15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 18 KASIM 2020 ÇARŞAMBA [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yeniden yapılacak binaların yapımı sırasında ve sonrasında denetimler etkili bir şekilde yapılmalı, projeler titizlikle incelenmeli, projesine uygun şekilde yapılmamış binalara kesinlikle oturma izni verilmemeli, oturma izni alındıktan sonra yapılacak proje değişikliklerine ve tadilatlara göz yumulmamalı ve hepsinden daha önemlisi “imar affı” uygulamasına kesinlikle son verilmeli. İmar affı çıkaranları kim, neden affetsin? PROF. DR. K. ERÇİN KASAPOĞLU EMEKLI HACETTEPE ÜNIVERSITESI JEOLOJI MÜHENDISLIĞI BÖLÜMÜ ÖĞRETIM ÜYESI “Yeter artık! Depremler bu ülkenin ve bu milletin kaderi değildir, olmamalıdır da! Deprem bazı softaların ve din simsarlarının dile getirdiği gibi bir ‘takdiri ilahi’ de değildir. Binalarımız depremlere dayanıklı inşa edilmeli ve imar affından kesinlikle vazgeçilmelidir.” Depremler, dünyanın oluşumundan bu yana olagelen, dün de olan, bugün de olan ve gelecekte de hep olacak olan, dünyanın doğal dengesi için de gerekli olan bir “doğa olayı”dır. Deprem, asla bir “afet” ya da bir “felaket” de değildir. Onu bir afete ya da felakete dönüştüren, ona karşı gerekli önlemleri zamanında ve yeterince almayan biz “insanlar”ız. ‘Zarar azaltma’ politikası Bugün için sahip olduğumuz bilgi düzeyi ve teknoloji ile çok büyük bir enerji patlaması ve çok güçlü bir doğa olayı olan depremleri önleyebilme olanağımız yok ama onun neden olduğu hasarları, yıkımları ve can kayıplarını önleyebilecek bilgi düzeyine, teknolojiye ve ekonomik güce sahibiz. Önce depremlerle mücadeledeki çağdışı “yara sarma” politikasında ısrar etmekten vazgeçip çağdaş “zarar azaltma” politikasını benimsememiz, yani “deprem sonrası”na değil, “deprem öncesi”ne ağırlık vermeliyiz. Deprem öncesi yapacağımız çalışmalar ve alacağımız önlemlerle olası bir depremin oluşturabileceği hasarları, yıkımları ve can kayıplarını önleyebilir ya da en aza indirgeyebilir, böylece deprem sonrası yapmamız gereken arama kurtarma ve yara sarma çalışmalarımızı daha kolay, daha etkili ve daha ekonomik hale getirebiliriz. Peki, doğru olan bilimsel gerçeklik bu iken neden siyasilerimiz hâlâ deprem sonrasında ısrar ediyor? Çünkü deprem öncesi yapılması gerekenler, hükümetin ve siyasilerin, anayasamıza göre zaten yapmakla yükümlü oldukları işler; o nedenle onlara siyasi açıdan fazla bir getiri, bir rant sağlamaz. Oysa deprem sonrası yapacakları arama kurtarma, depremzedelere çadır, battaniye, ekmek ve yemek göndermek, maddi yardımda bulunmak, evi yıkılanlara geçici ikamet olanağı sağlamak ve “Yıkılan evlerinizi yeniden yapacağız”, “Yaralarınızı en kısa zamanda saracağız” gibi hiçbir zaman tam olarak yerine getirmedikleri ve getiremeyecekleri vaatlerde bulunarak deprem bölgesine birkaç bakan gönderip siyasi şov yaparak tüm bunlardan siyasi rant sağlayabileceklerini ve oy devşirebileceklerini düşünürler. İşte salt bu yanlış ve çağdışı “yara sarma” politikası yüzünden son İzmir depreminde olduğu gibi her depremde onca binamız hasar görüyor, yıkılıyor ve onca canlarımız yitiriliyor. 30 Ekim 2020 Cuma günü İzmir’de meydana gelen 6.9 büyüklüğündeki depremde, son verilere göre 116 canımızı yitirdik. Tüm bu canların, yıkılıp dağılan ailelerin ve yetim kalan bebeklerin vebali, tüm uyarılara rağmen o bölgede gerekli önlemleri zamanında ve yeterince almayan AKP hükümetinin ve başta belediye başkanları olmak üzere tüm ilgililerin ve yetkililerin boynunadır. Deprem seferberliği şart Artık bu gidişe bir “dur” demenin zamanı gelmiş ve geçmektedir. Hep söylediğimiz gibi depremlerin ne zaman olacağını, bugün itibarıyla ne yazık ki bilemiyoruz. Bu nedenle depremlerle mücadelede hem hiç olmayacakmış gibi hem de hemen yarın olacakmış gibi hareket etmeli ve gereken önlemleri hiç zaman yitirmeden bir an önce almalıyız. Bunun için yarından tezi yok hemen tüm Türkiye’de bir “deprem seferberliği” ilan edilmeli, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere tüm ilgili bakanların, valilerin, belediye başkanlarının, sivil toplum kuruluşlarının ve halkımızın elbirliği ve işbirliği ile tüm deprem bölgelerimizde, öncelikle çocuklarımızı gönderdiğimiz okullarımız, hastalarımızı yatırdığımız hastanelerimiz, aynı anda çok sayıda insanımızın bir arada bulunabildiği alışveriş merkezi, sinema, tiyatro, spor salonu ve cami gibi kritik yapılar olmak üzere tüm binalarımızın teker teker elden geçirilerek o bölgede beklenen olası büyük bir depreme dayanıklı olup olmadıkları belirlenmeli; dayanıksız olanlar, olanak varsa güçlendirilmeli, yoksa yıkılıp yeniden yapılmalı. Başarının anahtarı belli Yeniden yapılacak binaların yapımı sırasında ve sonrasında denetimler etkili bir şekilde yapılmalı, inşaatın projesine uygun olarak yapılıp yapılmadığı sıkı bir şekilde denetlenmeli, projesine uygun şekilde yapılmamış binalara kesinlikle oturma izni verilmemeli, oturma izni alındıktan sonra yapılacak proje değişikliklerine ve tadilatlara göz yumulmamalı ve hepsinden daha önemlisi “imar affı” uygulamasına kesinlikle son verilmeli. Depremlerle mücadelede başarının anahtarı, tüm yapılarımızı bulunduğumuz bölgede oluşabilecek olası en büyük depreme karşı dayanıklı hale getirmektir. Bunu başardığımız zaman vatandaşın hem içinde bulunduğu binaya ve devlete olan güveni artar hem de depremler artık ülkemiz için bir felaket ya da afet olmaktan çıkar. Taşrada okumak... Siyasal İslamcı iktidarın ülkede oluşturduğu korku ikliminde Cumhuriyet gazetesi okumak kahraman olmanın yanında dirençli olmayı gerektiriyor. İRFAN O. HATIPOĞLU YAZAR Cumhuriyet gazetesine yapılan saldırıları kanıksadık. Gericiliğin, aydınlanma karşıtlığının yükseldiği dönemlerde artan bu saldırılar, yalnızca Cumhuriyet gazetesi ile sınırlı görülmemelidir. Aynı zamanda saldırgan gerici “güruhun” hedefinde gazete okurları da vardır. Çünkü Cumhuriyet okurları beldelerinin/mahallelerinin hak arayıcıları, uygarlaşmayı savunan, ortaçağ gericiliğine karşı duran aydınlarıdırlar. Bu nedenle saldırganlar için yalnızca gazetenin yıldırılması yetmez. Onunla birlikte okurlarının da yıldırılması gerektiğini çok iyi bilirler. Gazeteye yapılan saldırıların arttığı dönemlerde gazete okurları da payını düşeni alır. Cumhuriyet gazetesi okumak “kahramanlığa” dönüşür. Babamın Cumhuriyet’i Siyasal İslamcı iktidarın ülkede oluşturduğu korku ikliminde Cumhuriyet gazetesi okumak, kahraman olmanın yanında dirençli olmayı gerektiriyor. Taşrada yaşayan okurlar olarak bunu derinden hissediyoruz. Bu nedenle gazeteye yapılan her saldırıyı “okuyucuya” yapılan saldırı olarak görmekteyiz. Yerel gerici odakların, siyaset bezirgânlarının, mankurtların saldırılarına karşı direncimiz artmakta, birer kahramana dönüşmüş durumdayız. Her birimiz beldemizde/mahallemizde çoban ateşi olduk. Bu durumun en tipik örneği babamın öyküsüdür. Babam Hüseyin Efendi (Hatipoğlu) 76 yıllık ömrünün en az elli yılını, bir köyde Denizli/Nikfer köyü Cumhuriyet okuru olarak geçirdi. Zor koşullarda köye getirttiği (bazen birikmiş olarak) gazeteyi son harfine kadar okur, edindiği bilgileri paylaşır, köyünde marjinal konuma düşecek kadar inançla savunurdu. İlhan Selçuk, Oktay Akbal gibi düzenli yazarların tiryakisi, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun, Melih Cevdet Anday’ın hayranıydı. Cumhuriyet gazetesini yaşamında hep ayrıcalıklı tuttu. Öyle ki ağabeyi M. Tahir Hatipoğlu bir sabah “Cumhuriyet’te yazım çıktı” dediğinde, Hıfzı Veldet’in yerinde mi diye sorduğunda, “Orada” yanıtını alınca yüzüne yansıyan coşkuyu hâlâ anımsarım. Onun Cumhuriyet gazetesi tutkusu köyünde hep “öteki” olarak kalmasını sağladı. Yerel gericilerin saldırılarını göğüslemek zorunda bıraktı. Yoruldu. Yılmadı. Diğer yandan Cumhuriyet gazetesi okurluğu köyünün bilgesi, aydını, danışılanı, yol göstereni, güvenileni, zor zamanların insanı olmasını ve köyünün “efendisi” olarak ömrünü tamamlamasının önünü açtı. Cumhuriyet gazetesi, babamı köyünün efendisi yaparken bana da aydınlanmamın, uygarlık değerlerine sahip olmamın önünü açtı. Tam kırk iki yıldır Cumhuriyet gazetesini düzenli okumak babamdan bana geçti. Uzun okurluk süresinde babamın yaşadığı zorlukları çalıştığım üniversitede, yaşadığım mahallede ben de yaşadım/yaşıyorum. ‘Hadi oradan’ Bu kez Cumhuriyet gazetesine ve okurlarına yapılan saldırılar geçmişteki saldırılara benzemiyor. Daha bilinçliler, örgütlüler ve ne istediklerini çok iyi biliyorlar. Siyasal İslamcı iktidar, oluşturduğu “korku ikliminde” açtıkları karanlık dehlizde insanları yılgınlığa iterek dirençlerini kırarak yol alma çabasında. Yoldaki en büyük engel olarak da Cumhuriyet gazetesi ve okurlarını görmektedirler. Saldırganların bilmediği, hesaplayamadığı bir şey var. Cumhuriyet gazetesinin ve okurlarının dirençlerinin büyüklüğü ve birer kahraman oldukları... Saldırganlara okurlar olarak elimizin tersiyle “Hadi oradan” diyoruz. Hadi oradan!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle