16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 20 KASIM 2020 CUMA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Bir meri keklik gibi’ TUĞRUL KESKIN ŞAIR, YAZAR TRT’nin, 1980’de Seyranbağları Huzurevi’nde çektiği bir programda onu görünce, dehşetle şaşırmıştım! Şiirler okudu, hayatından söz etti... O, tanıdığım ilk şairlerimden biriydi ve vazgeçilmezimdi. Ona sevgim, saygım öylesine büyüktü ki daha 70’li yıllarda ezberimde pek çok şiiri vardı... İzmir Konak’ta, şimdiki merkez bankası binası inşaat halindeyken, duvarının dibinde kitapçı dolapları vardı. Pek çok siyasi grubun (fraksiyonun) kitap sattığı sacdan dolaplardı bunlar. SGK binasından İzmir Büyükşehir Belediyesi binasının olduğu yere kadar sıra sıra dizilmişlerdi cadde boyunca. O kitapçı dolaplarında sergi açanlardan biri de bendim. O yıllarda bağlı olduğum siyasi grubun sergisini açar, kitaplar satardım, yıl 197778’di. “Dost Dost İlle Kavga” adlı kitabı 1973’te yayımlanmasına karşın hâlâ çok satanlardandı. Ben de sergiye gelen her kitap alıcısına mutlaka o kitaptan dizeler okur ve heyecanla önerirdim. ‘Boncuk şiir’ Sonra 1977’de “Panzerler Üstümüze Kalkar” adlı ikinci kitabı çıkageldi, benim için büyük mutluluktu. Fakat yeni bir tarzı vardı bu şiirlerin... O yıllarda Ali Yüce’nin “boncuk şiir” dediği tarza yakın; dizelerin değil de sözcüklerin alt alta yazılışıyla oluşmuş şiirlerdi ve yepyeni şeyler söylüyordu bizim için... 1920’de Erzincan Kemaliye’de doğdu. Eğin türkülerinin içinde büyüdü ve şiirlerini, o türkülerin ateşinde iki kere su vererek dövdü. Yapısı sağlam, gelenekle bağları güçlü fakat gelenekten bağımsız şiirler yazdı... Şiirlerini kurduğu Kemaliye’den bir kış günü başlayan göçlerini ve o günlerin Ankarası’nı şöyle anlatacaktı sonradan; “... Ankara’ya gelişimiz çok soğuk, hemen hemen kışın yeni başladığı zamana rastlar. O zaman dokuz yaşındaydım. Yağmurlu bir günde köyden ayrıldık. (...)Uzun bir yolculuktan sonra, on bir günde Ankara’ya gelebildik. Ankara yeni kurulan, on beş bin nüfuslu küçük bir kasaba görünümündeydi. Şehir bugünkü Ulus ve Ulus’taki heykel çevresinde ve Samanpazarı denen yer etrafında, Ankara Kalesi’nin çevresinde toplanıyordu. Bundan böyle burada yaşayacaktık...” Enver Gökçe, her ne kadar “1940 Toplumcu Şairler” kuşağından sayılsa da aslında o, halk şiir geleneğini derinden kavramış, gelenekle bağlarını güçlendirdikçe, onu devrimci bir tarzda dönüştürmeyi başarmış özgün bir şairdi. Bu yanıyla, serbest nazımdan da Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet’in temsilcisi olduğu Garip şiir akımından da çok uzak, kendine özgü bir şiir dünyası kurmuştu. “Bu acılar beni götürür” demişti. Maalesef dediği gibi de oldu... Ant dergisi Her ne kadar “1940 Toplumcu Şairler” kuşağından sayılsa da aslında o, halk şiir geleneğini derinden kavramış, gelenekle bağlarını güçlendirdikçe, onu devrimci bir tarzda dönüştürmeyi başarmış özgün bir şairdi. Bu yanıyla, serbest nazımdan da Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet’in temsilcisi olduğu “Garip” şiir akımından da çok uzak, kendine özgü bir şiir dünyası kurmuştu. Hatta o yıllarda bu şiir kanatlarıyla, aralarındaki ayrılığa ve mücadeleye ilişkin, 1981 Mayısı’nda Seyranbağları Huzurevi’nde kendisini ilk kez ziyaret etiğimde bana anlattıklarının benzerini, sonrasında kaleme alacak ve şöyle söyleyecekti: “... O gün iki şey vardı ortada benim için; bir yanda ‘Garip’in hasta sanat anlayışı ve diğer yanda dinamik halk edebiyatının yüzü. Bunlar karşı karşıya getirilince ben elbette ki kendi sınıfımdan gelme halk ozanlarından taraftım... Biz tavrımızı belirlemiştik. 1945 yılında yani ‘Garip’çilerin edebiyatımıza egemen oldukları bir çağda dergi yayımlamaya ihtiyaç duymuştuk(...) biz Ant çevresinde, küçük bir topluluk da olsak, devrimci sanat sorumluluğunu üstlenmiştik... Bizim varlığımız aslında önemsizdi, küçüktü, ama doğruydu. Biz bu doğrudan dolayı bir aradaydık...” Yetiştiği çevrenin bu direngen tavrını, dilsel özelliklerini, mücadele azmini, Eğin türkülerinin can yakan ezgisini ve halk deyişlerinin gücünü sırtlanarak; toplumsal düzenin yozluğu, dönemin zalimliği üstünden acılı insanları anlatan şiirler yazdı. 40’lı yıllarda, şiirle ve devrimci düşüncelerle daha da iç içedir artık. Ceyhun Atuf Kansu, Niyazi Akıncıoğlu, Arif (Barikat) Damar, en yakın arkadaşlarıdır. Halkevi’nin yayın organı olan “Ülkü”de çalışmaya başlar. Dergiyi Ahmet Kutsi Tecer yönetmektedir. Bir yandan da sırtını dayadığı geleneksel şiirimizi dönüştürerek yeni şiirler yazmayı sürdürür. Bu arada Ant’ta yayımlanan Köylülerime adlı şiirini, Ahmet Kutsi Tecer görür ve beğenmez... Sonradan şöyle söyleyecektir: “Benim şiiri bırakarak düzyazı yazmam istendi. Ben de o zaman, Ahmet Kutsi Tecer’e ‘Ben daha kötüsünü de yazarım’ diye güya esprili olarak cevap verdim...” Üniversite yılları, ırkçı/turancı gruplarla mücadele içinde geçer. Turancıların bir saldırısında o ve kimi devrimciler tutuklanır, üç ay hapis yatar, aklanır. Üniversite biter. Kadırga Öğrenci Yurdu’nda 1950 yılında yönetici olarak işe başlar. Ve siyasal tarihimizde “51 Tevkifatı” olarak bilinen davada Türkiye Komünist Partisi üyesi olmaktan tutuklanır. En uzun ceza alanlardan biri olarak, yedi yıl hapislik (19511958) ve ardından iki buçuk yıl Çorum’da sürgün yaşar, yaşam koşulları çok ağırdır! Bir yolunu bulup Ankara’ya, oradan da İstanbul’a gelir. Turan Emeksiz’in Beyazıt Meydanı’nda katledilmesinin ardından, Demokrat Parti faşizmi, içinde onun da olduğu pek çok devrimciyi İstanbul’dan “tehcir”e zorunlu kılar. O Erzincan’ı tercih eder ve köyüne (Çit) yerleşir. 1960 ihtilali sonrasında yeniden Ankara’ya döner. Sağlığı kötüdür, Bulgaristan’a tedavi için gitse de pek bir sonuç alamaz. Ankara Seyranbağları Huzurevi’ne yerleşir. Orada “huzurlu olduğunu!” söylemişti... Verilemeyen çoraplar Onu ikinci ziyaretim, sevgili Ümit Yaşar Işıkhan’la yine bu Huzurevi’nde oldu. O küçücük odasında Neruda çevrileri yapıyordu. İlk defa yarasını gösterdi; dizinin arkasında ve ayaklarında tuhaf bir yaraydı bu. 51 Tevkifatı’nda iki yılı aşkın kaldığı İstanbul Siyasi Şube’nin bir “armağanı” olarak, ona hâlâ çok acı veriyordu ve o “Tevkifatının” destanını yazmak istiyordu. “Bu acılar beni götürür” demişti. Ayrılırken ona annemin öreceği bir çift yün çorabı aralıkta getirme sözü verdim, fakat o 1981 Kasımı’nda 61 yaşında aramızdan ayrıldı ve o çorabı yazık ki hiç ulaştıramadım, hâlâ içimde yaradır... Enver Gökçe; cefalı şairim! “Ölümün adı hep kalleş olacak senden böyle!” ‘Şahsım devleti’nin çıkmazı! İnsan ve devlet... Kişi ve kurum... Birey ve örgüt... Farklı varlıklardır! HHH İnsan, kişi ve birey olarak duygusaldır... İlişkilerini, aklıyla birlikte duygularıyla da düzenler: Sever, kızar, sevinir, üzülür, âşık olur, nefret eder... Farklı kişilere, farklı ilişkiler içinde, farklı davranır. Devlet, kurum ve örgüt olarak duygulardan arınmıştır... İlişkilerini, anayasalara, yasalara, yönetmeliklere, kısacası yazılı kurallara göre düzenler: Sevmez, kızmaz, sevinmez, üzülmez, âşık olmaz, nefret etmez... Farklı kişilere, vatandaşlık ilişkisi içinde, eşit davranır. HHH Elbette devleti insanlar yönetir: İnsanlar tarafından yönetilen devlet, kaçınılmaz olarak insani hatalardan, komplekslerden, eksikliklerden etkilenir. Bu etkilenme, monarşik devletlerde, krallar, padişahlar döneminde çok ileri düzeydedir: Her devlet, kralının, padişahının cehaletinden, dengesizliğinden, ruhsal hastalıklarından ve/ veya komplekslerinden dolayı çok zarara uğramıştır. Her imparatorluğun geçmişinde, bir kralın veya bir padişahın kişisel özelliklerinden kaynaklanan pek çok siyasal, toplumsal ve kültürel önemli olay görülebilir. Örneğin, İngilizlerin Anglikan mezhebine bağlı olmalarının temelinde Kral Sekizinci Henry’nin kadın düşkünlüğü, sonradan kellesini vurdurduğu Anne Boleyn’e olan aşkı ve onunla evlenmesini onaylamayan Papa’ya karşı isyanı yatar. HHH DinTarım Döneminden Endüstri Dönemine geçen insanoğlu, bir toplumun tüm vatandaşlarını etkileyen bu “insani” eksiklik ve hatalardan devleti korumak için: Devleti yönetenlerin seçimle iktidara gelmeleri ve seçimle değiştirilmeleri kuralını getirmiş... Ayrıca seçimle iktidara gelen insanların bütün eylem ve söylemlerinin anayasa ve yasalar bağlamında denetlenmesi amacıyla, bağımsız yargıyı ve anayasa mahkemesini içeren... Hukuk devleti kavramını, demokratik rejimin vazgeçilmez bir önkoşulu yapmıştır. HHH Bağımsız yargıyı kaldırır, anayasa mahkemesini pasifize eder, hukuk devletini yok ederseniz, günümüzde de bir “Şahsım Devleti” kurmaya teşebbüs edebilirsiniz... Ama Yirmi Birinci Yüzyıl’da, insanlığın bütün birikimini ve evrimini reddederek demokrasi yolunda çabalayan bir devleti, tek bir kişinin, tek bir yöneticinin keyfine, eksiklik ve yanlışlarına ram etmek, sadece siyasal olarak değil, tarihsel, ekonomik, toplumsal ve kültürel olarak da olanaklı değildir. DAYANIŞMA Basın İlan Kurumu’nun belgel haberler neden yle Cumhur yet Gazetes ’ne uyguladığı resm lan kısıtlamasını kınıyoruz. Basın özgürlüğünü yok sayan kararı protesto ed yoruz. Haber alma özgürlüğümüz ç n C’ n yanındayız. NAZİLLİ YENİMAHALLE ORTAOKULU EMEKLİ ÖĞRETMEN VE MEZUNLARI HÜSEYİN ÇORLU Cumhuriyet Okuru DAYANIŞMA Basın İlan Kurumu’nun belgel haberler neden yle Cumhur yet Gazetes ’ne uyguladığı resm lan kısıtlamasını kınıyorum. Basın özgürlüğünü yok sayan kararı protesto ed yorum. Haber alma özgürlüğüm ç n C’ n yanındayım. MÜRSEL ALBAN CHP Muğla Milletvekili BEKİR BAŞEVİRGEN CHP Manisa Milletvekili AV. DR. SEZGİN TA? NRIKULU NURHAN ÇETİNKAYA ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle