 500 TL tazminat ödenmesine karar verdi. Kılıç, Ankara’da katıldığı eylemde “sırt, bel, baş ve kol bölgesine copla vurulduğu ve bu nedenle bilinç kaybı yaşadığı” gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştu. 12 Mart 2015’te başsavcılığın “kovuşturmaya yer yok” kararının ardından Kılıç, AYM’ye başvurdu. Kılıç’ın başvurusunu inceleyen AYM, “eziyet yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzeleme hakkının ihlal edildiğine”, Kılıç’a net 37 bin 500 TL manevi tazminat ödenmesine ve yeniden soruşturma yapılması için dosyanın savcılığa gönderilmesine karar verdi. Gerekçeli kararda, “Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir. Başvurucunun şiddet eylemlerinin içinde yer aldığına dair bir iddia veya delil yoktur” dendi. Cumhuriyet’e konuşan Kılıç’ın avukatı Doğan Erkan, “Gezi terör eylemidir gibi bütün argümanları geçersizleştiren bir karar. Savcılığa bir kez daha başvuracağız ve ‘bu polisleri bul ve yargıla’ diyeceğiz” ifadelerini kullandı. l ANKARA/Cumhuriyet Direnişi afişlerle karalama çabası İstanbul’daki bazı otobüs duraklarına Gezi Parkı Direnişi’ni karalayan imzasız afişler asıldı. Gezi davasında yargılananlarla ilgili beraat kararının çıkmasının ardından kimliği belirsiz kişi ya da kişiler farklı semtlere astıkları “#gezi demokrasi düşmanlığıdır”, “#gezi sevgisizliktir”, “#gezi ilerlemeye engeldir”, “#gezi umutsuzluktur” , “#gezi karanlıktır”, “#gezi ihanettir”, “#gezi şiddettir” diye yazdı. l Haber Merkezi Osman Kavala’nın tutukluluğuna itiraz Gezi davasında beraat ettikten sonra 15 Temmuz ile ilgili bir soruşturma nedeniyle tekrar tutuklanan iş insanı Osman Kavala’nın avukatları tutukluluk kararına dün itiraz ediye talebinde bulundu. Avukatlar Kavala birinci yargı paketi ile kanunlaşan soruşturma aşaması için azami tutukluluk süresi olan iki yıllık sürenin dün itibarıyla dolduğuna dikkat çekti. AİHM’nin ihlal kararının tutuklamaya konu suçlamayı da kapsadığını belirten avukatlar “İddia edilen günlerde; Kavala ve Henri Barkey’in faklı şehirlerde olduğu ve bu hususun 2017’de yapılan Emniyet sorgusunda sabit olduğu, tutuklamaya gerekçe olarak gösterilen kaçma şüphesine ilişkin hiçbir delil ileri sürülemediğini” hatırlattı. l İSTANBUL/Cumhuriyet Gezi Direnişi büyük bir ‘dava’dır... 2013 yılı haziran ayına damgasını vuran Gezi Direnişi, daha o günlerde içeriğiyle, biçimiyle tarihteki yerini almıştı. İktidar daha ilk günden toplumun derinliklerinden gelen bu barışçıl eylemi yaftalamaya çalıştı. İktidar medyası ise önce yok saymaya girişti, olmayınca AKP’nin karalama kampanyasına dayalı haberlere öncelik verdi. Her şeyi bir kenara koyalım; Gezi’ye ilişkin yayımlanan kitap sayısı 50’nin üzerinde. Biz bu kadarını sayabildik... Gezi, özellikle gençlerin ülke sorunlarına karşı duyarsız olduğu tezini yıktı. Katılanların çok büyük bir dilimi lise, üniversite çağındaydı. Ankara’da 50’li yaşlardaki bir katılımcı, gençlerin arasında yürürken arkadaki fısıldaşmayı duymuş: “Arkadaşlar, öndeki yaşlı teyzeyi tanıyan var mı?” Gezi, Türkiye’nin sadece birkaç ilinde yankılanmadı. İçişleri Bakanlığı kayıtlarına göre 3.6 milyon kişi katıldı. Genel hesaplamayla 8 milyona yakın katılım vardı. Katılanların çok büyük bir dilimi ilk kez böyle bir ortamda yer alıyordu. Gezi’de üretilen mizah, halkımızın direnme ve dayanma gücünü de gösteriyordu. Olaylara biraz da mizah gücüyle bakılmasa Türkiye gündemi nasıl çekilir! Şiddete, teröre, sağduyulu kimse evet demez, olumlamaz. “Nereden gelirse gelsin, hedefi ne olursa olsun terörün her türlüsüne hayır”, Gezi’ye katılanların hemen tümünün ortak şiarıydı. Ters yönde tavrı olan herkese “hayır” diyoruz. Bunun yanında şunu da vurgulamak gerek: Gezi’de yaşamını yitiren ve yaralananlar dikkatle incelendiğinde şiddetin kaynağı, nedeni de ortaya çıkacaktır. HHH İktidar Gezi’den hemen sonra harekete geçti; Türkiye’nin hemen her yerinde Gezi davaları açıldı. Bunların neredeyse tamamı beraat kararıyla sonuçlandı. O kadar çok dava açıldı ki, örneğin sadece Kırklareli’ndeki dava sayısı 1238 idi. Başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere onlarca ilde yüzlerce dava, soruşturma açıldı. Bunlardan bir şey çıkmayınca, iktidar yöntem değiştirdi. Seçilen birkaç kişi üzerinden Gezi’yi mahkum etmeye girişti. Bu da olmadı. Osman Kavala davası bu zemine oturtulmaya çalışıldı. Kavala, 28 ay süren tutukluluktan sonra 18 Şubat’ta Silivri’deki yargılamada beraat etti. Vayyy sen misin beraat kararı veren. Ertesi gün, “Gezi olmadı 15 Temmuz verelim” kararıyla daha cezaevinden çıkmadan yeniden tutuklama kararı verildi. Bu karar verilirken Erdoğan da partisinin grup toplantısında kararın gerekçelerini anlatıyordu. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir gereği olarak aynı anda Hâkimler Savcılar Kurulu da (HSK) harekete geçip, beraat kararı veren mahkeme heyeti hakkında soruşturma başlattı. Önceki gün de Kavala ile ilgili beraat kararının gerekçeleri yayımlandı. Özeti şu: Gezi’nin finansörü ve düzenleyicisi olduğuna dair hiçbir delil yok! Kavala dosyasında o kadar akıldışı “deliller” var ki, sadece birini paylaşalım. Kavala, Henri Barkey’le 93 saat telefonla görüştü! Gerçek şu: Kavala ile Barkey İstanbul’da aynı baz istasyonu çevresinde 7 yılda 93 saat başkalarıyla telefonla görüşmüş. Daha yalın anlatalım, diyelim ki Taksim’desiniz, oradan annenizi aradınız. Sizin 200 metre ötenizdeki bir kişi de birisini telefonla dolandırdı. O kişi Taksim’deyken o baz istasyonu çevresinde telefon eden herkes o dolandırıcı şebekesinin üyesi sayılıyor! Bu kadar akıldışı bir şey olmaz demeyin. Bunun onlarca örneği var. Bunları delil sayanların, gerçekmiş gibi haber yapanların başına böyle bir şey gelmesin! HHH Gezi Direnişi ne kadar saldırılırsa saldırılsın, gücünü, ruhunu koruyor. Sosyal bilimcilerin yaptığı araştırmalardan da bu sonuç çıkıyor. Gezi, özünde “Türkiye’nin bütün renkleri bir arada barış, huzur içinde kardeşçe yaşamak istiyor” mesajıydı. Milyonlarca kişinin verdiği bu mesaj, büyük bir toplumsal davadır. İktidarı, Gezi’nin altında daha fazla ezilmemeye çağırıyoruz! Yargıtay, Çakıroğlu’nun katilinin cezasını onadı Yargıtay 16. Ceza Dairesi, üniversite öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nu öldüren Nurullah Semo’ya “kasten öldürme” ve “devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozmak” suçlarından iki kez müebbet hapis cezası veren is Çakıroğlu tinaf kararını onadı. Ege Üniversitesi’nde 20 Şubat 2015’te öğrenciler arasında çıkan kavgada, Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü 4. sınıf öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu yaşamını yitirmiş, 7 kişi yaralanmıştı. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi, Sosyoloji Bölümü 4. sınıf öğrencisi Semo’ya iki kez müebbet hapis cezası vermişti. Bölge Adliye Mahkemesi’nce verilen hükmün de temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gelmişti. l ANKARA/Cumhuriyet
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle