22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 3 KASIM 2020 SALI SAĞLIK Kapitalizm veganizmi yutabilecek mi? Ünlü bir et ürünleri firması bitkisel köfte üretti; sosyal medyada heyecanla paylaşılıyor. Bir vegan aktivist, Türkiye’de mezbahaya girip hayvanlara yaşatılan zulmü belgeledi; çektiği videoyu paylaşan fazla değil... Son haftalarda yaşanan bu iki olaydan yola çıkarak bir değerlendirme yapmak istiyorum. HHH Yeni bir bitkisel ürün çıkması iyi midir? İyidir. Çünkü daha çok insanı bitkisel beslenmeye teşvik edebilir. Bitkisel ürünü üretenler bunu yalnızca kâr amacıyla yapıyor ama aynı anda farklı üretimlerinde hayvan sömürüsüne devam ediyorlarsa ne yapmalı? İşte çelişkinin başladığı nokta bu. Çünkü zulümsüz üretime verilen destek, diğerini de fonlar. Bir zamanlar, veganlığın son birkaç yıldır moda olmaya başlamasından çok önce, bu ülkede “uzaylı” gibi görülen birkaç kişiydik. O dönemde özel vegan ürünler yoktu; veganlık da ticari bir faaliyet alanının konusu değildi, tüketim toplumunun yarattığı bir “trend” gibi algılanmıyordu. Mevcut olanaklarla ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyor, bazen evde yaptığımız basit üretimlerle yardımlaşıyorduk. Hayvanlar için vegan olmuştuk; bizler için tüm mesele, insanın etik devrimi ile politik bilincinin kesiştiği noktada insan olmayan duyarlı canlıların da yaşam hakkını savunmak ve sömürü karşıtlığına dair bilinci toplumda geliştirmek ile ilgiliydi. O günlerden bugüne çok şey değişti. İçinde yaşadığımız gezegende ne yazık ki kapitalizm ve neoliberalizm hâkim. Sistemin veganizmi ehlileştirme, kendi içine çekme çabası, son yıllarda bariz şekilde yoğunlaştı. Sermayedarlar, tüketim çılgınlığını körükleyerek faydalanılacak yeni bir alan yaratılabileceğinin farkında... HHH Benim aklım da vicdanım da kapitalizmin felsefesine tümüyle karşı. İnsanları bireysel faydacılık temelinde güdüleyen kapitalizmin yıkılmasını, tarihin karanlıklarında yok olup gitmesini en çok isteyenlerden biriyim. Ancak bazı insanlar veganlığı bir fedakârlık gibi görüp bazı şeylerden mahrum kalındığını iddia ettiklerinden, sömürü için gerekçe olarak kullanılan bu bahanenin geçersiz kılınmasını da istiyorum. Sadece bu nedenle, tamamen bitkisel üretim yapanlar ortaya çıkana kadar, geçiş döneminde bu tür üretimlere karşı sessizliğimi koruyorum. Ama hayvan sömürüsüne devam eden bir şirketin, kuruluşun reklamını da yapmam. Çünkü gerçek net: Yeni bir bitkisel ürün piyasaya çıksa da hayvanlar insan tüketimi ve kullanımı için işkence çekmeye devam ediyor; her gün mezbahalarda korkunç acılar içinde can veriyor. Bunun nedeni de hayvansal üretimi sürdüren şirketler ve onların ürünlerini tüketen müşteriler. Burada bir noktayı vurgulamak isterim. Hayvancılık sektörünün günümüzde ulaştığı devasa büyüklük kapitalizmin sonucu olsa da hayvan sömürüsünün ve katliamının kapitalizm öncesi toplumlarda başladığını ve sosyalizmde de var olduğunu düşünürsek, insana dair bu sorunun kaynağı çok daha derindir. Hayvanların yüzyıllardır mal ve kaynak olarak görülmesinin ardındaki virüs türcülüktür. Kaynağı, ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi/transfobi, yabancı düşmanlığı gibi ayrımcılık türleri ile aynıdır. Bir grubun kendisini diğerlerinden daha önemli ve üstün görme anlayışına dayanır. Üstelik türcülükte insan olan hayvanların insan dışı hayvanlara yönelik ayrımcılığı söz konusu olduğundan, onunla mücadele çok daha zor. HHH Hayvanlara zarar vermemeyi ilke edinen düşünceler, insanlık tarihinde epey eski. “İnsanlar hayvanları katlettiği sürece birbirlerini öldürecek” diyen Pisagor’dan bu yana birçok felsefeci bu konuya akıl yordu. Vegan kavramı ise ilk olarak 1944’te aktivist Donald Watson tarafından ortaya atıldı; 1 Kasım günü de 1994’ten bu yana da Dünya Vegan Günü olarak kutlanıyor. Kapitalizmin ve insanın doymak bilmeyen hırsının, 6. büyük yok oluşa yol açtığı bir dönemde, veganizmin yükselişe geçmesi elbette tesadüf değil. Sonuçta insan türü, doğa ve hayvan katliamlarıyla tüm gezegene tehdit haline geldi. Biz veganlar olarak tarihin bu döneminde doğru yoldayız. Çünkü etik duruşumuz aynı anda kapitalizme, doğa katliamına ve türcülüğe karşı. Bu yolda veganizm mücadelemize hayvanların yaşam hakkı için devam ediyoruz. Veganizmin hayvan özgürlüğü mücadelesinin felsefesi olduğunu anlatıyoruz. Bunun gereği olarak da hayvanlara yapılan sistematik işkenceleri belgeliyoruz. Ve medyanın yer vermediği gerçekleri yayarak görünür kılıyoruz ki birileri uyansın! COVID19 ALERJİ, GRİP VE NEZLEYLE KARIŞTIRILABİLİYOR sibelbahcetepe@gmail.com Alerjide yüksek ateş olmaz DR. UZUN: Alerjik rinitte öksürük, boğaz ağrısı, baş ağrısı, koku alma bozukluğu, nefes darlığı gibi nadir problemlerde ortaya çıkabilmektedir. Alerjide yüksek ateş olmayacağı için koronavirüsten ayırmak mümkün SAĞLIK Koronavirüs ile alerjik nezle de denilen alerjik rinit karıştırılabiliyor. İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Yusuf Emre Uzun, alerjide yüksek ateş olmayacağını, bu belirti ile Covid19’u alerjik rinitten ayırmanın mümkün olduğunu söyledi. Havaların soğumasıyla beraber virüslere bağlı enfeksiyonlar da daha sık görülüyor. Soğuk algınlığı, grip ve alerjik nezle bulguları birbirine benzerken; koronavirüs belirtilerinin de benzer olması hastalarda “acaba korona mıyım, alerjik mi, yoksa grip miyim” gibi soruları beraberinde getiriyor, hastaneye başvurular artabiliyor. Dr. Uzun, Covid19 enfeksiyonu belirtileri arasında ateş, halsizlik, kaseklem ağrısı, boğaz ağrısı, vücut ağrıları, nefes darlığı, ishal, bulantı, kusma, iştahsızlık gözlemlendiğini anlatarak “Şiddetli vakalarda zatürree, ağır solunum yetmezliği, böbrek yetmezliği ve ölüm gelişebiliyor. Özellikle yaşlılarda, kanser ya da bağışıklığı baskılayan hastalıkları olanlarda, akciğer hastalıkları bulunanlarda bu tablo daha ağır seyrediyor” dedi. Ayrımı zor değil Dünyayı alarma geçiren koronavirüsün soğuk algınlığına yol rı, öksürdükleri için çevresindekiler tarafından Covid19 zannedilebildiklerine dikkat çeken Uzun, şöyle devam etti: “Alerjik nezle de denilen alerjik rinit, olan kişiler alerjen madde ile karşılaştıklarında hapşırdıkları, öksürdükleri için çevresindekiler tarafından Covid19 zannedilebiliyor. Alerjik rinitte su gibi burun akıntısı, burun kaşıntısı, sık hapşırık, geniz akıntısı, gözlerdedamaktakulakta kaşınma, en sık rastlanılan şikâyetlerdir. BuDr. Yusuf Emre Uzun açan virüslerden biALERJI VE KORONA NASIL AYRILIR? nun yanında öksürük, boğaz ağrısı, baş ağrısı, koku alma bozukluğu, nefes darlığı gibi ri olduğunu anımsatan Dr. Uzun Koronavirüste öksürük, nefes darlığı, ateş ve boğaz ağrısı ön plandayken; alerjik nezlede sık nadir problemlerde ortaya çıkabilmektedir. “SARS ve hapşırma, gözlerde sulanma, burun Bu şikâyetlerden MERSCoV akıntısı ön planda olup ateş söz dolayı hastalar olarak bilikonusu değildir. Ateş, baş ağrısı günlük yaşantılanen virüsler de Covid19 ile aynı aileye ve kas ağrısı alerjik hastalıkların rında büyük probayrımında yol gösterici lemler çekmektedir. olabilir. Alerjide yüksek ateş (koronavirüs aibeklenmez. Bu noktada lesi) üyedir. Covidalerjiyi koronavirüsten ayır19’un bu kadar çok korkutması mak mümkün olabilmektedir. nın sebebi yayılma gücünün yük Hastanın ailesinde alerji öyküsüsek olmasındandır. Koronavirü nün olması, pasif sigara dumanısün 100’ün üzerinde çeşidi buna maruziyet gibi durumlar risk lunmaktadır. Covid19 diğer ko faktörü olarak karşımıza çıkmakronavirüs çeşitlerinin aksine cid tadır. Hastalığın teşhisinde hastadi alt solunum yolu enfeksiyonla nın hikâyesi ve ayrıntılı kulak burı ile birlikte görülebilmektedir” run boğaz muayenesi genellikle değerlendirmesini yaptı. yeterli olmaktadır. Etkene yönelik Alerjik nezle de denilen alerjik yapılan alerji testleri de teşhiste riniti olan kişiler alerjen madde destekleyici bulgular olarak yarile karşılaştıklarında hapşırdıkla dımcı olmaktadır.” ORGAN BAĞIŞI DURMA NOKTASINA GELDI SAĞLIK REHBERİ Bu besinler meme kanseri riskini azaltıyor Meme kanseri, dünyada en sık görülen ikinci kanser türü. Ülkemizde her 10 kadından 1’inde görülen meme kanserinden korunmak için en etkili yöntemin, erken teşhis, düzenli hekim kontrolü ve sağlıklı yaşam tarzı olduğu unutulmamalıdır. Beslenme ve Diyetetik Uzmanı Buse Özdemir, meme kanserine karşı koruyucu olan besinler ve beslenme yöntemleri ile ilgili bilgi verdi. n Meme kanserine karşı (ve diğer birtakım kanser türlerine karşı) koruyucu etkisi olduğu bilinen besin grupları likopen içeren besinler (kuşburnu, nar, çilek, kiraz, domates, kırmızı biber), Omega 3 içeren besinler (deniz ürünleri, soya fasulyesi, lahana, semizotu, ıspanak, ceviz, keten tohumu, chia tohumu), brassica sebzeler (brokoli, lahana, hardal, karnabahar, turp), soğangiller, tahıllar, yağlı tohumlar (sarımsak, soğan pırasa, tam tahıllı besinler, ceviz, fındık yağlı tohumlar), sebze ve meyveler (C vitamini içeriği yüksek meyve ve sebzeler) n Haftada 23 kez balık tüketilmelidir. n Kırmızı ve işlenmiş et tüketimi azaltılmalıdır. n Günde 12 fincan yeşil çay içilebilir. n Düzenli olarak selenyum, C vitamini, E vitamini, zerdeçal, karoten ve resveratrol içeren besinler tüketilmelidir. n Meme kanseri olan hastalar 13 porsiyondan fazla soya tüketmemelidir. n Haftada en az 3 gün bakliyat tüketilmelidir. n Yemeklerde yağ olarak zeytinyağı (tercihen riviera) kullanılmalıdır. n Meme kanseri hastaları doktora danışmadan keten tohumu kullanmamalıdır. Düzenli olarak tüketimi önerilmez. n Hastaların diyetinin yağ oranı yüzde 20 düzeyinde olmalıdır. Bunun için diyetisyen desteği alınmalıdır. Türkiye’de 26 bin hastanın organ nakli için sıra beklediği düşünüldüğünde, gerek bağış gerek nakil süreçlerinin sekteye uğraması hastaların hayatına mal oluyor. Korona organ bağışını da vurdu Her yıl, 39 Kasım tarihleri arasında düda seyretmiştir. Salgın sebebiyle süreç zenlenen “Organ Bağışı iyiden iyiye sıkıntıHaftası” etkinlikleri, bu lı bir hal aldı” dedi. yıl tüm dünyanın içinHem bağışlarda hem de bulunduğu koronavinakil ameliyatlarında rüs pandemisi nedeniyle azalmanın olduğunu ile gerçekleştirilemiyor. kaydeden Erk, özetle Türk Böbrek Vakfı Başşunları kaydetti: kanı Timur Erk, “Pande“2020 yılının ilk mi, her alanda olduğu giTimur Erk 6 ayında toplam bi organ nakilleri konuböbrek nakli sayısunda da büyük sıkıntılara se sı 1062’dir. Bu nakillerin yüzde bep oldu. Nakil süreçleri ve ba 80’i canlı vericiden, yüzde 20’si ğışlar ciddi ölçüde olumsuz etki ise kadavra vericiden yapılmışlendi ve böbrek nakli ameliyatla tır. Sağlık Bakanlığı verilerine rı düşüş gösterdi” dedi. göre, 2020 Ekim ayı sonu toplam Erk, “Yıllardır artışı için çaböbrek nakli sayısı 2 bin 29’dur. ba gösterdiğimiz ‘kadavradan or Bu nakillerin de 233’ü kadavgan bağışı’, maalesef her dönem ra donörden gerçekleşmiştir. GöTürkiye’de ihtiyacın çok altın rüldüğü üzere ülkemizde kadavra organ bağışında azalma görülmektedir. Maalesef salgına karşı verdiğimiz mücadele oldukça sert geçiyor. Bugünümüze baktığımızda 2020 Mart ayından göreceli olarak daha ağır bir tablodayız, fakat süreci geri çevirmek hâlâ elimizde. Önlemlerimize önce kendi sağlığımız, ardında toplum sağlığı ve süreci normale çevirerek nakil bekleyenler için umut olmak adına riayet etmeliyiz. Böbrek nakli bekleyen hastalar için diyaliz tedavisi süreci devam ettirilebiliyor fakat diğer organların maalesef alternatifi olamıyor. Canlıdan veya kadavradan nakil tek şansları, bu sebeple organ bağışına her zaman olduğundan daha çok ihtiyaçları var.” MENOPOZ SONRASI DİKKAT! İdrar yolu enfeksiyonu sık görülebiliyor Kontinans Derneği Başkanı Prof. Dr. Tufan Tarcan, menopozdan sonra idrar yolu enfeksiyonlarının özellikle daha sık görüldüğüne dikkat çekerek “Burada östrojen hormonunun eksikliğinin önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Yine menopozla birlikte östrojen eksikliğine bağlı olarak vajen ve üretra (dış idrar yolu) bölgesinde kuruluk, cinsel ilişki sırasında ağrı, idrar yaparken yanma ve sık işeme gibi sistit benzeri rahatsız edici semptomları daha sık görüyoruz. Dolayısıyla menopozla idrar kaçırmadan çok, bu tür ürolojik durumlar arasında bir ilişki var” dedi. Günümüzde menopozla idrar kaçırma arasında net bir ilişkinin henüz ispatlanmadığını anımsatan Tarcan, “Menopozdan sonra idrar kaçırma görülme sıklığı artıyor. Ancak bu durum yaşlanmaya mı yoksa hormonal değişikliğe mi bağlı bilmiyoruz” diye konuştu. Stres, riski artırıyor “Menopoz sonrası, sistemik olarak verilen östrojen hormonu, stres idrar kaçırma ihtimalini artırıyor” diyen Tarcan, “Eksilen hormon verildiğinde stres tipte idrar kaçıran hasta daha çok idrar kaçırıyor. Bu hasta grubunda tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarının kontrol altına alınmasında da yine lokal östrojen tedavisinin yeri var” dedi. Prof. Dr. Tarcan, şöyle devam etti: “İdrar kaçırma tedavisinde asıl altta yatan sebebe göre fiziksel, medikal ya da cerrahi tedavi yapılmalıdır. Stres tipi idrar kaçırmada tamamlayıcı tedavi ve yardımcı tedavi olarak lokal östrojen tedavisi semptomatik hastalarda uygulanmalı.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle