18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 12 ŞUBAT 2020 ÇARŞAMBA Editör: ÇAĞDAŞ BAyraktar TASARIM: ilknur filiz olaylar ve görüşler [email protected] Türkiye ekonomisi nereye: Kriz derinleşiyor Gelinen süreçte niteliksiz büyümenin karşılığı, sanayisizleşme, inşaat, borç, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ve küçülme olarak dönmüştür. Prof. Dr. Duran BÜLBÜL Ülkemiz bugün iktisadi, mali, siyasi ve sosyal açıdan büyük sorunlarla karşı karşıya. Bu sorunlar gittikçe derinleşmekte ve tüm veriler 20012002 krizinden daha vahim olduğunu göstermektedir. Bilindiği gibi küreselleşme olgusuyla birlikte tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de 2002 sonrası muhafazakâr ve neoliberal bir anlayış ülke yönetimine geldi. Küreselleşme olgusu ve neoliberal yönetimler pek çok değerle birlikte sosyal devlet ve refah devleti anlayışını sildi süpürdü. Yerine yoksulluk, yolsuzluk, küçülme, kan ve gözyaşı bıraktı. Sonuç olarak ülkemiz, insan hasiyetini ve onurunu koruyan, geliştiren sosyal devlet anlayışından uzaklaşarak jandarma devlete doğru bir dönüşüm yaşamaktadır. Ülkemiz, neoliberal reçeteler altında gelirini spekülatif finans oyunlarından ve kamu ihalelerinden kazanan, üretmeden tüketen hale dönüştürülmüştür. Çöküş kaçınılmaz Ülkemiz; eğitim harcamaları, sağlık harcamaları, tarım ve tarımda istihdam borç stoku, kredi kartı borçları, icra dosyaları, turizm gelirleri, ithalatihracatı karşılama oranı, dış ticaret açığı, cari açık, tasarruf açığı, işsizlik ve istihdam, vergi kayıp ve kaçakları, OECD ülkelerinde ortalama ücret üzerindeki vergi yükü, kapasite kullanımı, gayri safi sabit sermaye oluşumu, yatırım ikli minin önündeki engeller ve yabancı hâkimiyeti açısından sorunlar yaşamaktadır. Krizin derinleşmesi açısından; mali, ekonomik ve sosyal göstergeler incelendiğinde sermaye yeterlik rasyosu 2003 yılında 30.9 seviyesinden 17.3 seviyesine, bankacılık sektörünün kârlılık göstergelerinden biri olan aktif kârlılık oranı 2003 yılında 2.15 iken 1.04’e, yurtdışı yerleşiklerin döviz mevduatının toplam mevduata oranı 2002 yılında 54.1 iken, 36.5’e, büyüme oranı 2002 yılında 6.2 iken, 2019 yılı üçüncü çeyrekte 0.9’a düşmüştür. Bankacılık sektörünün kaynak gücünü ifade eden; menkul değerlerin, toplam aktiflere oranı 2002 yılında 40.5 iken bugün 12’ye düşmüştür. Bir başka ifadeyle bankacılık kaynakları yıldan yıla erimiştir. Menkul değerlerin toplam aktiflere oranındaki ciddi düşüş devam etmektedir. Bir yandan da kredi borçlarını geri ödemeyen şirketlerin sayısı ise artmak tadır. Bu iki durum sürdürülemez olup uzun vadede sistemin çöküşüne yol açar. Borç ekonomisi İhracatın yurtiçi hasılaya oranı düşüşe geçmiştir: 2002 yılında 19.2 iken, 18’e düşmüştür. Bir başka deyişle ihracatın GSYİH’deki payı azalmıştır. İthalat ise artış göstermiş ve dışa bağımlılığımız artmıştır. İthalatın GSYİH’ye oranı 2002 yılında 25.4 iken, 27’ye yükselmiştir. Cari işlemler dengesi hesabının 2002’de GSYİH’ye oranı 1 iken, 2019’da 6’ya düşmüştür. Bir başka ifadeyle cari işlemler dengesi daha da kötüleşmiştir. İşsizlik oranı 2002 yılında 10 iken 2019’da 12.2’ye yükselmiştir. Bankacılık sektöründe toplam aktif içerisinde kullanılan toplam kredi oranı ciddi bir şekilde artmış, kredi miktarının toplam aktiflerine oranı 2002 yılında 27 iken bugün 63’e çıkmıştır. Böylelikle büyük bir borç ekonomisi yaratılmıştır. Ülkemizde bugün karşı karşıya kaldığımız sorunlar n Büyük borç batağı, n Dış ticaret açığı, n Cari açık, n Düşük tasarruf, sıfır yatırım, n Pahalı, paralı ve yetersiz sağlık hizmetleri, n Düşük düzeyli eğitim, n Bilimden uzaklaşan üniversiteler, n Bozulan sosyal altyapı ve çarpık (omurgasız) şehircilik hizmeti, n İktidara özgü açgözlü, köşe dönmeci sınıf, n Yasal platformda gerçek anlamda parazitlerin varlığı, n Giderek derinleşen ayrımcılık, yoksulluk, yolsuzluk ve küçülme, n Toplumsal ümitsizliğin yaygınlaşması, n Yaygın suç, şiddet ve uyuşturucu kullanımının kitleselleşmesi, n Görsel medyanın kitlesel propagandası sonucu ahlaki ve siyasi değerlerde çürüme ve çöküş, n Yurttaşlık bilincinde gerileme, n Giderek yaygınlaşan ruhsal boşluk duygusu, n Gelir dağılımında adaletsizlik, n Adalete ve devlet kurumlarına olan güvensizlik, n Milli sermayenin el değiştirmesi ve yabancılaştırılması. Unutulmamalıdır ki; borcu çok olan ulusların uluslararası ilişkilerde direnci az olur. Ülkemizin bankacılık sektörünün döviz rezervlerine bakıldığında da lokal krizlere bile dayanıklı olmadığını ve krizlerde çakıldığını görmekteyiz. Bütçe dengesinin GSYİH’ye oranı pozitif değerlerden negatif değerlere geçmiştir. Nitekim bütçe dengesinin GSYİH’ye oranı 2002’de 14.9’dan 2’ye düşmüştür. Bütçe dengesi 13,4 kat bozulmuştur. Merkez bankası bilançosunun GSYİH’ye oranı 2002 yılında 27 iken bugün 21’e düşmüştür. Merkez Bankası bilançolarında düzelme değil negatifleşme olmuştur. Kişi başına reel GSYİH’nin değişim oranı bozulmuştur. Kişi başına düşen milli gelir 2002 yılında 4.8 iken 2,1’e düşmüştür. Bu durumda kişiler yüzde 57 fakirleşmiştir. (Yukarıdaki göstergeler TÜİK, BDDK, TBB, TCMB resmi sitelerinden elde edilen veriler kullanılarak oluşturulmuştur.) Niteliksiz büyümenin sonuçları Sonuç olarak, yukarıdaki verilerde de görüldüğü gibi kriz derinleşmekte, ülke ekonomisi dışa bağımlı ve borçlu hale gelmektedir. Özel sektör ve hanehalkları ciddi borç yükü altına girmiş, tarımsal üretim gerilemiş, tarımda ilk defa ödemeler dengesi açığı verilmeye başlanmış, işsizlik ve özellikle de genç işsizlik artmış, sağlık ve eğitim hizmetlerinde bir yandan kalite düşerken diğer yandan ülkeye maliyeti artmıştır. Gelinen süreçte niteliksiz büyümenin karşılığı, sanayisizleşme, inşaat, borç, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ve küçülme olarak dönmüştür. Kriz ve yoksullaşmayı, refah ve büyüme olarak sunmanın yerine, ülkemizi yeniden inşa edecek yapısal reformların ivedi bir şekilde yapılması gerekir. Boğaziçi’nin kimliği ve dramı Gürol Sözen Çağlar boyu değişmeyen bir olgu: Hangi coğrafyada olursa olsun yarınlara kalabilen kentlerin her birinin kimliğinde doğa, tarihsel yapı, bilim ve sanat egemendir: Ama suyun kıyısına kurulan kentlerin ayrıcalığı var: Su uygarlıktır. Hele, doğanın bizlere armağanı olan üç bir yanı denizle ve anıtsal yapılarla çevrili bir coğrafyada yaşıyor iseniz. İstanbul ve simgesi Boğaziçi gibi. O nedenle Bizans ve Osmanlı çağının ve çöken bir imparatorluktan yaratılan görkemli Cumhuriyet’in İstanbul’unun ve Boğaziçi’nin öyle ele avuca sığacak bir toprak parçası olmadığının farkında olmamız gerekirdi. “Varsa da yoksa da ‘Kanal İstanbul ya da Türkçesi, İstanbul kanalı’ der iken, ‘savaştın mı savaşmadın mı, deprem, çığ ve uçak kazası’ ile ortalık yangın yerine dönüverince ölüm fermanını biçtiğimiz öksüz çocuk Boğaziçi’nin kimliği, geçici de olsa rafa kaldırılıverildi. Kirletilmiş, varlık içinde yoksulluğunu yaşamaya çalışan ve aslı var iken sahtesi ile avunulan, dedim dedili bir İstanbul’un simgesi Boğaziçi de öylesine durup duruyor. Ne yana bakacağımızı şaşırdık! Hiç böyle gariban kalmamıştık! Sahi nereliyiz biz? İki bin yüz yıl önce Romalı mimar Vitruvius’un ‘bir kent nasıl kurulmalı’ sorusuna verdiği yanıt ise tokat gibi. Kısacası doğanın her yerinden, her canlısından sorumlusun. Yetmez; bilim ve sanat dalında da yetkin olacaksın.” Ne tesadüf! Tıpkımızın aynısı! ‘Kimliğiniz lütfen!’ Kuşkusuz, kimlik, cebimizdeki bankamatik kartı değil. Bir kentin kimliğini önce anlatıcıları pekiştirir: Şairler, yazarlar yani tüm sanatçılar, tarihçiler, ustalığı kanıtlanmış mimarlar ve bilim insanları. Boğaziçi’nin simge çiçeğini sanırım biliyorsunuz! Lale değil; balta ile kesip attığımız, yaprağından önce çiçeğine duran, kutsal kitapların erguvan ağacı. A.Hamdi Tanpınar, “Her şehir üç yüz, dört yüz senede bir değişir” diyor ve ekliyor: “Bir ağacın ölümü, büyük bir mimari eserin kaybı gibidir.” Sahi, binlerce yıldan beri var olan Boğaziçi’nin kimliğini oluş Suyun kıyısına kent kuranların en büyük özelliği, doğanın ve yaşamın farkında olmak. Sanıyorum, çimmesini biliyoruz da aklımız fikrimiz karada! turan Argo gemicileri efsanesini kimler biliyor? Özür dilerim, gökdelenlerin şiirini yazan, müziğini besteleyen var mı? Derdimiz, “Ah nerede o eski İstanbul ve Boğaziçi” diye yakınmak değil. Eskiler alıp eskiler de satmıyoruz. Her eski yeni olmadığı gibi her yeni de lokmayı yutturdukları gibi yaşanılır değil. Metin Sözen’in evrensel tanımı ile “Bizler bu toprakların ev sahibi mi yoksa kiracısı mıyız? Aradığımız, gelecek için bir geçmiş ve kent kimliğini sorgulamak.” Ne yazık ki İstanbul’un kullanma kılavuzu yok! Kimliğiniz lütfen? Ne hainlik! Boğaziçi, yıllardan beri, evrensel birimine karşın geceli gündüzlü vahşetini yaşıyor. Çocukluğumun Amerikan filmlerinde ağzımız açık izlediğimiz Kızılderililer aklıma geliyor! Yamaçlara sıralanmışlar, çığlıklar atarak vadideki iyi adamların posta arabalarına saldırıyorlar. Ne hainlik? Boğaziçi sırtlarında, orman içinde saklanan bizim Kızılderililer farklı! Beton yığınlarının arkasında pusuda bekliyorlar, ellerinde kazma, kürek ve baltaları ile! “Lululululu” çığlığı ile tepelerden dörtnala Boğaziçi’ne fırlıyorlar, Tabii ki öngörünüm yasalarına uygun! Suyun kıyısına kent kuranların en büyük özelliği; doğanın ve yaşamın farkında olmak. Sanıyorum, çimmesini biliyoruz da aklımız fikrimiz karada! Tankerleri tartışıyoruz da uzun bir süreden beri çapa simgeli Şehir Hatları’nın vapurlarını çöpe atıp kendimizi kişiliksiz motorların himmetine bıraktığımız neden sorgulanmıyor? Kentte, kendimi kasabaya gelmiş acemi sirk cambazı sanıyorum. Yolcular, merdivenli iskelede zorlanıp kol bacak kırılınca, bir mucit tarafından motorlara “manuel” köprücükler eklendi. “Ver elini teyze. Tut merdiveni. Ha şöyle çık in, çık in! Söylenip durma haa... şimdi!” 1854’te Şirketi Hayriye Boğaziçi seferlerine altı vapurla başlamış... Sanki tarih! Zaman içinde kent öyküsüne kaynaklık eden ve tasarımı ile Boğaziçi’ne uygun vapurların bir çoğu seferden kaldırılınca, el çabukluğu ile iskeleler de hemen lokanta oluvermişti: Rumelihisarı, Kuruçeşme, Moda, Fenerbahçe iskeleleri. “Bir sengine yekpare Acem mülkü feda olan,” İstanbul , Acem mülkü değil, daha şimdiden Arapistabulli. Hele bir de kanal başlasın; yeme de yanında yat! İstanbul’un Boğaziçi Şehir Hatları motor tarifesine baktığınızda, dünden büyük miras Boğaziçi’nin nasıl kullanılmadığını görürsünüz. Kıyı semtlerinde oturan milyonlarca insan otobüs ve minibüslerin pençesinde yırtı nıp dururken tarife kitapçığının kapağında ise “Boğaz turu her mevsim güzel” yazısına gözünüz takılır... Ayrıca, siz, hiç içinde devesi olan gezi motoruna bindiniz mi? Araplar İstanbul’a deve ile mi geldi, demeyin. Yapay deve güvertede! Yetinmezseniz Osmanlı giysilerine bürünmüş, kavuklu kürekçilerin çektiği, köşklü saltanat kayığına buyurun! İstenirse 24 saat hizmetindeyiz: Arnavutköy, Bebek, Ortaköy, Beşiktaş, Emirgan ve iki yakayı da inleten darbuka, klarnet ve zil eşliğinde göbek atılan motorlarımız da hizmetinizde! İş işten geçmeden... Boğaziçi’nde, Şehir Hatları’na ait sultan adı da verilen Van Gölü canavarını gördünüz mü? Çok iyi tasarlanmış: Sonu mu başı mı belli değil, iki ucunda yunus size gülümsüyor! Ama çağdaş! Gece yarılarına kadar yırtınırcasına lokanta teraslarından icra edilen, Arabi göbek de, sokak aralarını arabalarla tıka basa dolduran magandalar da Boğaziçi’nin incisi! Tanık oldukça, uygarlık adına, utanıyorum: Boğaziçi’nin en eski ve özgün yalısı Anadoluhisarı’ndaki Amcazade Hüseyin Paşa yalısı da Boğaziçi uygarlığı adına bir utanç! 300 yıllık. Kaybedilmiş savaşın Karlofça Antlaşması bu yalıda imzalanmış! Şimdilerde anlı şanlı bir müteahhite ciro edilmiş bekliyor! Şiirleri, resimleri yazılıp çizilen 14 yüzyılın Göksu Deresi de balçık içinde. Aldatmayalım kendimizi. Kimliğini sorgulamayan, yaşadığı coğrafyanın farkında bile olmadan, olmayanı ile övünen, kendini eleştirmeyen bir toplum geleceğin kentini kurabilir mi? Bunun adı...adını siz koyun! İstanbul’un çeyiz sandıklarında tıka basa Boğaziçi durup duruyor! Oysa “Boğaziçi Kimliği Müzesi” bile kurulamadı bugüne kadar. Onların her biri geleceğimizin onuru... Her baharda, “Boğaziçi’nde erguvan bayramları” olsun istemez misiniz? Yıllar önce, “Hayallerin işsizliğine akıl hastalığı diyorum ben” diyen Bakırköy’deki deliyi özlüyorum. Uzun sözün kısası: “Bak başımıza neler geldi, geliyor. Boş ver Boğaziçi’ni! Aslından sakının! Bir süre sonra Boğaziçi’nden değil prematüre kardeşinden konuşacağız nasıl olsa!.. Sıra ile değil para ile yallah!” “Kitap okuduğunuzu biliyoruz.” http://www.cumhuriyetkitap.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle